| | Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler | |
| | |
Yazar | Mesaj |
---|
Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:43 pm | |
| Kilo verip, para alacaklar
İngiltere’de giderek artan obezite sorunuyla mücadele yöntemleri arayan hükümet, şişmanlara kilo vermeye çabalamaları karşılığında maddi yardım yapmaya karar verdi.
LONDRA - Obezite salgını ile mücadele etmeye çalışan hükümetin açıkladığı radikal bir plana göre şişman kişilere, kilo vermeleri ve egzersiz yapmaları için nakit teşvikler verilecek. İşverenler de abur cubur yemeyi kesip, sağlıklı beslenmeye başlayan çalışanlarını ödüllendirmeye teşvik edilecek. En çok kilo veren en yüksek para ödülünü kazanacak.
Şişmanlara nakit, market kuponu ve diğer bazı ödüller önerilmesine önayak olmaya hazırlanan İngiliz hükümetinin, bunun karşılığında aşırı şişmanlardan, “kilo yapan yiyeceklerden uzak durduklarını ve spor yaptıklarını” kanıtlamalarını isteyeceği belirtildi.
Ödül sisteminin kaybedilen kiloyla orantılı olacağına dikkat çeken İngiliz basını, “En çok kilo veren, en büyük ödülü kapacak” diye yazdı.
The Daily telegraph gazetesi, İngiliz hükümetinin, bu yolla harcanacak paranın aşırı kilonun getirdiği hastalıkların tedavisine harcanacak paradan çok daha az olacağına işaret eden hesaplamaları haklı bulduğu için sistemi uygulamaya koymaya hazırlandığını yazdı. Haberde şöyle denildi: “Kanser, kalp, şeker gibi hastalıkların tedavisi için her bir hastaya on binlerce sterlin harcanıyor. Şişman bir kişinin kilo vermesi için kendisini cesaretlendirmek üzere yapılacak maddi yardım ise bunun yanında hiç kalacak. Sistem daha önce Amerika ve İngiltere’de bazı sağlık sigortası şirketleri tarafından uygulandı ve başarılı oldu. Bu şirketler, düzenli olarak spor yapan kişilere indirim uyguladı ve başarılı olundu.”
Uzmanlar, İngiltere’de acil önlemler alınmaması halinde 2050 yılına kadar nüfusun büyük bölümünün obez olacağı ve bu aşırı kiloların yol açtığı hastalıkların da Milli Sağlık Sistemine yılda 50 milyar sterline mal olacağı tahmininde bulunuyor. Halen İngiltere’deki çocukların yüzde 30’u obez kabul ediliyor.
Okullara zorunlu yemek pişirme dersleri konacak. Ebeveynleri sağlıklı beslenmenin önemi konusunda uyarmak için 75 milyon sterlinlik bir kampanya başlatılacak. Özellikle çocuklarda obezite görülen bölgelerde 140 milyon sterlin harcanarak spor salonları oluşturulacak. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:44 pm | |
| Plastik bardaklarda kanser riski
Çay ve kahve gibi sıcak içecekler için kullanılan plastik ve köpük bardaklar kanser riski taşıyor.
Çay ve kahve gibi içeceklerin konulduğu plastik ve köpükten yapılan bardakların sıcak bir maddeyle temas ettiğinde sıvı içerisine kanserojen madde bıraktığı bildirildi.
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi (ESOGÜ) Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Selma Metintaş, yaptığı açıklamada, Türkiye'nin, anayasasında da yer aldığı gibi çevre sağlığına önem veren ülkeler arasında olduğunu belirterek, günlük uygulamalarda bilinen ya da bilinmeyen birçok madde veya uygulamanın insan sağlığına zarar verebildiğini kaydetti.
Plastik bardaklar ve bu bardaklarda tüketilen çay, kahve veya sıcak içecekler konusunun üzerinde ciddi olarak durulması gereken konulardan biri olduğunu anlatan Prof. Dr. Metintaş, şöyle konuştu: ''Plastiklerin aslında gıda ambalajı ve sunuş aracı olması günümüzde geniş bir kullanım alanı bulmuştur. Gıdanın, kimyasal ve bakteriyolojik bulaşmaması çok önemlidir. Temizlik ve kolay uygulanımı nedeniyle plastik bardaklar geniş kullanım alanı bulmuştur. Ayrıca plastik bardakların kolay taşıma ve tüketim kolaylıkları da bulunmaktadır. Ancak, herhangi bir saklama veya servis kabının, yiyeceğin kalite ve tadını değiştirmemesi, insan sağlığı açısından toksik bir tehlike yaratmamış ve gıda ile temasta bulunacak nitelikte olmaması gerekir.''
-KANSER TEHLİKESİ-
Prof. Dr. Metintaş, plastik bardaklar içerisine konulan 70-90 derece sıcaklığındaki içeceklerin, içinde bulunduğu plastik malzemeyi ısı etkisiyle çözüp monomerlerine ayırdığını belirterek, bunun tehlikeli sonuçlara yol açtığını bildirdi. Monomerlerin insan sağlığına zararlarının bulunduğunu anlatan Prof. Dr. Metintaş, şöyle devam etti: ''Bu monomerler tehlikeli kanserojen malzemelerdir.
Köpük bardakların ısıya dayanıklılığı daha yüksektir. Ancak, daha yüksek ısıdaki sıvılar bu materyalin de çözünmesini sağlayabilir. Bu durumda yine monomerik gruplar sıvıya geçecek ve oral (ağız) yolla bünyeye toksik madde alımı gerçekleşir. Şu anda plastik bardaklardaki sıcak içeceklerin bazı kimyasal reaksiyonlara yol açtığını biliyoruz. Plastik ve köpükten imal edilen bardaklardan uzun süre sıcak sıvı içenler kanser tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir.''
-KAĞIT BARDAK KULLANIMI-
Prof. Dr. Metintaş, plastik ambalaj maddesinin diğer bir zararının da meydana getirdikleri katı atık olduğunu ifade ederek, nüfus artışı, sanayileşme ve tüketim alışkanlıklarının değişmesi gibi faktörlerin ''kullan-at'' türü ambalajların aşırı tüketimine yol açtığını bildirdi. Plastik maddelerin çevreden yok olması için uzun yıllar gerektiğini kaydeden Prof. Dr. Metintaş, ''Bu da gerek çöp alanlarında artık hacminin artmasına gerekse ham madde ve kaynak israfına neden olmaktadır. Plastik bardakların insana verdikleri zararı bu açıdan da ele almak gerekir. Plastik bardaklar yerine kağıt bardak uygulaması önerilebilir. Kağıt bardaklar, sağlık ve atık maddenin geri dönüşümü açısından insan sağlığına daha uygundur'' dedi.
Prof. Dr. Metintaş, plastik ve köpük bardakların insan sağlığına zararları konusunda yaptıkları çalışmayı Doç. Dr. Burhanettin Işıklı ile gerçekleştirdiklerini sözlerine ekledi.
-''ÇOK SICAK VE GAZLI İÇECEKLERLE SUNULMAMALI''-
Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi Başkanı Prof. Dr. Murat Tuncer de poliklor ve etilen içeren plastik kapların 70 dereceden fazla sıcak ve asitli sıvılarla temas etmeleri halinde bazı kimyasal ürünlere dönüşebildiklerini söyledi.
Bunların içinde nitrozaminin de bulunması nedeniyle muhtemel karsinojenlerden (kansere neden olan kimyasal madde) bahsedilebileceğini ifade eden Tuncer, ''Bu kanser etkeni muhtemel olan maddeler hiçbir zaman kesin kanser yapar denemez. Ancak, bu olasılık nedeniyle çok sıcak ve gazlı içeceklerin bu bardaklarda sunulması sakıncalıdır. Ancak su için kullanılabilir'' uyarısını dile getirdi. Bu konuda çok detaylı çalışma olmadığını belirten Tuncer, köpük bardaklar için de ciddi bir tehlikeden bahsetmenin şu andaki bilgilerle doğru olmayacağının altını çizdi.
-''PAGEV: BU İDDİALAR TAMAMEN KOMPLO TEORİSİ''-
Türk Plastik Sanayicileri Araştırma, Geliştirme ve Eğitim Vakfı (PAGEV) Başkanı Selçuk Aksoy ise yapılan araştırmaların plastiğin insana ve çevreye zarar vermeyen, ayrıca tamamen geri dönüştürülebilir bir malzeme olduğunu kanıtladığını söyledi.
Ekonomik ve kolay uygulanabilir olması nedeniyle plastiğin bütün dünyada kağıt, çelik, alüminyum, ahşap ve cam gibi malzemelerin yerine alternatif olarak kullanıldığını anlatan Aksoy, şöyle konuştu: ''Plastik tüketimi giderek tüm dünyada artıyor. Yaşamımızın her alanında karşımıza çıkan plastiğin tüketim oranının fazlalığı, ülkelerin gelişmişliğinin bir göstergesi olarak değerlendiriliyor.
Çevre bilinci çok daha gelişmiş toplumlarda plastik malzemeler diğer malzemelere tercih ediliyor. Çünkü plastikler üretim, işleme ve geri dönüşüm aşamalarında en az fosil kaynaklı enerji tüketen ve çevresel etkisi en az malzemedir. Plastik bardakların kansere yol açtığı konusunda ise öne sürülen iddiaların bilimsel dayanakları bulunmuyor. Eğer plastik bardaklar kansere yol açsaydı tüm dünyada bu bardaklarla sıcak veya soğuk içecek tüketimi olmazdı.
Bütün dünyada özellikle Avrupa'da sıcak içecek (kahve ve çay) otomat makinelerinde yıllardır plastik bardaklar kullanılıyor. PAGEV olarak bu iddiaları tamamen komplo teorisi olarak değerlendiriyoruz. Bilimsel araştırmalarla bu iddiaların doğruluğu ispatlanmadan konuşmak, binlerce kişiye istihdam sağlayan büyük bir sektörün tümünü zan altında bırakır ki bunu kabul etmek mümkün değil.''
Aksoy, PAGEV olarak numuneleri testlerden geçirilmiş ve ilgili direktiflere uyumluluğu kontrol edilmiş hiçbir plastik maddenin kanser yapmadığını vurgulayarak ''Usulüne uygun olarak üretilmiş ve gerekli denetimleri yapılmış plastik bardakları gönül rahatlığıyla kullanmakta hiçbir sakınca yoktur'' diye konuştu. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:44 pm | |
| Ekmek kilo aldırır mı
Şişmanlık sebebi gösterilen ekmeğin aslında şişmanlatmadığını biliyor muydunuz?
Bileşiminde yağ olmadığı için ekmeğin şişmanlamayı en az tetikleyen maddelerden biri olduğunu belirten Prof. Dr. Ünal, "Bu gıda maddesi artık günah keçisi değil" dedi.
EGE Üniversitesi'nden Prof. Dr. Sezgin Ünal, ekmeğin şişmanlığı tetikleyen bir yiyecek olmadığının artık kabul edildiğini ve diyetisyenlerin diyetlerde üç öğün ekmeğe yer vermeye başladığını söyledi. Ünal, "Ekmek, sebze, yoğurt ve etle yenirse şişmanlatmaz" dedi.
"EKMEK, makarna, pilav, börekle yenirse kilo almayı tetikler" diyen Ünal şöyle konuştu: "Bileşiminde yağ olmadığı için, ekmek şişmanlamayı en az tetikleyen madde.
Ekmekte protein ve karbonhidrat var, bunların bir gramı 4 kalori verir. Yağ, 9 kalori veriyor. Ekmekle karbonhidrat alınırsa şişmanlatır." | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:44 pm | |
| Şampuandan bebeğe kimyasal geçebilir
ABD’de yapılan yeni bir araştırmada, bebek losyonları, pudraları ve şampuanlarında bulunan “phthalates” adlı zararlı kimyasalların bebeklere geçebildiği belirtildi.
NEW YORK - Pediatrics dergisinin internet sitesindeki habere göre, Washington Üniversitesinden Dr. Sheela Sathyanarayana’nın başkanlığında yapılan araştırmada, 2 ila 28 aylık 163 bebeğin bezlerindeki idrarda bulunan çeşitli türdeki “phthalates” seviyesine bakıldı.
Araştırmada, tüm idrar örneklerinde, ölçülebilir seviyede en az bir phthalates bulunduğu, örneklerin yüzde 81’inde ölçülebilir seviyede 7 veya daha fazla phthalates bulunduğu tespit edildi.
Sathyanarayana, bebek losyonu, bebek şampuanı ve bebek pudrasının kullanımının, bebeklerin idrarında artan miktarda monetil phthalates (MEP), monometil phthalates (MMP) ve monoisobutil phthalates (MIBP) bulunmasıyla bağlantılı olduğunu söyledi.
Bilimadamları, bu bağlantının 8 aydan küçük olan bebeklerde daha güçlü olduğunu bunun sebebinin küçük bebeklerin söz konusu maddelerin zehirleyici etkisine karşı daha hassas olmaları olabileceğini belirttiler.
Sathyanarayana, “Şu anda bunun potansiyel uzun dönemli etkisinin ne olabileceğini bilmiyoruz, ancak hayvanlar üzerinde yapılan araştırmalar bu maddelerin gelişme ve üreme sağlığı üzerinde etkisi olduğunu, insanlar üzerindeki bazı araştırmalar da sağlık üzerindeki olumsuz etkisini gösteriyor” dedi.
Phthalates, plastikleri daha esnek ve kokuları kalıcı kılmak için kullanılıyor. Bu maddeler oyuncaklar ve kişisel bakım ürünlerinde de bulunuyor. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:44 pm | |
| Cilt yapısı ve yaraların iyileşmesi
Cilt insan vücudunu kaplayan en geniş organ olup organizmanın çevreye karşı dış duvarıdır; dolayısıyla bazı fonksiyonları yerine getirmekle yükümlüdür.
Mekanik, kimyasal ve biyolojik etkilere karşı koruma sağlar. Su dengesini ve vücut sıcaklığını düzenler. Dokunma, basınç, sıcaklık ve acı gibi duyuları ileten bir duyu organıdır. Kızardıklarında veya sarardıklarında açık tenli kimselerin cildinde duyguları gözükür. Cilt aynı zamanda bağışıklık süreçleriyle de ilgilidir ve metabolik fonksiyonlara (D2 vitamini ve kolesterol sentezi) sahiptir.
Cildin icra ettiği fonksiyonların çeşitliliği karmaşık yapısına yansımıştır. Cilt, her biri farklı bir doku yapısına sahip üç tabakadan oluşur.
Bir araya gelerek cildi oluşturan üç tabaka dıştan içe doğru epidermis, dermis (corium) ve sub kutistir. Her tabaka bundan sonraki bölümde ayrıntılı olarak açıklanmaktadır.
Yaralar kavramıyla iki fizyolojik yara iyileştirme yolu da açıklanmaktadır. Epidermis cildin en dıştaki tabakasıdır. Birkaç keratinosit tabakadan oluşur. Kalınlığı vücudun bölümüne, yaşa ve cinsiyete bağlı olarak değişir. Epidermis hücreleri dört tabakaya ayrılabilir. İçten dışa doğru bunlar stratum basale epidermidis (tek tabakalı), stratum spinosum epidermidis, stratum granulosum epidermidis (tek katlı veya çok katlı) ve stratum corneum epidermidis.
Keratinositler epidermisin stratum basalede teşekkül eder. Süreç sırasında yapılarını değiştirerek üst tabakalara yayılırlar. Stratum spinosumda diken hücreleri, Stratum granulosumda granüler hücre ve stratum corneum da horny hücreler şeklinde bulunurlar. Bir keratinositin bütün tabakaları kat ederek cansız bir horny hücre olarak yüzeye düşmesine kadar geçen süre turnover olarak adlandırılır ve genellikle dört hafta kadar sürer.
Epidermiste mevcut diğer hücreler arasında melanositler (pigment üreten hücreler), Meckel hücreleri, Langerhans hücreleri lenfositler bulunur. Dermisten farklı olarak epidermiste damar bulunmaz. Beslenme, altta bulunan dermisten difüzyon yoluyla olur.
Dermis, cilde elastikliğini veren lifli ve iyice damarlaşmış bir dokudur. İki dokudan oluşmuştur, stratum papillare ve stratum reticulare.
İnce yüzey tabakası olan stratum papillare ince elastik lifler içerir ve bağ doku kabarcıklarıyla epidermise bağlanır. Bu kabarcıklar yoğun bir kılcal damar ağıyla çevrelenmiş olup, epidermise kan gitmesini sağlarlar. Stratum papillare aynı zamanda histositler, fibroblastlar, meme hücreleri ve bağışıklık hücreleri, serbest sinir uçları ile dokunma ve basınç algılayıcıları gibi hareketli bağ doku hücreleri bakımından da zengindir.
Cildin Anatomisi
Epidermisin yapısı
stratum corneum stratum granulosum stratum spinosum stratum basale Fonksiyonu
vücudu dış çevreden korur Ana hücre tipleri
keratinositler ömrü: yaklaşık dört hafta Dermisin yapısı Damarlı ve lifli doku iki tabakadan oluşur:
stratum papillare stratum reticulare Fonksiyonu
epidermisi difüzyonla besler cilde elastikliğini verir sıcaklığı ve kan basıncını düzenler. Bağlantıları
ter bezleri kıllar yağ bezleri Alttaki geniş stratum reticulare esas olarak vücut yüzeyine paralel uzanan kalın kollajen lif demetleri ve elastik liflerden ibaret bir ağ yapısı oluşturur. Ter bezleri, kıl bezcikleri ve yağ bezleri gibi epitel uzantılarının kökleri buradadır. Subcutise bitişik olan dermis ana fonksiyonları vücut sıcaklığı ile kan basıncını düzenlemek olan küçük ilâ orta boy damarların oluşturduğu bir ağ yapısını içerir. Subcutis dermisin altında bulunur ve iki tabakayı ayıran belli bir sınır yoktur.
Subcutis yapısı
yağ doku bağ doku Fonksiyonu
taşıyıcı ve bağlayıcı tabaka ısı ayarlama mekanik tampon Subcutis dermisin altında bulunur ve iki tabakayı ayıran belli bir sınır yoktur. Subcutis fasyanın başladığı yerde biter.
Subcutis, içinden kan damarları, sinirler ve lenf damarlarının geçtiği bağ doku perdelerinin birbirine bağladığı yağ doku lobüllerinden oluşur. Subcutis cildi matrixle irtibatlandıran taşıyıcı ve bağlayıcı bir tabakadır. Enerji deposu ve mekanik tampon görevi yapar ve vücudu sıcaklık dalgalanmalarından korur. Subcutis yapısı cinsiyete, vücudun hangi bölümünde bulunduğuna, yaşa, besleme durumuna ve diğer bazı faktörlere göre farklılık gösterir.
Yara, normal fonksiyonlarını kesintiye uğratacak tarzda bir dokunun yaralanması veya tahrip olmasıdır. Organizmanın doğal tepkisi yaraları mümkün olduğunca kısa sürede kapatmak ve yapıların normal sürekliliğini geri getirmektir. Bu süreç yara iyileşmesi olarak adlandırılır. Yara iyileşmesi tüm dokularda aynı biyolojik ve biyokimyasal prensipleri takip eder. Yara iyileşmesi, yaranın şiddet ve durumuna bağlı olarak birincil ve ikincil olmak üzere iki tipte olabilir. Birincil yara iyileşmesi yara iyileşmesinin optimum çeşididir. Birincil yara iyileşmesinin meydana gelebilmesi için yaranın kenarları düzgün ve aynı hizada bulunmalı, yara temiz ve iyi pansuman yapılmış olmalıdır. Birincil yara iyileşmesi, hissedilir hiçbir yangı olmadan yaranın dört - altı günde süratli ve karmaşıklaşmamış kapanmasıyla sonuçlanır. Çok az kabuk bağlama meydana gelir ve yapı ile fonksiyon büyük oranda eski haline döner.
Doku kaybı, hizası bozuk yara kenarları, enfeksiyon veya kan beslemesinde yetersizlik varsa, ikincil yara iyileşmesi meydana gelir. İkincil yara iyileşmesi bir haftadan uzun süren ve genellikle iki - üç haftayı geçmeyen gecikmeli bir iyileşme süreciyle tanınır.
İkincil yara iyileşmesi değişmez olarak fonksiyon görmeyen büyük bir kabuğun teşekkülüyle sonuçlanır.
Yara iyileşmesi tipleri
Tanım
fonksiyon kaybı eşliğinde doku yırtılması veya tahribi Yara iyileşmesi tipleri
birincil ve ikincil yara iyileşmesi Birincil yara iyileşmesi
optimum iyileşme dört ile altı günde iyileşme karmaşıklaşma yok kabuk bağlama çok az veya hiç yok, fonksiyon kaybı hiç yok İkincil yara iyileşmesi
karmaşıklaşma dolayısıyla geç iyileşme kayda değer kabuk bağlama iki ilâ üç haftada iyileşme
Tedavi Yolları
Yara temizleme geç iyileşen yara yönetiminde yaygın olarak uygulanır. Bazı enzimsel, mikrop kırıcı, fiziki ve cerrahi temizleme teknikleri kullanılabilir. Bunlar gelecek bölümde açıklanmaktadır.
Bir yara temizlenirken hijyenik çalışma şartlarının muhafazası, pansuman karışıklıklarının önlenmesi ve yaranın kurumasının durdurulması önemlidir.
Enzim preperatları yara temizliğinin temel dayanaklarından biridir. Enzimler, exudatif fazda nekrotik malzemeyi ve kabuğu seçici olarak parçalayarak fizyolojik yara temizliğine takviyede bulunurlar. Bu da yeni dokunun (granülasyon ve epitelleşme) üretilmesini hızlandırır. Enzimle temizlemenin önemli avantajlarından biri sağlıklı doku el değmeden kalırken nekrotik dokunun ayrılmasıdır.
Doğal kollajen en önemli insan bağ dokusu proteinidir ve öyle olunca cildin önemli bir yapısal elemanıdır. İnsan kollajeni, doku tipine göre farklı biçimde düzenlenmiş paralel tropokollajen moleküllerden ibaret örgüye benzer fibrillerden meydana gelir.
Kollajenin temel bileşeni olan tropokollajen helixel olarak birbirlerine sarılmış polipeptit zincirlerinin üçlü helixinden yapılmıştır.
Her polipeptit esas olarak amino asitler, glisin, hidroksiprolin ve prolinden meydana gelir. Bu bileşenler glisinle başlayan üçlü spiral oluşturur.
Kollajenaz kollajeni parçalayabilen tek enzimdir. Yara iyileşmesinin exudatif safhasında, yer değiştiren fibroblastlar, keratinositler, makrofajlar ve granülositler tarafından yaranın içine endojen kollajenazlar salınır. Kollajenaz kollajen liflerini daha sonra proteazlar tarafından daha da parçalanabilen dörtte bir ve dörtte üçlük parçalara ayırır. Böylece ortaya çıkan çok küçük kollajen parçalanma ürünleri granülosit ve makrofajların yer değiştirmesi için kemotatik çekici olarak hareket ederler. Granülosit ve makrofajlar nekrotik malzemeyi fagositoza tâbi tutarak yara temizleme sürecine devam ederler. Makrofajlar aynı zamanda granülasyonu hızlandıran (proliferatif faz) kollajenazlar ve biyolojik bakımdan aktif maddeler de salgılar. Yeni granülasyon dokusu teşkil edildiğinde, yeni dokuda fazla hücre çoğalmasını önlemek için, kollajen aktifliği azaltılır. Geç iyileşen yaralarda, bir endojen kollajenaz ek-sikliği vardır. Bu da, kollajen lifleriyle yaranın taba-nına bağlanan nekrotik dokunun yeterince parçalanamaması demektir.
Endojen kollajenaz aktifliğini artırıp iyileşmeyi hızlandırdığından, yaraları geç iyileşen hastalarda bakteriyel kollajenaz preperatlarının kullanılması özellikle tavsiye edilmektedir.
Geç iyileşen bütün yaralara bakteriler koloni kurar. Ancak, bu tedavi gerektiren bir enfeksiyonun varlığını göstermez. Bu nedenle, antibiyotikler ancak milimetreküp başına 105'ten çok koloni teşkil eden birim kültürü gelişmişse ve bitişik dokunun süzmesi nedeniyle kızarıklık ve acı, yaradan su ve püy sızıntısı veya ateş gibi sistemsel belirtiler varsa kullanılmalıdır.
Yara enfeksiyonuna neden olan en yaygın patojenlerden bazıları Escherichia coli, Pseudomonas aeruginosa ve streptococ'dur.
Antibiyotikler sistemik veya lokal olarak kullanılabilir. Antibiotiklerin lokal kullanımı bazı nedenlerden dolayı problemlere yol açabilir. Onların kullanılması patojenlerin daha dirençli olmasına yol açabilir veya dokunma alerjilerini ortaya çıkarabilir. Buna ek olarak, yara iyileşmesi sürecine zarar vermeden yeterli ilaç seviyelerinin elde edilmesi zordur. Lokal tedavinin bir avantajıysa, ilacın kan dolaşımı içine asgari emilmesi nedeniyle neredeyse sistemik yan etkisinin bulunmayışıdır.
Hassasiyet riski yüzünden, lokal tedavi için antibiyotikler yerine antiseptikler kullanılabilir.
Bununla birlikte, antiseptik kullanılırken etki yelpazelerinin sınırlı olduğu, hassasiyete yol açabildikleri-antibiyotiklerden az olsa bile-uygulandıklarında acıya yol açabilecekleri ve yara iyileşmesi sürecine büyük zarar verebileceklerinin unutulmaması önemlidir.
Nekrotik dokunun ayrılıp yaranın temizlenmesini sağlamak için fiziksel tedbirlere başvurulabilir. Bu tedbirlerden bir tanesi, ıslak sargı uygulanmasıdır. Kullanılacak en iyi çözüm, yaradaki elektrolit dengesini altüst etmediğinden yara iyileşmesi sürecine zarar vermeyen Ringerle yıkanmasıdır. Koloni teşkil eden birimlerin sayısını azaltmak üzere denenip test edilen tedbirler arasında H2O2 ile yıkama ve UV-C ışığıyla ışınıma maruz bırakma bulunmaktadır.
Cerrahi temizleme geç iyileşen yaralar halinde bir başka alternatiftir. Cerrahi yoldan, yabancı cisim dokusu, nekrozlar, kabuk ve kötü pansuman yapılmış doku etkin biçimde çıkarılıp yaranın kenarları kolayca temizlenebilir. Enfeksiyona uğrayan bölgeler kesilip çıkarılabilir ve salgıların uzaklaştırılması için çıkışlar bırakılabilir. Bununla birlikte cerrahiyle, taze granülasyon dokusunu zedeleme riskinden bahsetmesek bile, yüksek enfeksiyon, kanama ve acı riskiyle ilişkilidir. Bu nedenle, cerrahi temizleme ancak doğru eğitim verilmiş personel tarafından yapılmalıdır | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:44 pm | |
| Aşıdan korkanlara özel iğne...
10 kat daha küçük iğneyle aşı kas içine değil deri altına yapılacak.
19.02.2008 12:08
Sürekli değişen influenza virüsünün yol açtığı hiç değişmeyen bir hastalık olarak bilinen grip her yıl dünyada 250 ile 500 bin kişinin ölümüne yol açıyor. Halk arasında “paçavra hastalığı” olarak bilinen grip sanılanın aksine ayakta atlatılamayacak kadar ağır seyrediyor.
Uzmanlara göre her burnu akan, hapşıran “grip oldum” diyor ama bu doğru değil. Yüksek ateş, bulantı, kusmayla gelişen grip genellikle yatmayı gerektirecek kadar ağır seyrediyor. Dünya Sağlık Örgütü 65 yaş üstündeki kişilerle, astım, diyabet, böbrek yetmezliği ve kanser gibi kronik sağlık sorunları olan kişilere grip aşısı yaptırmalarını öneriyor. Çünkü bu kişilerde grip enfeksiyonunun ölüme bile yol açacak kadar ağır seyretme ihtimali bunuyor.
AŞILANMA ORANLARI YETERSİZ
Türkiye’de her yıl ortalama 2.5 milyon insan grip aşısı oluyor. Oysa araştırmalara göre aşı önerilen risk grubunda 10 milyona yakın insan var. Yani aşı olması gereken 65 yaş üstündeki ve kronik sağlık sorunu olan nüfusun ancak dörtte biri aşı oluyor. Bunun nedenine gelince. Araştırmalara göre aşıdan kaçınmada bilgisizlik kadar, iğne korkusunun da rolü büyük. Birçok erişkin iğne korkusu yüzünden aşı olmaktan kaçınıyor.
MİKROENJEKSİYONLU AŞI SİSTEMİ
Sanofi Pasteur Firması tarafından yeni geliştirilen mikroenjeksiyon sistemli aşı ise 1.5 milimetre olan iğnesiyle iğneden korkanlara hitap ediyor. Aşının iğnesinin normal grip aşısının iğnesinin 10’da biri kadar olduğu belirtiliyor. Sanofi Pasteur Firması Medikal Direktörü Dr. Tamer Pehlivan, “Aşının iki tipi olacak. Yaşlılar için olan tipi 15 mikrogram aşı içeriyor, 18 ile 60 yaş için olan aşının içinde ise 9 mikrogram aşı bulunacak” diyor.
Avurap İlaç Ajansı onayına sunulan aşının 2009 yılında ruhsat alması bekleniyor.
Habertürk... | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:45 pm | |
| İşte karda yürümenin püf noktaları
Kış şartları nedeniyle kırık ve çıkık vakalarında artış yaşandığını belirten uzmanlar, kışın yürümeye ilişkin bilimselliği kanıtlanmış püf noktalarını uygulayarak yaralanmaların önlenebileceğini söylüyor.
Artan kış şartları ile birlikte acil servislerin kırık ve çıkıklı hastalar ile dolmaya başladığını söyleyen Eyüp Devlet Hastanesi Fizik Tedavi Uzmanı Dr. İlyas Tutar, yaptığı açıklamada, soğuk ve karlı havalarda zemin buzlu olduğu için düşme olaylarında artış yaşandığını kaydetti. Bunların basit kırık çıkıklar olabileceği gibi ölümcül olabilen ağır kafa travmalarının da görülebildiğini belirten Dr. Tutar, şu bilgileri verdi:
"Karlı ve buzlu havada uygun tabanlı ayakkabı giyilmeli. Kısa, dengeli ve yavaş adımlar atılmalı, yere bakarak yürünmeli, hızlı ve ani hareketlerden kaçınmalıdır. Denge unsurunu gözönünde tutarak eller cepte olmamalı. Uzun ve sıkı pantolon ile görüşü engelleyecek giysiler giyilmemelidir. Yürürken kuru ve buzlu zemin yerine karlı ve yumuşak zemin tercih edilmelidir."
Düşerken refleks olarak kol ve bacaklar öne doğru hareket ettiği için kırıkların genellikle el ve ayak bileklerinde görüldüğüne dikkat çeken Dr. İlyas Tutar, bu nedenle, el bileğini koruyan eldiven ile ayak bileğini koruyan botların giyilmesini önerdi.
YÜRÜYÜŞ SIRASINDA VÜCUT HAFİF ÖNDE OLMALI Dr. Tutar, yoldan geçerken yolun tamamen boş olduğundan emin olunması gerektiğine işaret ederek, aksi takdirde buzlu yolda aracın durma mesafesinin artmasından kaynaklanan kazaların yaşanabileceğini söyledi. Karlı havada güneş ışınlarının göze daha fazla zarar verebileceğinden güneş gözlüğü takılmasını isteyen Tutar, yaşlıların daha çok dikkatli olması gerektiğini vurguladı.
Fizik Tedavi Uzmanı Dr. İlyas Tutar, "Yaşlılarda kemik erimesi olduğu için basit bir düşmede bile ciddi kemik kırıkları görülebilir. Bu nedenle yaşlılar mümkünse dışarı çıkmamaya ve buzlu zeminde yürümemeye özen göstermelidir" diye konuştu.
Tutar, yollarda buzlanmanın olduğu durumlarda özellikle bel fıtığı olan kişiler ile bel fıtığına yatkın kişilerin karlı ve kaygan zeminlerde son derece dikkatli olması gerektiğine dikkat çekti.
Vücudun yürüyüş sırasında hafif önde olmasının kaymaları engelleyebileceğini belirten Dr. Tutar, "Kar ve buzlanmanın daha az olacağı ana caddeler tercih edilmeli. Kestirme yollar kullanılmalı. Mümkünse yokuştun çıkmamalı, yokuş aşağı inerken de destek alabilmek için tutunabilecek nesneler aranmalı" uyarılarında bulundu. Buz sarkıtları bulunan binaların saçaklarının altından yürünmemesini isteyen Dr. İlyas Tutar, karda ve buzda yürüme tekniklerine uygun hareket edilmesi gerektiğini tekrarladı. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:45 pm | |
| Türkler seksle ilgili en çok hangi soruyu sorar?
İlk gece korkusunu' soran tek ülkeyiz...
19.02.2008 11:50 Cinsel Sağlık Danışma Hattı'nı en çok Türkler arıyor. İşte en sık sorulan sorular
Türkiye'deki Cinsel Sağlık Danışma Hattı'nı 5 yılda 113 bin 840 kişi aradı, aynı dönemde bu sayı Fransa'da 20 bin 724, Almanya'da 20 bin 880'de kaldı.Türk kadınları diğer ülke kadınlarını açık farkla geride bıraktı.
Prof. Dr. Halim Hattat "Tüm Avrupa ülkelerinde aramaların yüzde 60'ından fazlası 'sertleşme sorunu' ve 'erken boşalma' üzerine. Türkiye'de ise 'ilk gece korkusunun' sorulduğu tek ülke" dedi.
Fonksiyon Bozuklukları Birliği (ESDA) şemsiyesi altında Türkiye’de 2002 yılında oluşturulan “Cinsel Sağlık Danışma Hattı”, diğer 12 ülkede bulunan ESDA cinsel danışma hatları arasında en çok aranan hat oldu. Hattın numarası : “0212-282 01 01’ Bu hattı arayanlara isim ve adres sorulmuyor...
EN ÇOK ARAYAN İLLER
Avrupa’daki 12 ülkeyle birlikte yürütülen Cinsel Sağlık Danışma Merkezi’nin hattına, Türkiye’deki hemen bütün illerin yanı sıra yurtdışından özellikle Almanya’da yaşayan Türkler'den ve Kıbrıs’tan başvurular geliyor.
Prof. Dr. Hattat, Türkiye’de hattı en çok arayan ilk 10 ili şöyle sayıyor;
-İstanbul, -Ankara, -İzmir, -İçel, -Hatay, Diyarbakır, Antalya, Adana, Kocaeli ve Bursa
10 ERKEKTEN 2'Sİ GİDİYOR
Hangi ülke söz konusu olursa olsun erkeklerin cinsel sorunları nedeniyle doktora gitmekten kaçındığını, doktora başvurma oranının tüm Avrupa ülkelerinde son derece düşük olduğunu dile getiren Prof. Dr. Hattat, bu nedenle Cinsel Sağlık Bilgi Hattı’nın, toplum sağlığı açısından çok önemli olduğunu vurguladı.
İYİ Kİ İNTERNET VAR!
Halim Hattat, İsveç, Yunanistan, Fransa ve İspanya’da hattı arayanların yüzde 60-70’inin bu konuda doktora hiç başvurmadığını, Türkiye’de ise bu oranın yüzde 80’i bulduğunu bildirdi. “Yani 10 hastadan sadece 2’si doktora başvuruyor. Cinsel sorunlarda telefon ve internetten bilgi almak, doktora başvurmanın önüne geçmiş durumda” diyen Hattat, Avrupa ortalamalarına bakıldığında hastanın telefon hattını araması için dahi bir yılı aşkın bir süre beklediğinin görüldüğünü, uzun süre bu sorunla yaşadıktan sonra bilgi alma ve araştırma cesaretini toplayabildiğini söyledi.
İSTEKSİZLİK HASTA EDİYOR
Prof. Dr. Halim Hattat, erkeklerin cinsel sağlığının, genel sağlık durumlarının göstergesi olarak kabul edilmeye başlandığını dile getirerek, cinsel isteksizlik çeken erkeklerde 5 yıl içerisinde diyabet ve kalp hastalıklarına yakalanma risklerinin çok daha yüksek oranlarda görüldüğünü bildirdi.
CESUR TÜRK KADINI
Prof. Dr. Hattat, Türk kadınlarının ise bu konuda Avrupalılar’a göre daha modern gözüktüğünü belirterek, “Türk kadınları bilgi hattını aramak için ortalama 1 yıl beklerken, Yunanistan ve İspanya gibi ülkelerde bu süre 5 yıla kadar çıkıyor” dedi.
HANGİ ÜLKE NE KADAR ARAMIŞ?
Prof. Dr. Hattat, ESDA şemsiyesi altındaki ülkeleri de karşılaştırarak, “ESDA Türkiye, kuruluşundan bu yana tüm ESDA kurucu ülkeleri arasında en çok aranan telefon hattı oldu. 2002-2007 arasında: - Türkiye’deki hattı 113 bin 840 kişi aradı. - Fransa 20 bin 724, - Almanya 20 bin 880, - Yunanistan 30 bin 434 kişi aradı.
Sadece 2007 yılı verilerine bakıldığında ise ESDA Türkiye hattını arayan 20 bin 415 kişiye karşılık, Almanya’da 4 bin 800, Fransa’da 4 bin 500 arama yapılmış” diye konuştu.
HATTI KİMLER ARIYOR, NE SORUYOR?
Halim Hattat, tüm ülkelerdeki aramaların 16 ile 87 yaş arasında olduğunu dile getirerek, “ESDA Türkiye’yi en çok arayan grubu yüzde 60 oranıyla 18-30 yaş arası gençler oluştururken, diğer ülkelerde en sık arayanlar 45-50 yaş grubunda yer alıyor. Bu, ülkemizde genç neslin cinsel bilgisinin azlığını ve cinsel sorunlarını danışmak yerine tabu kabul ederek gizli tuttuğunu gösteriyor” dedi.
ERKEKLER ÇOĞUNLUKTA
Türkiye’de hattı arayanların yüzde 82’sini erkeklerin, yüzde 18’ini ise kadınların oluşturduğunu belirten Prof. Dr. Hattat, erkeklerin en sık sorduğu problemlerin yüzde 31 ile “erken boşalma”, yüzde 21 ile “sertleşme”, yüzde 12 ile “penis boyu”, yüzde 9 ile ‘cinsel istekte azalma”, yüzde 3’erlik paylarla “balayı empotansı (yetersiz sertleşme)” ve “mastürbasyon” olduğunu söyledi.
KADINLARIN SORULARI
Kadınların yüzde 26’sının “kadın orgazm bozukluğu”, yüzde 17’sinin “cinsel isteksizlik”, yüzde 7’sinin “ilişkide acı/ağrı”, yüzde 5’inin “vajinismus” konusunda bilgi aldığını anlatan Prof. Dr. Hattat, eşleri hakkında arayan kadınların en sık sorduğu problemlerin ise yüzde 55 ile “sertleşme sorunu ve tedavileri”, yüzde 12 ile “erken boşalma”, yüzde 9 ile “erkeğin cinsel isteğinde azalma”, yüzde 3 ile “andropoz” şeklinde sıralandığını kaydetti.
BU SORUYU SADECE TÜRKLER SORUYOR
Prof. Dr. Halim Hattat, “Tüm Avrupa ülkelerinde aramaların yüzde 60’ından fazlası ‘sertleşme sorunu ve tedavileri’ üzerine. Bu durumu bu ülkelerde de ‘erken boşalma’ takip ediyor.
Türkiye, ‘balayı empotansının’ (yetersiz sertleşme) sorulduğu yegane ülke. Kadınlar için hem ülkemizde hem de Avrupa’da en önemli sorunlar ‘cinsel istekte azalma’ ve ‘orgazm’ problemleri. Yine Türkiye, ‘ilk gece korkusunun’ sorulduğu tek ülke” diye konuştu. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:45 pm | |
| Hafızanızı Güçlendirin
Güçlü bir hafızaya sahip olmak hem okul ve iş yaşamında hem gündelik hayatımızda işlerimizi kolaylaştırır. Bazı kişiler güçlü hafızaları sayesinde bu konuda zorluk çekmezken, pekçok kişi unutkanlıktan yakınır. Ancak unutmayınız ki hafızanızı güçlendirmek sizin elinizde. İşte, 6 adımda hafızayı geliştirme taktikleri... İletişim psikolojisi uzmanı Doğan Cüceloğlu hafızayı geliştirmek için 6 aşamalı hafıza geliştirme yöntemini öneriyor. Cüceloğlu bu aşamaların örgütleme, ayrıntılama ve ara-bul-geriye getir içinde yer alan alıştırma yapma ilkeleriyle gerçekleştirildiğini söylüyor.
6 Aşamalı Hafıza Geliştirme Yöntemi
Gözden geçirin: Öğrenmek istenilen malzemenin gözden geçirilmesini ve nasıl düzenlendiğinin incelenmesini içermektedir. Konu ana hatlarıyla düzenlenip kendi kelimelerinizle ayrılabilir. Daha sonraki aşamalarda da okunulan bilginin özetin neresinde yer aldığı akılda tutulursa öğrenmek istenilen bilginin bu şekilde örgütlenmesinin yararı ortaya çıkar. Örgütlenerek organize edilerek çalışılan bir bilginin belleğe ne kadar yardımcı olduğu bu şekilde görülebilir.
Soru hazırlayın: Örgütlenen her bölümle ilgili soru hazırlanma.
Okuyun: Hazırlanan sorulara cevap ararcasına okuma yapılması.
İlişkiler kurun: Sorulara cevap verdikçe bölümler arasındaki bağlantıların neler olduğu anlaşılacaktır.
Tekrar edin: Her bölüm bitirilince birkaç kere tekrar edilmesini ve o bölümde hatırlanmasında zorlanılan kavramların farkına varılıp özellikle o kavramların gözden geçirilmesi gerekir.
Yeniden gözden geçirin: Konunun ve bu aşamaların tam olarak yapılıp yapılmadığını gözden geçirin. Bu aşamada konunun temel bölümlerinin ve bu bölümlerdeki temel kavramların hatırlanılması gerekir. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:45 pm | |
| Atık piller insan sağlığını tehdit ediyor
Çöpe atılarak zamanla bozulan ve gövdesinde akıntı meydana gelen pillerin içeriğinde bulunan civa, kadmiyum ve kurşunun başta kansere, nörolojik bozukluklara, akciğer hastalıklarına, beyin iltihaplanmasına, kısırlığa ve çocuklarda duygusal zeka geriliğine yol açtığı bildirildi.
Adana Büyükşehir Belediyesi Çevre Koruma ve Kontrol Şube Müdürü Kimyager Hülya Kuş, yaptığı açıklamada, enerjisi bitmiş pillerin, çöpe atılmaları durumunda hava, su ve toprak kaynaklarını kirleterek insan sağlığını olumsuz etkilediğini belirtti. Atık pillerden en çok 0-6 yaş grubu çocukların etkilendiğini kaydeden Kuş, zamanla bozulan ve gövdesinde akıntı meydana gelen pillerin içeriğinde bulunan civa, kadmiyum ve kurşunun, başta kansere, işitme bozukluğuna, sinir iletim sisteminde ve kansızlığa, mide ağrısına, böbrek ve beyin iltihaplanmasına, kısırlığa ve çocuklarda duygusal zeka geriliğine neden olduğunu belirtti.
Atık Pil ve Akümülatörlerin Kontrolü Yönetmeliği doğrultusunda "Atık Pil Toplama Kampanyası" başlatarak atık pillerin zararından vatandaşları korumaya çalıştıklarını vurgulayan Kuş, geçen yılın Aralık ayı itibariyle bin 660 kilogram atık pil toplanarak bertaraf ettiklerini kaydetti. Vatandaşlardan kampanyaya destek olmalarını da isteyen Kuş, "Bu konuda vatandaşlarımız bize yardımcı olursa daha sağlıklı bir çevrede yaşarız. Özellikle çocuklarımızı pillerden uzak tutalım. Evlerde iş yerlerinde atık pil ile diğer çöpleri ayrı ayrı saklayayım" dedi. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:45 pm | |
| Hamileye botoks yasak!
Hamileye botoks yasak! Hamilelik döneminde botoks yaptırılması erken doğuma neden oluyor. Gebelik dönemindeki kadınların botoksu tercih etmesi halinde çocukta beslenme bozukluğu ve erken doğuma bağlı olarak bebek ölümleri bile yaşayabileceği bildirildi.
Mersin Üniversitesi (MEÜ) Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ümit Türsen, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kadın ile birlikte var olmaya başlayan estetik kavramının ardından estetik cerrahinin son derece gelişme gösterdiğini söyledi. Botoks için her yaştan başvurularla karşılaştıklarını belirten Türksen, ”Birimimize gelen herkese ihtiyaçları ölçüsünde yardımcı olmaya özen gösteriyoruz. Ancak gebelik dönemindeki kadınların ve emzikli annelere botoks yaptırmalarını önermiyoruz. Çünkü, her şeyden önce botoks, kaslara yapılan bir tedavidir. Buna bağlı olarak çocukta beslenme bozukluğu olabileceği gibi erken doğuma bağlı olarak bebek ölümleri bile yaşanabilir. Yani gebe kadınların botoks düşüncesini bir süre ertelemesi daha doğrudur” dedi. YÜZÜN ÜST YARISINDAKİ BAŞARI FARKI Doç. Dr. Türsen, botoksun vücudun bir çok bölgesine uygulandığını ancak, her yerde benzer başarı oranı ile karşılaşmadıklarını söyledi. Burundan başlayan yüz üst yarısında kırışıklıkların yüzde 100′e yakınının giderildiğini anlatan Türsen, diğer bölgelerde ise bu oranın yüzde 50′lere kadar düşebildiğine işaret etti. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:45 pm | |
| Kan Bağışı konusunda bilmemiz gereken şeyler
1.Kan bağışı yapmak kilo alma veya vermeye neden olur mu? Kan bağışının bilimsel olarak kanıtlanmış bu tür yan etkileri yoktur.
2.Ne sıklıkla kan verilir? Sağlığı uygun olan insanlar 2 ayda bir kan bağışlayabilirler.
3. Kan bağışı yapmak alışkanlık veya bağımlılık yapar mı? Bir kez kan verdikten sonra hep kan vermek zorunda kalır mıyım? Bu tür inanışlar halk arasında oldukça yaygın olmakla birlikte bilimsel bir dayanağı yoktur. Genellikle kan hemoglobin düzeyi zaten yüksek olan kişiler kan bağışlayınca belirli bir süre bazı şikayetleri hafiflemekte, sonra kan seviyesi yükselince kan verme gereksinimi duymaktadırlar; bu durum halk arasında kan vermenin bağımlılık yaptığı inancına yol açmış olabilir. Kan seviyesi normal olan kişilerde bu tür şikayetler oluşmaz.
Bir kez kan bağışladıktan sonra 2 aylık süreyi geçmek şartıyla istenildiği zaman kan bağışı yapılabilir.
4. Ne kadar kan alınıyor? Alınan kan miktarı 405-495 (ortalama 450) ml + antikoagülan maddedir. Antikoagülan madde kanın pıhtılaşmasını önler ve kanın kullanım ömrünü uzatır. 1 ml kanın ağırlığı ortalama 1.06 grdır, ortalama olarak bir kan bağışında 1.06x450= 477 gr kan verilmiş olunur. İnsan vücudunda 5000-6000 ml civarında kan vardır. Bağışlanan kan sağlık için hiçbir risk oluşturmaz.
5. 1 Ünite tam kan denince NE kadar miktar anlaşılır? 1 Ünite kan bir torba içeriği kadar kandır. Bu DA kan bağışçısından bir seferde alınan kan miktarı + kan koruyucu ve pıhtılaşmasını önleyici madde miktarına eşittir ( yaklaşık 520 ml).
6. Kan bağışladığım zaman kansız kalır mıyım? Kan bağışından önce yapılan muayenede kan düzeyi düşük (anemi) olduğu saptanan insanlardan kan bağışı alınamaz. Kan seviyesi normal olan sağlıklı bireyler kan bağışı yapınca eksilen kan hücreleri, kemik iliğinin çalışmasıyla hızla yenilenir. Dolaşıma genç kan hücreleri verilir. Zaten vücutta bu hücrelerin sürekli olarak yapımı ve yıkımı sürmektedir. Alınan kan miktarı ise sağlığı olumsuz etkileyecek düzeyde olmadığı için kansız kalmak gibi bir durum söz konusu olmaz.
7. Kan bağışlayınca hangi testler yapılıyor? Bu testlerin sonucunu öğrenebiliyor muyum? Bağış olarak alınan her kan aşağıdaki testlere tabi tutulur:
* Anti-HIV Testi (AIDS) * Anti-HCV Testi (C sarılığı) * HBS-AG Testi (B sarılığı) * Frengi Testi * Kan grubu testi
Kan bağışçıları bütün bu testlerin sonuçlarını öğrenebilirler.
ANCAK BURADA BİLİNMESİ GEREKEN ÇOK ÖNEMLİ NOKTA ŞUDUR:
Yapılan bütün tarama testleri hastayı korumaya yöneliktir, en gelişmiş ve dünya standartlarındaki donör tarama testleri kullanılmasına rağmen %100 tanı doğruluğu henüz oluşturulamamış tır. Bu nedenle, kan bağışı öncesinde size verilen soruları samimiyetle doğru olarak işaretleyiniz. Bu sorulara vereceğiniz samimi ve doğru cevaplar yapılacak tüm tarama testlerinden daha değerlidir.
Lütfen (herhangi bir şüpheniz dolayısıyla) test sonucunuzu öğrenmek için kan bağışlıyorsanız bunu yapmaktan kendinizi men ediniz!
8. İlaç içiyorum kan bağışlayabilir miyim? Bazı ilaçlar kan bağışı için engel oluşturabilirler. Lütfen kullandığınız bütün ilaçları kan bağışı öncesinde muayenenizi yapan kan merkezi doktoruna bildiriniz.
9. Kan bağışı NE kadar zaman alır? Kayıt, muayene, kan verme ve ikram işlemlerinin hepsi 30-35 dakikanızı alacaktır.
10. Kan bağışında bulunduktan sonra nelere dikkat etmem gerekir? Kan bağışı günlük yaşantınızın akışında önemli bir değişikliğe yol açmayacaktır. Ancak yine de dikkat edilmesi gereken bazı konular vardır:
* Kan verme işlemi bittikten sonra hemen ayağa kalkmak için acele etmeyiniz. Görevli hemşirenin bu konudaki önerilerine uyunuz! * Ayağa kalktıktan sonra ikram bölümünde bir süre dinlenerek ikram edilen sıvıları almanızda büyük fayda vardır. Lütfen kan merkezi personelinin bu konudaki önerilerine uyunuz! Sağlığınız bizim için çok önemlidir. * Sigara kullanıyorsanı z kan bağışından sonra 30 dk geçmeden sigara içmeyiniz. Böyle bir durumda sigara kullanımı baş dönmesi, bulantı gibi şikayetlere yol açabilir. * İlk birkaç saat kan verdiğiniz kolunuzla ağır şeyler taşımayınız. Bu, kanamaya neden olabilir. * İlk 4 saat boyunca her zaman olduğundan daha çok sıvı şeyler (su, kola, meyve suyu vb) almaya çalışınız. * Bir sonraki öğünden önce alkollü içecekler almayınız. Alkol vücuttan sıvı kaybını arttıracağı için şikayetlere yol açabilir. * Sporla uğraşıyorsanız kan bağışladığınız gün ağır spor aktivitelerinde bulunmayınız. * Kan bağışladıktan sonraki ilk 4 saat aşırı sıcak ortamlarda (hamam,sauna gibi) bulunmayınız. * Eğer baygınlık hissi, baş dönmesi olursa bir yere uzanın veya başınızı iki dizinizin arasına alacak şekilde oturun.
11. Kan bağışlamak tehlikeli mi? Çok nadir olmakla birlikte kan bağışından sonra istenmeyen bazı şikayetler ortaya çıkabilmektedir. Bunlar çoğunlukla baş dönmesi, bulantı, terleme, bayılma gibi şikayetlerdir. Kan merkezine başvurduğunuzda gerekli muayene ve kan tahlili yapılmaktadır. Ancak buna rağmen çok nadir de olsa yan etkiler görülebilmektedir. Bunun en önemli nedeni psilolojik etkenlerdir (kan görmeye dayanamama, aşırı heyecan vb). Bunlara müdahale için hazırlıklı ekipman ve personel kan merkezlerimizde 24 saat görevlerinin başındadır.
12. Kan bağışladığım zaman AIDS veya herhangi bir hastalık bulaşır mı? Kan alım işlemi gerekli steril şartlara titizlikle uyularak gerçekleştirilmektedi r. Kullanılan iğneler tek kullanımlık olup kan alım işlemi sona erdikten sonra torbadan ayrılarak imha edilmektedir. Bu nedenle kan bağışçısının kan bağışı işleminden dolayı AIDS gibi herhangi bir hastalığa maruz kalma riski yoktur.
13. Kan alınan iğneler kalın mı? Kan alımı için kullanılan iğneler bu işlemin en sağlıklı şekilde yapılabilmesi için tasarlanmıştır ve belirlenmiş standartlara uygundur. Kan alımı için kullanılan iğneler enjektör iğnelerine göre biraz daha kalındır. Bunun nedeni: İnce iğnelerin içinde kan verme işlemi sırasında pıhtı oluşabilmekte ve bu da tıkanıklığa yol açmaktadır. Ancak iğneler daha kalın olmakla birlikte hissedilen acı daha az olmaktadır:
* Bu iğnelerle damara her hangi bir madde zerk edilmemektedir; ağrı hissini genellikle enjekte edilen ilaçlar arttırır. * İğnelerin uç keskinliği ve eğimi ağrıya en az neden olacak şekilde tasarlanmıştır, * İğnelerin dış yüzeyi damara girilirken kolayca dokuda kayması için silikonize edilmiştir. * İğne sadece girerken ağrı hissi yaratır, damarda olduğu sürece ağrı hissi en az düzeyde kalır.
14. Kan bağışından önce cinsel hayatımla ilgili çok özel bilgilerin de sorulduğu bir form doldurmam gerekiyor. Böylesine kişisel bilgilerin istendiği bir formun doldurulması şart mıdır? Kişilerin cinsel hayatlarını yargılamak gibi bir amaç kesinlikle söz konusu değildir. Bu tıp etiğine aykırıdır. Ne yazık ki günümüzde hali hazırda %100 tanı kesinliği olan tarama testi yoktur. Kanı alacak hastanın güvenliği için bu soruların sorulması zorunludur. Cevaplar kesinlikle gizli tutulmaktadır.
15. Kimliğimi bildirmem zorunlu mu? Düzenli kan bağışçılarına kan bağışçısı donör kimliği verilmektedir. Bu belge sayesinde kayıtlarımız daha düzenli olmakta ve donörümüz de ne zaman kan verdiğini, kaçıncı bağışı olduğunu izleyebilmektedir. Bu kimliği olmayan donörlerimiz resimli herhangi bir kimliklerini kan bağışı öncesi kayıt yapılırken ibraz etmek durumundadırlar. Güvenli Kan sağlanabilmesi için bu bir zorunluluktur.
16. Güvenli kan ne demektir? Güvenli kan, kan vermeye bilinçli olarak gönüllü olmuş donörlerden sağlanan kan bağışıdır. Bilinçlilik bilgilendirilmiş olmayı gerektirir. Dünya Sağlık Örgütünün sloganı "Güvenli kan benimle başlar" dır.
17. Tarama test sonuçlarım pozitif (+) bulunmuşsa? Bağışladığınız kana uygulanan tarama testlerinden herhangi birinin pozitif çıkması durumunda size haber verilerek doğrulama testleriniz yapılacaktır. Böyle bir durumda endişelenmek ve paniğe kapılmamak gerekir; tarama testlerinin çok duyarlı olması nedeniyle yanlış pozitiflikler olabilmektedir. Kan merkezlerine çekinmeden geliniz, uzmanlarımız gerekli bilgilendirmeyi yapacaklardır.
19. Anne Rh pozitif ve baba da Rh pozitif ise çocuk Rh negatif olur mu? Olabilir. Çünkü kan grupları anne-babadan çocuğa Mendeliyen genetik kurallarına göre geçer.
20. Hangi kan grupları en sık ve hangileri en nadir görülüyor? Toplumumuzda en sık A Rh pozitif, en nadir AB Rh negatif kan grubu görülür.
21. Bazı hastalıklarda kan bağışlamanın, hastalığın şifaya kavuşması açısından yararlı olduğu söyleniyor bu doğru mu? Hastaların kanının akıtılması çok eski çağlardan beri çeşitli toplumlarda bir tedavi şekli olarak kullanılmıştır. Günümüzde kan alımı; bazı hastalıkların, tedavisi için değil ama hastanın şikayetlerini azaltmak amacıyla çok nadir ve özel koşullarda kullanılabilmektedir . Bu şekilde tedavi amacıyla kan alımı ile kan bağışını karıştırmamak gerekir.
Kızılay Kan Merkezlerinde tedavi amacıyla hastalardan kan alımı yapılmamaktadı r! Tedavi amacıyla kan verilmesinin mutlaka doktorunuz önerisi ve ilgili sağlık kuruluşunda yapılması gerektiğini unutmayınız!
22. Sarılık geçirdim, kan bağışlayabilir miyim? 10 yaşından sonra bulaşıcı (viral) sarılık geçirenler, sarılık B ve C geçirenler hiçbir zaman kan bağışı yapamazlar.
23. B hepatiti aşısı yaptırdım kan bağışlayabilir miyim? Aşıyı takiben 24 saat sonra kan verilebilir.
24. Üniversal alıcı ve üniversal verici ne demektir? Farklı kan grupları birbirine kan verebilirler mi? AB kan grubu üniversal alıcıdır; A, B ve 0 kan gruplarından kan bağışı alabilir. 0 kan grubu ise üniversal vericidir bütün kan gruplarına kan verebilir. Ancak pratik uygulamada çok acil şartlar söz konusu olmadıkça aynı kan grubunun aynı kan grubu için kullanılması prensibi benimsenmiştir.
25. Düzenli olarak Kızılay Kan Merkezine kan bağışlamak istiyorum ne yapmalıyım? Düzenli olarak kan bağışlayan donörlerimiz "Kan Bağış Programımıza" üye edilmektedirler. Bu bağışçılarımıza kan bağış ve tarihlerini, kaçıncı kan bağışı yaptıklarını gösteren bir defter verilmektedir.
26. Kan bağış programının amacı nedir? Kan bağışçılarımızın düzenli donör olmalarını sağlamaktır. Kan bağışçılarımıza belirli bağış sayısına ulaştıkları yıl madalya törenine davet edilerek madalyaları takdim edilmektedir.
27. Donörlere verilen madalyalar gerçekten söylendiği gibi altın veya gümüş mü? Kan bağışçılarımıza verilen madalyalar değeri ölçülemeyecek kadar büyük bir manevi değeri ifade etmektedir. Kan bağışçılarına verilen madalyalar TC Darphanesine yaptırılmaktadı r. MTA'ya yaptırılan incelemeye göre altın madalyalar %55 altın ve gümüş madalyalar %86 gümüş içermektedir. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:46 pm | |
| kemikleri kuvvetlendiren besinler
Süt, peynir ,yoğurt ,Hamsi ve sardalya balıkları, mercimek ve nohut gibi kuru baklagiller, yeşil sebzeler, brokoli, tere, incir, turunçgiller, fındık ve badem gibi... 6 incirde 162 mg, 100 gr mercimekte 157 mg, 100 gr brokolide ise 97 mg kalsiyum bulunuyor. Ancak şunu aklınızdan çıkarmayın ki yeşil sebzelerdeki kalsiyum, bağırsaklar tarafından tamamen emilemiyor. Eğer süt ürünlerini sevmiyorsanız, yemeklerinizin üzerine rendelenmiş peynir ilave edebilirsiniz. Bu hem yemeğin lezzetini artırır, hem de önemli miktarda kalsiyum almanızı sağlar.
* İçtiğiniz suyu araştırın, en çok kalsiyum içeren suyu seçin. Kilo sorununuz varsa, yeterli miktarda kalsiyum içeren maden suyunu tercih edin. Bunun için maden suyunun etiketini kontrol edin. 1 litre maden suyu 300 miligramın üzerinde kalsiyum içeriyorsa doğru yoldasınız demektir.
* Beyaz ekmeği tercih edin. Çünkü kepek ekmeği lif içerdiğinden kalsiyum alımını engeller. Hele bol lif içeren meyve tüketiminde aşırıya kaçmışsanız kepek ekmeğini sofranızdan uzak tutun.
* Menopoz çağında iseniz, yemeklerden bir saat önce ya da sonra birer fincan çay için. Günde ortalama üç fincan çay, osteoporoz riskini ortadan kaldırıyor, çünkü çay yaprağında kemik sağlığı için çok önemli bir etken olan östrojen hormonu bulunuyor. Ancak çayı, yemek ve kahvaltı ile birlikte içmemeye özen gösterin. En az 1 saat önce ya da sonra içmek gerekiyor. Aksi takdirde çay, vücudun demir emilimini engelliyor.
* Kemik sağlığı için yürümek, koşmak, atlamak, tenis ve dans çok yararlı sporlar. Özellikle hergün 1 saat yürüyüş kemiklerin yenilenmesini sağlayıp kan dolaşımını düzenleyerek besin ögelerinin kemiklere yeterince gitmesini sağlıyor.
ve diyer şikayetleriniz de özellikle spordan kaynaklanıyor olabilir veya düzensiz bi yaşam tarzından çünkü insan vucüdu çalıştıkca yenilenir ve kendini toparlar eğer çalışmazsa saydığınız sebeplerden daha fazlası ile karşı karşıya gelebilirsiniz atalarımız boşuna dememiş çalışan demir pas tutmaz diye çalışırsanız vücudunuzu çalıştırırsanız bütün organlar ve hayatınız bi düzene girer önemli olan da bu zeten ...
besinlerin hepsinin faydası vardır bunu düzenli olarak aşırısına kaçmadan alırsanız bi sorun yaşayacağınızı zannetmem çünkü vücut gerektiği kadar besini alır fazlasını atar .... | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:46 pm | |
| Alkolizm ve Zararları
ALKOLÜN ZARARLARI
Aşırı alkol kullanımı önemli bir sosyal ve tıbbi sorundur. Bir çok toplumda orta düzeyde alkol kullanımı kabul edilebilir. Ancak aşırı alkol kullanımı karaciğer,pankreas,beyin ve dolaşım sistemine büyük hasarlar verir.
Beyin ve Sinir Sistemi
Aşırı alkol kullanımının beyin ve sinir sistemi üzerine önemli etkileri vardır. Alkol geçici bir bellek kaybına da neden olabilir. Gerek yeni içmeye başlayanlarda gerekse aşırı kullananlarda içtikleri dönemin tümünü ya da bir bölümünü unutmak sık görülen bir durumdur. Aşırı alkol kullananlarda,içki bırakıldıktan sonra birkaç hafta süren geçici bellek kayıpları da görülebilir. Ancak alkolden uzak durulduğunda bellek sorunları ortadan kalkabilir.
Aşırı alkol kullanımı uyku bozukluklarına ve bütün gece uyuduktan sonra bile sabah bit-km kalkmaya neden olabilir. Beynimizin etkinliğiyle hafif veya orta uyku derinliği dönemlerinden,rüya gördüğümüz uyku dönemine geçeriz. Bu döneme hızlı göz hareketleri (REM) dönemi denir ki fiziksel ve ruhsal sağlığımız bu döneme bağlıdır. Ne yazık ki alkolün anestezik (narkoz benzeri) etkisi beynin yeterince REM uyku dönemi oluşturma yeteneğini etkiler ve bu durum aşırı alkol kullananlarda görülen sabah yorgunluğunun sebebidir.
Bazı kronik alkoliklerde Wernicke-Korsakoff Sendromu denen bir nörolojik bozukluk bulunabilir. Bu bozukluk özellikle kötü beslenen (özellikle yetersiz tiamin[B1 vitamini] )alkoliklerde görülür.
Hastalığın ilk belirtisi göz kaslarında ani güçsüzlük ve felce bağlı çift görmedir. Zamanla hasta yardımsız ayakta duramaz veya yürüyemez. Wernicke-Korsakoff Sendromu nda hasta özellikle yakın geçmişe ait olayları unutur,ayrıca çok ileri derecede bellek kayıpları da ortaya çıkabilir; dönem dönem kim olduğunu bile unutur. Ayrıca bu kişilerde kendi kendine konuşma, bulunduğu yerin ve zamanın farkında olmama ve halüsinasyonlar (gerçek olduğu düşünülen hayaller) görülebilir.
Wernicke-Korsakoff Sendromunun tedavisi bellidir:alkolden uzak durmak ve vitamin yetersizliği belirtilerini geriletmek için tiamin (B1 vitamini) kullanmak. Ancak bu bozukluğun yol açtığı şikayetler genellikle tam olarak ortadan kalkmaz.
Sindirim Sistemi
Alkol midenizin iç yüzeyini örten tabakayı tahriş ederek gastrite, kusmaya yol açarak midenin üst bölümü ve yemek borusunun alt bölümünde küçük yırtıklara neden olabilir; Mallory-Weiss Yırtıkları denen bu küçük yırtıklardan kanama olabilir. Uzun süre alkol kullanımı özellikle B vitaminlerinin (özellikle folik asit ve tiamin) ve diğer besinlerin emilimini engelleyebilir. Alkol kullanımını kestiğinizde bu sorunların çoğu ortadan kalkacaktır. Bununla birlikte, yağlanmış veya büyümüş karaciğer, alkol hepatiti veya yemek borusu varisleri gibi sorunlar acil tıbbi müdahale gerektirir.
Dolaşıma katılan alkol karaciğere gelir ve orada enzimler tarafından parçalanır. Sağlıklı bir karaciğer alkolü saatte 50 kalori oluşturacak bir hızla parçalar. Bu 30ml. viskiye eşittir. Eğer karaciğere gelen alkol bu miktardan fazla olursa, parçalanana kadar kanda kalacaktır | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:46 pm | |
| Her derde deva biberiye!
Biberiye yaprağı, eklem ağrısı, kas ağrısı, iştah kaybı gibi küçük sindirim problemleri, hafif bulantı ve mide gazı tedavilerinde kullanılır. Biberiye yaprakları, çeşitli maddeler içerir.
Bakteri öldürücü etkisi Bakteri öldürücüdür, sindirimi kolaylaştırır ve bağırsak bölgesini rahatlatır. Dahilen tentür ya da çay gibi, içecek olarak alınır. Biberiye yaprakları, sıkılarak uygulanabilir veya sıcak su içine bırakılarak ıslatılabilir ve yapraklar bükülerek de kullanılabilir. Biberiye yağı cilt için ideal Biberiye yağı cilde uygulandığında, cilt yüzeyindeki kan akışını arttırır. Tıbbi Etkileri ve Kullanımı Biberiye bitkisi sağlığa çok yararlı olduğu gibi, mükemmel bir güzelleştiricidir. Biberiyenin tıbbi etkileri
• Kan dolaşımını hızlandırır.Kılcal damarları açar. • Karaciğeri tedavi eden bitkilerin başında gelir. • Biberiye yağı,kanser tümörlerinin ve vücuttaki yağ bezelerinin zamanla eriyerek kaybolmasını sağlar. • Sinirleri uyarır ve güçlendirir. • Mide ve bağırsakları uyarır. Böylece sindirime (özellikle yağlı yiyecek yendiğinde) yardımcı olur. • Hazımsızlıktan oluşan gazları söktürür. • Safra salgısını artırır. • İdrar söktürücüdür. • Kadınlarda aybaşını düzene sokar. Gecikmeleri önler. İyi bir adet söktürücüdür. • Etkili bir toniktir. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:46 pm | |
| Göbeği eritmenin yolları
--------------------------------------------------------------------------------
Eyvah, göbeğim var bikini bile giyemiyorum’ diyorsanız aşağıdaki önerilere kulak verin! Temmuz’un sonlarına geliyoruz. Ama siz hâlâ göbeğinizi eritemediğinizi düşünüp, bikini giymeye cesaret edemiyorsunuz. Halbuki şimdi başlayıp uygulayacağınız basit önerilerle, birkaç gün içinde sonuç vermeye başlayacak ve tatil günlerinizde kendinize daha çok güven duyacaksınız. İşe az yemekten başlayın. Akşam yemeklerini bol mineral alabileceğiniz sebze ağırlıklı mönülerle oluşturun. Böylelikle vücudunuz depoladığınız yağları yakmaya başlar. Sık sık küçük öğünler yiyin. Şekeri mümkün olduğunca kesin. Vücudunuzun şeker ihtiyacını meyvelerle karşılayın. Ancak meyveyi mutlaka bir proteinle birlikte alın ki hemen kana karışıp daha sonra da yağa çevrilmesin! EGZERSİZLERİ İHMAL ETMEYİN Egzersizlerinizi sabah kahvaltısından önce yaparsanız gece boyu harcayamadığınız enerji açığını kapatacak ve depolandığınız yağı eriteceksiniz. Akşam yemeği sonrası yapacağınız egzersiz ise bütün gün boyunca biriktirdiğiniz şekeri eritecek. Hatta uyuduğunuz sırada da vücuttaki yağ depolarından yakmaya başlayacak. İP ATLAYIN Bacaklar, kasların en çok biriktiği yerdir. Onları güçlendirmek, kalorileri daha iyi yakabilmek ve metobolizmayı hızlandırmak anlamına gelecektir. Kalça kaslarınızı güçlendirecek egzersiz yapmak da yararınıza. Hiçbir şey yapamıyorsanız, günde en az 15 dakika ip atlayın. Böylelikle 100 kaloriden fazlasını harcayacaksınız! Tüm bunları kendinizi sıkmadan yapın. Unutmayın uzmanlar haftada bir kilo ve 6 haftada bir beden incelmenin ideal olduğunu söylüyor. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:47 pm | |
| Cep telefonları cilt kanserine yol açıyor
--------------------------------------------------------------------------------
Cep telefonlarından yayılan mikrodalgaların bağışıklık sistemini bozduğu, yüksek tansiyon, cilt kanseri başta olmak üzere birçok hastalığa neden olduğu bildirildi.
Biyologlar Birliği Derneği Genel Başkanı Kadir Sorucuoğlu, hızla değişen ve gelişen teknolojinin nimetlerinin yanı sıra insan sağlığını olumsuz yönde etkilediğini söyledi. Sorucuoğlu, insanların hayatını kolaylaştıran ve daha konforlu bir hayat sürmelerine yol açan teknolojik cihazların, pek çok zararları da beraberinde getirdiğini ifade ederek, "Kanser vakaların ve pek çok hastalığın artmasında maalesef teknolojinin payı da oldukça fazladır. Cep telefonunun gereksiz kullanımı, insanların saatlerce bilgisayar karşısında oturmaları, televizyon ve diğer elektronik eşyaların yaydıkları elektromanyetik dalgalar daha stresli ve daha sağlıksız bir nesle doğru insanları götürüyor" diye konuştu.
Bilgisayarların yaydığı elektromanyetik dalgalarla en çok gözlerde olmak üzere tüm sinir sistemi ve vücut üzerinde olumsuz etkileri bulunduğunu anlatan Sorucuoğlu, "Bu nedenle ekranla en az 120 santimetre mesafe mutlaka sağlanarak çalışılmalıdır. Doğru pozisyonda oturmak da çok önemli bir önlem olacaktır. Bütün bunların yanında mutlaka planlı bir şekilde bilgisayar kullanılmalıdır. Örneğin 1 saat çalışmadan sonra mutlaka en az 15 dakika ara verilmeli, böylece hem gözlerin hem kas iskelet sisteminin rahatlaması sağlanmalıdır" önerisinde bulundu.
İnsan sağlığını en fazla tehdit eden teknolojik cihazların başında cep telefonlarının geldiğini vurgulayan Sorucuoğlu, şöyle devam etti:
"En büyük tehlikelerden biri olan cep telefonları. Araştırmacıların yaptığı pek çok araştırmaya göre, cep telefonlarından yayılan mikrodalgalar sperm sayısını, hareketliliğini ve kalitesini neredeyse yarı yarıya düşürüyor. Genetik yapının bozulması, beyaz kan hücresi (lenfoma) kanseri, kan beyin bariyerinin zedelenmesi, kalp rahatsızlıkları, hafıza zayıflaması ve beyin tümörü riski, kalıcı işitme bozuklukları, embriyo gelişiminin zarar görmesi, kadınlarda düşük riskinin artması, kan hücrelerinin bozulması, bağışıklık sisteminin bozulması, yüksek tansiyon, cilt kanseri ve benzeri saymakla bitmeyen bu zararlar cep telefonlarının eseridir.
Cep telefonunun bu kadar zararından korunmanın en basit yolu ise cep telefonu görüşmelerini mümkün olduğunca kısa tutup gereksiz konuşmalardan kaçınmak, yakında sabit hat varsa onu tercih etmek. Görüldüğü gibi teknoloji pek çok zararlarıyla evimizde, hatta cep telefonu örneğindeki gibi bir organımız gibi artık. Bu kadar zararları olan bu teknolojiden mümkün olduğunca kaçınmamız gerekiyor. Bu cihazları mümkün olduğunca az kullanmalı, onları oturduğumuz, yattığımız kısaca çok vakit geçirdiğimiz yerlerden uzak tutmalıyız. Özellikle çocuklarımızı bu cihazlara alıştırmamalıyız. Bu cihazlarla ilgili bir diğer sorun maalesef bizim bunları sürekli yurtdışından alıyor olmamız.
Fakat bu dışa bağımlılığa rağmen fazla rahata alışan milletimiz umursamazca bu cihazları hor bir şekilde kullanmaktadır. Çok kısa sürelerle cep telefonlarını sürekli yenilemekte hatta birkaç telefonu aynı anda kullanmaktayız. Biz Biyologlar Birliği Derneği olarak halkımızı bu konuda uyarıyor ve sağduyuya çağırıyoruz." | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:47 pm | |
| Gribin kalkanı narenciye
--------------------------------------------------------------------------------
Kış aylarında limonata ve narenciye başta grip ve soğuk algınlığına karşı kalkan görevi üstleniyor.
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Barlas Aydoğan, İHA muhabirine yaptığı açıklamada, kış aylarıyla birlikte artan başta grip ve soğuk algınlığı hastalıklarına karşı en doğal korunma yolunun, limonata içmek ve narenciye tüketmek olduğunu belirtti.
Ortalama bir narenciye Her gün içilecek limonata ve ortalama 1 tane tüketilecek narenciyenin başta grip ve soğuk algınlığına karşı adeta kalkan görevi üstlendiğini ifade eden Aydoğan, enfeksiyonların yaygın olduğu kışaylarında bol C vitamini alınmasıyla vücudun direncinin artacağını ve hastalığın daha kolay atlatılacağını kaydetti.
Günde bir bardak içilen limonatanın, hastalığa yakalanma riskini azaltacağını vurgulayan Aydoğan, "Rahat bir kış geçirmek için narenciye tüketiminden vazgeçmeyin. Günde bir bardak limonata, vücudunuzun C vitamini ihtiyacının önemli kısmını tek başına karşılar.
Riski azaltır Hastalığa yakalanma riskini azaltır, hastalık halinde ise daha çabuk iyileşmeyi sağlar. Ancak vitamin değerini koruması için limonatayı mutlaka taze sıkılmış limondan yapın ve özellikle ılık tüketin. Limonu yemek de aynı koruyucu etkiye sahiptir"dedi.
Limonatanın, diğer narenciye ürünlerine göre, çocukların da daha fazla ilgisini çekebileceğini belirten Aydoğan, zayıf vücut dirençleri nedeniyle hastalığa yakalanma riski fazla olan çocukların limonata sayesinde rahat bir kış geçirebileceklerini ifade etti.
Portakal ve mandalina kan şekerini yükseltiyor Aydoğan, portakal ve mandalinanın kan şekerini yükselttiği için şeker hastaları için tehlikeli olabileceğini bu nedenle limon veya limonata tüketmelerinin daha yararlı olacağını kaydetti.
Prof. Dr. Barlas Aydoğan, enfeksiyonların yaygın olduğu kış aylarında her gün ortalama bir tane portakal, mandalina veya limonun tatlı olarak bilinen türlerinin tüketilmesinin soğuk havalarda vücudun direncini artırmakla birlikte gribal enfeksiyona karşı tek başına yeterli olmayacağını da sözlerine ekledi. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:47 pm | |
| YaŞlanmayi Durduran Gen
--------------------------------------------------------------------------------
İnsanların genç kalmasını sağlayan bir protein vardır. Buna benzer bir protein tek hücreli bir bitki olan bira mayasında da (Saccharomyces cerevisiae) bulundu. Amerikan bilim adamlarına göre, bu gibi "hayat uzatma faktörleri" evrimin erken bir safhasında oluşmuşlardır ve halen birçok türün hücrelerinde vardır. Bu protein, hücrenin çekirdeği içinde bulunan "çekirdekçik" (nükleolus) denilen bir yapıyı koruyarak hayatı uzatmaktadır. Çekirdekçikte, hücrenin protein fabrikaları olan ribozomların önemli kısımları kromozomlardan kopya edilir. Boston’daki ünlü Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nden Leonard Guarente, çekirdekçik için. "Bu, hücrenin en hayati noktasıdır" demektedir. Guarente’in çalışmaları, Werner sendromu denilen bir hastalıktan esinlenmiştir. Bu hastalıkta WRN geninin görev yapmaması sonucu çocuk 20 yaşlarında ihtiyarlar; saçları ağarır, derisi buruşur ve yaşlılık hastalıkları, örneğin gözde perde (katarakt) ve kemiklerde erime (osteoporoz) başlar. Bu hastaların çoğu 50 yaşına varmadan ölür. Geçen yıl WRN geninin helikaz denilen enzimin sentezini sağladığı anlaşıldı. Helikaz, DNA ve RNA çift sarmallarının açılmasını sağlayan enzimdir. Demek ki bu moleküllerin açılamaması yaşlılığı getirmektedir. Bu arada Guarente, bira mayasının yaşlanmasını inceledi. Bu tek hücreli bitki "tomurcuklanma" ile çoğalır; yani ana hücrede önce bir çıkıntı oluşur, sonra bu çıkıntı koparak yeni bir bira mayası meydana getirir; bu sırada evlat hücre, ana hücrenin kromozomlarının bir kopyasını da almış olur. Ana hücre birkaç düzine tomurcuk verdikten sonra ölür. Araştırmacılar WRN geninin karşılığı olan SGS1 genini incelediklerinde şunu buldular: Mayada bu gen tahrip edilirse maya ortalama ancak 9,5 tomurcuk verebiliyordu; normal mayalarsa 24-25 kere tomurcuklanabilmekteydi. Guarante ve arkadaşları, SGS1 proteininin çekirdekçikte yoğunlaştığını buldular. SGS1’i kodlayan gen tahrip edilince çekirdekçik paramparça oluyor ve ana hücre erkenden ölüyordu. İlginç olarak, yaşlanan maya hücrelerinde de ölümden az önce çekirdekçiğin paramparça olduğu görüldü. Demek ki SGS1, çekirdekçikte DNA’yı çözerek ve sağlamlaştırarak hayatı uzatmakta yaşlılığı önlemektedir. Bu çalışmalar, yaşlılığı önleme geninin ve çekirdekçiğin yaşlılıktaki önemini ortaya koymuş bulunuyor. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:47 pm | |
| YaŞlanmayi Durduran Gen
--------------------------------------------------------------------------------
İnsanların genç kalmasını sağlayan bir protein vardır. Buna benzer bir protein tek hücreli bir bitki olan bira mayasında da (Saccharomyces cerevisiae) bulundu. Amerikan bilim adamlarına göre, bu gibi "hayat uzatma faktörleri" evrimin erken bir safhasında oluşmuşlardır ve halen birçok türün hücrelerinde vardır. Bu protein, hücrenin çekirdeği içinde bulunan "çekirdekçik" (nükleolus) denilen bir yapıyı koruyarak hayatı uzatmaktadır. Çekirdekçikte, hücrenin protein fabrikaları olan ribozomların önemli kısımları kromozomlardan kopya edilir. Boston’daki ünlü Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nden Leonard Guarente, çekirdekçik için. "Bu, hücrenin en hayati noktasıdır" demektedir. Guarente’in çalışmaları, Werner sendromu denilen bir hastalıktan esinlenmiştir. Bu hastalıkta WRN geninin görev yapmaması sonucu çocuk 20 yaşlarında ihtiyarlar; saçları ağarır, derisi buruşur ve yaşlılık hastalıkları, örneğin gözde perde (katarakt) ve kemiklerde erime (osteoporoz) başlar. Bu hastaların çoğu 50 yaşına varmadan ölür. Geçen yıl WRN geninin helikaz denilen enzimin sentezini sağladığı anlaşıldı. Helikaz, DNA ve RNA çift sarmallarının açılmasını sağlayan enzimdir. Demek ki bu moleküllerin açılamaması yaşlılığı getirmektedir. Bu arada Guarente, bira mayasının yaşlanmasını inceledi. Bu tek hücreli bitki "tomurcuklanma" ile çoğalır; yani ana hücrede önce bir çıkıntı oluşur, sonra bu çıkıntı koparak yeni bir bira mayası meydana getirir; bu sırada evlat hücre, ana hücrenin kromozomlarının bir kopyasını da almış olur. Ana hücre birkaç düzine tomurcuk verdikten sonra ölür. Araştırmacılar WRN geninin karşılığı olan SGS1 genini incelediklerinde şunu buldular: Mayada bu gen tahrip edilirse maya ortalama ancak 9,5 tomurcuk verebiliyordu; normal mayalarsa 24-25 kere tomurcuklanabilmekteydi. Guarante ve arkadaşları, SGS1 proteininin çekirdekçikte yoğunlaştığını buldular. SGS1’i kodlayan gen tahrip edilince çekirdekçik paramparça oluyor ve ana hücre erkenden ölüyordu. İlginç olarak, yaşlanan maya hücrelerinde de ölümden az önce çekirdekçiğin paramparça olduğu görüldü. Demek ki SGS1, çekirdekçikte DNA’yı çözerek ve sağlamlaştırarak hayatı uzatmakta yaşlılığı önlemektedir. Bu çalışmalar, yaşlılığı önleme geninin ve çekirdekçiğin yaşlılıktaki önemini ortaya koymuş bulunuyor. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:47 pm | |
| İlaç Kullanım İlkeleri ...
--------------------------------------------------------------------------------
İlaç Kullanımı
Bu sayfada, ilaç kullanımıyla ilgili genel uyarılar ve bazı ilaç formlarının uygulama yöntemleriyle ilgili pratik bilgiler yer almaktadır.
İlaçlarınızı Kullanmadan Önce
*Başka bir sağlık sorununuz varsa *O an için almakta olduğunuz başka bir ilacınız varsa *Herhangi bir ilaca karşı alerjiniz varsa *Hamileyseniz *Çocuk emziriyorsanız *Tuz veya şekerden yoksun bir diyet uyguluyorsanız sağlık personelinizi bilgilendiriniz
İlacınızı Kullanırken
*Son kullanım tarihine bakınız. Son kullanım tarihi geçmiş olan ilaçları imha ediniz. İlaçları gelişi güzel bir şekilde çöpe atmayınız.
*İlacınızı doktorunuzun önerdiği doz ve zamanlarda alınız. Size verilmiş olan tedavi süresi dolmadan iyileşmiş olsanız bile ilacınızı kesmeyiniz. *Ağız yoluyla alacağınız katı ilacınızı bir bardak suyla alınız. *İlacınızın aç veya tok karnına mı alınacağını doktor veya eczacınıza sorunuz. *Uzun etki süreli ilacınızı yutmadan önce kırmayınız veya çiğnemeyiniz. *Süspansiyon şeklindeki ilacınızı kullanmadan önce iyice çalkalayınız. *İlacınızı kullanırken bazı istenmeyen etkiler görülebilir. Bu yan etkilerden bazıları diğerlerine göre daha önemli olup doktorunuza haber vermenizi gerektirebilir. Bunların neler olduğunu doktor veya eczacınıza sorunuz.
İlacınızı Saklarken
*Kendi orijinal ambalajında muhafaza ediniz. *Sıcaktan ve ışıktan koruyunuz. *Çocuklarınızın ulaşamayacağı bir yerde bulundurunuz. *Tablet ve kapsül gibi rutubetten etkilenebilecek ilaçlarınızı banyo ve mutfak gibi nemli yerlerde saklamayınız. *Bazı ilaç şişelerinin içine tabletlerin kırılmasını önlemek için konmuş olan pamuk parçasını, ilacınızı açtıktan sonra atınız, çünkü pamuk nem çekebilir. *Sıvı ilaçlarınızın donmamasına özen gösteriniz. *Özel bir uyarı olmadıkça ilaçlarınızı buzdolabında saklamayınız. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:48 pm | |
| Tüp bebekte akupunktur desteği
Ankara (AA)- Akupunktur, artık tüp bebek tedavisinde tamamlayıcı tıp yöntemi olarak kullanılıyor. Tüp bebek uygulamalarında başarı şansını artırdığı öne sürülen akupunktur, tüp bebek yöntemi ile çocuk sahibi olmak isteyenlerin yeni umudu...
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı Öğretim üyesi Prof. Dr. Ayşe Bilgihan, yaptığı açıklamada, yaklaşık üç bin yıldan bu yana uygulanan, son yıllarda Avrupa ve ABD'de yapılan araştırmalar sonucunda tıp literatürüne giren akupunkturun, özellikle Çin'de geleneksel bir tedavi yöntemi olarak kullanıldığını söyledi. Akupunkturun, çocuk sahibi olamayan ailelerde, medikal tedavilere destek olan bir tedavi yöntemi olduğunu vurgulayan Bilgihan, ''Bilimsel çalışmaların sonuçlarına göre akupunktur tedavisinin erkeklerde sperm sayı ve hareketliliğini artırdığı, kadınlarda ise yumurtaların olgunlaşmasına destek olup rahim kanlanmasını artırarak döllenmiş yumurtanın tutunmasını kolaylaştırdığı tespit edilmiştir'' dedi.
Bilgihan, ''Çiftlerin tüp bebek denemelerindeki olumsuz ruh hali ve stresi, cinsiyet hormonlarının salınımını etkiliyor. Bu da yapılan tedavinin başarı oranını düşürüyor. Akupunktur, düzenleyici etkisi ile anne adayının strese karşı dayanıklılığını arttırarak bu olumsuz etkiyi ortadan kaldırıyor'' diye konuştu.
Akupunktur uygulamasının belirlenmiş herhangi bir yan etkisinin bulunmadığını belirten Bilgihan, ''Ancak akupunktur uygulayıcı hekimin, özellikle embriyo transferi sonrası uygulamalarda düşüğe yol açabilecek noktaları kullanmaması gereklidir'' uyarısında bulundu. Almanya'da 160 hasta ile yapılan bir çalışmada da embriyo transferi öncesi ve sonrasında akupunktur tedavisi uygulandığını belirten Bilgihan, çalışma sonucunda gebelik oranının akupunktur uygulanan grupta yüzde 42.5, akupunktur uygulanmayan grupta ise yüzde 26.3 olarak tespit edildiğini söyledi. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:48 pm | |
| Meme kanserinde aile faktörü
Zonguldak Karaelmas Üniversitesi TıpFakültesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ali Uğur Emre, meme kanseri riskinin, anne, teyze, kız kardeşi gibi yakınlarında meme kanseri bulunanlarda daha fazla olduğunu bildirdi.
Yard. Doç. Dr. Emre, AA muhabirine, yakınlarında meme kanseri görülen, risk taşıyabilecek kişilerin 14-15 yaşlarından itibaren göğüslerini her ay düzenli olarak elle kontrol etmeleri, 20 yaşından sonra her yıl ultrason, 40 yaşından itibaren de mamografi çektirmeleri gerektiğini söyledi. Göğüsteki kitleyi, yumuşak, sert, hareketli, hareketsiz ve çevre düzeni özelliklerine göre tetkik ederek niteliğini ayırt edebildiklerini belirten Emre, şöyle devam etti: "Kistik kitleler bizi çok korkutmuyor. İğne vasıtasıyla kitlenin içindeki sıvı boşaltılarak, özelliklerine göre inceleme ve örnekleme yapılıyor. Bu tür kitleler sıvı boşaltılınca kaybolabilir, memenin her tarafında olabilir, adet dönemiyle ilişkili olarak durumları değişebilir. Kitlenin yeniden çıkması, meme dokusunun hormonal değişikliklere aşırı cevap vermesinden de kaynaklanabilir. Ancak genetik geçiş dediğimiz bazı belirli genler tespit edildi. Bu genetik yapının bulunması, kişilerde meme kanseri riskini çok artırıyor. Anne, teyze, kız kardeş gibi yakınlarında meme kanseri olanlarda risk daha da artmaktadır." Meme kanserinde erken tanının önemine işaret eden Emre, "Genç kızlar mutlaka göğüslerini kontrol etmenin yanı sıra ultrason, kadınlar da mamografi çektirmelidir. Bu hastalık ortaya çıktığında öncelikli olarak meme koruyucu cerrahi dediğimiz, sadece tümörlü kısmı ve koltuk altı lenf bezlerini temizleme şansımız var. Memenin alınması için ilerlemiş kanser olması, yaygın alanda görülmesi lazım" diye konuştu. Artık tedavi edilebilen meme kanserinde ölüm oranının yüzde 16-17�lerden daha aşağılara düştüğünü vurgulayan Emre, bu konuda Sağlık Bakanlığının önemli çalışmaları olduğunu kaydetti. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:48 pm | |
| 'Pnömokok' çocukları tehdit ediyor
Dünya genelinde çok sayıda 5 yaş altındaki bebek ve çocuğun pnömokok bakterisine bağlı gelişen zatürre, menenjit gibi hastalıklar nedeniyle yaşamını yitirdiği belirtildi.
Türkiye�de yılda bin 500 çocukluk çağı menenjit vakası bulunduğu tahmin edilirken, bunların yaklaşık 500�üne pnömokok bakterisinin neden olduğu ve bu çocukların bir kısmının yaşamını yitirdiği kaydedildi. Enfeksiyon Hastalıkları Derneği Başkanı Prof. Dr. Mehmet Ceyhan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, pnömokokun, solunum yoluyla bulaşan, bebeklerin ve çocuklukların burun, geniz ve boğazında yaygın olarak bulunan bir bakteri olduğunu söyledi. Okul öncesi çocukların yaklaşık yarısında, okul çocuklarının yaklaşık yüzde 20-30�unda, çocuklu ailelerdeki yetişkinlerin yüzde 20�sinde ve çocuksuz ailedeki yetişkinlerin yüzde 6�sında bu bakterinin mevcut olduğunu belirten Ceyhan, bağışıklık sistemi gelişmediği için mikrobun çocuklarda daha yaygın olarak tutunduğunu vurguladı. Ceyhan, bağışıklık sisteminin zayıfladığı durumlarda pnömokokların, menenjit, zatürre ve orta kulak iltihabı gibi ağır seyreden, kalıcı hasar bırakabilen, hatta ölümlere neden olan hastalıklara yol açabilen tehlikeli bir bakteri olduğunu kaydetti. -"ZATÜRRELERİN YARISINA NEDEN OLUYOR"-Ceyhan, Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre dünya genelinde her yıl 5 yaş altı çok sayıda bebek ve çocuğun pnömokoka bağlı hastalıklar nedeniyle yaşamını yitirdiğini söyledi. Türkiye�de de bebek ve çocuklarda görülen zatürrelerin yarısına pnömokokun neden olduğuna işaret eden Ceyhan, "Yılda yaklaşık bin 500 çocukluk çağı menenjit vakası olduğu tahmin ediliyor. Bunların yaklaşık 500�üne pnömokok bakterisi neden oluyor ve bu çocukların bir kısmı kurtarılamıyor. Ayrıca bakteri etkenli orta kulak iltihaplarının da yüzde 25�ine pnömokoklar yol açıyor" diye konuştu. -"KIŞ AYLARINDA ARTIŞ GÖSTERİYOR"-Ceyhan, pnömokok bakterisine bağlı hastalıkların özellikle bağışıklık sisteminin zayıfladığı kış aylarında artış gösterdiğine dikkati çekti. Burun içinde ve boğaz bölgesinde pnömokok bulunan bebek ve çocukların, mikrobu diğer bireylere öksürme veya hapşırma ya da yakın temas yoluyla bulaştırabildiğini ifade eden Ceyhan, pnömokokların özellikle çocukların toplu halde bulunduğu kreş ve anaokulu gibi yerlerde daha hızlı yayıldığına işaret etti. Ceyhan, hastalığın tedavisinde genel olarak antibiyotiklerin kullanıldığını ancak pnömokokların zaman içinde antibiyotiklere karşı direnç kazandığını kaydetti. -"EN ETKİN AŞI İLE KORUNULABİLİR"-Pnömokokun neden olduğu hastalıklardan korunmada en etkili yolun pnömokok aşısı olduğunu anlatan Ceyhan, "Ülkemizde yeni uygulamaya giren konjuge pnömokok aşısı, ilk 5 yaş içerisindeki çocuklarda özellikle menenjit, zatürre ve orta kulak iltihabına karşı koruyucudur. Pnömokokun 90 civarında tipi var ve mevcut aşının içindeki 7 tip, menenjitlerin yüzde 70-85�inde, zatürrelerin yüzde 20�sinde ve orta kulak iltihaplarının yüzde 6�sında etkilidir" dedi. Ceyhan, aşının 2 yaşın altındaki çocuklara 2 aylıktan itibaren ve belli bir şemada yapıldığında tekrarının gerekmediğini belirterek, aşının ilk 6 ay içindeki bebeklere belirli aralıklarla 3 doz ve 12. ayda da 4�üncü dozunun yaptırılması gerektiğini söyledi. Aşının, şu anda ABD, Kanada, Avustralya ve İngiltere gibi 18 ülkede ulusal aşı şeması içerisinde bulunduğunu ifade eden Ceyhan, aşının giderek artan sayıda ülkede ulusal aşı şeması içerisine girdiğini kaydetti. -"65 YAŞ ÜSTÜ RİSK ALTINDA"-Bakterinin, bağışıklık sistemi zayıf, kronik hastalıkları olan 65 yaş üstündeki kişilerde de tehlikeli olduğuna dikkati çeken Ceyhan, pnömokokun özellikle bu yaşlarda zatürreye neden olduğunda ölümlere yol açabildiğini vurguladı. Ceyhan, "Astım, böbrek, şeker ve bağışıklığı baskılayan hastalıklarda (dalak yokluğu ya da kanser hastalarında) ölüme neden olabiliyor" diye konuştu. Pnömokok aşısının ABD�de rutin uygulamaya girmesiyle birlikte çocuklarda buna bağlı gelişen hastalıklarda ciddi oranda azalma olduğunun tespit edildiğini belirten Ceyhan, "Bu bakterinin neden olduğu hastalıkların görülme sıklığı, çocuklarda yüzde 80-90, yetişkinlerde ise yüzde 40-60 oranında azaldı" dedi. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:48 pm | |
| Evde fazla kimyasal ürün kullanmak çocuklara zararlı
Hamileyken ya da doğumdan hemen sonra evde dezenfektan, koku giderici gibi kimyasal ürünlerin çok sık kullanımının çocukların ciğerlerine zarar verebileceği ortaya çıktı.
İngiltere'nin Bristol Üniversitesi'nden John Henderson ve ekibi hamilelerin evde bu tür kimyasal ürünleri kullanma sıklığı ile bunların çocukların solunum yollarına etkilerini inceledi.Araştırmaya 7 bin 162 çocuk katıldı. Annelerse çamaşır suyu, dezenfektan, böcek ilacı, halı temizleyicisi gibi 15 ürüne ilişkin soruları cevapladı.
Hamileliğin son döneminde ve doğumun hemen ardından bu kimyasal ürünleri evde çok sık kullanan annelerin çocuklarının ciğerlerinde hırıltı, 8 yaşından itibaren ise bu çocukların solunum yeteneklerinde azalma olduğu görüldü.
Henderson, bu ürünlerden en fazla hangisinin zararlı olduğunun bilinmediğini ancak çoğunun benzer maddeler içerdiğini belirterek, sonuçların doğrulanması ve ayrıntılar için başka araştırmalar gerektiğini söyledi. Sigara-alkol ve aşırı kilo erkekte kısırlık nedeni
Sigara, alkol ve aşırı şişmanlık gibi sosyal nedenlerin erkek kısırlığında belirleyici rol oynadığı belirlendi. Üroloji Uzmanı Doç. Dr. Semih Özkan, yılda yaklaşık 90 bin kadar çiftin kısırlık sorunuyla karşı karşıya kaldığını belirterek, fast food tarzı beslenme ile aşırı sıcağın da erkeklerdeki kısırlığın diğer nedenleri arasında sayılabileceğini belirtti.
Üroloji Uzmanı Doç. Dr. Semih Özkan, yaptığı açıklamada kısırlığın, toplumun yüzde 15'inde görülen bir problem olduğunu söyleyerek “Türkiye'de her yıl 600 bin civarında evlilik olmaktadır, yılda yaklaşık 90 bin kadar çiftin ise kısırlık sorunuyla karşılaştığı gözlemlenmektedir” dedi. Doç. Dr. Semih Özkan sigara ve alkolün de sperm kalitesini düşürdüğünün altını çizdi. Sigara içilen ortamlarda bulunan pasif içiciler de dahi ortamın havasını solumaları yoluyla havada bulunan zehirli maddeleri solunum yoluyla alarak sperm üretiminin olumsuz etkileneceğini bildirdi. Yapılan araştırmaların, haftada 60 ml. üzeri alkol kullanımının sperm üretimini olumsuz yönde etkilediğini gösterdiğini belirten Doç. Dr. Özkan, “Ayrıca steroid, antidepresan, sulfomidli bazı abtibiyotikler, kanser tedavisinde kullanılan bazı ilaçlar da sperm kalitesi, hareketliliği ve üretimi için zararlı olabilmektedir” diye konuştu.
Testiste gerçekleşen sperm üretim işlevinin, çevresel koşulara oldukça duyarlı olduğunu kaydetti. Doç. Dr. Semih Özkan, sperm üretiminin uygun olmayan her koşuldan olumsuz olarak etkilenebileceğini ifade etti. Doç. Dr. Özkan, fast food tarzı beslenmeden uzak kalınması gerekliliğini belirtti. Özkan, “Yüksek kolesterol, spermin zar yapısını bozduğu için döllenme yeteneğini azaltır ve kısırlığa neden olabilir. Bu nedenle özellikle “Fast Food” denilen aşırı yağlı, kolesterolü arttırıcı gıdalardan uzak durmak gerekir” dedi.
-SICAK SU BANYOLARI VE SAUNALARA DİKKAT-
Doç. Dr. Semih Özkan, aşırı sıcakların sperm üretimini olumsuz etkileyeceğini belirterek “Kısırlık sorunu ile karşı karşıya olan erkeklere kesinlikle, sıcak su banyoları ya da saunaları tavsiye etmeyiz. Ayrıca dar iç çamaşırları da aşırı sıcak oluşturduğu için testis damarlarının genişlemesi sonucu sperm kalitesini azaltabilir” diye konuştu. | |
| | | | Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |