Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap
En iyi yollayıcılar
Posedon
Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Vote_lcapSağlıklı Yaşam ve Bilgiler Bar3Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Vote_rcap 
SoaRingEagLe*
Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Vote_lcapSağlıklı Yaşam ve Bilgiler Bar3Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Vote_rcap 
FG || Admin
Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Vote_lcapSağlıklı Yaşam ve Bilgiler Bar3Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Vote_rcap 
BeLa
Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Vote_lcapSağlıklı Yaşam ve Bilgiler Bar3Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Vote_rcap 
ayaz18
Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Vote_lcapSağlıklı Yaşam ve Bilgiler Bar3Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Vote_rcap 
En son konular
» http://uploaded.to/file/g5s6o7
Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler EmptyÇarş. Ara. 23, 2009 11:21 am tarafından FG || Admin

» // SoaRingEagLe // Moderatör Alım Form'u //
Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler EmptyPaz Kas. 01, 2009 4:17 pm tarafından FG || Admin

» Bilgisayar Terimleri..
Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler EmptyPaz Kas. 01, 2009 4:16 pm tarafından FG || Admin

» Sitemizi Nasıl Buldunuz..
Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler EmptyPaz Ekim 25, 2009 4:43 pm tarafından BeLa

» İstek&Şikayet Bölümü
Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler EmptyPaz Ekim 25, 2009 2:25 pm tarafından FG || Admin

» Windows Live Messenger 2009
Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler EmptyPaz Ekim 25, 2009 12:04 pm tarafından BeLa

» Sarısın Fıkrası
Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler EmptyPaz Ekim 25, 2009 12:01 pm tarafından BeLa

» FrmGüneş yarışma Bölümü
Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler EmptyPaz Ekim 25, 2009 11:31 am tarafından BeLa

» Photoshop Masteri Alınacak
Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler EmptyPaz Ekim 25, 2009 11:25 am tarafından FG || Admin


 

 Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler

Aşağa gitmek 
Sayfaya git : 1, 2, 3, 4, 5, 6  Sonraki
YazarMesaj
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Empty
MesajKonu: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler   Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler EmptyPaz Ekim 11, 2009 4:23 pm

SAglık Konusu Olmadıgı İçin SAglık Haberlerini Buraya Açıcam SAglık haberleri burda toplanabirli bir konu altında


Stresi YEnmek Mümkün

Ege Üniversitesi (EÜ) Tıp
Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet
Çelikkol, ''Strese karşı canlının durumu, düşmanla karşılaşan ordu
gibidir. Savaşı kazanamaz ya da kaçamazsa bu hastalık demektir'' dedi.

Prof. Dr. Çelikkol, stresle baş edebilmenin önemine dikkat çekti. Stres
karşısında canlının durumunun, düşmanla karşılaşan orduya benzediğini
anlattı.

Prof. Dr. Çelikkol, "Strese karşı canlının ilk tepkisi savaşmak veya
kaçmaktır. Bir ordu düşmanla karşılaşırsa savaşır, eğer gücüne
güvenemezse geri çekilir veya
kaçar. Stres karşısında canlının durumu da böyledir. Stresten
kaçabilirse kaçar. Kaçamazsa savaşır, yener veya yenilir. Yenilmesi
hastalık demektir" diye konuştu.

Stresin, yöntemini bilmek koşuluyla korunabilecek bir düşman olduğunu
anlatan Prof. Dr. Çelikkol, " Stres psikosomatik bozukluk dediğimiz
hastalıkların meydana gelmesine ya da belirtilerinin artmasına yol
açar. Hipertansiyon, mide ülseri, cilt bozuklukları gibi hastalıklar,
bedensel olmakla birlikte, oluşumunda ruhsal nedenlerin, stresin etkili
olduğu bilinmektedir" dedi.

Stresle baş etmenin yolları

Prof. Dr. Çelikkol, stres konusunda herkesin başvurabileceği, birden
fazla koruyucu ve tedavi edici tekniklerin olduğunu belirterek, şu
tavsiyelerde bulundu:

* Hayata karşı olumlu bir tutum benimseyin.
* Her şeyi kontrol edemeyebileceğinizi kabul edin.
* Gevşeme tekniklerini öğrenin ve uygulayın, düzenli olarak egzersiz yapın.
* Sağlıklı ve dengeli beslenin, yeterince uyuyun ve dinlenin.
* Stresinizi azaltmak için alkol veya sigaradan yardım beklemeyin.
* Sosyal bir çevre edinin, zamanınızı etkili şekilde kullanmaya çalışın.


En son Posedon tarafından Paz Ekim 11, 2009 4:58 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Empty
MesajKonu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler   Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler EmptyPaz Ekim 11, 2009 4:24 pm

zel Cinsel Tıp Enstitüsü Başkanı Dr. Cem Keçe, Türk kadınlarının cinsel açıdan mutlu olduklarının söylenemeyeceğini savundu.

Keçe, mutluluk veren bir cinsel yaşamın eşleri daha huzurlu, mutlu ve
çevrelerine karşı sevecen hale getirdiğini, birbirlerine bağladığını,
yakınlaştırdığını ve bütünleştirdiğini ifade eden Keçe, "partnerlerine
karşı sevgi ve saygısı olmayan çiftlerin sağlıklı ve mutlu bir cinsel
yaşamlarının olmasının beklenemeyeceğini" anlattı.

Keçe, cinsel sağlık ve cinsel eğitimin, insan hayatı boyunca
öğrenilmesi ve önemsenmesi gereken önemli bir süreç olduğunu dile
getirerek, şöyle konuştu:

"Türk kadınlarının cinsel olarak mutlu olduklarını söylemek güç. Çünkü
toplumumuzda kadın bir cinsel varlık olarak değil, sadece erkeğin
ihtiyaçlarını karşılamakla yükümlü, duyguları olmayan ve seksten zevk
alması çok da gerekmeyen bir varlık olarak görülür.

Yine yetiştiriliş tarzı da bu durumu körükler. Yetişme çağında erkekler
cinsel teşebbüslerde bulunmaları için toplum tarafından teşvik
edilirken, kızların cinsellikle ilgili konuşmaları ayıp ve yasaktır.

Her zaman kendilerini korumak, hareketlerine dikkat etmek ve evlenene
kadar saflıklarını ve masumiyetlerini korumak zorundadırlar.

Cinsel beraberlikte de kadın ne istediğini, nelerden zevk aldığını
söyleyemez. Bu şekilde yetiştirilen ve her zaman bu tarz öğütler alan
kimselerin de cinsellikten zevk almalarını beklemek hayal olur.

Ancak, cinselliği yaşamak ve zevk almak kadının en doğal hakkıdır. Bu
nedenle kadınlar önce kendilerini keşfetmeli, nelerden zevk aldıklarını
araştırmalı ve cinsellikle ilgili doğru bilgiler içeren yayınları
okumalıdırlar. Bunları her zaman eşleriyle paylaşmalıdırlar."

Cinsel eğitimin önemi

Keçe, cinsel eğitimin önce aile içinde başladığını, daha sonra
okullarda öğretmen, akran grupları, doktorlar, bu alanda çalışan diğer
sağlık elemanları ve medya aracılığıyla devam ettiğini belirterek,
toplumun genel cinsel sağlığı korumak, çocuklar ve ergenlerin erişkin
yaşama sağlıklı bir geçiş yapabilmelerini kolaylaştırmak için eğitimin
her geçen gün daha da önem kazandığını söyledi.

Cinsel eğitimin kademeli olarak anaokulundan itibaren biyolojik
değişiklikler ortaya çıkmadan verilmeye başlanmasını önerdiklerini
bildiren Keçe, ayrıca öğrencilere yönelik okul sağlık hizmetlerinin,
öğretmenler ve okul sağlığı hemşireleriyle rehberlik ve danışmanlık
hizmetleri çerçevesinde cinsel sağlığı daha çok kapsayacak şekilde
artırılması gerektiğini vurguladı.

Cem Keçe, Danimarka, Hollanda, Portekiz ve İsveç gibi Avrupa Birliği
ülkelerinde olduğu şekliyle okul ders programlarında cinsel eğitime yer
verilmesini tavsiye ettiklerini sözlerine ekledi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Empty
MesajKonu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler   Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler EmptyPaz Ekim 11, 2009 4:24 pm

Özel hekim ve diş hekimi muayene ücretleri, 2008 yılının başından itibaren artacak.

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Genel Sekreteri Altan Ayaz, 2008 Yılı
İşyeri Hekimliği Ücret Tarifesi ile 1Ocak-31 Aralık tarihleri arasında
uygulanacak özel muayene ücretleri için baz alınacak katsayı listesinin
hazırlandığını bildirdi.

İllerin gelişmişlik düzeyine göre farklı farklı belirlenen katsayıların
2 ile 2.80 arasında değiştiğini belirten Ayaz, "Muayene ücretlerindeki
artış yüzde 7 dolayında olacak. Yani halen 70 YTL olan muayene ücreti
75 YTL'ye çıkacak" dedi.

2008 Yılı İşyeri Hekimliği Ücret Tarifesi için katsayı ise 3.476 olarak belirlendi.

Diş hekimi ücretlerini Bakanlık henüz onaylamadı

Türk Diş Hekimleri Birliği Başkanı Celal Korkut Yıldırım da 2008
yılında uygulanmasını istedikleri diş hekimliği muayene ücreti
tarifesini 23 kasımda Sağlık Bakanlığına gönderdiklerini, ancak
Bakanlıktan henüz onay gelmediğini söyledi.

Maliyet analizine göre hazırlanan tarife uyarınca yapılması planlanan
artışın enflasyon oranının altında olacağını belirten Yıldırım, "Bu
hesaplama kira, elektrik ve suyun yanı sıra personel ücretlerine
yapılan zam esas alınarak yapılıyor. Sağlık malzemesi ve laboratuvar
harcamalarında artış olmadığı için sadece bu kalemler baz alındı" diye
konuştu.

Söz konusu tarifeye göre muayene ücretlerinde yüzde 3-5 oranında artış
olacağını bildiren Yıldırım, "İller arasında bir fark gözetilmedi.
Maliyet analizi hesaplaması neyi gerektiriyorsa o esas alındı" dedi.

Kamudaki diş hekimlerinin maaşın yanı sıra performans ücreti de
aldıklarını hatırlatan Yıldırım, hazırladıkları tarifeyle özel çalışan
diş hekimlerinin ücretlerinin kamudakilerle aynı düzeye getirilmesini
hedeflediklerini bildirdi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Empty
MesajKonu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler   Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler EmptyPaz Ekim 11, 2009 4:24 pm

Yemekte ve yemekten
sonraki 2 saat içinde yenilen meyveler, midede fermantasyona
(mayalanma) yol açarak, gıdaları vücuda yük haline getiren asit ve gaz
üretimine neden oluyor.

Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi İç Hastalıkları ve Nefroloji
Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Süleyman Türk, vücut için çok
önemli bir besin grubu olan meyveleri yeme zamanlamasının sağlık için
büyük önem taşıdığını anlattı.

Salatanın ana yemekten önce yenmesinin sindirim sistemine sağladığı
yararlar gibi, meyvelerin tüketiminin de bir doğru zamanlaması olduğunu
dile getiren Türk, bu kurala uyulmaması durumunda vücut için büyük
yararı bulunan meyvelerin, yararı şöyle dursun, adeta vücuda ek bir yük
oluşturduğuna dikkati çekti.

Bir nevi midede alkol oluşuyor

Yemekte ve yemekten sonraki 2 saat içinde tüketilen meyvelerin, midede
fermantasyona (mayalanma) yol açarak, asit ve gaz üretimine neden
olduğunu vurgulayan Türk, "Yemekle birlikte tüketilen meyve, fermante
oluyor, midede şişkinliğe neden oluyor, yiyen kişiye rahatsızlık
veriyor. Bir nevi midede alkol oluşuyor. Ancak bu dışardan alınan
alkolle aynı değil..." dedi.

Türk, "Bu durum yenen gıdaları besin olmaktan çıkarıyor, vücuda yük
haline getiriyor. Yani besinler gıda maddesi özelliğini kaybediyor.
Ayrıca meyvenin vücuda sağladığı yararlar da azalmış oluyor. Meyvenin
vücuda yararlı olabilmesinin en garanti yolu, açken tüketmektir.
Karaciğer başta olmak üzere ilgili tüm organlara, bu asit ve gazı yok
edebilmek için normalden daha fazla yük biniyor" diye konuştu.

Prof. Dr. Türk, meyvenin vücuda sağladığı katkılardan yararlanılmak
isteniyorsa, elma, armut, portakal gibi tüm meyvelerin yemekten en az 2
saat önce ya da yemekten en az 2 saat sonra yenmesi gerektiğini söyledi.

Salatayı, yemekten önce tüketmek doğru...

Salatanın ise yemekten önce yenilmesinin sağlıklı beslenme açısından
doğru bir davranış olacağını ifade eden Türk, Batı ülkelerinde
salataların hep ana yemekten önce geldiğini, salatada kullanılan
sebzelerdeki liflerin mideyi rahatlattığını, bu nedenle salatanın
yemekten önce tüketilmesinin tavsiye edildiğini sözlerine ekledi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Empty
MesajKonu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler   Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler EmptyPaz Ekim 11, 2009 4:25 pm

KATARAKT NEDİR ?

Katarakt, saydam olan göz merceğinin saydamlığını kaybederek görmenin
azalmasıdır. Gözün renkli tabakası irisin arkasında yer alan ve saydam
bir yapı olan göz merceğinin, görme işlevinde önemli bir rolü vardır.
Göz merceğinin saydamlığının azalması, yani katarakt söz konusu
olduğunda görme netliği azalacak, hasta bulanık görecektir. Kataraktlı
gözlerde görme bulanıklığı, kataraktın derecesine göre, az bulanık
görmeden başlayarak sadece ışık görecek dereceye kadar çok değişik
seviyelerde olacaktır.

KATARAKT İKİ GÖZDE BİRLİKTE Mİ ORTAYA ÇIKAR ?
Katarakt, çoğunlukla iki gözü de etkileyen bir rahatsızlıktır. Bazen
her iki gözde birlikte başlar ve birlikte ilerleyerek her iki gözün de
eşit derecede etkilenmesine sebep olur. Bazen de katarakt tek gözde
başlar. Ancak diğer göz tam görüyorsa hasta, katarakt ilerleyene kadar
o gözün az gördüğünü farketmeyebilir; ya da hasta görmesinde bir
değişiklik olduğunu farkedince, bunun gözlük numarasının değişmesine
bağlı olduğunu zannederek doktoruna başvuracak ve muayenede katarakt
olduğu ortaya çıkacaktır.

KATARAKTIN BELİRTİLERİ NELERDİR ?

Katarakt, göz merceğinin değişik bölgelerinden başlar ve buna göre de
hasta farklı görme şikayetleriyle doktora başvurur. Hastaların tümünde
ortak şikayet, görmenin azalması ve bulanık görmedir. Fakat, hastaların
bazısı ışıkta değil, loş ortamlarda daha iyi gördüklerini belirtirler.
Bazısı da görmesinin sürekli bulanık olmasından ve giderek daha
kötüleştiğinden, bazısı da iyi okuyamadığından şikayet eder. Bazı
katarakt türlerinde görülen tipik bir görme şikayeti de gözün miyop
hale gelmesidir. Bu hastalar, eskiye göre yakını daha iyi gördüklerini,
hatta kitap-gazete okurken yakın gözlüklerine gerek duymadan çıplak
gözle daha iyi gördüklerini ifade ederler. Uzak için hipermetrop gözlük
kullanan hastalarda bu gözlüğe ihtiyaç duyulmadığı görülür. Bu hastalar
muayene edildiklerinde gözlükleri hipermetrop ise gözlük numarasında
düşme, miyop ise numarada yükselme olduğu izlenir. Önceleri, gözlük
yardımı olmaksızın yakını daha iyi gördüğünü farkeden hasta, bu
durumdan memnun olur. Fakat zamanla görmesinin bulanıklaştığını ve uzak
mesafeyi daha kötü görmeye başladığını anlayınca, doktora başvurmak
zorunda kalır.

KATARAKT HANGİ YAŞLARDA GÖRÜLÜR ?

Katarakt genellikle bir yaşlılık hastalığı olarak bilinir. Bu doğrudur,
kataraktlı hastaların %90′ından fazlası 60 yaşın üzerindeki kişilerden
oluşur. Fakat, kataraktın sadece yaşlılarda görüldüğü sanılmamalıdır.
Katarakt, daha küçük oranlarda olmak üzere her yaş grubunda
görülebilir. Örneğin yeni doğan bebeklerde doğuştan katarakt adı
verilen bir katarakt türü görülebildiği gibi çocuklarda, gençlerde ve
orta yaşlılarda katarakta rastlanabilir. Dolayısıyla, hangi yaş
grubunda olursa olsun görme bulanıklığı veya azalması olan bir hastada,
akla gelebilecek hastalıklardan biri kataraktdır.

KATARAKTA YOLAÇAN NEDENLER NELERDİR ?

Katarakta yol açan nedenler çok çeşitlidir. Kataraktların %90 gibi
büyük çoğunluğu yaşlılık kataraktı adı verilen ve 60 yaş üzerinde
yaşlılığa bağlı olarak oluşan kataraktlardır. Yaşlılık kataraktında,
kataraktın nedenini aramaya gerek yoktur. Ancak 50 yaşın altındaki
kişilerde görülen kataraktlarda, altta yatan bir sebep mevcuttur. Bu
tür kataraktlar soyaçekimle ilgili olabileceği gibi bazı metabolik
bozukluklar, travmatik nedenler (göze gelen çeşitli fiziksel darbeler)
veya kullanılan ilaçlarla (örneğin kortizonlu ilaçlar) da bağlantılı
olabilir.

BEBEKLERDE GÖRÜLEN KATARAKTIN ÖZELLİKLERİ NELERDİR ?

Yeni doğan bebeklerde, doğuştan katarakt adı verilen bir katarakt türü
görülebilir. Doğuştan katarakt, bir veya her iki gözde de görülebilir.
Doğuştan katarakt da genetik olabileceği gibi hamilelik esnasında
annenin geçirdiği bazı hastalıklar, kullandığı bazı ilaçlar, röntgen
ışınlarına maruz kalma gibi değişik sebeplere bağlıdır. Ayrıca, doğuşta
başlangıç halinde olup çocuk yaşta ilerleyen katarakt çeşitleri de
vardır. Doğuştan kataraktların tedavisi, yaşlılık kataraktına göre
farklılık gösterir. Çünkü doğuştan kataraktlı bebeklerin hemen
hepsinde, zamanında ameliyat edilseler dahi görme tembelliği kalır.
Ayrıca ilk 2 yaş içinde bebeklerde katarakt alındıktan sonra göziçi
merceği yerleştirmenin çeşitli problemlere yolaçabileceği bilindiğinden
2 yaşa kadar olan bebeklerde sadece katarakt alınmakta göziçi merceği
yerleştirilmemektedir. Fakat bu bebeklerde görme tembelliğinin
oluşmaması için gözlük veya kontakt lens kullanması sağlanmalıdır. 2
yaşından sonraki kataraktlarda ise göziçi merceği kullanılabilir. Yine
de bu konuda göz hekimleri arasında değişik düşünceler ve tartışmalar
halen mevcuttur. Ancak, uygulama ne olursa olsun, doğuştan kataraktlı
bebeklerin görme dereceleri %100′e çıkmamakta görmelerinde hafif, orta
veya ağır derecede bir zayıflık kalmaktadır.

KATARAKTIN TEDAVİSİ NASIL YAPILIR ?

Katarakt’ın bugün için tek tedavi şekli cerrahidir (ameliyattır). Çocuk
veya yaşlı kataraktlarının ameliyatlarında teknik olarak bazı
faklılıklar olmakla birlikte katarakt ameliyatında yapılan işlem,
kataraktın alınıp yerine bir göziçi merceği yerleştirilmesinden
ibarettir.

KATARAKT AMELİYATI

Katarakt ameliyatı çocuklarda genel anestezi ile erişkinlerde ise lokal
anestezi ile yapılmaktadır. Lokal aneztezi enjeksiyonla (iğneyle) veya
enjeksiyonsuz (iğnesiz); damla ile yapılabilir. Günümüzde katarakt
ameliyatı, halk arasında ”laserle katarakt ameliyatı” olarak bilinen
tıbbi adı ”FAKOEMÜLSİFİKASYON” veya kısaca ”FAKO
olarak isimlendirilen bir teknikle yapılmaktadır. Bu teknik, halk
arasında ”dikişsiz katarakt ameliyatı” olarak isimlendirilmektedir.
Gerçektende bu teknikte dikiş gerekmemektedir. Dikişli ameliyat olarak
bilinen eski teknikte ise ameliyat yeri dikiş ile kapatılmakta idi.
FAKO ameliyatı, laserle katarakt ameliyatı olarak bilinmektedir. Fakat
burada kullanılan enerji, gerçekten laser enerjisi olmayıp ultrason
(ses titreşimleri) enerjisidir. Fako tekniğinde katarakt, ultrason
enerjisiyle küçük parçalara ayrılıp emilerek tümüyle temizlenmekte,
ancak kataraktın kapsülü yerinde bırakılmaktadır. Yerinde bırakılan
kapsülün içine de, göziçi merceği yerleştirilmektedir. Göziçi
mercekleri sert, katlanabilir olmak üzere iki çeşittir. Katlanabilir
göziçi mercekleri, daha küçük bir kesi yerinden göziçine takılabildiği
için birtakım üstünlükleri vardır. Göziçi mercekleri
polimetilmetakrilat, akrilik, silikon gibi değişik materyallerden
üretilmektedir. Bu materyallerin çeşitli avantaj ve dezavantajları
mevcuttur. Cerrah, bunları ameliyat olacak gözün özelliklerini
gözönünde tutarak hangi tür göziçi merceği kullanacağını önceden
planlar veya ameliyat esnasında da duruma göre plan değişikliği
yapabilir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Empty
MesajKonu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler   Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler EmptyPaz Ekim 11, 2009 4:25 pm

ADDİSON HASTALIĞI:BÖBREKÜSTÜ BEZİ YETERSİZLİĞİ


TEMEL BİLGİLER

TANIMLAMA

Böbreküstü bezinin primer hastalığına bağlı yetersiz çalışması
surumudur.Böbrek üstü bezinin tamamının veya bir kısmının hasarı
nedeniyle oluşur. % 80 vakada bağışıklık sisteminde bozukluk ana
sebeptir. Tüberküloz ikinci sıradadır. AİDS, son yıllarda artan
nedenlerdendir
• Sürrenal krizi- Böbrek üstü bezini yetmezliğinin ani ve şiddetle gelişmesi sonucu oluşan ciddi bir taplodur.
• Genetik: Genetik geçiş ispatlanmıştır.
• Yaş: Her yaşta görülebilir
• Cinsiyet: Kadınlarda daha fazladır

BELİRTİ VE BULGULAR
• Kuvvetsizlik
• Yorgunluk
• Kilo kaybı
• Tansiyon düşmesi
• Deride koyulaşma
• Zayıflama
• Kusma
• İshal
• Soğuğa toleransın azalması

NEDENLERİ
•Bağışıklık sisteminde bozumaya bağlı böbrek üstü yetmezliği
•Sebebi bilinmeyen böbrek üstü bezi yetersiz büyümesi
• Mantar hastalığı (histoplazmoz. blastomikozis)
• Sarkoidoz hastalığıının böbrek üstü bezine sirayet etmesi
• Böbrek üstü bezi içine kanama
• Hemokromatozis hastalığı
• Ameliyatla her iki böbrek üstü bezinin alınması.
• Böbrek üstü bezi tümörleri
• Bazı hastalıklara(Tüberküloz Sarkoidoz vs) bağlı böbrek üstü bezinine protein tabiatında madde birikmesi (Amiloidoz)
•AİDS

RİSK FAKTÖRLERİ
• Bağısıklık sisteminde bozukluğa bağlı Böbrek üstü yetmezliğinde aile hikayesi vardır
• Uzun süre steroid kullanımı, ciddi infeksiyon, travma veya cerrahi işlemler sonrası

TANI

LABORATUAR
• Düşük serum sodyumu (130 mEq/ L'den az)
• Yüksek serum potasyumu (5 mEq/l_'den fazla)
• BUN yükselir
• Kortizol düşer, renin yükselir
• ACTH seviyesi yükselir
• Orta derecede nötropeni

ÖZEL TESTLER
• Cosyntropin adlı madde 0,25 mg damardan injekte edilir.Enjeksiyondan
önce ve sonra kortizol seviyesi ölçülür. Addison hastalığında düşük
veya normal bulunur.

GÖRÜNTÜLEME
• Batın bilgisayarlı tomografisimde böbrek üstü bezlerinde anormal büyüklük veya küçüklük.
• Batın grafisinde böbrek üstü bezinin olduğu bölgede kireçlenme odakları.
• Göğüs grafisi: kalp konturlarının küçülmesi


TEDAVİ
• Ayaktan tedavi hafi veya orta vakalrda yapılır
• Adrenal krizde hastaneye yatırmak şarttır.

GENEL ÖNLEMLER
. Adrenal yetmezliği, glukokortikoid ve mineralokortikoid ile tedavi edilir

AKTİVİTE
Tolore edebildiği kadar

DİYET
Sodyumve Potasyum dengesi sağlayacak diyet önerilir.

TERCİH EDİLEN İLAÇLAR

• Hidrokortizon Fludrokortizon Prednisone gibi kortizon preparatları kullanılır.
• Karaciğer hastalığı olanlarda doz azaltılır.
• Kullanılan doz yavaş yavaş azaltılır

ÖNLEM / KAÇINMA
• Addison hastalığının önlemi bilinmemektedir.

BEKLENEN GELİŞME VE PROGNOZ
• Uygun tedavide sonuçlar iyidir
• Aktuf tüberküloz ve mantar infeksiyonlarında ilaç tedavisi gerekir



KAYNAKLAR
Felig, P., Baxter, J.D, Broadus, A.E., et al, (eds): Endoçrinology and metabolism. 2 nd Ed. New York, McGraw-HİII, I987
• Hershman, J.M.: Endocrine Pathophysiology: A Patient- Oriented Approach, 3 rd Ed Philadelphia, Lea Febiger, I988
Yazarı Dr. E. Lightner
-----------------------------------

Adams stokes sendromu

Geçici komplet kalp bloğuna (İnfranodal AtriyoVentriküler Blok) bağlı
olarak gelişen ve hipotansiyonla beraber ciddi bradikardi veya
asistoliyle sonuçlanan senkop durumudur.
Genel bilgi
Kalpten çıkan uyarının atriyoventriküler düğümü (AV Nodu) normal
geçtiği halde, ventriküllerin özelleşmiş ileti sisteminde / His
demetinde veya kardiyak ileti sisteminin her üç fasikülünde
engellendiği AV blok olarak tanımlanabilecek olan İnfranodal AV Blok,
ileri yaşta olan hastalarda sık görülür. Bayılma ve Konvülsiyon ile
sonuçlanabilir. Eğer bu senkop infranodal bloğa bağlı ise Adams Stokes
Krizi olarak adlandırılır. Adams Stokes Krizi, habersiz ortaya çıkar ve
kısa sürer. Ancak, krizler giderek sıklaşma eğilimi taşır. Dakika nabız
sayısı genellikle 20- 50 arasındadır. Juguler venöz nabızda "Dev A
Dalgaları" farkedilebilir.
Etkilenen sistemler nelerdir ?
Kalp ve Damar Sistemi , Sinir Sistemi
Belirtileri nelerdir ?
Akut bradikardi (20-50/dk)
Hipotansiyon
Solukluk
Pozisyon veya efora bağlı olmayan duygu veya bilinç kaybı
Senkop veya senkopa benzer semptomların aniden oluşumu (çarpıntı olsun veya olmasın)
Juguler venöz nabızda dev A dalgaları.
Nedenleri nelerdir ?
İlaçlar
* Kalsiyum kanal blokerleri
* Beta blokerler
* Digoksin
* Ouabain
* Propafenon
* Klonidin

AV nodu tutan myokardiyal iskemi
Kalp ve ileti sistemini tutan infiltratif veya fibröz hastalıklar (Amiloid,Sifilis, Tümör)
Yaşa bağlı AV nodun dejenerasyonu
Nöromuskuler hastalıklar (myotonik musküler distrofi veya Kearns-Sayre Sendromu)
Risk faktörleri nelerdir ?
Kalsiyum Kanal Blokerleri, Beta Blokerler , Digoksin, Ouabain, Propafenon , Klonidin vb ilaçların kullanımı.
Koroner arteryel hastalık
AV nod disfonksiyonu
Akut myokard infarktüsü (özellikle akut sağ koroner arter oklüzyonu)
Amiloidoz
Chagas hastalığı
Kalbi tutan bağ doku hastalıkları (sistemik lupus eritemotosus, romatoid artrit)
Patolojik bulgular nelerdir ?
Serum digoksin düzeyleri artmış. Serum kardiyak enzimleri artmış. EKG,
olayın monitorizasyonu veya Holter monitorü, yavaşlamış ve ventriküler
kaçaksız geçici tam kalp bloğunu gösterir.
Yapılabilecek testler nelerdir ?
Elektrokardiyografi
Monitorizasyon
Holter Monitorizasyon
Tanısal işlemler nelerdir ?
Koroner iskemiyi ekarte etmek amacıyla koroner kateterizasyon
AV nodu ileti durumunun değerlendirilmesi amacıyla elektrofizyolojik testler
İnfiltratif hastalıktan kuşkulanıldığında myokard biyopsisi
Bakım ve önlemler nelerdir ?
Monitorizasyonun gerektiği durumlarda hospitalizasyon.
Devamlı tedavi, ambulatuar takip.
İşlemler boyunca kardiyak monitorizasyon
İşlemler boyunca mevcut trans-torasik pace
İşlemler boyunca atropin
İşlemler süresince geçici pace-makerin yerleştirilmesi ihtimali
Geçici tam kalp bloğu geri dönüşümsüz olduğu zaman kalıcı pacemaker uygulaması
Tanı konulduğunda tanı ile ilgili ve pace yerleştirildiğinde bununla ilgili hastaya yeterince bilgi sağlanmalıdır.
Tedavi yolları nelerdir ?
Atropin, 1 mg İV puşe tarzında, tam kalp bloğuyla beraber olan
hipotansiyonda verilir. Toplam doz 2 mg oluncaya dek tekrarlanabilir
Epinefrin, 1 mg 1:10.000 İV puşe halinde asistoli ile birlikte olan tam
kalp bloğunda verilir, her 5 dakikada bir tekrarlanabilir.
İsoproterenol damla halinde 1 mg , 250 ml % 5 dextroz veya normal serum
fizyolojik ile dakikada 5 mikrogram perfüzyon şeklinde, atropin
verilmesine karşın hipotansiyon ve bradikardi devam eden hastalarda Tam
infranodal AV Blok için tek tedavi ; sağ ventrikül endokardına ,
ihtiyaç duyulduğu anda uyarı verecek olan demand-pace maker
yerleştirilmesidir

--------------------------------

ağız içi iltihapları stomatitler

Ağıziçinin tipik iltihapları ağızdaki nedenlerden kaynaklanıyorsa
birincil, başka hastalıklardan kaynaklanıyorsa ikincil olarak
nitelenir. Stomatit ağız mukozasının akut ya da kronik biçimde
iltihaplanmasıdır. Ağız mukozasında enfeksiyona yol açabilecek duruma
gelmiş çeşitli mikropların varlığına bağlı olarak gelişir. Kanamalı
Stomatit kolayca kanayan dişeti mukozasının kızarması ve şişmesi ile
kendini belli eder. Çoğu kez genel bir hastalığa, zehirlenmeye ya da
vitamin yetmezliğine bağlıdır

Yunanca'da stoma "ağız", itis "ilti*hap" demektir. Stomatit geniş
anlamıy*la ağız içindeki bütün iltihaplan içerir. Dar anlamıyla ise
gerçek ağız boşluğu mukozasıyla sınırlı olarak kullanılır. İl*tihap
dildeyse glossit, dişeti mukozasındaysa jinjivit adını alır. Ağız
mukozası doğrudan doğruya ağızdaki nedenlerle kolayca hastalanır.
Ayrıca bazı genel hastalıkların da ilk belirtileri ağızda or*taya
çıkar. Bu nedenle ağız içi iltihapları birincil ve ikincil olarak ikiye
ayrılır. İlki başka hastalıklara bağlı olmadan gelişir. İkincil olanlar
başka organlann hastalanmasından sonra ortaya çıkar.

Ağıziçi iltihabının başlıca türleri arasında ağız nezlesi ile eksüdalı,
ülser*li, kangrenli, kanamalı ve aftlı iltihaplar sayılabilir.

• Ağız nezlesi- En sık görülen ve en az zararlı türdür. Ağızdaki
yerleşik bakteri florasının, genel ve yerel çeşitli durum*lara bağlı
olarak hastalık yapabilme ye*teneği kazanmasından kaynaklanır. Her
yaşta görülebilir. Özellikle iyi beslen*meyen çocuklarda, diş çıkaran
bebek*lerde ve kızamık, kızıl, suçiçeği, kızamıkçık gibi döküntülü
hastalıklar sıra*sında ortaya çıkar. Erişkinlerde başlıca nedenleri diş
taşları ve uygun olmayan diş protezlerinin kullanılmasıdır. Sindi*rim
bozuklukları, yüksek ateş, örseleyi*ci yiyecekler, çok sıcak içecekler
ve si*gara da ağızda bu tip iltihap yapabilir. Ağız nezlesinin sık
rastlanan bir başka nedeni vitamin eksikliğidir. Artık iskorbüt ve
beriberi gibi ağır vitamin yet*mezliklerinden kaynaklanan hastalıklar
dengeli beslenme bilinci ve olanakları*nın bulunduğu ülkelerin
gündeminden çıkmıştır. Ama yetersiz ve dengesiz beslenmeye ya da
vücuttaki işlev bo*zukluklarına bağlı olarak gizli vitamin eksikliği
hastalıkları görülmektedir.

Ağız nezlesi genellikle ağız boşlu*ğunda kırmızılıkla ortaya çıkar. Çoğu

kez dil ve dudaklarda yaygın ve tekdüze kızarıklıklar görülür. Hasta
ağzında kuru*ma ve yanma duyar. Yutma ve çiğneme hareketleri güçleşir.
Bu tip ağıziçi ilti*hapları, mikrop öldürücü gargaralar kul*lanılarak
tedavi edilebilir. Ayrıca ağrı ve yanma duyumunu ortadan kaldıran hafif
uyuşturucu ve mikrop öldürücü ilaçlar yararlı olabilir. İltihap vitamin
eksikliğine bağlıysa tedavi eksik olan vitaminle*rin karşılanmasına
dayanır.

• Eksüdahlı ağıziçi iltihabı
Mukozada üstü beyaz renkli ağır bir iltihaplanma biçiminde ortaya
çıkar. Genellikle ülserli stomatitin başlangıcıdır. Başlıca nedenleri
ağız nezlesininkiyle aynıdır. Bazı meslek hastalıkları ve kimyasal
maddelerin yol açtığı kronik zehirlenmeler de ağızda bu tip iltihaba
neden olur. Bunların başında gelen kurşun ve civa zehirlenmeleri
özellikle dişeti ve bazen dil iltihabına yol açar. Ağızdaki
iltihaplanma bütün vücudu etkileyen hastalıkla birlikte tedavi edilir.

• Ülserli ağıziçi iltihabı

Ağız nezlesinden de, eksüdalı ağıziçi iltihabından da ağırdır.
Genellikle salgın biçiminde ortaya çıkar ve ağız boşluğunun temizliğine
özen gösterilmemesi durumunda kolayca bulaşır. İltihap dişçilerinde
başlar. Daha sonra bütün ağza yayılır. Diş köklerine, hatta dudaklara
da yayılan sarımsı bir eksüdaya ve ağrılı şişkinliğe neden olur.
Ülserli ağıziçi iltihabı Fusobacterium ve spiroketlerin etken olduğu
Vincent anjini gibi yutak enfeksiyonlarına bağlı olarak ortaya
çıkabilir. İlk şişkinlik evresinin ardından çok yavaş iyileşen ülser ve
yaraların belirdiği bu tip ağıziçi iltihabında mikrop öldürücü
gargaralar yeterli değildir. Ayrıca antibiyotik ve sülfamitlere dayanan
genel bir tedavi uygulanır; bazı olgularda kortizon da gerekebilir.

• Kangrenli ağıziçi iltihabı
Ülserli tipin son evresidir. Organizmanın aşın ölçüde güçten düştüğü durumlarda görülür ve doku ölümüne yol açar.

• Kanamalı ağıziçi iltihabı
Kanamalarla ortaya çıkan ağız mukozası iltihabıdır. Genellikle ağızdaki
belirli bir nedenden kaynaklanmaz. Pıhtılaşma bozuklukları, karaciğer
ve kalp-damar hastalıkları, zehirlenmeler ve vitamin yetmezlikleri
(niyasin ve C vitamini eksikliği) gibi genel hastalıkların bir
belirtisidir. Akut lösemi, B12 vitamini eksikliğine bağlı kansızlık,
tifo, sıtma gibi hastalıklar sırasında da sık görülür. Tedavi genel
hastalığa bağlı olarak yürütülür.

• Aftlı ağıziçi iltihabı
Çoğu kez virüslerden kaynaklanır. Genellikle süt çocuklarında, gebe kadınlarda ve sindirim

bozukluğu çekenlerde görülür. Bazı insanlarda ceviz, badem, çilek gibi
belirili besinlerin yenmesiyle aftlı oluşumların yinelendiği göz önüne
alınırsa bu hastalığın alerjik bir boyutu da olduğu söylenebilir.

Hastalık titreme ve ateş yükselmesiyle birden ortaya çıkar. Daha sonra
ağız boşluğunda çok ağrılı ülserlere dönüşen sıvı dolu kabarcıklar
görülür. Hastalık hızlı gidişlidir ve 1-2 haftada iyileşir. Gargara
biçiminde bölgesel tedavinin yanı sıra antibiyotikler ve kortizonla
genel tedavi uygulanır.

• Kronik bakteri ve mantar enfeksiyonlarına bağlı ağıziçi iltihabı
Acti-nomyces ağız boşluğunda iltihaba yol açan önemli bir bakteri
grubudur. Bu bakteriler ağızdaki kemik ve kas dokusuna yerleşir.
Oluşturdukları fistüllerden çıkan irin çok miktarda tipik tanecikler
içerir. Bu bakterilerin giriş yollan genellikle diş çürükleridir.

Oldukça sık rastlanan pamukçuk ağızda mantarlara bağlı bir iltihaptır.
Ağız boşluğu mukozasında Candida albicans türü mikroskopik bir mantarın
gelişmesiyle oluşur. Dişetlerini, dili, yanak iç yüzeylerini ve
bademcikleri kaplayabilen kesilmiş süte benzer. Ağızda birbirleriyle
birleşmeye eğilimli beyaz alanlar ortaya çıkar. Kolayca kaldırılabilen
bu oluşumların altında kırmızı bir yüzey görülür. Pamukçuk daha çok
yenidoğanlarda görülür. Yerel olarak uygulanan mantar öldürücü ilaçlar
ve metilen mavisiyle kolayca tedavi edilebilir. Ama bu hastalık zayıf
düşmüş ve organizmanın savunma yetenekleri azalmış yaşlılarda da ortaya
çıkabilir. Bu durumda enfeksiyon derindeki dokulara, yani solunum ve
sindirim mukozalarına yayılabilir.

• İkincil ağıziçi iltihapları
Genel bir hastalığa bağlı olarak ortaya çıkar. Kızıl, kızamık,
kızamıkçık ve suçiçeği gibi döküntülü hastalıklar, iskorbüt ve hemofili
gibi kanamalı hastalıklar, lösemi, agranülositoz ve B12 vitamini
eksikliğine bağlı kansızlık gibi kan hastalıkları, civa, bizmut,
kurşun, gümüş, bakır gibi kimyasal madde zehirlenmesine bağlı çeşitli
meslek hastalıkları sırasında görülür.

Özgül mikropların neden olduğu başlıca ağıziçi iltihaplan şunlardır:
Frengide birinci evre lezyonu, ikinci evreye özgü kabartı ya da
kızarıklıklar ve üçüncü evreye özgü göm (yumuşak şişkinlikler) ve
ülserler biçiminde iltihaplar (frengi stomatiti); veremde ülserler ve
çatlaklarla birlikte görülen iltihaplar (verem stomatiti); cüzamda
zamanla ülserleşen derin düğümcük oluşumlan (cüzam stomatiti);
belsoğukluğunda hastalık etkeni olan gonokoklara bağlı iltihaplar;
difteri, yılancık ve impetigo etkenlerine bağlı ağıziçi iltihaplan.

-----------------------------------------

Ağız kokusu halitosis

Ağız kokusu, insanı olumsuz etkileyen bir durum olarak bilinir.

Erişkinler veya küçüklerin, yaşamlarında mutlaka ağız kokusundan
şikayetçi oldukları zamanlar olmuştur. Bazılarının ise, bu durumdan
şikâyeti kroniktir.

Ağız kokusu; etkilediği bireyler için sosyal ve psikolojik yönden olumsuz bir durum haline gelmiştir.

Kötü ağız hijyeni , dişler üzerindeki gıda birikimi, ağızdaki çürük
kaviteleri , çekim yaraları , ülserler , dental ve tonsiller, apseler
(diş ve bademcikle ilgili apseler) ; gingivitis, periodontitis ve
stomatitis gibi diş eti hastalıkları , ağız kuruluğu , kıllı dil gibi
ağız içindeki problemlerden oluştuğu gibi, üremi , diabetik ketoasidoz
, karaciğer rahatsızlıkları , kronik pulmoner hastalıklar , mide
rahatsızlıkları gibi sistemik nedenlerle de görülebilir.

Diş hekimleri ağız kokusunun, lokal mi, yoksa sistemik faktörlere mi
bağlı olduğunu tespit etmeli ve doğru teşhisi koyup ona göre tedavi
yöntemini belirlemelidir.

Solunum sisteminden gelen hava , ağızdan dışarı yayılırken oral
kavitedeki (ağız boşluğu) kötü kokulu uçucu karışımla birleşerek dışarı
çıkar ve kişilerin kendisini de, çevresini de rahatsız eden hoş olmayan
kokular oluşur.
Bu konuda yapılan araştırmalar sonucunda ağız kokusu vakalarının çoğunluğunun oral kaviteden kaynaklandığı tespit edilmiştir.
Kötü ağız kokusunun oluşmasına etki eden faktörler arasında, tükürüğün önemli rol oynadığı kabul edilmektedir.
Sağlıklı ağızdan alınan tükürüğe göre , periodontitisli ağızlardan alınan tükürüğün daha hızlı kokuştuğu belirtilmiştir.

Aktif periodontitisli hastalardan alınan tükürükte çok parçalanmış
epitel hücresi vardır . Ve bu hücreler önemli ölçüde bakterilerle
kaplıdır. Ayrıca tükürükte zarar görmüş lökositler de mevcuttur.
Lökositler, çok miktarda kükürt taşıyan aminoasitlere sahiptir ve
bunlar uçucu sülfür bileşiği üretiminde kullanılırlar. Lökositler,
periodontal hastalıklar sırasında göç ederek , periodontal hastalıklı
bireylerin tükürüklerinda artarlar.

Hem oral mukazadan serbest epitelyal hücreler , hem mikroorganizmalar,
hem de lökositler bakteri plağına dahil olup dilin arka yüzüyle ,
dişlerin fizyolojik ve mekanik temizlemeye uygun olmayan bölgelerinde
toplanır. Periodontitisli hastalarda bu duruma bir de dişetlerinden
oluşan kanamanın eklenmesi ile tablo daha da ağırlaşır.

Ağız kokusu oluşumu tükürük akımının azalması , uzun süre besin ve sıvıların alınmamasına da bağlıdır.

Uyku hali buna iyi bir örnektir. Sabah kalkınca hissedilen ağız kokusu bu durumla ilgilidir.

Aşırı tütün içimi, özellikle sigara tüketimi yalnızca kötü kokulu nefes
oluşturmakla kalmayıp , bir de kıllı dil durumuna yol açar ki bu da
besin artıklarının ve tütün kokusunun tutulmasına neden olur. Ayrıca
tükürük salgısında azalma ve hastalık durumunun şiddetle artışına neden
olur. Dilin arka bölümü mekanik olarak temizlenemediği için birikimler
orada oluşur. Çoğu ağız kokusu durumlarının tedavisine dilin
fırçalanması ile başlanır.

Protez dişler, uygun yapılmamış kuron ve köprüler, ağız dokusuna uygun olamayan materyaller de ağız kokusunu oluşturan faktörlerdendir.

Halitozis oluşturabilecek diğer durumlarsa postnatal sızmayla
karakterize kronik sinüzitis , faranjitis, tonsillitis, sifilitik
ülserler, burun tümörleri , ağız tümörleri , kronik bronşitis ve
orofarengial kavitelerin habis neoplazmalarıdır.

Nefesteki kokunun yoğunluğu yaşla birlikte artar. Ayrıca farklı yaş grupların spesifik ağız kokuları tespit edilmiştir.

Buna göre yaşları 2-5 yıl arasında değişen küçük çocuklar,
tonsillerinde barınan besin ve bakterilerden ötürü oluşan bir ağız
kokusuna sahiptir.
Orta yaş grubundaki kişilerde çok şiddetli biçimde sabah nefes kokusu oluşur.
İleri yaş grubundakilerde ise ağız kokusu temiz olmayan protez ve akışkanlığını yitiren tükürüğün kokuşmasından kaynaklanır.

Sistemik hastalıklar sonucunda da ağız kokusu oluşur. Bu durumun en iyi
bilinen örneği diabettir. Bu hastalarda ağızdan aseton , tatlı, meyva
kokusu duyulur.
Nefesteki amonyak ve idrar kokusu , üremi ve böbrek yetmezliğini akla getirmektedir.
Ciddi karaciğer yetmezliğinde nefes tatlımsı bir amin kokusu , taze kadavra kokusuna benzemektedir.
Tatlı bir asit kokusu, akut romatizmal ateşi çağrıştırır. Kötü kokuşmuş
nefes , çürümüş et kokusuna benzer , bu da akciğerin apseleşmesine ya
da bronş iltihabının yayılmasıyla oluşan bronşiyektaziye işaret eder.
Gastrointestinal bozukluklarda da nefes kokusu kötüdür. Duygusal
yıkımlar da sindirimi etkiler ve vücut kimyası bazen nefesi
etkileyebilir.

C vitamini yetersizliği ile oluşan Kronik skorbüt hastalığı olan kişilerde de kötü kokulu nefese rastlanır.

Yenilen yiyecekler de ağız kokusunda önemli rol oynar. Bir vejeteryan,
çok fazla et yiyen bir kişiden daha az halitozise sahiptir. Çünkü
sebzelerde protein maddelerin yıkım ürünleri çok azdır.

Et genellikle yağ içerir ve gastrointestinal sistemde oluşan uçucu yağ
asitleri kana absorbe edilip nefesle salgılanır. Sarımsak, soğan ,
pırasa, alkol vb. maddelerin dolaşım sisteminde önce absorbe edilip
sonra da akciğerlerce hava olarak dışarıya verilmesiyle kötü koku
oluşur. Aşırı alkol içimi mikrobiyal floranın değişiminde başlıca rol
oynar ve halitozis oluşturan koku fermente edici organizmaların
poliferasyonuna neden olur.

Açlıkta oluşan ağız kokusu; pankreatik sıvının midede açlık periyodunda
bozuşmasından kaynaklanır. Bu kokunun giderilmesi kolaydır. Hatta diş
fırçalamasıyla bile ortadan kaldırılabilir.

İlaçların sistemik etkisine bağlı olarak da halitozis oluşabilir. Bazı
antineoplastik ajanlar, antihistaminler, amphetaminler, trankilizanlar,
diüretikler, fenotiaminler , atropin benzeri ilaçlar tükürük üretimini
azaltırlar ve böylece oral kavitenin kendi kendini temizleme yeteneği
azalmış olur ve buna bağlı halitozis oluşur.

Yaşlanma, çok sigara içimi , tükürük bezi aplazisi, 800 raddan fazla
radyasyon tedavisi, kadında menopoz, yüksek ateş, dehidratasyonlu
sistemik ve metabolik rahatsızlıklar, aşırı baharat kullanımı ağız
kuruluğuna neden olur ve bu yüzden de halitozis oluşur.

Diş hekimi ağız kokusunun tanımını yapmak için önce iyi bir muayene
yapmalı, aldığı anamnezleri dikkâtlice incelemeli , basit yöntemlerle
koku ayrımını yapmalıdır.

Sistemik hastalıklarda oluşan kokular için medikal konsültasyona
gidilmelidir. Kokuların lokal ya da sistemik faktörlerden oluştuğunun
belirlenmesi oral kaviteden veya akciğerlerden kaynaklandığının
belirlenmesi için hastaya basit bir yöntem uygulanır.

Diş hekimi hastadan dudaklarını sıkıca kapatmasını ve nefesini burun
deliklerinden bırakmasını ister. Bu durumda koku on cm. uzakta duran
başka bir kişi tarafından değerlendirildiğinde, koku varsa sistemik
faktörlerden kaynaklanıyor demektir.

Hasta parmakları ile burnunu tıkayıp , dudaklarını da kapatıp soluk
vermeyi bir an için durdurduktan sonra açıp soluk verdiğinde koku ağız
yoluyla ortaya çıkıyorsa kokunun oral kavitedeki lokal faktörlerden
kaynaklandığı söylenebilir.

Koku bu şekilde basit bir yöntemle değerlendirilebileceği gibi,
denemesi ve tekrarı kolay olan gaz ölçen monitörlerle de ölçülebilir.
Yapılan klinik çalışmalarla lokal faktörlerin neden olduğu ağız kokusu
olgularının %90’nın başarı ile tedavi edileceği tespit edilmiştir.

Patolojik ve nonpatolojik orijinli halitozis genellikle patolojik
durumun tedavi edilmesi ve oral hijyenin iyi derece de yerine
getirilmesi ile düzelir.

Periodontal ceplerin yok edilmesi , oral hijyenin geliştirilmesi gıda
birikimine sebep olan yerlerin düzeltilmesi, çürük dişlerin tedavisi ,
restorasyonun mümkün olmadığı durumlarda diş çekimi , diş eti
hastalıklarının tedavisi ile ağız kokusu ortadan kaldırılır.

Yemek sonrası dil ve dişlerin fırçalanmasıyla da ağız kokusu etkili oranda azaltılabilir.

Ağız kokusunu oluşturan bileşenlerin birincil alanı dildir. Sabah
şiddetli ağız kokusundan şikayet eden kişilerde dişlerin ve dilin yemek
sonrası fırçalaması ve ağzın bir gargara ile çalkalanması ile sorun
kontrol altına alınabilir.

Protez kullananlar protezlerini fırçalayarak ve dezenfektan solüsyonlarda tutarak temizlemelidirler.

Ağız kokusunu önlemek için doğal kaynaklardan da yararlanılabilir. Nane
bunlardan biridir. Naneli sakızlar, şekerler kullanılabilir. Nanenin
tükürük üzerinde de etkisi vardır. Naneli ürünlerin emilmesi tükürük
oranını artıracak, tükürüğün alışkanlığını düzenleyecek , yiyecek
artıklarının böylelikle uzaklaşması bir ölçüde sağlanacaktır.
Sakız çiğnemek, çiğneme kasları , yanak ve dilin çiğneme hareketleri
ile yakından ilgilidir. Sakız besin artıklarının taşınması ve
uzaklaştırılması ile oral kavitenin temizlenmesini sağlar.

Ağız suları, kokulu ürünler, naneli ağız spreyleri nefesteki kokuyu geçici olarak önlemeye yarayacaktır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Empty
MesajKonu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler   Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler EmptyPaz Ekim 11, 2009 4:25 pm

Aids

HIV Nedir Ve Nasıl Bulaşır?

HIV kelimesinin açılımı Human Immunodeficiency Virüs'tür (İnsanların
Bağışıklık Sisteminin Çökmesine Neden Olan Virüs). Bu ifade, bağışıklık
sisteminin zayıflamasına yol açabilen bir virüs anlamına gelmektedir.
Bağışıklık sisteminiz normalde, sizi bakteri ve virüs gibi mikroplardan
korur. HIV, vücut sıvıları yoluyla bulaşır. HIV virüsü taşıyan
birisiyle korunmadan seks yaparsanız veya aynı iğneyi paylaşırsanız HIV
virüsü size de bulaşır. Ya da HIV virüsü taşıyan bir anne HIV'i
bebeğine bulaştırabilir.
HIV Nedir?

HIV, AIDS'e yol açan virüstür. HIV, Human Immunodeficiency Virus
(Bağışıklık Sisteminin Çökmesine Neden Olan Virüs) kelimelerinin
kısaltmasıdır.

HIV virüsü taşıyan insanlar "HIV pozitif" veya "HIV enfeksiyonlu" olarak adlandırılır.

HIV virüsü, bağışıklık sisteminize zarar vererek sizi hasta eder.
Bağışıklık sistemi vücudunuzu mikroplardan korur. Bağışıklık sisteminiz
çalışmadığında, mikroplar sizi daha kolay hasta edebilir.

Ancak, hasta görünmeyebilir veya hissetmeyebilirsiniz. HIV virüsü taşıdığınızı bile bilmeyebilirsiniz.

AIDS Nedir?

AIDS, HIV virüsü bağışıklık sisteminizi zayıf hale getirdikten sonra
ortaya çıkan hastalıktır. AIDS, Acquired Immunodeficiency Syndrome
(Edinilmiş Bağışıklık Yetersizliği Sendromu) kelimelerinin
kısaltmasıdır.

AIDS hastası insanlar, bağışıklık sistemi güçlü olan insanları
etkilemeyen mikroplar nedeniyle kötü enfeksiyonlara yakalanırlar. AIDS
hastası olmadan yıllar önce HIV virüsü almış olabilirsiniz.

HIV Virüsü Kadınlara Nasıl Bulaşır?

HIV virüsü iki temel yolla bulaşır.

1. Seks

HIV vücudunuza HIV virüsü taşıyan birisinin kanı, spermi veya vajinal
akıntıları yoluyla bulaşır. Bu durum, vajinal, anal veya oral seks
sırasında gerçekleşebilir.

Lateksten yapılmış bir prezervatif kullanarak HIV virüsünden
korunabilirsiniz. Doğum kontrol hapları ve lateks olmayan
prezervatifler, sizi HIV virüsünden koruyamaz.
HIV virüsü hem bir erkekten hem de bir kadından bulaşabilir. Herhangi
bir cinsel hastalığınız varsa HIV virüsünün size bulaşma ihtimali daha
yüksektir.

2. İlaçlar

HIV virüsü taşıyan birisiyle kirli bir iğneyi paylaşırsanız, virüs
bulaşabilir. Dövme ve vücuda piercing yaptırma işlemlerinde kullanılan
iğneler, temiz değilse HIV bulaştırabilir.

HIV Kadınlara Nasıl Bulaşır
Bir Erkekle Seks %36
İğne Paylaşımı %14
Sebebi Bilinmiyor %50


HIV ile ilgili Uyarı İşaretleri

Bazı HIV virüsü belirtileri şunlardır :

Öksürme, ishal, kilo kaybı, gece terlemesi, yorgunluk hissi
İlginç renkli veya kokulu bir vajina akıntısı
Yinelenen veya kalıcı vajina enfeksiyonları
Vajinada veya vajina çevresindeki yara veya acı
Adet dönemlerinde ani bir değişim
Adet dönemleri arasında karın ağrısı
Seks sırasındaki olağandışı acı veya ağrı
Dilinizde veya ağzınızın içinde beyaz noktalar veya yaralar


HIV Testi Yaptırma

Aşağıdaki durumlar sizin için geçerliyse HIV testi yaptırmalısınız:
İğneleri paylaşıyorsanız
Eşiniz ilaç kullanmışsa veya kullanıyorsa
Vücudunuzda herhangi bir HIV belirtisi varsa
Prezervatif kullanmadan seks yaptıysanız da test
yaptırmalısınız. Test yaptırmak basit ve kolaydır. Test sonucunda virüs
taşıyıp taşımadığınızı öğrenebilirsiniz. Ancak, virüsün bağışıklık
sisteminize ne kadar zarar verdiğini öğrenemezsiniz.

Nasıl Test Yaptırabilirim

Bazı yerlerde, adınızı vermeniz gerekmez, testin sonuçları yalnızca size bildirilecektir.
Diğer yerlerde, sonuçlar sağlık yetkilinize veya danışmanınıza da
bildirilir. Ancak, sağlık yetkilileri genellikle siz izin vermedikçe
sonuçları başkasına vermezler.
Tedavi Olma
HIV için herhangi bir tedavi bulunmamaktadır. HIV virüsü
taşıyan binlerce kişide yapılan çalışmalar, kombinasyon tedavisinin,
insanların daha iyi hissetmesine ve daha uzun yaşamasına yardımcı
olabildiğini göstermiştir.
Bir doktorla, hemşireyle veya danışmanla konuşun. Tedavi seçenekleri hakkında size daha fazla bilgi verebilir.
Gereken Cevapları Alma
Bugün, birçok yerde AIDS testi yaptırabilir ve AIDS konusundaki sorularınıza yanıt alabilirsiniz:
Sağlık bakanlığına bağlı birimlerde veya yerel sağlık kuruluşlarında
Devlet kliniklerinde
Özel doktorlarda
Özel laboratuarlarda
Birçok devlet kliniğinde
test işlemi ücretsiz olarak veya çok az bir ücretle
gerçekleştirilmektedir. Ayrıca, doktorunuz da HIV testi yapabilir ve
sonuçları verebilir. Evde test yaptığınız takdirde sonuçlar için
danışabileceğiniz yerler bulunmaktadır.

Hamile olan veya hamile kalmayı planlayan kadınlar için daha fazla bilgi verilebilir.


HIV Virüsüyle Nasıl Savaşabilirsiniz?

HIV virüsü taşıdığınızı bir kere öğrendikten sonra, sağlık uzmanlarıyla
birlikte hareket etmeniz her zaman çok önemlidir. Nasıl yürüdüğünü
biliyorsanız, tedavinize devam etmek her zaman daha kolaydır. Virüs
nasıl çoğalıyor? İlaçlar, virüsle savaşmanıza nasıl yardım ediyor?
Virüsünüzün ve ilaç tedavinizin ne durumda olduğunu daha iyi anlamanıza
yardımcı olmak için bu soruların cevapları verilmiştir.

HIV de dahil olmak üzere virüsler, kendi kendilerini kopyalayamazlar,
çoğalamazlar.Varlığını sürdürmek için HIV virüsünün vücudunuzdaki
sağlıklı bir hücreyi işgal etmesi gerekmektedir
HIV virüsü, CD4 hücrelerini işgal etmeye eğilimlidir. CD4 hücreleri
vücudun bağışıklık sisteminin sizi hasta edebilecek mikrop ve virüslere
karşı korumasına yardımcı olan özel hücrelerdir

SIK SORULAN SORULAR:

Ben HIV (+) Bir Kişiyim. Bu AIDS Hastası Olduğum Anlamına mı Geliyor?

"HIV (+)" test sonuçları, sizin AIDS'e neden olan virusla (HIV) enfekte
olduğunuz anlamına geliyor. CD4+ T hücre sayınız 200hücre/mm3'ün altına
düştüğünde ve/veya AIDS ile ilişkili bir hastalık (fırsatçı
enfeksiyonlar ve Kaposi Sarkomu gibi) gelişirse HIV AIDS hastalığına
doğru ilerler.

CD4+ T Hücre Sayısı Ne Demektir?

CD4+ T hücre sayısı kişinin ölçülen CD4+ T hücre miktarı demektir. HIV
kişinin bu hücrelerini enfekte eder ve çoğalmak (kendi kopyasını yapar)
için bu hücreleri kullanır. Bu hücreler zarar gördükçe kişinin
bağışıklık sistemi zayıflar ve kişi fırsatçı enfeksiyonlara
(bakteriyel, viral, parazit ve mantar gibi) daha çabuk yakalanır.

Viral Yük Nedir?

Viral yük insanın kanında bulunan virus (HIV) miktarıdır. Yüksek
miktarda viral yükü olan olan kişi, düşük viral yükü olan kişiden daha
çabuk AIDS geliştirir.

CD4+ T Hücresi Nedir?

CD4+T hücrelerine, akyuvarlar, T yardımcı hücreleri de denilmektedir.
İnsan bağışıklık sisteminde diğer hücrelerle birlikte hastalıklara
karşı savaşırlar. HIV, çoğalmak için bu hücreleri kullanır. Sağlıklı
bir kimsede CD4+T hücre sayısı 800-1200/mm3 kadardır.

Hangi Testler Yapılabilir?

Türkiye'de kan ve kan ürünlerini toplayan ve saklayan merkezlerde (Kan
Bankaları-Kızılay Kan Merkezi gibi) alınan her kan bağışında, HIV,
Hepatit-B ve Hepatit-C virus antikorları veya antijenleri açısından
tarama yapılması kanunen gereklidir.

Nerelerde Bakılabilir?

Tanı ELISA yöntemiyle konur. ELISA virusun bulaşmasından sonra 10-12 haftada sonuç verebilir.

HIV tedavisine başlamadan önce doktorunuz tam bir hikaye almalı, fizik
muayene yapmalı ve kan testlerini istemelidir. Bu testler tam kan
sayımı, viral yük testi ve CD4+ T hücre sayımını içerir. Ayrıca
enfeksiyonlar için gerekli diğer testler (sifiliz, tüberkülin deri
testi, toksoplazma antikor testi ve kadınlar için jinekolojik Pap Smear
testi) yapılmalıdır. Viral Yük testi ve CD4+ T hücre ölçme testi, HIV
tedavisine başlamadan önce mutlaka yapılmalıdır.

Nasıl Bir Doktora Gitmeliyim?

HIV tedavisi kompleks bir tedavi olduğundan doktorunuzda HIV ve AIDS
tedavisi konusunda uzman olmalıdır. Tedaviniz hakkında karar verirken
yakından çalışabileceğiniz birine ihtiyacınız olur ve bu yüzden
kendinizi rahat hissedebileceğiniz bir kişi olmalıdır. Bu HIV
tedavisinin yararları ve riskleri hakkında herşeyi rahatlıkla
sorabilmeniz için önemlidir. Ayrıca Türkiye 'de AIDS tanı ve tedavisi
hakkında sizi yönlendirebilecek ve yardımcı olabilecek merkezler
bulunmaktadır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Empty
MesajKonu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler   Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler EmptyPaz Ekim 11, 2009 4:26 pm


Tanım:
Akalazya yemek borusunun (özafagus) motilite bozukluğu olarak
tanımlanabilir.Yutma esnasında özefagus alt sfinkteri tamamen gevşemez
ve peristaltizm durur.

Etiyoloji:
Primer akalazyanın etiyolojisi bilinmemektedir.Sekonder gelişenlerde
ise başlıca nedenler pankreas, bronş, prostat, özefagus kanserleri ve
lenfomalardır.

Klinik:
Başlıca belirti yutma güçlüğü (disfaji) dir.Erken dönemde elma, muz,
et, taze ekmek, bazende soğuk içecekler hastalığı başlatıcı nedenler
olarak hasta tarafından ifade edilir. Hastada sindirilmemiş besinlerin
rejurjitasyonu dikkat çekicidir. Uyku sırasındaki rejurjitasyınlar
aspirasayon pnömonilerine neden olabilir.Retrosternal ağrının varlığı
akalazyanın hipermotil tipine özgüdür.

Radyoloji:
Megaözefagus vardır. Göğüs boşluğunda geniş bir gölge şeklinde
gözlenir. İçi sıvı ile dolu lümeni kol kalınlığında olabilir. Kontrast
madde ile çekilen grafilerde özefagus alt ucu huni şeklindedir; üst
kısımlar ise dilatedir. Endoskopik incelemede peristaltizmin olmadığı
izlenir.

Tedavi:

Kalsiyum Antagonistleri: Özefagus alt sfinkterine selektif etkili bir
anti spazmodik ilaç yoktur. Bu amaçla en çok kullanılan ilaç
nidilattır. Sublingual alındıktan 1 saat kadar sonra sfinkter basıncını
%50 azaltır.Diğer kalsiyum antagonistlerinden oral alınanlar mideye
geçemediği için emilemezler ve etkisiz kalırlar. İzosorbitdinitrat gibi
daha güçlü nitratlarda vardır ancak yan etkileri daha fazladır; ancak
ağrılı spazmlarda faydalı olabilir.

Dilatasyon: Balon dilatasyon ile başarı sağlanabilir.

Cerrahi: Medikal tedaviye ve dilatasyona yanıt vermeyen vakalarda
uygulanır.Yapılan ameliyat Heller ameliyatıdır ve myotomiden ibarettir.

-------------------------------------------------

akciğer kanseri

TEMEL BİLGİLER
TANIMLAMA
• Sık görülen akciğer kanserleri iki geniş
gruba ayrılabilir:
1-Küçük hücreli dışı kanser: skuamöz hücreli kanser, (en sık); adenokarsinoma ve large
cell karsinoma
2-Küçük Hücreli kanser
• Diğer akciğer habis tümörleri i çok sayıda fakat nadirdir (lenfoma: blastoma. sarkom.vs).
Görülme sıkılığı: Her yıl 175.000 yeni vaka ,100.000 70 kişi.
Yaş: 50-70 yaş
Cinsiyet: Erkek > Kadın

BELİRTİ VE BULGULAR
• Öksürük
• Nefes darlığı
• Kanlı balgam
• Egzersiz kısıtlaması
• Göğüs ağrısı
• Ses kısıklığı
• Hırıltılı solunum
• Kol/omuz ağrısı
• Yutma güçlüğü
• Kemik ağrısı
• Kilo kaybı
• Kansızlık

NEDENLERİ
• Sigara (% 90 dan daha fazla)
• Asbeste maruz kalma
• Halojen eterler
• İnorganik arsenik
• Radyoizotoplar
• Hava kirliliği
• Diğer metaller

TANI

LABORATUAR
• Tam kan sayımı
• Sodyum,potasyum,kalsiyum ve karaciğer enzim anormalliklerini araştırmak gerekir.
• Pıhtılaşma faktörleri ve testleri yapılmalıdır.

ÖZEL TESTLER
• Elektrokardiogram
• Solunum fonksiyon testleri
• Egzersiz testi
• Stres talyum veya Persantin sintig raf ileri

GÖRÜNTÜLEME
•Akciğer grafisi,Göğüs bilgisayarlı tomografisi, perfüzyon
sintigrafisi
•Başka organlara atladığı düşünülüyorsa,Batın ve Beyin tomografisi,Kemil sintigrafisi

TANI İŞLEMLERİ
• Fiberoptik bronkoskopi(Bronş içinde ucunda kamera olan bir borula girip inceleme gerekirse biyopsi yapmak)
• ince iğne aspirasyon biopsisi.(Göğüs kafesinden iğneyle girip Akciğerdeki tümörden parça alınması işlemi)
• lenf düğümü biopsisi, gereğinde.

TEDAVİ
• Küçük Hücreli Akciğer Kanserine Işın tedavisi ve kemoterapi yapılır.
• Küçük Hücre Dışı Akciğer kanserinde önce hastalığın evrelemesi ve
yayılma durumu tespit edilir.Daha sonra cerrahi tedavi ve/veya
ışın-kemoterapi yapılır.
• İmmunoterapi
• Gereğinde ağrı tedavisi

HASTANIN İZLENMESİ
Cerrahi olarak tümörün çıkarılabildiği vakalarda,
• ilk sene 3 ayda bir
• ikinci sene 6 ayda bir
• Üçüncü ile beşinci sene arası yılda bir izleme yapılır.

Cerrahi olarak tümörün çıkarılamadığı vakalarda,
• rahatlatma amacıyla için gerektiği kadar izleme yapılır.

ÖNLEM/KAÇINMA
• Sigaranın bırakılması
• Asbestden kaçınma


BEKLENEN GELİŞME VE PROGNOZ
• Evre I. skvamöz/ adeno/ large celi kanserlerde, cerrahi sonrası 5 yıllık sağkalım % 50
• Evre II, skuamöz kanser için cerrahi sonrası 5 yıllık sağkalım % 33
(evre II-B cerrahi sonrası 5 yıllık sağkalım % 15) ve adeno / large
celi için % 20
• Not: Cerrahi öncesi evreleme tam kesin olmadığı için 5 yıllık sağkalımi rakamları daha düşüktür.
• Eğer Tümör cerrahi olarak çıkarılamıyorsa , prognoz kötü olup ortalama % yıllık sağ kalım 8-14 aydır.
Akciger kanserleri sik rastlanan ve önemli bir hastalik midir?

Tüm dünyada erkeklerde ve ayni zamanda dünyanin bir çok ülkesinde
kadinlarda en sik rastlanan kanser türüdür. Bir çok kanser türünde
giderek azalma söz konusu iken akciger kanserine rastlanma sikligi
maalesef giderek artmaktadir. Tüm dünyada erkek ve kadinlarda halen en
öldürücü kanser türüdür. Genel ölüm nedenleri arasinda dünyada ikinci
sirada yer almaktadir.

Akciger Kanserinin sebebi nedir?

En iyi bilinen neden sigara içilmesidir. Bazi mesleklerde çalisma, hava
kirliligi, radyasyon, genetik faktörler, beslenme aliskanliklari gibi
adi geçen diger nedenlerin hiç birisi sigara ile mukayese edilecek
kadar önemli degildir.

Ak toprak kanser yapar mi?

Ülkemizin bazi yörelerinde bulunan ak toprak, gök toprak olarak bilinen
asbest veya zeolit içeren toprakla temas akciger kanseri yapmaktadir.
Duvar sivama ve yer döseme amaçli kullanilan ve bebeklerin altina konan
bu topragin bulundugu alanlarda yasayanlarda akciger ve akcigeri örten
zardan köken alan kanserlere çok sik rastlanmaktadir.

Akciger kanseri bir meslek hastaligi midir?

Evet. Bazen akciger kanseri bir meslek hastaligi seklinde ortaya çikar.
Örnegin radyolog hekimler ve diger radyasyonla çalisanlarda ve asbest
sanayiinde çalisanlarda akciger kanserleri çok daha fazladir. Asbest
bir ses ve isi yalitim maddesi olarak sanayide kullanilmaktadir. Bu is
kollarinda (fren ve balata üretimi, gemi ve uçak sanayii, asbestli
tugla ve yapi malzemeleri üretimi gibi...) çalisanlarda akciger
kanserleri bir meslek riski olarak ortaya çikmaktadir.

Akciger kanserinin sigaradan oldugu kesin midir?

Kuskusuz. Sigara ile akciger kanseri arasindaki sebep-sonuç iliskisi
dogru orantilidir. Bir kisi sigaraya ne kadar erken yasta baslarsa,
günde ne kadar çok sayida ve ne kadar uzun süre sigara içerse, içtigi
sigaradan ne kadar derin dumani içine çekerse akciger kanseri olma
riski o kadar fazladir.

Sigara içmeyen akciger kanseri olmaz mi?

Olabilir. Ancak bu, çok daha az rastlanir bir durumdur. Oysa, sigara
içen bir kisinin akciger kanseri olma riski içmeyene göre 13 ile 22 kat
daha fazladir.

Akciger kanserlerinin hepsi sigaradan mi olusmaktadir?

Akciger kanserlerinin %95' inde sebep sigaradir.

Önlenebilir kanser ne demektir?

Bazi hastaliklarin -örnegin genetik hastaliklar gibi- nedenleri çok iyi
bilinmez yada, bilinse bile bunlardan kaçinmak olasi degildir. Oysa
diger bazi hastaliklar degistirilebilir çevresel faktörlerle
-mikroorganizmalar, beslenme aliskanliklari, is ve çalisma kosullari,
hava kirliligi gibi- iliskilidir. Bu faktörler kontrol altina
alinabilir ve degistirilebilirse hastalik önlenebilmektedir.

Akciger kanseri olmamak için ne yapmaliyim?

Akciger kanserleri sigarayla ortaya çiktigindan önlenebilir kanser türü
olarak kabul edilmektedir. Sigara kullanmamakla bir kisi akciger
kanseri olma olasiligini çok büyük ölçüde ortadan kaldirmis olmaktadir.

Akciger kanseri irsi midir?

Ailede akciger kanseri öyküsünün olmasi sigara içmemek için en önemli
nedenlerden birisidir. Çünkü akciger kanserinin ortaya çikisinda
genetik faktörler de rol oynamaktadir. Amcanizin, babanizin,
kardesinizin akciger kanserine yakalanmis olmasi eger sigara
içiyorsaniz sizin için bir erken uyaridir. Bu uyariyi dikkate
almazsaniz sizin yakinlariniz da sizin yasadiginiz türden bir aciya
hazirlikli olmalidirlar.

Hiç bir sikayetim yok. Yine de korkmali miyim?

Saglikla ilgili her hangi bir yakinmanizin olmamasi çok güzel. Ancak,
bu yaniltici olabilir. Bazen hastalik uzun süre kendini belli etmeden
ilerleyebilmektedir. Sigara içiyorsaniz korkmalisiniz! Gerçekten sizi
rahatlatacak bir sözü söyleyebilecek durumda degiliz.

Üç yil sigara içip biraktim. Kanser olma ihtimalim ne kadar?

Sigaranin kanser yapici etkisi uzun yillar kullanildiktan sonra kendini
göstermektedir. Sigara içen bir kisi sigarayi kaç yil içerse içsin
biraktiktan sonra akciger kanseri olma riski giderek düsmekte ve 5-10
yil içerisinde hiç içmeyenlerle ayni oranda risk tasir duruma
gelmektedir.

Akciger kanserinin belirtileri nelerdir?

Tüm kanserlerde oldugu gibi kilo kaybi, halsizlik, istahsizlik yaninda;
öksürük, balgam çikarma, kan tükürme, gögüs agrisi, nefes darligi,
hiriltili solunum gibi akcigerlerle iliskili yakinmalar olabilir.
Bunlara bazen kanserin diger organ ve dokulara yayilmasina bagli olarak
vücudun degisik alanlarinda agrilar, yutma güçlügü, bas agrisi, görme,
denge bilinç bozukluklari vs gibi bir çok farkli sikayetler eklenebilir.

Bunlarin hepsinin birlikte olmasi gerekli midir?

Hayir. Bazen hiçbirisi bulunmayabilir veya bir ikisi bulunabilir. Bazen
de bu yakinmalar vardir ancak, hasta akciger kanseri degildir. Bu
belirtilerin hiç biri kansere özgül degildir.

Ne zaman doktora gitmeliyim?

Eger uzun yillar sigara içiyorsaniz, yasiniz 40' in üzerindeyse ve
yukaridaki yakinmalarin biri veya bir kaçi mevcut ise hekime
basvurmaniz ve akciger kanseri bakimindan degerlendirilmeniz önerilir.

Akciger kanseri nasil teshis edilir?

Yukarida bahsedilen belirtilere sahip bir kisinin öncelikle gögüs
röntgeninin çekilmesi ve balgam incelemesinin yapilmasi ilk adimdir.
Bunu bronkoskopi ve bilgisayarli tomografiler vd tetkikler izler.

Bronkoskopi nedir?

Agiz veya burundan ince ve bükülebilir, isikli hortum veya rijit
borularla (!) akcigerlerimize kadar girilip solunum yollarimizin içten
gözlenerek muayenesidir.

Bronkoskopi ne ise yarar?

Solunum yollarinda yerlesmis hastaliklarin teshisi ve tedavisi için
kullanilan bir yöntemdir. Hastaligin dogrudan görülebilmesine, hasta
alandan biyopsi vb islemlerin yapilarak teshis konulmasina yarar.

Bronkoskopi sadece akciger kanserlerinin teshisinde mi kullanilir?

Hayir. Solunum sistemini tutan ve bilhassa solunum yollarinda yerlesen
bir çok hastaligin teshisinde rutin olarak kullanilmaktadir.

Bronkoskopinin tehlikesi yok mu?

Hayatimiz boyunca attigimiz her adimin, yaptigimiz her isin bir riski
vardir. Trafige çikmanin, uçaga binmenin, yüzmenin ve daha
yapageldigimiz nice isin tasidigi risk bronkoskopinin risklerinden az
degildir. Bronkoskopi ve bilhassa bükülebilir cihazlarla yapilan
bronkoskopi güvenli muayene yöntemlerinden birisidir. Dikkatli
çalisildigi sürece ciddi bir sorunla karsilasma olasiligi son derece
düsüktür.

Bronkoskopi sirasinda çok aci çekilir mi?

Bronkoskopi öncesinde hastaya anestezi uygulanir. Yani agri, öksürük,
bulanti hislerinin uyanmasina mani olmak üzere solunum yolu boyunca
geçici süre uyusma saglayan bir ilaç nefes yoluyla hastaya verilir. Bu
islem usulüne uygun olarak yapilirsa hasta agri, aci çekmeden
bronkoskopi yapilabilir.

Akciger kanseri bir kaç çesit midir?
Akciger kanserleri farkli hücre tiplerine göre gruplandirilir. Her
türün seyri, tedaviye cevabi, farklidir. Tedavi planlanirken kanserin
türü de bilinmelidir. Hastaligin agirligi da türüne göre farklilik
gösterebilir.

Bronkoskopi yapilan kisilerde bazen sonradan kanser çikiyor mus?

Böyle bir sey asla dogru degildir. Bronkoskopi yapilan kisilerin bir
kisminda zaten kanseri teshis için bu islem yapilmaktadir. Dolayisiyla
bronkoskopi yapilan kisilerin bazisina kanser teshisi konmasi
bronkoskopi yapildigindan degildir. Bilakis, kanser oldugu
düsünüldügünden bronkoskopi yapilmistir.

Akciger kanseri teshisi konan hastaya ne yapilmalidir?

Öncelikle kanser oldugu mutlaka biyopsi ile kesinlestirilmelidir.
Sadece muayene veya röntgenlerine bakarak kanser teshisi konamaz. Bunu
takiben, kanser tipi belirlenmelidir. Bundan sonra ise kanserin
büyüklügü, yerlesim yeri, yayildigi diger bölgeler arastirilmaldir. Bu
islemlere evreleme diyoruz. Son olarak hastanin direnci, günlük
yasamini devam ettirirken sahip oldugu performans tayin edilip, hasta
ile konusarak tedavi karari verilmelidir.

Parça almadan tedaviye baslansa olmaz mi?

Bazi hastalar parça alinmasina (biyopsi) pek sicak bakmiyorlar. Oysa,
bu yapilmadan kanser tedavisine baslanamaz. Kanser tedavisinde
kullanilacak yöntemler ve ilaçlar hastaya bir çok bakimdan riskler
getirecektir. Bu riskleri üstlenmesi için öncelikle kanser teshisinden
ve tipinden emin olmak gerekir. Rastgele kanser tedavisi olmaz.

Parça alininca kanser yayilir mi?

Usulüne uygun sekilde, deneyimli eller tarafindan yapildigi sürece böyle bir tehlike söz konusu degildir.

Akciger kanserinin tedavisi var mi?

Elbette. Akciger kanserli hastalarda da hastanin durumuna göre çesitli
tedavi sekilleri vardir. Ameliyat, radyoterapi (isin tedavisi),
kemoterapi (ilaç tedavisi) destek tedavisi ve ismi burada verilmesine
gerek olmayan diger tedavi yaklasimlari halen uygulanmaktadir.

Bu tedavilerle hastalik iyilesebiliyor mu?

Hangi hastalikta olursa olsun uygulanacak tedavinin %100 basarili
olacagini önceden bilmek olasi degildir. Akciger kanserinde de bu
tedaviler ile bazen tam sifa, bazen düzelme bazen ise sadece hastaligin
ilerleyisini durdurmak mümkündür. Kuskusuz basarisiz kalinan olgular da
söz konusudur. Hastanin, hastaligin ve uygulanan tedavinin türüne göre
bu sonuçlar degisebilir.

Bu tedaviler gerçekten ise yariyor mu?

Bazi kanserlerde elimizdeki tedavi sekilleriyle kanseri tamamen yok
etme sansi akciger kanserlerine göre çok daha yüksektir. Ancak, akciger
kanserli olgularda da bu sans vardir. Hastanin bu sansini kullanmasi
uygun olan tercihtir.

Akciger kanserli hasta eninde sonunda ölür mü?

Hastayi tedavi ederken amacimiz onu ölümsüz kilmak degildir. Buna
kimsenin gücü yetmez. Ancak, hastaligi yok etmek, küçültmek,
sinirlamak, sag kalimi uzatmak, hastanin yasam kalitesini artirmak gibi
amaçlarimiz vardir. Bunlardan hangisine ne ölçüde ulasilirsa ulasilsin
tedavi basarili olmus sayilmalidir. Su unutulmamalidir ki, sadece
akciger kanserli hastalar için degil, ölüm hepimiz için kaçinilmazdir.

Yöremizde akciger kanserlerinin teshis ve tedavisi için gerekli imkanlar var mi?

Evet. Trabzon bu bakimdan Türkiye' de en iyi merkezlerden birisidir. Bu
hastaligin teshis ve tedavisi gerekli her türlü donanim ve ekipman
mevcuttur. Hastanemizde teshisten tedaviye her türlü hizmeti vermekte
ve bu hastalarimizi hiç bir dis merkeze tasinmak zorunda birakmadan
onlari tedavi etmekteyiz.

Akciger kanserli hasta ne kadar yasar?

Çok sik sorulan bu sorunun cevabi maalesef bizde yoktur. Insanlarin
yasamalarina ve ölmelerine karar vermek hekimlere düsmez. Hekimler
kendi yasamlarinin bile ne zaman ve nasil sonlanacagini bilemezler.

Ameliyat olmadan ilaçla tedavi olsam olmaz mi?

Bazi hastalarimiz kendilerine ameliyat önerdigimizde bu sekilde bir
soru soruyorlar. Oysa biz her hastaya ameliyat olmasini tavsiye
etmeyiz. Ancak, hastanin tedavisi için ameliyat gerekiyorsa, bunun
yerini ilaç veya isin tedavisiyle doldurmak mümkün degildir. Ameliyat
için uygun bulunan hasta mutlaka ameliyat olmalidir.

Hem ameliyat hem de ilaç tedavisi birlikte uygulanir mi?

Evet. Bazen ameliyat, radyoterapi ve/veya kemoterapi birlikte
uygulanabilir. Bu es zamanli da olabilir. Birbirini takip edecek
sekilde de olabilir.

Ilaçla tedavi süresi ne kadar olmali?

Kanser tedavisinde kullanilan ilaçlar belirli araliklarla tekrarlayacak
sekilde (kürler halinde) verilir. Hastanin ve hastaligin tedaviye cevap
vermesi durumuna göre kürlerin sayisi degismektedir.

Kanser tedavisinin yan etkileri nelerdir?

Yan etkiler kullanilan ilaca, ilaç veya isini uygulama teknigine, ilaç
veya isinin dozuna, hastanin yasina ve organ fonksiyonlarina, birlikte
kullanilan diger ilaç veya tedavilere bagli olarak degisir.

Kanser tedavisi saç dökülmesi, bulanti kusma yapar mi?

Bu sekildeki yan etkiler kanser tedavisi sirasinda sik görülmektedir.
Ancak, bunlarin hepsi de tedavi tamamlandiktan sonra geri dönüslüdür.
Bazi ek ilaçlarla bulanti önlenebilir. Ishaller, enfeksiyonlar,
radyoterapi alaninda cilt yaniklari, yutma güçlügü, agizda yaralar ve
akcigerlerde fibrozis olusabilir. Bu durumlarla karsilasmamak için
gerekli önlemler alinmali ancak, buna ragmen olustugunda ise uygun
sekilde tedavi edilmelidir.

Kanserle basa çikmak için bu tedaviler disinda nelere dikkat edilmeli?

Kanser teshisi çogu kez hastada bir psikolojik travmaya yol açmakta ve
bunu bazen depresyon izlemektedir. Hastaligin adinin kanser olmasi her
seyin bittigi anlami tasimaz. Kisinin olayi gerçek boyutlariyla
tanimasi, hastaligini, tipini, agirligini ögrenmesi, kendisini bekleyen
risklerden haberdar olmasi, planlanan tedavi biçimleri hakkinda ve en
dogru karari vermek üzere bilgilenmesi gereklidir. Bu hekimiyle çok iyi
bir iliski kurmasini gerektirir. Kanser tanisi aldi diye kendini sosyal
sorumluluk ve çevresinden dislamamali, hastaligi elverdigince
ugrasilarini sürdürmeli, ancak yeterli uyku, dengeli beslenme ve
stresten uzak kalmaya özen göstermelidir. Hastada agri, öksürük gibi
yasam kalitesini bozan yakinmalar varsa bunlara dönük tedaviler ihmal
edilmemelidir. Tedavi sirasinda ve tedavi sonrasinda gerekli
kontrollerini zamaninda yaptirmalidir.

Kanser agrisini nasil kesebiliriz?

Bazen akciger kanseri çevre dokulara veya uzak organlara yayilarak
siddetli agrilar olusturabilir. Bu durum hastayi fazlasiyla rahatsiz
eder ve bezdirir. Kanserle bas edilemese bile bu agrinin giderilmesi
çok önemlidir. Ancak, agriyi gidermek için bazen dogrudan morfin vb
ilaçlar baslanmaktadir. Gerçi bu ilaçlar kanser agrisinin tedavisinde
kullanilirlar ve çok da etkin ilaçlardir. Ancak, bu ilaçlara bir süre
sonra tolerans gelisir ve baslangiçtaki etki artik görülmez olabilir.
Bu nedenle agri tedavisinde basamak basamak ilerlemeli, önce basit agri
kesicilerle ise baslanmalidir. Gereginde doz artirilaraki
kombinasyonlar uygulayarak zaman kazanilmalidir. Morfin vb ilaçlar
ileri dönemler için rezerv tutulmalidir.

Kanser teshisi hastaya söylenmeli midir?

Hastaya asla ve hiçbir zaman yalan söylenmemelidir. Hastanin hastaligi
hakkindaki sorularina dogru cevaplar verilmelidir. Ancak, bütün
dogrulari hemen söylemek dogru olmayabilir. Yavas ve kademeli olarak
bilgi aktarilmali, sorun açiklanirken çare ve tedavi biçimi birlikte
anlatilmalidir. Hastanin yasamla bagi ve iyilesme umudu
sarsilmamalidir. Kuskusuz,, bu bir üslup sorunudur. Hastasini
önemseyen, acisini paylasan, ona zaman ayiran, sabirla dinleyen, onun
sorununa çare arayan, umudunu artiran empatik bir hekim davranisi iyi
bir tedavi kadar belki de akciger kanseri için bundan daha önemlidir
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Empty
MesajKonu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler   Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler EmptyPaz Ekim 11, 2009 4:26 pm

Akdeniz anemisi thalassemi talasemi


Thalassemi , önlemi alinabilir kalitsal geçisli bir kan hastaligidir.

Thalassemi Hastaligi , önlemi alinabilir kalitsal geçisli bir kan
hastaligidir. Dogum öncesi erken tani ile önlenebilen genetik geçisli
(iki tasiyici ebeveynden çocuklar aktarilan) ciddi bir kan
hastaligidir. Bulasici yada bir kanser türü degildir. Kesin bir
tedavisi yoktur. Fakat thalassemi hastalarinin, yasam kalitesini
arttirmak ve sürdürmek için ömür boyu tedavi gereksinimi vardir.

Thalassemi tasiyicisi iki ebeveynin evlenmesiyle her gebelikte dogacak
olan bebegin tasiyici olma riski %50, thalassemi majör olma riski %25
ve saglam bebek olma sansi ise %25 tir.

THALASSEMI'nin Klinik Sekilleri Nelerdir?

A.) THALASSEMI MINÖR:

Thalassemi tasiyicilari olup hiçbir tedaiye ihtiyaç duymadan hayatlari
sürdürebilirler. Thalassemi'nin gelecek nesillere aktariminda rol
oynarlar. Bireylerde hafif bir kansizlik gözlenebilir. Bunun demir
eksikligi anemisiyle karistirilmamasi gereklidir.

• ÜLKEMIZDE TAHMINEN IKI MILYON THALASSEMI TASIYICISI VARDIR.

B.) THALASSEMI INTERMEDIA:

Düzenli kan aktarimina gerek duymadan yasayabilen thalassemi
hastaliginin (Thalassemi Major'ün) daha hafif bir türüdür. Sikayetler
2-4 yaslarda belirgin olur. Sarilik, dalak-karaciger büyüklügü, büyüme
geriligi olabilir. Enfeksiyonlar sirasinda destekleyici kan
transfüzyonlarina gereksinim olabilir.

C.) THALASSEMI MAJÖR:

Thalassemi hastaligi dedigimiz grubu olusturur. Thalassemi‘nin agir ve
siddetli seklidir. Bu grup bireyler Beta-Thalassemi Majör tanisi ile
ömür boyu tedavi görürler.

• Tanisi, tedavisi, seyri ve gelismeleriyle ilgili bilgi asagidadir.

THALASSEMI MAJÖR Nasil Anlasilir?

Thalassemi hastasi olarak dogan bir bebek dogumda normaldir. 3-4
ayliktan sonra kendileri için gerekli kirmizi kan hücresini (alyuvar)
yapamadiklarindan dolayi kansizlik belirtileri ortaya çikar.
Çocuklarda; renk soluklugu, istahsizlik, huzursuzluk, karaciger-dalak
büyümesi sonucu karin sisligi, sik sik ateslenme, gelisme geriligi
görülür.

Hastalik çocugun yapisinda da bozulmaya neden olur. Kemik iligi, kemik
içinde genisler ve gereginden çok kirmizi kan hücresi yapmak için
ugrasir. Bütün bu çabalar bosunadir. Yaptigi alyuvarlar yeterli
hemoglobin tasimazlar ve kemik iliginden disari çikmadan ölürler.
Iligin bu asiri çabasi, kemiklerin genislemesine, zayif düsmesine ve
seklin bozulmasina neden olur. Yanak ve alin kemikleri firlamaya
baslar. Çocugun yüzü, herkesin fark edilebilecegi sekilde karakteristik
bir görünüm alirlar.

Tibbi olarak thalassemi tanisi “Hemoglobin Elektroforez” adi verilen
kan testi ile konur. “Thalassemi Testi” dedigimiz bu test ayni zamanda
tasiyici olup olmadiginizi da belirler.

Thalassemi Testi (Hemoglobin Elektroforezi) Tüm Üniversite
hastanelerinde, bazi arastirma hastanelerinde ve bazi özel
laboratuarlarda yapilmaktadir.

THALASSEMI MAJÖR'ün Tedavisi Nedir?

Tüm kalitsal hastaliklarda oldugu gibi thalassemi majörün de KESIN BIR
TEDAVISI YOKTUR. Ancak hastalarin, yasamlarini sürdürebilmeleri ve
yasam kalitelerini arttirabilmeleri için ömür boyu tedaviye ihtiyaçlari
vardir.

Suanda uygulanan en uygun tedavi;

Kan nakli, desferal tedavisi ve gerekli oldugunda dalagin ameliyatla alindigi kombine bir tedavidir.

Hasta ömür boyu 2-3 haftada bir kan alir. Hemoglobin düzeyini normalde
tutabilmek için alyuvar (eritrosit) aktarimi yapilir. Her kan
aktarimindan sonra yeni kan içindeki kirmizi kan hücreleri bir sonraki
kan aktarimina kadar yavas yavas parçalanir ve parçalanan kan
hücrelerinden salinan demir, vücutta birikir. Biriken demir ise vücut
disina atilmazsa, karaciger kalp ve diger organlara zarar verir.
Çocugun büyüme ve gelisimini engeller. Eger bu zarar engellenmezse
thalassemi hastalari ergenlik çaginda kaybedilebilir. Bu nedenle
biriken demirin vücuttan atilmasi gerekir. Bu da DESFERAL isimli ilaç
ile saglanir. Bu ilaç, her gece desferal pompasi ve özel bir igne
araciligiyla 10-12 saat gibi uzun bir sürede deri altina verilerek
vücuttan demiri toplar ve idrar ile atar. Dalagin asiri büyümesi
durumunda ise cerrah tarafindan ameliyat ile dalak alinir (splenektomi).

Demir atilimini kolaylastirmak için günümüzde yeni arastirmalar ve
çalismalar halan sürmektedir. Dijital olmayan, elastik ve tek
kullanimlik infüzyon pompalari ile islem biraz daha etkili ve kolay
hale gelmistir. Bunun yaninda desferal yerine agizdan hap kullanim
çalismalari sürmektedir.

• Tedavi ile ilgili son gelismeleri sitemizden takip edebilirsiniz.

ALTERNATIF TEDAVI ;

KEMIK ILIGI NAKLI:

Bir thalasseminin, kemik iligi yeterli ve normal sayida alyuvar hücresi
yapamaz. Çalismayan kemik iligi yerine normal kemik iligi yerlestigi
takdirde problem çözümlenebilir. Tabi bu, iligin thalassemili vücudun
reddetmeyecegi, hastanin doku yapisina uygun bir donör (verici)den
alinmasi ile olur.

KÖK HÜCRE NAKLI:

Son yillarda kemik iligi disinda periferik kan ve kord kaninin da kök
hücre kaynagi olarak kullanilmasi, kök hücre naklini gündeme getirmisti.

THALASSEMI MAJÖR'da Yasanan

Fiziksel, Ruhsal ve Ekonomik SORUNLAR!

Thalassemi hastalari her kan transfüzyonlarinda; transfüzyon esnasinda
yasanabilecek reaksiyonlarin yani sira kan yolu ile bulasan
hastaliklarin [Malarya parazitleri (sitma), Sifilis, AIDS, Hepatit
Enfeksiyonlari vb…] bulasma riskiyle de karsi karsiya kalirlar.

Düsük kan aktarimi ve asiri demir birikimi ile ciddi kalp
komplikasyonlari sik görülür. Bu sorun erken yasta ölüm sebebi olarak
karsimiza çikmaktadir.

Asiri demir birikimi nedeniyle karaciger büyümesi olur. Ayrica kan
aktarimi esnasinda geçebilecek hepatit enfeksiyonlari ki özellikle
Hepatit C virüsü karacigerde yerlesirse Kronik Hepatite dönüsebilir.
Hatta bu siroz ve karaciger kanserine kadar gidebilir.

• Günümüzde Hepatit B virüsüne karsi asilama ile bagisiklik saglanabilirken Hepatit C asisi mevcut degildir!

Asiri demir birikimi, Endokrinolojik komplikasyonlara da neden olur.
Demir vücut fonksiyonlarinin çogunu kontrol eden endokrin bezlerine
girer ve onlari baskilar. Bu ergenlikte büyüme gelismeyi yavaslattigi
yada engelledigi gibi yetiskinlerde seksüel yönden düsüs gözlenebilir.
Bunun yaninda hipertriodizm ve hipoparatriodizm gelisebilir. Ayrica
demir birikimi pankreasin islevini bozdugundan diabetes mellitüs (seker
hastaligi) görülür.

Asiri demir bikrimi, cilt üzerinde koyu bir rengin ve yama gibi noktalarin olusmasina neden olur.

Thalassemi hastalarinda, osteoporoz (kemik erimesi) de görülmektedir.
Buna sebep olan faktörler ise; kansizlik nedeniyle dokularin oksijensiz
kalmasi, demir birikimi, desferrioxamine yan etkisi yaninda, endokrin
faktörler ve genetik faktörlerdir.

Bir thalassemi hastasi ve ailesi ayni zamanda ekonomik açidan da çok
büyük sorunlar yasar. Çünkü aylik maliyeti çok ciddi rakamlara ulasan
bir hastaliktir. Yasam boyu, her ay böyle bir maliyetin hastanin
kendisi/ailesi tarafindan karsilanmasi mümkün degildir. Bu nedenle
hiçbir saglik güvencesi olmayan hastalarin yasam süreleri ve yasam
kaliteleri düsmektedir. Bu günün sartlarinda ortalama aylik tedavi
maliyet, 1,5 – 2 milyardir ! Bunun yaninda hastanede oldugu gün için
yeme-içme, ulasim ve sehir disindan geliyorsa gerektiginde konaklama
ihtiyaçlari için yaptigi harcamalar da söz konusudur.

Böyle bir hastaligi tasiyor olmak hasta ve yakinlari için hiçte kolay
degildir. Özelliklede bireyin kendisi için bunu ömür boyu tasimak çok
zor bir istir.

Böyle bir tedaviye ömür boyu katlanmak, sonradan ortaya çikan diger
fiziksel rahatsizliklara direnç gösterip onlarla bas edebilmek, bu
maliyetin altindan kalkabilmek, kendi kisiligini ve benligini bulma
çabalari, yasitlariyla arasinda olusan farkliliklari kabullenebilmek ve
topluma kendini kabul ettirmek, egitim ve is hayatinda önüne konan
büyük engellerle mücadele etmek, saglikli bireylerle arkadaslik
kurabilmek ve karsi cinsle iliski olusturabilmek, daha da önemlisi ölüm
kaygisiyla yasamak çok ama ÇOK ZORDUR !!!

THALASSEMI MAJÖR Nasil Önlenebilir?

Dogum Öncesi Tani (Prenatal Tani) Yöntemi ile hastaligi anne karninda
erken dönemde tanimlayarak, aileye gebeligi sonlandirma sansi
verebilir. Bu suretle thalassemi hastasi bebeklerin dogumu önlenmis
olur.

Iki tasiyicinin evlenmesi durumunda hamileligin 6.-8. haftasi koriyonik
villustan (kordon bagindan) veya 18.-22. haftasinda bebekten alinan
sivi örnegi ile bebegin hasta olup olmadigi ögrenilir. Bebek hasta ise
anne- baba ile görüsülerek bebegin dogmasi engellenir. Dogum öncesi
tani ile saglam olacagi belirlenen bebeginde dogmasina izin verilir.

Dogum Öncesi Tani (Prenatal Tani) Tüm Üniversite hastanelerinde yapilmaktadir.

THALASSEMİA’DE KEMİK İLİĞİ NAKLİ

GİRİŞ

Thalassemia,hemoglobin yapısındaki globin zincirlerinin yapımında
bozukluğa yol açan heraditel hastalıklar grubuna betimlemekte
kullanılan bir terimdir. Thalassemia dünyada en sık görülen tek gen
bozukluğudur.Özellikle Akdeniz bölgesi,Orta Doğu ve Asya kıtasında
Thalassemia’ye çok sık rastlanmaktadır.Sadece Akdeniz bölgesinde
200.000 Beta Thalassemia Majör’lü hasta olduğu
varsayılmaktadır.Yunanistan,Güney İtalya,İran, Güney Rusya,Hindistan ve
Güneydoğu Asya’da taşıyıcılık oranı % 10-15 arasındadır. Beta
Thalassemia Majör’de erişkin tip Hemoglobin A’nın Beta zincirinde
sentez bozukluğu söz konusudur.Bunun sonucunda zincir yapımında oluşan
dengesizlik,eritroid prekürsörlerde ve eritrositlerde serbest Beta
zincirlerinin birikimine neden olur.Bu durumda intramedüller
parçalanma,apoptozis,ineffektif eritropoezis ve hemolitik anemiye yol
açar.

Son 30 yılda, Thalassemia’li hastaların izlem ve tedavisinde önemli
değişiklikler olmuştur.Düzenli transfüzyon uygulamaları ve demir
birikimine yönelik şelasyon tedavileri Thalassemia’li çocukların hayat
kalitesini önemli ölçüde arttırmıştır.Düzenli eritrosit transfüzyonları
anemi komplikasyonlarını ve kompansatuar kemik iliği genişlemesini
engeller.Demir şelasyonunda kullanılan desferroksamine ile de demir
birikimine bağlı komplikasyonlar büyük ölçüde engelleneceğinden sürvi
uzar.Artık Thalassemia hızla ölüme yol açan bir hastalık değil uzun
sürvi sağlanabilen kronik bir hastalık olarak tanımlanabilir.

Ancak tüm bu tedavi yaklaşımları pahalı,temini zor,kişiye rahatsızlık
verici ve zaman alıcıdır.Tüm bu nedenlerle tedaviye uyumda ciddi
sorunlar yaşanmaktadır. Ayrıca yinede engellenemeyen demir birikimi
sonucu gelişen organ yetersizlikleri ve özellikle gelişmekte olan
ülkelerde kanla geçen viral infeksiyon etkenlerinin yol açtığı
hepatitler hastalığı progressif ve fatal hale getirmektedir.Gelecekte
belki kolay uygulanır oral kelatör ve genetik mühendislikle
yapılabilecek gen manüplasyonları hastalığın tedavisinde önemli
aşamalar sağlayabilecektir.Ancak bugün için uygulanabilecek en uygun
tedavi yaklaşımı,hastalığın kemik iliğinde olduğu da göz önüne
alınırsa,allojenik kemik iliği nakli (AKİT) dir.

Son yıllarda özellikle gelişmekte olan ülkelerde tedavi yaklaşımları
yanında koruyucu hekimlik de önem kazanmıştır.Genetik danışma ve
prenatal tanı ile defektif gebeliklerin sonlandırılması konusunda
başarılı çalışmalar yapılmaktaysa da,dini ve sosyal sorunlar bu
yöntemlerin etkinliğini azaltmakta ve toplumsal bir eliminasyonu
engellemektedir.

KEMİK İLİĞİ NAKLİ

Kemik İliği Transplantasyonu (KİT) günümüzde onkolojide ve onkoloji
dışı pek çok hastalığın tedavisinde başarıyla
kullanılmaktadır.Onkolojide,özellikle cerrahi-kemoterapi-radyoterapi
gibi diğer tedavi yöntemlerinin başarısız kaldığı olgularda KİT hayat
kurtarıcı olabilir.Konjenital veya edinsel pek çok hematolojik ve
immünolojik sorunun tedavisinde de KİT uygulanmaktadır.3 uygulama şekli
vardır.Allojenik,otolog ve sinjenik KİT.Kök hücre kaynağı olarak da
kemik iliği yanında periferik kök hücre, kordon kanı ve fetal karaciğer
hücrelerinden yararlanılmaktadır.

Thalassemia’de ilk başarılı uygulama 1981’de Thomas ve arkadaşları
tarafından Seattle, ABD’de yapılmıştır.Hiç transfüze edilmemiş,18 aylık
bir bebek olan bu olguya HLA uygun kız kardeşinden AKİT uygulanmış ve
halen devam etmekte olan uzun,hastalıksız bir sürvi sağlanmıştır.İlk
seri çalışmalar da Lucarelli ve arkadaşları tarafından Pesaro,
İtalya’dan yayınlanmıştır.Öncü niteliğindeki ve hazırlama rejimi olarak
Siklofosfamid (CY) + Tüm Vücut Işınlaması (TBI) kullanılarak yapılan
AKİT’lerde en büyük sorun graft rejeksiyonu ve erken toksisite
olmuştur.1983’ten beri ise Santos’un lösemili hastalar için önerdiği
Busulfan (BU) + Siklofosfamid (CY) başarıyla kullanılmaktadır. Bugün
Thalassemia’de,allojenik uygulamalarda,kardeş veya HLA uyumlu panel
kaynaklı vericilerin kemik iliği,periferik kök hücre ve kordon kanı
kaynak olarak kullanılmaktadır.

SONUÇ

KİT ilk kez malignitelerde ve hızla fatal olabilecek durumlarda
kullanılmıştır. Ancak hızla kullanım alanları artmış ve özellikle
hemoglobinopatilerde önemli kullanım alanı bulmuştur.1982’deki ilk
başarılı uygulamadan sonra dahi Thalassemia’de KİT’in yeri ciddi
tartışmalara yol açmıştır.Başarılı sonuçlara rağmen pek çok yerde hayat
kurtarıcı olarak değil elektif bir işlem olarak görülmektedir.Etik yönü
de halen tartışılmaktadır. Pek çok hematoloji Thalassemia tedavisinde
konservatif yaklaşımları benimserken,vericisi olanlarda bile gen
tedavisinin yakın bir tarihte uygulanması olasılığı ile çekimser
kalmaktadırlar.Ancak gen tedavisi henüz oldukça problemli ve pratik
uygulamalardan uzaktır.

Bugün için AKİT Thalassemia’de tek küratif yaklaşımdır ve
Thalassemia’nin sık görüldüğü pek çok ülkede KİT programlarına
alınmıştır.Özellikle HLA uygun aile içi vericisi olan Sınıf I
hastalarda,erken dönemde yapılacak KİT büyük oranlarda küratiftir ve
hastalara bu şans tanınmalıdır.


KÖK HÜCRE NAKLI

Kemik iligi transplantasyonu yillardan beri bazi kanser türlerinde ve
dogustan olan bazi hastaliklarin tedavisinde basari ile
uygulanmaktadir.Son yillarda bu konudaki bilimsel çalismalara
teknolojideki gelismelerinde eklenmesiyle önemli gelismeler
saglanarak,kemik iligi transplantasyonunun birçok hastalikta tek tedavi
sansi olarak kullanimi gündeme gelmistir.Kemik iligi disinda periferik
kan ve kord kaninin da kök hücre kaynagi olarak kullanilmasi ile kemik
iligi nakli yerine “kök hücre transplantasyonu” terimi tercih
edilmektedir.

KÖK HÜCRE KAYNAKLARI :

Kök hücre vericisi olarak tercih edilen doku gruplari tam uyumlu
kardeslerdir. Bir veya birkaç antijeni uyumlu olmayan kardes,anne-baba
veya doku gruplari tam uyumlu akraba olmayan vericilerden de kök hücre
transplantasyonu yapilabilir.Ancak doku grubu tam uyumlu kardeslerden
yapilan transplantasyonlar daha basarili ve sorunsuz seyretmektedir.

TRANSPLANTASYONDA KULLANILACAK KÖK HÜCRE KAYNAGI OLARAK;

• Kemik Iligi

• Periferik Kan

• Kordon Kani kullanilabilmektedir.

PERIFERIK KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYON AVANTAJLARI:

• Daha hizli engrafman saglanmasi,

• Trombosit ve eritrosit ihtiyaci daha az,

• Daha az antibiyotik tedavisi,

• Hastanede kalis süresi daha kisa,

• Donöre genel anestezi ve invaziv teknikler gerekmiyor.

I. KÖK HÜCRELERIN HAZIRLANMASI :

Periferik kök hücreler aferez ünitelerinde periferik kök hücre toplama
programi kullanilarak toplanir.Kök hücre toplanacak hasta veya donör
önceden hiçbir islem yapilmadan veya kemik iliginden kök hücreleri
periferik kana çikarmak için mobilizasyon uygulanarak toplama islemine
alinirlar.

MOBILIZASYON YÖNTEMLERI VE KÖK HÜCRE TOPLANMASI:

• Kemoterapi

• Büyüme Faktörleri-GCSF,GMCSF

• Kemoterapi + Büyüme Faktörleri

Sadece kemoterapi veya sadece büyüme faktörleri kullanildiginda kök
hücre sayisi normalin 10-30 kati kadar arttirilabilirken,kemoterapi +
büyüme faktörleri kullanildiginda 50-200 kat kök hücre artisi
saglanabilmektedir.Ancak kemoterapi sadece otolog transplantasyonlarda
uygulanmaktadir.

Kemoterapi amaciyla siklofosfamid,etoposid veya baska protokoller
kullanilabilmektedir.Kemoterapi sonrasi beyaz küre 1500-2000/mm3
düzeyine gelince afereze baslanmaktadir.

Mobilizasyon amaciyla büyüme faktörü olarak genellikle granülosit
stimüle edici faktör (GCSF) veya granülosit-makrofaj stimüle edici
faktör (GMCSF) kullanilmaktadir. Kök hücre toplamak için büyüme faktörü
uygulanmasini takiben 5.günde aferez islemine baslanir.Afereze devam
edilecek ise 6 ve 7.günlerde de büyüme faktörü kullanilabilir.Ancak
7.günden sonra periferik kandaki kök hücre sayisinin azaldigi
bildirilmektedir.

Aferez ünitelerinde yapilan kök hücre toplama islemine bir seansi
yaklasik 3-4 saat kadar sürebilmektedir.Islem süresi ve seans sayisi
toplanmasi hedeflenen hücre sayisina bagli olarak degisebilmektedir.Tek
seans yeterli olabilecegi gibi bazen 3 veya 4 seansa gerek
duyulabilmektedir.Periferik kök hücre toplama islemlerinin bir aferez
ünitesinde hasta (veya donör) bir koltukta otururken yapilabilmesi ve
kemik iligi toplanmasi için gerekli olan ameliyathane sartlari ve genel
anesteziye gerek duyulmamasi önemli bir avantajdir.

Toplanan kök hücreler eger alici hasta hazir ise hemen kateterden
infüzyonla verilir.Otolog transplantasyon veya alici hastanin
hazirlanacagi durumlarda özel koruyucu karisimlar ile (DMSO ve HES)
karistirilan kök hücreler derin dondurucularla dondurulduktan sonra
azot tankina konularak senelerce saklanabilir.

II. ALICININ HAZIRLANMASI

• Biyokimyasal,mikrobiyolojik ve serolojik testler yapilir.Dis
çürükleri gibi enfeksiyon kaynaklari tedavi edilir.Hastaya ve aileye
yapilacak islemler hakkinda bilgi verilir.Transplantasyon için uygun
ortam sartlarina sahip transplantasyon servisine yatirilir.

• Çift lümenli Hickman kateter takilir.Antibakteriyel,antiviral ve antifungal proflaktik tedavi baslanir.

• Conditioning (hazirlama) rejim: Yüksek doz kemoterapi veya total
vücut isinlamasi ile yapilir.Altta yatan hastaligin tipine göre
degisiklik gösterir. Talasemili hastalar için genellikle busulfan +
siklofosfamid kullanilir.Bu tedavinin üç amaci vardir:

• Kemik iliginde bosluk açma,

• Immünosüpresyon,

• Hastaligin eredikasyonu.

Hazirlama rejiminde kullanilan tedavilerin
gastrointestinal,renal,hepatik, pulmonel ve kardiak sistemler üzerine
yüksek toksik etkileri vardir.

• GVH proflaksisi: Donör lenfositlerinin neden olabilecegi graft versus
host hastaligina önlem olarak siklosporin A ve methotraxate
kullanilmaktadir.

PERIFERIK KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONU KOMPLIKASYONLARI:

1. KÖK HÜCRE TOPLANMASI ASAMASINDA :

• Trombositopeni,

• Anemi,

• Lökopeni,

• Hipokalsemi

• Mobilizasyon rejimlerinin komplikasyonlari.

2. CONDITIONING – YÜKSEK DOZ HAZIRLAMA KEMOTERAPISI ASAMASIMDA :

• Nötropenik sepsis,

• Trombositopenik kanamalar,

• Hepatik veno-oklusive hastalik,

• Intertisiyel pnömoni,

• Geç engrafman,

• Greft basarisizligi,

• SSS toksisitesi

3. KÖK HÜCRE INFÜZYONU ASAMASINDA :

• Ates,titreme

• Tasikardi,

• Bulanti,kusma

------------------------------------

Akrep ve yılan sokması

YILAN SOKMALARI:



ÇINGIRAKLI YILAN SOKMALARI

Dr. Cemil KAVALCI

Birleşik Devletlerde yaklaşık 115 yılan türünden 19 tanesinin zehiri
vardır .Her yıl yaklaşık 45000 yılan sokması oluyor, 8000 tanesini
zehirli yılan oluşturuyor.Çoğu sokma sıcak yaz aylarında yılan ve kişi
aktifken olur. Eskiden zehirli yılan sokmalannın mortalitesi %25 ti,
günümüzde antivenom olması ve ileri acil bakımdan dolayı mortalite
oranı %0.5'in altına inmiştir. Yılda yaklaşık 5-10 ölüm olur.

Hendek yılanı veya mercan yılanını içeren Kuzey Amerika Zehirli yılan
sokması önemlidir. Yabancı türlerden kaynaklanan önemli yılan sokması
nadirdir,ama hayvanat bahçesi personelinde görülebilir. Bölgesel
zehirlenme merkezinden antivenom,yılanın tanınması ve toksisite
bigileri alınabilir.

Engerek yılanı hendek yılanı olarakta adlandırılır ,orta hatta göz ve
burun seviyesinin altında yerleşmiş çukur vardır. Çukur kan ısisına
karşı sıcaklık reseptörü olarak yol göstericidir. Engerek yılanının
ağzında 2 dişi vardır, mercan yılanının kısa, sabit ve dik dişleri
vardır.

Patofizyoloji: Hendek yılanı venomu komplex enzim karışımıdır. Lokal
doku zedelenmesi, sistemik vasküler hasar, hemoliz, fibrinoliz ve
nöromuskuler disfonksiyon yapar. Lokal ve sistemik etkilerin
kombinasyonuyla sonuçlanır. Hendek yılanı venomu hızlıca kan
damarlarının permeabilitesini değiştirerek plazma ve kanın çevreleyen
dokuya sızmasına ve hipovolemiye yol açar. Fibrinojen ve trombositleri
tüketir ve koagülopati oluşturur. Bazı türler nöromuskuler iletiyi
bozarak ptozis, solunum yetmezliği ve diğer nörolojik etkileri
oluşturur.

Klinik: Hendek yılanı sokmalarının %25'i kurudur, venom etkileri
gelişmez. Zehirlenme belirtilerinin görülmesi için venom ve kişinin
komplex etkileşimi gerekir. Yılanın türüne ve büyüklüğüne kişinin
yaşına ve büyüklüğüne, sokmadan sonra geçen zamana, sokmanın
karakteristiklerine (yeri, sayısı, derinliği) bağlı olarak klinik
değişir. Hendek yılanı sokması lokal ve sistemik hasarın derecesine
bağlı olarak genellikle hafif orta ve şiddetli olarak sınıflanır.

Çukur Yılanı Zehirlenmesinin Derecelendirilmesi.:

Hafif Zehirlenme:

Isırma alanında sınırlı şişlik, kızarıklık ve ekimoz

Sistemik bulgular ve semptomlar yoktur veya azdır

Koagülasyon parametreleri normaldir. Diğer önemli lab.bulguları normaldir.

Orta Zehirlenme:

Şişlik, kızarıklık ve ekimoz sokulan extremitenin büyük kısmını içerir

Sistemik semptom ve bulgular vardır. Ancak hayatı tehdit etmezler.
Bunlar: Bulantı, kusma, ağızda uyuşma veya olağandışı tat, hafif
hipotansiyon (SB>80mmHg), hafif taşikardi ve taşipneyi içerir.

Koagülasyon parametreleri anormaldir. Klinik olarak önemli olmayan
kanama vardır. Diğer lab. testlerinde şiddetli bozukluk yoktur.

Şiddetli Zehirlenme

Şişlik,ekimoz giriş extremitesini içerir ve hızla ilerler.

Sistemik semptom ve bulgular belirgindir. Şiddetli mental durum
değişmesi,bulantı ve kusma, hipotansiyon (SB<8OmmHg), şiddetli
taşikardi, taşipne ve diğer solunum bozuklukları görülür.

Koagülasyon parametreleri anormaldir. Ciddi kanamalar görülür.
Protrombin zamanı ölçülemez, PTT ölçülemez, tombositler<20000,
fibrinojen ölçülemez. Diğer lab. değerlerinde şiddetli anormallik
vardır.

Hendek yılanı sokmasının ana görünümü: Bir veya daha çok diş izi
görülmesi, lokalize ağri ve Sokma yerinden yayılan ilerleyici ödemdir.
Diğer erken semptom ve bulgular; bulantı, kusma, güçsüzlük, ağızda
uyuşrna, taşikardi, baş dönmesi, hematüri, hematemez, trombositopeni ve
fasikülasyonlardır. Şişlik genellikle 15-30 dk. sonra ortaya çıkar.
Şiddetli vakalarda şişlik ilerler. Şiddeti daha az zehirlenmelerde ödem
1-2 günlük peryotta gelişir. Ödem havayoluna yakınsa veya kasları
tutmuşsa hayati tehdit edebilir veya sistemik etkilere yol açabilir.
ilerleyen ekimoz subkutan dokuya kanın sızmasına bağlıdır. Ekimoz sokma
bölgesinde dk'lar veya saatler içinde gelişir. Hemokonsantrasyon
subkutan dokuya suyun kaybındandır. Takiben Hb azalır, kan kaybına
bağlı koagülopati gelişir.

Tanı: Tanıda diş izlerinin görülmesi ve hikaye temeldir. Klinikte zedelenme 3 yolda olabilir

1)Lokal zedelenme: ödem, ağrı, ekimoz

2)Koagülopati: trombositopeni, artmiş protrombin zamanı, hipofibrinojenemi

3)Sistemik etkiler: Ağızda ödem veya parastezi, ağızda metalik veya kauçuk tadı, hipotansiyon, taşikardi

Tedavi:

İlk Yardım:

ilk yardım tedbirleri kesin tıbbi bakımı ve antivenom verilmesini
geciktirmemelidir. Hendek yılanı sokması olan tüm hastalar uygun sağlık
bakımı almalıdır. Tavsiye edilen ilk yardım tedbirleri şunlardır;
Hareket venom emilimini artırdığı için hasta sakin kalmalıdır.
Extremite nötral pozisyonda, kalp seviyesinin altında sabit
tutulmalıdır. Fiziksel aktivite kısıtlanmalıdır. Sokulan kişi çabucak
tıbbi bakımın yapılacağı yere götürülmelidir.

Bazı ilk yardım ürünleri satılmaktadır. Sawyer Extractör Emme pompası
kullanılır. Insizyon olmaksızın zehri uzaklaştırır. Diğer faydasız ve
tehlikeli teknikler elektrik şoku ve buz uygulanmasıdır. Sokma alanına
tek basma elektrik soka uygulanması kullanılmamalıdır. Buzlu su
uygulanması yaralanmayı kötüleştirir. Turnike kontrendikedir. Çünkü
arteryel akımı tıkar ve iskemiye yol açar. Konstriktör bandlar bazen
faydalı olabilir. Özellikle erken tıbbi bakım sağlanamıyorsa faydahdır.
Konstriktör band venomun emilimini geciktirir, doku. zedelenmesini
artırır ama sistemik etkilerin şiddetim azaltır.

ACİL YÖNETİMİ: Hastane öncesi fazda personel extremiteyi hareketsiz
tutmalı, diğer extremiteden i.v. yol açılmalı, oksijen verilmeli,
sokulan kişi tıbbi bakımın yapılacağı yere taşınmalıdır.

Yılan sokmasının başlangıç yönetimi ileri yaşam desteğini içerir. Hasta
hipotansifse i.v, izotonik verilmelidir. Diğer destekleyici tedbirler
extremite inmobilizasyonu ve venom absorpsiyonunun azaltılmasını içerir.

Zehirli yılan sokmasında tedavide esas Antivenin verilmesidir.İlerieyen
semptom ve bulguları olan tüm hendek yılanı sokmalarında acilen
antivenom verilmelidir. Ancak at serumundan elde edilen Antivenin
infüzyonu sırasında allerjik reaksiyon gelişebilir. Antivenin
verilmeden önce deri testi yapılmalıdır. Ancak antivenom verilirken
yarar/zarar oranı hesaplanmalıdır. Antivenom. 15-45dk içinde solüsyon
içinde verilir. Hendek yılanı sokmalarında başlangıçta en azından 10
vial antivenom verilir. Hızlı ilerleyen veya hemodinamik olarak stabil
olmayan vakalarda başlangıçta 20 vial antivenom verilmesi tavsiye
edilir. Agresif destek bakım yapılır. Su yılanı zehirlenmesinde
genellikle daha az antivenom dozları gerektirir. Antivenomun im.
enjeksiyonu tavsiye edilmez. Antivenom 250-500ml kristaloid içinde
dilüe edilip yavaş infüze edilmelidir. İnfüzyon l saat içinde
tamamlanır. İnfüzyon hekim denetiminde yapılmalıdır. Akut allerjik
reaksiyon görülürse infüzyon kesilir, hemen antihistaminikler verilir.
Epinefrin reaksiyonun şiddetine bağlı olarak kullanılabilir.

Antivenom tedavisinde son nokta ilerlemenin durması veya klinik
bulguların düzelmesidir. 10-20 viallik bir infüzyon sıklıkla
yeterlidir. Extremitenin çevresi ısırılmanın altından ve üstünden
ölçülür. 30-60 dk'da bir ölçüm yapılır. Ödem ilerlerse antivenom
verilir. Lab. tetkikleri 4 saatte bir veya antivenom verilmesinden
sonra tekrarlanır. Ek antivenom tedavisi hastanın durumu kötüleştiğinde
yapılr. Destek tedavide hipotansiyon için i.v. izotoniği takiben
vazopressör ajanlar kullanılır. Antivenom koagülopati tedavisinde
iyidir ama aktif kanama varsa kan komponentleri gerekebilir. Yılan
sokmasında diğer bir komplikasyon kompartman sendromudur. Şiddetli ağrı
vardır. Ağrı narkotik analjeziklere dirençlidir. Fasciotomi faydalıdır.

Yara sahası temizlenmeli ve tetanoz profilaksisi yapılmalıdır.

Hastalar ödem çözülünce, koagülopati düzelince ve hasta geziyorsa
taburcu edilir. Hasta en azından 8 saat gözlem altında tutulmalıdır.
Şiddetli veya hayatı tehdit eden sokması olan hastalar ve antivenom
alan hastalar yoğun bakıma alınmalıdır. Hafif ve orta şiddette
zehirlenmesi olan vakalar uygun koğuşlara alınır ve bunlara antivenom
verilmesi gerekmez.

Hastada kuru sokma varsa en az 8 saat gözlenip gönderilir. Ağrı, ödem ve kanama olursa geri gelmelidir.

MERCAN YILANI ISIRIKLARI:

Yılda 20-25 vaka görülür. Tüm mercan yılanlarının parlak siyah, kırmızı
veya sarı renkli halkaları vardır. Siyah renk halkası olan yılanlar
zehirsizdir. Mercan yılanı zehiri nörotoksik komponentlerden oluşur.
Mercan yılanı ısırması öncelikle nörolojik etkiler oluşturur. Tremor,
salivasyon, disartri, diplopi, bulbar paralizi, ptozis, fix ve
kontrakte pupiller, disfaji, dispne ve nöbet görülür. Solunum
kaslarının paralizisi ölüme yol açar. Hasta 24-48 saat hastanede
gözlenmelidir. Mercan yılanı venomunun etkileri ısırmadan sonra saatler
içinde gelişir. Sokulan kişiye 3 vial antivenom verilmesi önerilir.
Solunum yetmezliği varsa yoğun bakım gerekebilir.

AVUSTRALYA MERCAN YILANLARI

Avustralyada her yıl 3000 kişiyi yılan ısırır, bunların 200'üne
antivenom verilir. Avustralya yılan ısırıklarına bağlı ölümlerin
yarısından kahverengi yılan sorumludur. Avustralya zehirli yılanları
Elapidea ailesinin üyesidir, kobra üyelerden biridir. Avutralya yılanı
venomu birkaç önemli komponentten oluşur. Nörotoksin; nöromuskuler
bileşkeye etki eder ve paralizi yapar. Semptomlar ısırmadan 2-4 saat
sonra ortaya çıkar. Ptozis, diplopi, disartri, fasial izlerin
kaybı,hava yolu kontrolünün kaybı, şiddetli vakalarda solunum
paralizisi görülebilir.
Myolizin rabdomyolize neden olur. Kas ağnsı, güçsüzlük, myoglobinüri,
renal yetmezlik ve hiperkalemi yapar. Prokoagülan toksin; koagülopati
yapar. İntrakraniel kanama beklenen komplıkasyondur. Renal yetmezlik
gelişebilir. Lokal doku yıkımı yaygın değildir. Hafif ve orta ekimoz ve
şişlik görülür. Kahverengi yılan sokması hızla kollaps ve ölüme yol
açar.

KLİNİK; Bulantı, kusma, baş ağrısı, diplopi, disfoni, ilerleyici kas güçsüzlüğü, boyun sertliği, bayılma görülür.

İlk Yardım: Amaç antivenom verilene kadar zehrin emiliminin
geciktirilmesidir. Basınç uygulanması ve inmobilizasyon metodu
kullanılır. Isırılan extremiteye hemen elastik bandaj sarılır.
Extremite atellenir ve hareketsiz tutulur. Tumike kontrendikedir.

Yönetim: Anlamlı yılan sokması hikayesi olduğunda ilk yardıma ve
araştırmaya başlanmalıdır. Basınçlı bandaj antivenom verilene kadar
uygulanabilir.

Yılan zehri arştırma kiti ile idrarda ve ısırma yerinde venom aranır. Test pozitifse antivenom ve-
rilir. Sistemik bulgular varsa antivenom verilir. Klinik ve lab.
bulguları yoksa elastik bandaj uygulanır ve hasta 12 saat gözlenir.

Hamilelikte antivenom verilmesi kontrendike değildir. Antivenom
verilmeden önce rutin olarak deri testi yapılması önerilmemektedir.

Avustralya antivenom tedavisinin komplikasyonu olarak nadiren
anafilaksi gelişebilir. Premedikasyonda 1/1000'lik epinefrin adultlarda
0.3ml, çocuklarda 0.1 ml uygulanır. Bazı otörler antihistaminikleri
tavsiye eder. Kortikosteroidler serum hastalığını önlemede ve
premedikasyonda kullanılabilir. Antivenom büyük dozlarda verildiyse
serum hastalığı insidansmı azaltmak için prednizolon 5 gün süreyle
kullanılır.





AKREP ISIRIKLARI



Güney Amerika’da birkaç akrep türü bulunur. Tümü genellikle gece
sokması şeklindedir. Lokalize ağrıyı takiben Hymenoptera bulgusu
görülür. Kuzey Amerika akrep serumu sitotoksite ve inflamasyonu önler.
Yalnizca Cetruroides exilicauda veya kabuk akrep'i tüm Arizona, New
Mexico, Texas ve California'nın bazı kısımlarında bulunur. Sahip olduğu
venom sistemik toksisite sebebidir. Centruroides exilicauda venomu
nöronlardaki Na kanallarım açar ve axonlarm aşın uyarılmasiyla motor,
duysal ve otonomik liflerde anormal aktiviteye yol açar. Sistemik
semptomlar akrep ısırmasınl takiben belirir ve değişkendir. Extremitede
ağrı ve parestezinin hızla ortaya çıkması sık görülür ve jeneralize bir
hal alır. Şiddetli vakalarda kraniel sinir, somatik-motor disfonksiyon
gelişebilir. Anormal gezici göz hareketleri, bulanık görme, faringeal
kaslarda koordinasyon bozukluğu ve solunum uyumsuzluğu görülür. Aşırı
motor aktivite extremitelerde kontrolsüz ani hareketlere veya
hareketsizliğe yol açar, nöbet benzeri aktivite olabilir. Semptomlar
genelde 24-48 saat devam eder. Kardiak disfonksiyon, pulmoner ödem,
pankreatit, kanama bozukluğu, deri nekrozu ve bazen ölüm Asya ve Afrika
akrep sokmasında görülebilir. Ancak Amerika akrep sokmasında bunlar
bildirilmemiştir.

Akrep sokmasının tanısı kliniktir. Bulgular başlangıçta belirsiz
olabilir. Özellikle çocuklar lokal ağrı ile gelebilir. Sendrom
ilerlediğinde, şiddetli vakalarda otonomik ve motor bulgular tanının
konmasını kolaylaştırır. Destek tedavi yapılır. Analjezik ve sedatifler
kullanılır. Centruroideus için antivenom vardir. keçi sütünden
üretilmiştir. Centruroideus antivenomu verilmesini takiben erken ve geç
allerjik reaksiyon ve serum hastalığı gelişebileceği için yalnızca
şiddetli vakalarda verilmelidir. Semptomlarm gerilemesi için 1-2 vial
yeterlidir. Antivenom verilmeden önce deri testi yapılmalıdır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Empty
MesajKonu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler   Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler EmptyPaz Ekim 11, 2009 4:26 pm

AKROMEGALİ: KONTROLSÜZ BÜYÜME HASTALIĞI


TANIM
Akromegali, hipofiz bezinin aşırı büyüme hormonu salgılaması sonucunda
oluşan bir hastalıktır. Ergenlik öncesinde ortaya çıkışı oldukça
nadirdir ve bu durumda hastalığa jigantizm (devlik) ismi verilir.
Çoğunlukla 30-60 yaş arasındaki erişkinlerde görülür. Hastalık
erkeklerde ve kadınlarda eşit oranda görülür. Büyüme hormonu aşırı
salgısı sonucu yüz görüntüsü değişir, kabalaşır, hastalar baş ağrısı,
terleme, el-ayaklarda büyüme ve yorgunluktan şikayet ederler. Fazla
salgılanan büyüme hormonu; kalp, solunum sistemi, hormonal sistem başta
olmak üzere pek çok organı etkiler ve ölüm riskini 2-4 kat arttırır.
AKROMEGALİ SEBEPLERİ:
Hastaların % 90'ında sebep hipofiz bezindeki tümördür. Hipofiz bezi
beyin tabanında bulunan, büyüme-gelişme, üreme ve metabolizma ile
ilgili hayati hormonların salındığı ufak bir bezdir. Büyüme hormonu da
hipofiz bezinden salınan ve isiminden de anlaşılacağı üzere büyümeyi
sağlayan bir hormondur. Akromegaliye sebep olan tümörler çevredeki
sağlam beyin dokusuna baskı yaparak baş ağrısı ve görme bozukluklarına
neden olurlar.

AKROMEGALİ TEŞHİSİ:
Akromegali bulgularının çok yavaş ilerlemesi nedeniyle tanı hastalık
başladıktan yıllar sonra konulmaktadır. Şüphenilen durumlarda; büyüme
hormonunun vücutta etkisini gerçekleştiren, insülin benzeri büyüme
faktörlerinin düzeyi, şeker yükleme sırasında büyüme hormonu, prolaktin
ve diğer hipofiz bezi hormonlarının tayini yapılır. Hastanın eski
fotoğraflarının yenileriyle karşılaştırılması da tanıyı
destekler.Akromegaliye sebep olan tümör çok yavaş büyüdüğü için
şikayetler uzun zaman içinde yavaş yavaş ortaya çıkar. Sık karşılaşılan
yakınmalar aşağıdaki gibidir:

- Ellerde ve ayaklarda büyüme, ayakkabı
numarasında artış,
- Yüzüklerin parmağa dar gelmesi
- Yüz hatlarında kabalaşma, çenenin uzaması
- Ciltte kalınlaşma ve / veya esmerleşme,Terlemede artma
- Seste kalınlaşma
- Dil, dudaklar, burunda büyüme
- Eklem ağrısı
- Genişlemiş kalp
- Diğer organların büyümesi
- Kollarda ve bacaklarda yorgunluk
- Horlama
- Yorgunluk ? halsizlik
- Baş ağrısı
- Görmede daralma
- Kadınlarda adet bozuklukları
- Kadınlara göğüsten süt gelmesi
- Erkeklerde iktidarsızlık


AKROMEGALİ TEDAVİSİ:
Tedavinin amacı artmış olan büyüme hormonu seviyelerini normale
indirmek, büyüyen tümörün sebep olduğu baskıyı ortadan kaldırmak,
normal hipofiz fonksiyonlarının devamının sağlanması ve hastanın
şikayetlerinin giderilmesidir. Tedavi seçenekleri cerrahi ile tümörün
çıkarılması, ilaç tedavisi ve radyoterapidir. Hastalık tedavisiz
bırakıldığında, diabetes mellitus, yüksek tansiyona sebep olmakta,
hastaların kardiovasküler hastalıklardan ve çeşitli kanserlerden
ölümleri, kendi yaş grupları ile karşılaştırıldığında artmaktadır.

---------------------------------

aktinik keratoz yaşlılarda kanserleşebilen cilt kalınlaşmaları

Aktinik Keratozlar halk arasında çok bilinmememekle birlikte biz
dermotologların özellikle yaşlı popülasyonda çokça rastladığı bir
sorundur.

Genellikle 40-50 yaşları sonrası güneşe maruz kalan yüz, boyun, saçsız
kafa alanları, el sırtlarında kızarık zımpara kağıdı görünümlü,
üzerindeki skuam kaldırıldığında çabuk kanayan lezyonlardır. Güneş
hasarının olduğu alanlarda yerleşimi fazladır. Meslek icabı dış
alanlarda çalışan, gemici, çiftçi, yol işçilerinde çok daha sık olarak
rastlanmaktadır. Açık renk tenli, açık renk gözlü, açık ya da kızıl
saçlı olan kişilerde (yani güneş hasarına yatkın) sıklığı fazladır.

Türkiye 'de istatistiksel çalışmalar yeterli olmadığı ve az sayıda
çalışma bulunduğu için aktinik keratozla ilgili verileri USA
kaynaklarına dayanarak vermeye çalışırsak hastalığın sıklığı ve önemi
daha iyi anlaşılacaktır.

Amerika'da her yıl 900.000 - 1.200.000 yeni deri kanseri olgusuna
rastlanmaktadır. Deri kanserlerinin çoğunluğu BCC (Bazal Hücreli
Kanser) denilen türdendir. Sonuç olarak heryıl 200.000 yeni SCC(Skuamöz
Hücreli Kanser)vakası görülmektedir.

Özellikle 1300 ile 2300 arasında kişi melanoma dışı deri kanserlerinden (özellikle metastaz yapmış SCC)hayatını yitirmektedir.

Bu rakamlar aktinik keratozları tekrar gündeme getirmektedir. Çünkü
epidemiyolojik ve moleküler düzeydeki çalışmalar aktinik keratozların
SCC'nin erken evresi olduğunu göstermektedir.

Aktinik kerotozlar, yatkınlığı olan kişilerde uzun süre güneşe maruz
kalmakla oluşan yaygın bir sorundur. Amerika'da yapılan bir çalışmada
dermatoloji kliniğine başvuru yakınmaları arasında 3.sırayı aldığı
gösterilmiştir.

Başka bir çalışmada ise 1990-1994 yılları arasında dermatoloji
kliniklerine başvuran 127 milyon hastanın 14.6 milyonu (%11.5) aktiniz
keratoz teşhisi almış ve tedavi görmüş hastalardan oluşmaktadır. Deri
kanserleri ise dermatoloji poliklinik ziyaretlerinde %7.6 lık oranla 4.
sırayı almaktadır(1.sırada akne=sivilce, 2.sırada=ekzama,
3.sırada=aktinik keratoz).

Tüm aktinik keratozlar SCC oluşumuna yol açmazlar, fakat hangilerinin
SCC oluşturacağıda bilinmemektedir. Aktinik keratozların %0.1 - %10'u
SCC oluşumuna neden olmaktadır.

Güneşte çabuk yanan, bronzlaşmayan, çil oluşumuna yatkın olan kişiler
aktinik keratoz geliştirmeye müsaittirler. Kişilerin bu
yatkınlıklarının yanı sıra toplam güneşte kalma süreleri de çok önemli
bir faktördür. Yaşlanma ile birlikte aktinik keratozların sayısında da
artış olmaktadır. Cinsiyet açısından değerlendirildiğinde erkeklerde
daha fazla görüldüğü anlaşılmaktadır. Bir çalışmada 16-49 yaşları
arasındaki kişilerde erkeklerin %27'sinde bayanlarınsa %13'ünde aktinik
keratoza rastlanmıştır. Yaş ilerledikçe erkek ve kadın oranı birbirine
yaklaşmaktadır. Aktinik keratozların görüldüğü bölgeler güneş
enerjisine en fazla maruz kalan alanlardır. En sık %80 oranıyla üst
dudakta, baş ve boyun bölgesinde yerleşim göstermektedirler.

Aktinik keratozların dermatoloji polikliniklerinde sık rastlandığı ve
halkımız tarafından pek bilinmediği görülmektedir. Bu lezyonlar deri
kanserlerinin bir çeşidi olan SCC'nin erken evresi olarak kabul
edilmektedir. Tüm aktinik keratozlar üzerinde SCC gelişmemektedir.
Fakat hangilerinin üzerinde SCC gelişeceği önceden bilinmediği için
aktinik keratozların tedavilerinin mutlaka yapılması ayrıca aktinik
keratoz geliştirme riski olan kişilerin kendilerini güneş ışınlarına
karşı korumaları önerilmektedir

--------------------------

lenfositik lösemi ALL all

Alternatif isimler

Akut çocukluk dönemi lösemisi , ALL , Kan Kanseri

Tanım

Lenfoblastlara benzeyen olgunlaşmamış beyaz kan hücrelerinin sayısında
artışla karakterize ilerleyici , kötü huylu bir hastalıktır.

Nedenleri,Görülme sıklığı,Risk faktörleri

ALL çocukluk dönemi lösemilerinin % 80 inden sorumludur. 3-7 yaşları
arasında sıktır. Erişkinlerde de görülebilir ve tüm erişkin
lösemilerinin % 20 ini oluşturur.
Akut lösemilerde kötü huylu hücrelerde olgunlaşma ve farklılaşma
fonksiyonu kaybolmuştur. Bu hücreler hızla çoğalıp normal hücrelerin
yerini alırlar. Habis hücreler normal kemik iliği elemanlarının yerini
aldıkça kemik iliği yetmezliği gelişir. Normal kan hücrelerinin
sayısında azalma olduğu için kişide kanama ve enfeksiyon şikayetleri
başlar.
Çoğu vakada görünür bir sebep yoktur. Bununla birlikte radyasyon ,
benzen gibi bazı toksinler ve bazı kemoterapi ajanları lösemi oluşumuna
katkıda bulunur. Kromozomlardaki anormallikler akut lösemi gelişiminde
rol oynayabilir.
Risk faktörleri içinde Down Sendromu , lösemili kardeş , radyasyona maruz kalma , kimyasal maddeler ve ilaçlar sayılabilir.
Hastalık 100.000 kişinin 6 sında görülmektedir.

Korunma

Çoğu vakanın sebebi bilinmediği için korunma yöntemleri de
bilinmemektedir.Toksinlere , radyasyona , kimyasal maddelere maruz
kalınmaması riski azaltabilir.

Belirtiler uzun süreli veya çok miktarda kanama olması çürüklerin
kolayca oluşması burun kanaması dişeti kanaması adet kanamasında
düzensizlikler deri içine kanamalar deri döküntüsü veya peteşi (
kanamaya bağlı küçük kırmızı noktalar ) , ekimoz ( çürükler ) gibi deri
lezyonları enfeksiyon yorgunluk sternum hassasiyeti ( sternum: göğüs
kemiği ) solukluk kemik ağrıları veya hassasiyeti eklem ağrıları (
kalça , diz , ayak bileği , ayak , omuz , dirsek , el bileği , elin
küçük eklemlerinde ağrı ) lenfadenopati (lenf bezlerinin büyümesi )
açıklanamayan kilo kaybı dişetlerinin şişmesi ateş egzersizle kötüleşen
solunum güçlüğü çarpıntı

Tanı/Teşhis fizik muayenede büyümüş karaciğer-dalak , ekimoz ve kanama
bulguları saptanır. beyaz kan hücrelerinin sayısında anormallikler tam
kan sayımı – anemi ( kırmızı kan hücrelerinin azalması ) ve trombosit
sayısında azalma saptanır. kemik iliği aspirasyonu – kemik iliğindeki
hücre sayısında ve lenfoblastlardaki artışı gösterir. T lenfosit sayımı
hücre yüzey antijeni çalışmaları

Tedavi
Tedavinin amacı hastalığın remisyonudur ( hafifletilmesidir ).
Periferik kan sayımı ve kemik iliği normale döndüğü zaman remisyon
sağlanır.
ALL antikanser ilaçların kombinasyonuyla tedavi edilir ( kemoterapi ).
Kemoterapinin başlangıcında hastanın 3-6 hafta hastanede kalması
gereklidir. Bunu takip eden kemoterapi seansları ayaktan verilebilir.
Kemoterapi prednison , vincristine , metotreksat , 6-merkaptopürin ve
siklofosfamid’i içeren 3-8 ilaç kombinasyonundan oluşur. Ayrıca anemi
ve düşük trombosit sayısını düzeltmek için kan ürünleri vermek
gerekibilir. Gelişen herhangi bir ikincil enfeksiyon için antibiyotik
kullanılabilir.
İyileşme ( remisyon ) sağlandıktan sonra bel kemiği sıvısı ( spinal
sıvı ) na saldıran lösemik hücrelerin tedavisi için omurgaya kemoterapi
ve/veya radyoterapi uygulanabilir.
Takibeden tedavi , relapsları ( hastalığın daha da kötüleşmesini ) önlemeye yöneliktir.
Yüksek doz kemoterapiye veya diğer tedavilere cevap vermeyen ağır
vakalar için önerilebilecek diğer bir tedavi seçeneği de kemik iliği
naklidir.

Prognoz/Hastalığın gidişi çocuklarda erişkinlerden daha iyi sonuçlar
elde edilir. yaklaşık % 95 vakada tam remisyon sağlanır. Şifa oranı ise
% 50-60 tır. erişkinlerin % 80 inde tam remisyon , % 30-50 arasında
şifa sağlanır. tedavisiz yaşam süresi yaklaşık 3 aydır.

Komplikasyonlar/Riskler şiddetli enfeksiyonlar ALL nin kötüleşmesi yaygın damar içi pıhtılaşma

Doktorunuza başvurun şüpheli ALL belirtileri gelişirse kişide ALL ile
ilgili sürekli ateş veya diğer enfeksiyon belirtileri ortaya çıkarsa

---------------------

pankreatit pankreas iltihabı

Alternatif isimler

Pankreatit , pankreatit akut , pankreas iltihabı

Tanım

Pankreas iltihaplanması

Nedenleri,Görülme sıklığı,Risk faktörleri

Nedenleri : Alkol Safra taşı Hiperkalsemi ( kanda kalsiyum düzeyinin
artması ) Pankreasın doğuştan gelen yapı bozuklukları İlaçlar Virüsler
Bakteriler Asalaklar Karın tavmaları

İnsidans / prevalans : Kentli 22 / 10.000 Kırsal 10 / 100.000 Erkek ve kadınlarda eşit oranda görülmektedir.

Korunma

Alkol alımını engelleme

Belirtiler Önde gelen belirti şiddetle artan ve 48 saat kadar süren
ağrıdır. Ağrı, bıçak saplanmasına yada mide civarında şiddetli bir
baskıya benzeyebilir; buradan sağa sola ve sırta yayılabilir. Hasta
ağrıyı dindirmek için bacaklarını göğüsüne toplar ve hareketsiz kalır.
Bulantı ve / veya kusma : Kusma, ağrıyla aynı zamanda ortaya çıkar ve
genellikle 48 saat sürer. Hafif karın gerginliği Ateş ( 37-38 derece)
Tansiyon düşmesi / şok Hafif sarılık Barsak sesleri azalmış veya yok
Vücut yanında renk değişimi Göbekte renk değişimi

Tanı/Teşhis

Laboratuar : Yüksek serum amilaz Yüksek serum lipaz

Başta amilaz olmak üzere kanda pankreas enzimlerinin artması belirleyici olsa da pankreas iltihabı tanısı koymak kolay değildir.
Ağrı, mide-onikiparmak bağırsağı ülseri, safra taşı ve bazı olgularda enfarktüste görülen ağrılarla karışabilir.

Görüntüleme : Direkt karın grafisi Göğüs grafisi Karın ultrasonografisi
Karın bilgisayarlı tomografisi ERCP ( endoskopik retrograt
kolanjiopankreatografi ) : endoskopi ile pankreas kanallarına
ulaşılabilir; bu kanallara kontrast madde verilerek kanalların yapısı
ve bu yapıyı bozan değişiklikler saptanabilir.


Tedavi

Bugün akut pankreas iltihabında yalnızca tıbbi tedavi uygulanmaktadır ; ölüm oranı % 30-40’a düşürülmüştür.

Tıbbi tedavi mide salgısının sonda ile aralıksız olarak dışarı
çekilmesiyle başlar. Midedeki asitin boşaltılmasıyla, pankreasın enzim
üretimini uyaran hormonların ( sekretin ve pankreozimin) salgılanması
önlenir.

Ağrı kesici olarak morfin türevi olmayan ilaçlar kullanılır.

Son yıllarda tedavide kullanılan antienzimler , en önemli sindirim
enzimlerinin etkisini engeller ve enzimlerin pankreası örselemesini
önler. Çünkü bu enzimler etkin hale gelince pankreas hücreleri yıkıma
uğrar ve sonuçta başka enzimler ile bunları etkinleştiren maddeler
salgılanır.

Ağrı olgularda şok olursa buna yönelik tedavi uygulanması ve cerrahi girişim gereklidir.
__________________

Akustik travma

Akustik travma işitme kaybının sık görülen bir türüdür. Ekseriyetle
kulağa gelen bir darbe veya patlama sonunda hava basıncı çok fazla
aniden değişir. Bu da kulağın hassas kemikleri-ne ve mekanizmasına
zarar verir. Ayrıca yüksek makine sesini ve aşırı yüksek müzik sesini
uzun zaman dinlemek durumunda kalanlarda da görülür.

Belirtiler

- işitme kaybı

- Kulak çınlaması.

Teşhis

Yakındaki bir patlamadan ya da kulağa gelen bir darbeden sonra meydana
gelen işitme kaybı sık görülen bir durumdur. Kısmi sağırlığa, yüksek
perdeli bir kulak çınlaması da eşlik edebilir.

Doktorunuz bir dizi test yaparak, hangi tipte bir işitme kaybı olduğunu belirleyecektir.

Tedavi

Travmanın neden olduğu ağır işitme kaybının etkili tek tedavisi işitme
aletleridir.Bazı yöntemler de kısmi sağırlığa uyum sağlamayı
kolaylaştırabilir; bunlar arasında yüz ifadesine dikkat etmek ve dudak
okumak bulunmaktadır.

Önlem

Eğer yüksek sesle işyerinde çalışacağınızı biliyorsanız, özel olarak
yapılmış kulaklık kullanın. Bunlar aşağı yukarı tüm gürültüyü keser ve
takan kimse diğer kimselerle iletişim kurabilsin diye bunlara mikrofon
ve alıcı yerleştirilebilir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Empty
MesajKonu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler   Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler EmptyPaz Ekim 11, 2009 4:27 pm

AKUT BRONŞİT

Tanım :

Akut bronşit bronş adı verilen büyük solunum yollarında virus, bakteri
ve mantarlar tarafından oluşturulan akut bir iltihabi hastalığıdır.
Ayrıca asidik ve alkali maddelerin solunması ile de iltihabi olmayan
akut bronşit tablosu da gerçekleşebilir.



Etkenler :

Akut bronşit yapan nedenlerin başında solunum yolları virusları yer
almaktadır. Akut bronşit vakalarının ekserisi İnfluenza, Parainfluenza,
Coryza (nezle) virusu, Adenoviruslar ve Respiratory syncytial
viruslarla meydana gelir.

Bakterilerle meydana gelen akut bronşit nispeten daha seyrektir. Akut
bronşite sebep olan bakterilerin başında Hemophilus influenza,
Pnömokoklar, Streptokoklar, ve Stafilokoklar gelmektedir.

Nadiren Candida ve Aspergillosa türü mantarlar da akut bronşite neden olabilirler.



Şikayetler :

Genellikle hastalık burun ve boğaz enfeksiyonu şeklinde başlar. Bazen
de üst solunum yollarına ait herhangi bir şikayet olmaksızın akut
bronşit tablosu kendini gösterebilir.

Hastalığın başlangıcında sık tekrarlayan ve kuru bir öksürük vardır.
Birkaç gün sonra öksürükle beraber balgam çıkarma şikayeti de olaya
dahil olur. Önceleri normal vasıflarda olan balgam, bir süre sonra
iltihaplı bir özellik kazanır.

Bazı vakalarda yüksek ateş, halsizlik, kırgınlık şikayetleri de
görülebilir. Bir kısım hastada büyük hava yollarının tahrişine bağlı
olarak gelişen göğüs ağrısı da bulunabilir.



Fizik Bulgular :

Fizik muayene bulguları normal olabilir. Solunum yollarının ödem ve
koyu balgam ile tıkanmış olduğu durumlarda ronküs denilen anormal
sesler duyulabilir. Bronşlarda yumuşak balgam varsa ral adı verilen
anormal solunum sesleri duyulabilir. Raller genellikle her iki akciğer
sahasında yaygın olarak duyulursa da bazı sahalarda daha az, bazı
sahalarda daha belirgin olabilir.



Tanı :

Akut bronşitte solunum yollarının tutulması ve akciğer dokusunun normal
olması nedeniyle akciğer grafisi normal olarak bulunabilir. Bazı
vakalarda akciğer dokusu da iltihaptan etkilenebilir ve akciğer
grafisinde solunum yolları ve damarsal yapılarda belirginleşmeler
izlenebilir.

Bakterilerin neden olduğu akut bronşitte kanda beyaz küre hücrelerinin
sayısında ve kan çökme hızında artış görülebilir. Balgam tetkiklerinde
etken bakteri ya da mantar üretilebilir, virusların tespit edilmesi
zordur.

Akut bronşit tanısı hastanın şikayetleri, muayene bulguları ve laboratuar tetkikleri bir arada değerlendirilerek konulur.



Tedavi :

Hastanın odası sıcak ve nemli olmalıdır. Ateşsiz ve hafif seyirli akut
bronşitlerde antibiyotik tedavisi gerekli değildir. Küçük çocukların,
yaşlıların, kalp hastalarının, amfizem ve kronik bronşitli hastaların
akut bronşitlerinde antibiyotik kullanılmalıdır. Yüksek ateşle seyreden
olgularda mutlaka antibiyotik verilmelidir.

Ateş ve ağrısı olan hastalarda tedaviye ağrı kesici-ateş düşürücü
ilaçlar eklenmelidir. Balgam çıkaramayan hastalarda sürekli ve rahatsız
edici kuru öksürük varsa öksürük kesici ilaçlar da başlanabilir.
Hastanın balgam atması halinde balgam söktürücü ilaçlar kullanılmalıdır.
__________________

ALDESTERON FAZLALIĞI.(HİPERALDESTORİZM, CONN SENDROMU)

TEMEL BİLGİLER
TANIMLAMA
Böbreküstü bezinde(Sürrenal) üretilen bir hormon olan Aldosteron
salgısının artması, Böbreklerde üretilen renin adı verilen maddenin
düşüklüğü , Potasyum düşüklüğü , sistemik tansiyon yükselmesi ile
karakterize olan nadir bir hastalıktır.

NEDENLERİ
• En sık görülen (% 60) neden tek taraflı böbrek üstü bezin tümörleri
olup,Tek taraflı böbrek üstü bezinin çıkarılması ile tedavi sağlanır.
• Sebebi bilinmeyen aldesteron fazlalığı (IHA).% 35 oranında görülür.
Bu hastalar Cerrahi tedaviden fayda görmezler .Bazen hayat boyu devam
eden ilaçla tedavi yapılması gerekebilir.

Yaş:
Genellikle 30 ve 60 yaş arasında görülür.

Cinsiyet:
kadınlarda erkeklere göre % 40 daha fazladır

BELİRTİ VE BULGULAR
• Hastaların çoğunda herhangi bir şikayet olmaz.
• Potasyum düşüklüğüne bağlı kas güçsüzlüğü, kramplar,baş dönmesi,görme
bozuklukları,baş ağrısı,bazen bulantı ve kusma,çarpıntı, çok su içme ,
çok idrara gitme olur.
• Ayaklarda şişme ( Ödem)
• Tansiyon yükselmesi
• Kan şeker seviyelerinde yükselme
• Ultrasonda böbrekde görülen basit kistler, Conn hastalarında daha fazla görülür.


GÖRÜNTÜLEME
•Böbreküstü bezinin bilgisayarlı Tomografisi ve MR 5 mm'lik kesitlerle taranarak tömörün varlığı gösterilmeye çalışılır.

TEDAVİ

GENEL ÖNLEMLER
• Tek taralı böbreküstü bezinin selim tümörüne bağlı tablolarda tedavi kesinlikle cerrahidir.
• Düşük sodyum diyeti verilir(Tuz kısıtlaması)
• Hasta İdeal vücut ağırlığına indirilir.
• Sigara yasaklanır.
• Potasyum kısıtlanır.
• Tansiyon düşürücü ajanlar kullanılır.

KAYNAKLAR
• Young, W.F., Jr Hogan M.J: Renin-independent hypermineraiocoicoidism Trends endorcrinol Metab., 5:97; 1994
__________________

Alkol bağımlılığı

Tarihçe

* 8 bin yıl önce Mezopotamyalıların arpayı ekmek yapmak için ilk ıslah etmesiyle bira yapımı başladı.

* 6 bin yıl önce Sümerler, Godin Tepelerinde (Batı İran ve Anadolu) bira ve şarap içiyorlardı.

* Paleolitik çağda fermente edilmiş meyve, tahıl ve baldan alkol yapılıyordu.

* Metanol, Yunanca Methy ve Sanskritçe Madhu kelimelerinden gelir ve bal, sarhoş eden madde anlamına gelir.

* Alkol kelimesi Arapçadan gelmektedir.

* Distilasyon, İS 8. yy’da Arabistan’da başlamıştır.

Alkolizmin Kliniği

* Alkolizm, davranışsal bir bozukluktur.

* Tekrarlayıcı olarak fazla miktarlarda alınan alkole bağlı problemler gelişmesi anlamına gelir.

* Alkolik, kötü sonuçlar doğurmasına rağmen, kompulsif bir biçimde alkol içmeye devam eder.

* Alkolizmde, alkol alımının sınırlanması ile ilgili kontrol kaybolmuştur

İnsanlar neden içiyorlar?

- Zevk almak

- Duygudurumu düzeltmek

- Stresle başa çıkmak

- Alkol içme arzusu (craving, aş erme)

Alkoliğin hayatı

* İçenlerle arkadaşlık eder, evlenir

* İçmek için her zaman neden vardır: mutluluk, neşesizlik, gerginlik vs

* İçme fırsatları sonsuzdur: maç, av, parti, tatil, doğum günü vs

* Alkolizm ilerledikçe problemler artar, yalnız içmeye başlar, gizlice
içer, şişeleri saklar, durumun ciddiyetini saklamaya çalışır

* Suçluluk duygusu gelişir, suçluluk ve pişmanlık duygularını bastırmak
için daha çok içmeye ve sabahları kalkınca içmeye başlar.

Alkolizmde kısır döngü

Suçluluk ve anksiyete nedeniyle daha çok alkol alır, alkol aldıkça
anksiyete ve depresyon derinleşir ve şu belirtiler ortaya çıkar: Uyku
kalitesinde bozulma, gece uyanmalar, depresif duygudurumu, huzursuzluk
ve sıkıntı hisleri, panik nöbetleri, göğüs ağrısı, çarpıntı, nefes
almada zorluk …...

Alkolizmde fiziksel bulgular

- Arkus senilis: gözün kornea tabakasında yağ halkası

- Acne rosecea : kırmızı burun

- Palmar eritem: avuç içinde kırmızılık

- Asteriksis: Elde flapping tremor (büyük amplitüdlü titreme)

- Sigara yanıkları: parmak, göğüs vs’de

- Morarıklıklar (düşme ve çarpmalara bağlı)

- Hepatomegali (karaciğer büyümesi), karın ağrısı

- Spider anjioma

- Periferik nöropati (el ve ayaklarda his kusurları, uyuşma vs)

- Kan tetkiklerinde anormallikler: GGT, MCV, AST, ALT, ürik asit, trigliseritler, üre yükselir

Doğal gidiş, cinsiyet farkı

Erkeklerde daha erken başlar (20 civarı), sinsi gidişlidir, 30 yaşından
önce problemleri farketmek zordur. 45 yaşından sonra başlama nadirdir.

Kadınlarda başlangıç daha geç olur, depresyon daha sıktır.

Alkolizm tipleri

Gamma tipi alkolizm: Çok aşırı miktarda alkolün aralıksız biçimde
alındığı epizotların yaşandığı, ama aralarda alkol alınmayan dönemlerin
olduğu alkolizm tipi. Örneğin kişi günler boyunca sızıncaya kadar alkol
alıp ayılır ayılmaz içmeye devam eder. Sağlık durumu nedeniyle içemez
hale gelince birkaç gün hasta yatar, daha sonra 1-2 hafta alkol almaz
ve sonra herşey yeniden başlar. Bu kişilerde temel problem alkol alımı
ile ilgili kontrol kaybıdır, yasal ve sosyal problemler ön plandadır.
Bunun tersine “Fransız tipi alkolizm”de kişi sürekli olarak fazla ama
aşırı olmayan miktarlarda alkol alır, alkol kullanımı bir hayat tarzı
haline gelmiştir. Herhangi bir nedenle alkol içmeyi durdururlarsa alkol
yoksunluğuna girebilirler. Uzun vadede sağlık problemleri ortaya çıkar.

Tip A-B ya da 1-2: Erken yaşlarda başlayan, ailede alkolizm öyküsünün
varolduğu, antisosyal kişilik bozukluğu ile birlikte sık görülen kötü
gidişli alkolizm ve daha geç yaşta başlayan, aile öyküsünün olmadığı,
daha çok depresyonun eşlik ettiği, daha iyi gidişli alkolizm tipi.

Komplikasyonlar (alkolizmin sonuçları)

Sosyal:

Boşanma, terkedilme

İş sorunları, devamsızlık

Ev-iş-trafik kazaları

Adli problemler

Tıbbi: 1.Akut sorunlar 2.Kronik sorunlar 3.Yoksunluk belirtileri

Karaciğer harabiyeti, kardiyomiyopati (kalp büyümesi), anemi
(kansızlık), yüksek tansiyon, trombositopeni (pıhtılaşma sağlayan
hücrelerde azalma), miyopati (kas yıkımı), kanser, teratojenite (anne
karnındaki bebekte anormallikler), pankreatit (pankreas iltahabı),
pnömoni (zatüre), merkezi sinir sistemi bozuklukları (retrobulbar
nörit,Wernike-Korskof Sendromu ve bunaması, serebeller atrofi)

Alkol Yoksunluğu belirtileri

Otonomik hiperaktivite (terleme, nabız 100’ün üstünde)
titreme
uykusuzluk
bulantı ve kusma
geçici halusinasyon ve ilüzyonlar: alkolü bıraktıktan sonra 1-2 gün içinde görülür.
psikomotor ajitasyon
anksiyete
grand mal konvülzyonlar (epileptik nöbetler): alkolü bıraktıktan sonra 2 gün içinde görülür.

Deliryum tremens: Uzun süre fazla miktarda alkol alan kişilerde alkolü
kestikten 2-3 gün sonra ortaya çıkabilen, ölüm riski taşıyan bir
tablodur.

Bilinç ve konsantrasyon bozukluğu, görsel halusinasyonlar (gerçekte var
olmayan şeylerin görülmesi), bulunduğu zamanı ve yeri karıştırma ile
kendini belli eder, hızlı başlayıp dalgalı bir seyir gösterir.

En sık eşlik eden psikiyatrik bozukluklar:

- Majör Depresyon: Alkol bağımlılarının %30-50’sinde görülür

- Anksiyete bozuklukları: %30 sıklıktadır. Erkeklerde sosyal fobi, Kadınlarda agorofobi sıktır.

- İki uçlu duygudurum bozukluğu (manik depresif b)

- Diğer madde bağımlılıkları: başta sigara olmak üzere esrar vs.

- Kişilik Bozuklukları: antisosyal ve sınırda kişilik bozuklukları.

Alkolizm tedavisi

* Alkolikler tedavi için başvurduklarında genellikle ‘dibe
vurmuşlardır’ yani sağlık, aile, meslek, sosyal yaşam vb yönlerden
büyük kayıplara uğramış ve çaresiz duruma düşmüşlerdir. Bu hale
düşmeden pek çok alkolik bu zevki terketmeye yanaşmaz, ya da buna karar
verse de kolayca vaz geçer. Önemli olan bu denli kayba uğramadan bu
kısır döngüyü durdurmaktır. Bu nedenle kişinin alkolik olduğu yani
alkol karşısında zayıf, hatta alkolün esiri olduğunu farkedip
kabullenmesi düzelmenin başlangıç noktasını oluşturur. Erken dönemdeki
alkoliklerin bu gerçeği farketmeleri için “motive edici görüşmeler”
yapılır.

* Alkolizm tedavisi yoksunluk belirtileri kalktıktan sonra başlar

* Hedef ayıklıktır (sobriety): Eşlik eden psikiyatrik bozuklukların ayırıcı tanısı ve tedavisi için de bu önemlidir.

* Ekip tedavisi gerekir

* Tedavi hastanın ihtiyaçlarına göre seçilmelidir.

* Tedaviden sonra uzun süreli izlem gereklidir. Kişi uzun süre
hastanede kalsa bile daha sonra izlenmezse alkole dönmesi kolaydır.
Düzenli aralıklarla görüşmelere ya da kendine yardım gruplarına
katılmalıdır.

* Nüksler (tekrarlamalar) ilk 6 ayda en sıktır.

İlaç tedavileri

* Disulfiram (Antabus)

* Antidipsojenikler:

Naltraxone, Acomprasate

* Seratonerjik antidpresanlar

* Lityum

Psikoterapi

* Sıcak ama biraz otoriter bir yaklaşım gereklidir.

* Adsız Alkolikler gibi kendine yardım grupları tedaviye entegre edilmelidir.

* Davranışçı-kognitif tedaviler iyi sonuç verir.

* Eğitimsel faaliyetler tedavinin önemli bir parçasıdır.

* Psikoterapilerde iç görü üzerinde yoğunlaşılmamalıdır. Psikanaliz
gibi bu türdeki terapiler alkol kullanımını daha da arttırabilir.

* Hastanın içinde bulunduğu aile ele alınmalıdır, çünkü alkolizm bir “Aile Hastalığı”dır
__________________


Allerji tüm yönleriyle

Allerji nedir?
Çevremizde yaygın olarak bulunan allerjenlere bazı kişiler
diğerlerinden daha fazla duyarlı olup (atopik kişiler) onlara karşı
allerjik olmayan normal kişilerden (atopik olmayan) çok daha abartılı
bir reaksiyon verirler. Bu duruma allerji denilmektedir.

Allerjik tabiatta olmak bir hastalık mıdır?
Hayır. Toplumda yaşayan bireylerin yaklaşık %30’u allerjik tabiattadır.
Bu kişiler duyarlı oldukları bazı allerjenlere karşı özel E tipi
antikorlar aracılığıyla abartılı bir reaksiyon oluşturabilme
yeteneğindedirler. Bu tip antikorlara bağlı olarak bazen değişik
allerjik hastalıklar ortaya çıkabilir. Ancak tek başına allerjik
bünyeye sahip olmak, yani atopik olmak bir hastalık olmayıp allerjik
hastalıklara bir çeşit aday olma, yatkın olma durumudur.

Allerjik bünyeye sahip olmak neye bağlıdır?
Bu tamamen ailesel geçişli (irsi) bir durumdur.

Genetik geçiş dışında çevresel faktörlerin bir etkisi yok mudur?
Atopik olma veya olmama durumu tamamen genetik olarak belirlenmektedir.
Ancak atopik kişilerde allerjik hastalıkların gelişip gelişmemesi
çevresel allerjenlerle karşılaşma yoğunluğuna bağlı olarak
değişmektedir. Daha dünyaya gelmeden gebelik döneminde veya hayatın
erken döneminde, emzirme periyodunda annenin sigara içmesi, allerjik
gıdaları tüketmesi, ortamın allerjen yoğunluğunun fazla olması gibi
faktörler atopik kişilerde allerjik hastalıkların görülme sıklığını
artırır.

Allerjik hastalıklar psikolojik nedenlerle görülebilir mi?
Allerjik hastalıklar psikolojik veya psikosomatik hastalıklardan
farklıdır. Ancak allerjik hastalıkların gelişiminde, yakınmaların
ortaya çıkmasında ve hastalığın kontrolünde psikolojik durumun da
katkısı olabilir. Ayrıca psikolojik hastalıklarla ayrımı gerekebilir.

Allerjik hastalıklar nelerdir?
Astım, allerjik burun nezlesi ve sinüzit, allerjik göz nezlesi, burun
polipleri, allerjik orta kulak iltihabı, ürtiker ve egzema gibi
allerjik deri hastalıkları, gıdalara bağlı allerjik reaksiyonlar,
çeşitli ilaç ve kimyasallar ile arı ve böcek sokmalarına bağlı allerjik
reaksiyonlar allerjik hastalıkların arasında öncelikli olarak sayılması
gerekenlerdir.

Allerjik bünyeli bir kişide bu hastalıkların hepsi de bulunur mu?
Vücudun allerjenlere olan reaksiyonu belirli organlara özel dağılım
gösterir. Bazı kişilerde bu sayılan hastalıkların bir kaçı beraber
bulunabilirse de bu şart değildir.

Allerji teşhisi nasıl konur?
Allerjik hastalıklarla uyumlu yakınmaları olan kişilerde ailede benzer
hastalığı olanların varlığı, şikayetlerin süreğen ve tekrarlayıcı
olması, mevsimlere göre değişmesi, diğer allerjik hastalıkların eşlik
etmesi gibi hastanın öyküsünde tipik özellikler allerjik bir hastalığı
telkin eder. Kanda özel E tipi antikorların araştırılması, allerjik
cilt testleri ve hastalığın tipine göre değişen diğer tetkiklerle kesin
teşhis konulabilir.

Teşhis için can yakıcı, zor tetkikler, endoskopik işlemler ve biyopsiler gerekli midir?
Hayır. Allerjik hastalıkların tanısında genellikle bu tür invaziv işlemlere gerek duyulmaz.

Yöremizde bu tür hastalıkların teşhis ve takibi mümkün müdür?
Tabii. Fakültemizde allerjik hastalıkların teşhis, takip ve tedavisi
için gerekli olan her türlü laboratuvar inceleme yapılabilmektedir.
Uzak yerlere gidip gelmeğe gerek yoktur.

Erken teşhisin önemi var mı?
Kuşkusuz. Hem hastanın yaşamının normale döndürülmesi, hastalıktan
dolayı kayıplarının giderilmesi; hem de tehlikeli krizlerin ve aynı
zamanda hastalığın ilerlemesinin önlenmesi için erken tanı konarak
tedaviye başlanması çok yerinde olur.

Allerjik hastalıkların belirtileri nelerdir?
Hastalığın tipine, ağırlığına ve hastanın yaşına, cinsiyetine göre
belirtiler değişir. Allerjik sinüzit, burun ve göz nezlesinde: Yılın
belirli aylarında veya tüm yıl boyunca devam eden hapşırma, burunda
kaşıntı, burun akıntısı, burun tıkanıklığı vardır. Geniz akıntısı,
boğazda gıcıklanma, gözlerde yaşarma, kızarıklık ve kaşıntı, kulakta
dolgunluk hışırtı, kaşıntı, baş ve kulak ağrısı, koku alma bozukluğu
tat almama, sesin değişmesi olabilmektedir. Anjiyonörotik ödem ve
anafilakside: Tablonun ağırlığına bağlı olarak değişen derecelerde
yüzde, dudakta, dilde, boğazda aniden şişme, tıkanma, ciltte solukluk,
kızarıklık, kaşıntı ve kabarıklıklar, döküntüler, nefes darlığı,
hırıltılı solunum, tansiyon düşmesi, ateş, terleme, çarpıntı, kalpte
ritim bozukluğu, morarma, kusma, karın ağrısı, ishal, havale geçirme,
solunum durması ve ölüm olabilir. Astımda: Nefes darlığı, öksürük,
hırıltılı solunum, göğüste tıkanıklık olabilir. Bu yakınmaların aniden
ve krizler şeklinde ortaya çıkması bir müddet sonra kendiliğinden veya
tedaviyle düzelmesi, tekrarlaması, gece uykudan uyandıracak şekilde
olması çok tipiktir. Cilt Allerjilerinde: Ciltte kaşıntı, kurdeşen
denilen kabarıklıklar, kırmızı renkli döküntüler, sulanma, kabuklanma,
deride kalınlaşma ve deride renk değişikliği görülebilir. Mide barsak
kanalı allerjilerinde: Bulantı, kusma, ishal, karın ağrısı,
iştahsızlık, kilo kaybı, gelişme geriliği, kansızlığa bağlı halsizlik,
solukluk, göz kapakları ve bacaklarda şişlikler gibi yakınmalar
olabilir.

Bu şikayetler allerjik hastalıklar dışında başka nedenlerle oluşamaz mı?
Evet oluşabilir. Bunların hiçbirisi allerjik hastalıklara özgü
değildir. Yakınmaların süreğen ve tekrarlayıcı vasıfta olması,
mevsimlerle ilişki göstermesi, ailede benzer yakınmaları olan başka
kişilerin olması veya altta açıklanan allerjenlerden birisiyle temas
sonrası bu yakınmaların ortaya çıkması allerjik bir hastalığın
varlığını gösteren işaretlerdir.

Allerjik hastalıklar tehlikeli midir?
Sık görülmeleri, süreklilik göstermeleri, kişinin performansını
yakından etkileyerek normal yaşamını kısıtlamaları, iş gücü kaybı ve
okul devamsızlığına yol açmaları ve anafilaksi, anjiyonörotik ödem gibi
bazen ölümcül olabilen formlarının da bulunması nedeniyle allerjik
hastalıklar çok önemli sağlık sorunları arasında yer almaktadır.

Allerjik hastalarda kriz olur mu?
Evet. Allerjik hastalıkların bazılarında aniden kriz şeklinde ağır bir
tablo gelişebilir. Üstelik bu durum tekrarlayıcıdır. Astımda, penisilin
allerjisinde, arı-böcek sokmasında, anjiyonörotik ödemde tehlikeli,
ölümcül krizler olabilir.

Anafilaksi nedir?
Allerjiye bağlı olarak ani ortaya çıkan ve acilen tedavi edilmezse
ölümcül olan sistemik, tehlikeli bir hastalıktır. Arı sokması, penisin
gibi bir ilacın damardan verilmesi gibi allerjenlerle temas sonrası
olay dakikalar içinde başlar. Tablonun ağırlığına bağlı olarak değişen
derecelerde yüzde, dudakta, dilde, boğazda aniden şişme, tıkanma,
ciltte solukluk, kızarıklık, kaşıntı ve kabarıklıklar, döküntüler,
nefes darlığı, hırıltılı solunum, tansiyon düşmesi, ateş, terleme,
çarpıntı, kalpte ritim bozukluğu, morarma, kusma, karın ağrısı, ishal,
havale geçirme, solunum durması ve ölüm olabilir.

Böyle bir durumda ne yapılmalıdır?
Maalesef bu durumda hasta ve yakınlarının yapacağı fazla bir şey
yoktur. Ancak gerekli ilaçların bulunduğu bir ortamda bir hekim bu
duruma müdahale edebilir. Hasta derhal sağlık kuruluşuna
götürülmelidir. Allerjik bünyesi olduğu bilinen kişilerin hastane
dışında enjeksiyon yaptırmaması, ilaçlı filim vb tetkikler yapılırken
durumunu belirtmesi, kendisine dokunan besin ve ilaçları kullanmaması,
arı sokmaması için tedbirler alınması gerekmektedir.

İlaç allerjisi hakkında bilgi verir misiniz?
Bir çok ilacın tedavi edici etkisi yanında istenmeyen bazı etkileri de
vardır. Bu yan etkilerden bazıları ise allerjik reaksiyonlara bağlıdır.
Kullanılan ilaca; kullanan kişinin yaşına, cinsiyetine, genetik
özelliklerine ve diğer hastalıklarına; daha önce aynı ilacın kullanılıp
kullanılmadığına; ilacın veriliş yoluna bağlı olarak bu tür
reaksiyonların görülme olasılığı değişmektedir. Hemen her ilaç
allerjiye neden olabilirse de bazı ilaçların kullanımı sırasında buna
daha sık rastlanmaktadır. İlaca bağlı allerjik olaylar ciltte görülen
kurdeşen, egzamadan kan hücrelerinin sayı ve fonksiyon bozukluklarına,
anafilaksi, ateş, serum hastalığı gibi sistemik tablolardan ani nefes
darlığı, sarılık, zatürree göğüste, karında su toplanması gibi belirli
organ lokalizasyonu gösteren patolojilere kadar çok farklı görünümlere
sahiptir. İlaç alımıyla olayların başlaması arasında geçen süre bir kaç
dakikadan bir iki haftaya kadar değişmektedir. Bir ilaç kullanırken
ortaya çıkan yeni bir sağlık sorunu ilaçla ilişkili veya ilişkisiz
olduğuna karar verilemese bile o ilacı reçete eden hekime
bildirilmelidir. Eğer hasta herhangi bir ilaca karşı geçirilmiş bir
allerji öyküsüne sahipse başka ilaçları kullanması gerektiğinde de bunu
hekimine bildirmelidir. Çünkü bazı ilaçlar arasında çapraz reaksiyonlar
olabilmektedir. Penisilin allerjisi, çeşitli röntgen filimlerinin
çekilmesi sırasında kullanılan boyar maddelere karşı ortaya çıkan
reaksiyonlar ve astımlılarda aspirine karşı duyarlılık ilaç allerjileri
arasında özellikle belirtilmesi gereken durumlardır.

Çocuklara uygulanan aşılar allerji yapar mı?
Aşıların hazırlanması sırasında yumurta proteinleri ve bazı jel
maddeler aşıya karışmaktadır. Bunlara bağlı allerji görülebilir.
Yumurta yediğinde anafilaksi tipinde şiddetli allerjik reaksyonu olan
kişilere yumurta kaynaklı bu aşılar yapılmamalıdır. Ancak, yumurta
yiyince deri döküntüsü gibi hafif allerjik reaksiyonu olanlar aşıdan
alı konmamalıdır. Karar verilemediği durumlarda deri testleri
yapılabilir.

Gıdalara bağlı allerjik rahatsızlıklardan biraz bahseder misiniz?
Toplumda yaşayan kişilerin %15-20 'si bazı gıdalara karşı allerjisi
olduğunu söylerken yapılan araştırmalarda bu oranın %1-2 'den fazla
olmadığı gösterilmiştir. Besin allerjilerine çocuklarda daha sık
rastlanır. Yaş ilerledikçe bu durum çoğunlukla ortadan kalkmaktadır.
Gıdalar allerjik olaylar dışında da besin zehirlenmeleri, besin
entoleransı gibi önemli sorunlara yol açabilirler ve bunların allerjik
olaylardan ayrımı zor olabilir. En sıklıkla allerjiye yol açan besinler
inek sütü, tavuk yumurtası, soya fasülyesi, ceviz, fındık, balık ile
buğday ve diğer tahıllardır. Allerjiye neden olan besinin alınmasından
sonraki dakikalar veya saatler içerisinde allerjinin yerleştiği
lokalizasyona bağlı olarak değişik şikayetler görülmeğe başlar.
Dudaklarda, dilde, boğazda şişme, yanma, kaşıntı, yüzde kızarıklık
seste kabalık görülebilir. Kramp şeklinde karın ağrıları, bulantı,
kusma ve ishal görülebilir. Bebeklerde gelişme geriliği dikkati çeker.
Hapşırma burunda kaşıntı, akıntı, tıkanıklık, göz yaşarması, gözlerde
kaşıntı olabilir. Astım tablosu gelişebilir. Bunların besinlere bağlı
olup olmadığı ve hangisine bağlı olduğu testlerle anlaşıldıktan sonra o
besin hastanın diyetinden çıkarılır. Bir süre bu gıdayı almayan kişide
zamanla duyarlılık kaybolabilmektedir.

Gıda katkı maddeleri zararlı mıdır?
Modern yaşamın getirdiği zorunluluklar eskiden evlerde doğal ve taze
olarak hazırlanan gıdaların yerini fabrikasyon olarak hazırlanan ve
uzun süre marketlerde bozulmadan saklanması gereken gıdaların almasına
neden olmuştur. Gıdalara hazırlanması sırasında renklendirici, koku
verici ve bozulmalarını önleyici bazı kimyasal maddeler ilave
edilmektedir. Doğal beslenmede yeri olmayan bu kimyasallar hem astımlı,
allerjik nezleli bazı kişilerde sorunlara yol açmakta hem de allerji
dışında kalp-damar hastalıklarına ve kanserlere neden olabilmektedirler.

Lateks allerjisi ne demektir?
Lateks %99 oranında Brezilyada yetişen tropikal kauçuk ağacının
özsuyundan üretilir. Kauçuk içeren ürünler allerjik reaksiyonlara neden
olabilmektedir. Bilhassa hekimlerin bizar olduğu bu durumda cerrahide
kullanılan lateksten mamül eldivenler, bu eldivenlerin giyilip
çıkarılması sırasında ortama yayılan toz, elastik yapışkan bantlar,
çeşitli sonda ve kateterler, lastik ayakkabılar, plastik halı arkaları,
spor malzemeleri, yolda aşınan oto lâstiklerinden ortama dağılan
kısımlar ya cilt ile temas veya solunum yoluyla vücuda girmekte ve
takiben kurdeşen, burun nezlesi, göz nezlesi, nefes darlığı, dilde
boğazda şişme gibi değişik reaksiyonlar ortaya çıkmaktadır.

Temas egzaması ne demektir?
Cildin herhangi bir madde ile genellikle uzun süreli ve tekrarlayan
temasları sonrası ciltte allerjik tabiatlı bir hastalığın gelişmesidir.
Buna neden olan maddeler arasında öncelikle sabun ve deterjanlar,
lastik eldivenler, kemer, kolye vb aksesuarlar, gömlek, kaşkol gibi
giysiler sayılabilir. Temas edilen cilt alanında kızarıklık,
kabarıklıklar, kalınlaşma, çatlaklar, soyulma, kaşıntı, sulanma ve
kabuklanmalar görülebilir.

Böcek ve arı allerjileri hakkında bilgi verir misiniz?
Hamam böcekleri, kalorifer böcekleri, tahtakurusu, sivrisinek, at
sineği ve pire gibi haşerelerin ısırmasıyla, tükrük ve dışkılarının
solunum veya cilt yoluyla vücuda girmesine, yabani veya bal arılarının
sokmaları sırasında zerk ettiği zehirlerine karşı bazı kişilerde
allerjik reaksiyonlar gelişebilmektedir. Böcek allerjenleri allerjik
burun nezlesi ve astıma neden olabilmekte; arı sokmalarını takiben ise
10-15 dakika içinde sokma yerinde sınırlı veya tüm vücutta hafif veya
ağır bir reaksiyon gelişebilmektedir. Bu olay tehlikeli olabilir. Arıya
karşı allerjisi olanların yanlarında arı soktuğu taktirde acil müdahale
için iğne, sprey, hap türü ilaçları devamlı taşımaları ve bunları kendi
kendilerine kullanmayı öğrenmeleri gereklidir. Özel aşı ile tedavi de
etkili olmaktadır.

Allerji yapan maddeler (allerjenler) nelerdir? Allerjenler nerede bulunur?
Ev tozu, küf mantarları, kedi, köpek, kuş tüyleri, çeşitli ağaç, ot ve
çayır polenleri, böcek ve haşereler, bazı parazitler, bazı gıdalar,
penisilin gibi bazı ilaçlar, güneş, rüzgar, soğuk, kirli hava ile
çeşitli kimyasal maddeler gibi çok fazla sayıda madde allerjenik
özellik taşır. Havada, kullandığımız gıda, ilaç ve giyim eşyalarımızda,
çevremizdeki eşyada çok sayıda allerjen bulunmaktadır.

Ülkemiz ve yöremizde allerjenlerin durumu
Yapılan çalışmalarda Ülkemizin 9 000’i aşkın doğal bitki türünden
oluşan zengin bir florası vardır. İklim ve coğrafi değişkenlere bağlı
olarak bölgelerimize göre bitki örtüsü farklıdır. Karadeniz ve Marmara
bölgesinde Avrupa ve Sibirya florası, Batı ve Güney Anadolu'da Akdeniz
florası, İç, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da ise İran-Turan florası
özellikleri hakimdir. Karadeniz Bölgemizde ılıman iklim, yüksek nem ve
zengin bitki örtüsü havayla taşınan aeroallerjenler için son derece
elverişli koşullar sağlamaktadır.

Allerjenlere karşı reaksiyon ne zaman ortaya çıkar?
Çevremizde çok sayıda bulunan allerjenler solunum yolu, sindirim
kanalı, cilt ve mukozalar ile enjeksiyonlar sırasında damar yoluyla
vücuda girebilir ve sadece hassas kişilerde duyarlılaşma periyodunu
takiben önemli sorunlara yol açar.

Allerjinin mevsimlerle ilgisi var mıdır?
Evet. Bazı allerjenlerin yoğunluğu belirli mevsimlerde artmaktadır.
Diğer bazıları ise her mevsimde sabit olarak bulunurlar. Polenler
mevsimsel allerjinin en sık rastlanan nedenleridir. Ancak iklime bağlı
olarak hava sıcaklığının ve nispî nem oranının değişmesine paralel ev
tozu akarları, küf mantarları gibi diğer havayla taşınan allerjenlerin
yoğunluğu da değişmektedir. Nisan-Mayıs, atmosfer havasında polen
yükünün en fazla arttığı aylardır. Bu mevsimde allerjik yapılı
kişilerde astım, saman nezlesi, göz nezlesi gibi allerjik hastalıklara
bağlı yakınmalar ortaya çıkabilir veya artar.

Bahar nezlesi, mevsimsel astım ne anlama gelir?
Bazı allerjik kişilerde yılın diğer zamanlarında hiçbir önemli sorun
yaşanmazken sadece belirli bir iki ayda her yıl tekrarlayan yakınmalar
görülebilir. Bunlar çoğu zaman polene bağlı yakınmalardır. Kişilere
göre değişmekle birlikte en sık bahar veya güz aylarında rastlanır.

Allerji ile meslek arasında bir ilişki var mıdır?
Evet. Allerjik hastalık bazen bir meslek hastalığı şeklindedir. İşyeri
ortamında bulunan bir allerjenle temasa bağlı olarak ortaya çıkar.
Yakınmaların işe girdikten sonra başlaması, işyerinden uzakta olunduğu
zamanlarda (tatil ve seyahatlerde) gerilemesi, aynı işyerinde birden
çok kişide benzer yakınmaların görülmesi meslek hastalığını
düşündürmelidir.

Hangi mesleklerde allerjik hastalıklar daha sık görülür?
Çiftçiler, hayvancılıkla uğraşanlar (sığır, kuş, kümes hayvanı
besleyenler, veterinerler, deri, yün işinde çalışanlar ..), biyolojik
ajanlarla çalışanlar (laborantlar, besin, deterjan sanayiinde
çalışanlar, kimyagerler ..), tozlu işlerde çalışanlar (keresteciler,
marangozlar, fırıncılar, değirmenciler ..), kimyasallar ile teması
olanlar (boyacılar, kimyagerler, plastik endüstrisi işçileri ..),
lastik eldiven kullananlar (sağlık personeli, temizlik işinde
çalışanlar ..) ve daha bir çok iş kolunda allerjik hastalıklara sık
rastlanmaktadır.

Teknoloji ile allerji arasında bir ilişki var mıdır?
Allerjik hastalıkların sıklığı teknolojinin gelişimine paralel olarak
artmaktadır. Kişilerin kapalı ve dar alanlarda topluca yaşamaları, açık
sahada çalışmaktan büroda çalışmaya dönüş, halı döşemeler, ev içinde
kedi, köpek, kuş vb hayvanların beslenmesindeki artış, sigara
alışkanlığının yayılması, katkı maddesi içeren hazır gıdaların
tüketilmesi, yaşamımıza giren ilaç ve kimyasal maddelerin giderek
fazlalaşması, hava kirliği gibi nedenlerle allerjik hastalıklar
endüstrileşmiş yörelerde ve kırsal kesime göre kentlerde daha sık
görülmektedir.

Allerji tedavi edilebilir mi?
Tedavi ile allerjik bünye değiştirilemez. Ancak, allerjik hastalıklar
kontrol altına alınabilir ve hastanın yakınmaları giderilip, normal
yaşamına dönmesi sağlanabilir. Hastalığa bağlı olarak yaşanımı
kısıtlanması önlenebilir.

Allerjik hastalıklardan tam şifa mümkün değil midir?
Mümkündür. Bazen bir süre devam eden hastalık tablosu tedavi ile veya
spontan olarak tamamen ve bir daha geri dönmemek üzere düzelebilir.
Ancak yakınmalar çoğu kez devam etme ve tekrarlama eğilimindedir.

Allerjik hastalıkların tedavisi nasıldır?
Tedavi kişiye göre değişir. Öncelikle allerjiye neden olan madde veya
maddeler belirlenmeli, hastalığın tipi, ağırlığı, komplikasyonları
saptanıp uygun tedavi şekli kararlaştırılıp başlanmalı, hasta yakın
izlemede tutulup alınan cevaba göre tedavi değiştirilmelidir. Öncelikle
korunma esastır.

Komşumun ilaçlarını kullanabilir miyim?
Bunu asla yapmayın. Hastalık aynı olsa bile hiçbir hastanın tedavisi
diğerinin aynısı değildir. Tedavi edilmesi gereken hastalık değil,
hastadır. Ve her hasta başka bir kişidir.

Allerjenlerden nasıl korunabiliriz?
Allerjiye neden olan madde her kişide aynı değildir. Kişilerin duyarlı
olduğu allerjen ayrı ayrıdır. Öykü ve testlerle spesifik allerjen
saptandığında hasta mümkünse bundan uzak tutulmalıdır. Örneğin bu bir
ilaç ise bu ilacı kullanmamalıdır. Gıda ise bu gıdayı almamalıdır.
İşyeriyle ilgili bir madde ise iş değişikliği gerekebilir ya da iş
yerindeki allerjen yoğunluğunu azaltacak önlemler yararlı olabilir.
Ancak havada bulunan allerjenlerden kaçınmak oldukça güçtür. Polen
allerjisinde kıra, ağaçlık, çiçeklik alana girmek veya rüzgarla
polenlerin taşındığı alanda bulunmak yakınmaları başlatabilir. Ev
tozundaki allerjenleri azaltacak önlemler yararlı olabilir. Evde dip
bucak emiş gücü yüksek vakumlu cihazlarla sık sık tozların alınması,
toz kaldırmayacak şekilde temizlik yapılması (yaş bezle toz alınması,
çırpma, silkeleme şeklinde temizlik yapılmaması ..), haftada bir en az
60 derece sıcaklıkta su ile çarşaf, kılıf ve örtülerin yıkanması, halı
döşemeler yerine vinlex vb türü suni döşemelerin kullanılması, allerjen
barındırmayan çarşaf ve kılıfların kullanılması allerji hastalarında
önerilen tedbirlerdir. Küf mantarlarının üremesinin önlenmesi, ev içi
nemin azaltılması yararlı olabilir. Allerjenleri temizlediği söylenen
cihaz veya deterjanların, hava filtrelerinin bilimsel olarak etkinliği
kanıtlanmış değildir. Kedi, köpek, kuş gibi hayvanların ev içinde
barındırılmaması, hamam böceği, kalorifer böceği gibi haşerelerle
mücadele edilmesi gerekmektedir. Yün battaniye, yorgan, kazak, hırka
yerine sentetik kumaş ve dokumaların kullanılması önerilmektedir.
Sigara içilmemesi, pasif olarak sigara dumanına maruz kalmaktan
sakınılması, ev içinde veya atmosferde hava kirliliğinin önlenmesi için
gerekli tedbirlerin alınması dikkat edilmesi gereken diğer hususlardır.
Kimyasal katkılar içeren fabrikasyon gıdalardan uzak durulması,
deterjan, boya ve çeşitli temizlik malzemelerinin kullanımında ortama
yayılan keskin koku ve dumandan kaçınılması gerekmektedir. Ancak bu
önerilerin uygulanması hiç de kolay değildir ve kişinin yaşamını çık
sınırlayabilir.

Bu tedbirleri alınca allerjik hastalığım geçer mi?
Kuşkusuz bu önlemler çok işe yarar, hastalığınızın kontrolü kolaylaşır,
şikayetleriniz azalır, tedavinizin etkinliği artar. Ancak bunları
yapınca hastalık ortadan kalkacak diye bir garanti söz konusu değildir.
Bu önlemleri almakla birlikte veya allerjenlerden kaçınılamıyor ise
onların zararlı etkilerini önleyen veya düzelten ilaçlarla tedavi
gerekebilir.

Allerji tedavisi ne kadar devam eder?
Tedavi çoğu kez devamlıdır. Ancak bu ömür boyu ilaç kullanılacak
anlamına gelmez. İlaçlar kullanıldığı gibi, zaman zaman ilaçlar kesilip
ilaçsız kontrol ve korunma önlemleri ile izlenebilir. Sorunlar ortaya
çıktığında tekrar tedavi gerekebilir. Mevsimsel allerjilerde sadece
sorunların yaşandığı aylarda bir kaç aylık tedavi yeterli olur.

Allerji tedavisinde hangi tür ilaçlar kullanılır?
Bu sorunun tek bir cevabı yoktur. Hastalığın yerleştiği organa, tipine,
ağırlığına ve hastanın özelliğine göre farklı bir çok ilaç
kullanılabilir. Bazen aynı hastada farklı zamanlarda değişik ilaçları
kullanmak gerekebilir.

Allerji tedavisinde kullanılan ilaçların zararlı etkileri var mıdır?
Her ilacın istenmeyen bazı yan etkileri olabilir. Bir hastaya bir ilacı
verirken kar-zarar hesabı yapılıp beklenen yarar daha ağırlıklı ise
başlanır. Gereksiz yere hiçbir ilaç kullanılmamalıdır. Mümkün olan en
düşük dozda ve en kısa sürede kesilecek şekilde ilaçlar
kullanılmalıdır. Bunlara dikkat edilirse önemli bir sorun olmaz. Hekim
kontrolü olmadan, kendi başına ilaç kullanmak, ve başlanan tedaviyi
kontrolsüz sürdürmek doğru değildir ve yan etkilerin görülme riskini
artırır.

Bu yan etkiler arasında en önemlileri nelerdir?
Allerji tedavisinde kullanılan ve antihistaminikler olarak adlandırılan
bir grup ilacın bazıları uyku, dalgınlık, dikkat azalmasına neden
olabilir. Buna bağlı olarak kişi araba veya makine kullanıyorsa
kazalara neden olabilirler. Aktif çalışan kişilerde bu tür yan etkileri
olan ilaçlar tercih edilmemeli veya kullanılması gerekiyorsa kişi
önceden uyarılmalı, bu tür tehlikeli işlerden uzak tutulmalıdır. Yine
bu tür ilaçlar bazen iştah artışına yol açıp kilo alımına sebebiyet
verebilirler. Kortizon türü ilaçlar da allerji tedavisinde
kullanılmaktadır. Bunlara bağlı olarak da önemli yan etkiler
gelişebilir.

Aşı tedavisine dikkat!
Halk arasında aşı tedavisi olarak bilinen immünoterapi sanıldığı gibi
allerjik hastalıkların tedavisinde temel tedavi biçimi değildir. Sadece
böcek sokmaları ve bazen de allerjik nezlede etkili olabilen bir tedavi
biçimidir. Çoğu astım hastası için bu tedavi biçimi doğru bir yaklaşım
olarak kabul edilmez. Bir çok gelişmiş ülkede astım tedavisinde
kullanılmamaktadır. Aynı zamanda, ölümcül olabilen riskler taşır.
Üstelik etkinliği de ispatlanmış değildir. Etki mekanizması da
bilinmez. Gerekli bir çok koşula uyan çok az sayıda hastaya asıl
tedaviler uygulandıktan sonra, bütün riskler göz önüne alınarak, bu
işin uzmanı olan kişi denetiminde ve acil durumda yaşama geri
döndürmeye yönelik müdahalenin yapılabileceği her türlü donanım ve
ekipmana sahip bir ünitede denenebilir. Fakat maalesef yanlış lanse
edildiğinden ve suiistimale açık olduğundan gereğinden sık olarak
uygulanmaktadır. Yıllarca bir ümit uğruna aşı olmaya devam eden
hastalar vardır.

Allerjik bir anne ve/veya babanın çocuklarının allerjik olmaması için neler yapılabilir?
Anne veya babadan birisi allerjik ise çocukta allerjik hastalığa
rastlanma olasılığı %40 dolaylarında iken hem anne hem de babanın
allerjik olduğu durumda çocukta bu oran %70’e çıkmaktadır. Allerjik
bünyeli ebeveynlerin almaları gereken tedbirler şunlardır: gebelikte ve
doğumu takiben ev içinde sigara içilmemesi, gebelik ve emzirme
döneminde anneye yumurta ve inek sütü gibi allerjenik gıdalardan
arındırılmış bir diyet uygulanması, bebeğin mutlaka anne sütünü emmesi
ve yukarıda korunma ile ilgili kısımda anlatılan tedbirlerin doğumdan
itibaren dikkatlice uygulanıp çevresel allerjenlerle temasın
azaltılması yararlı olacaktır.

Arı poleni, bıldırcın yumurtası, hatme çiçeği vb gibi doğal ilaçların tedavideki yeri nedir?
Bu ilaçların etkili olduklarını gösteren bilimsel çalışmalar maalesef
yapılmamıştır. Bu nedenle bu konuda olumlu yada olumsuz bir şey
söylemek mümkün değildir
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Empty
MesajKonu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler   Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler EmptyPaz Ekim 11, 2009 4:27 pm

amipli dizanteri basilli dizanteri şigelloz

Amipli dizanteri, Entamoeba histolytica'nın neden olduğu kanlı fakat pü
içermeyen parlak mukuslu diyare ile seyreden, ateşsiz bir dizanteridir.

AMİPLİ DİZANTERİ

Etyoloji:

E. histolytica ortalama 25-40 mikron büyüklüğünde vejetatif (trofozoit)
formu ile ortalama 12-15 mikron büyüklüğünde kist formu bulunan bir
protozoerdir. Trofozoit şeklinde araba tekerleği gibi kromatin içeren
bir çekirdek ve bir santral nukleolus vardır. Sitoplazması ektoplasma
ve granüler endoplasmadan oluşur. Sitoplazma içinde vakuoller ve
fagosite edilmiş eritrositler bulunur. Kist şeklinde 1-4 adet nukleus
vardır. Vejetatif formun mikroskop altında incelendiğinde, psödopatlar
çıkararak yer değiştirdiği görülür. Hareketi yavaştır. Görebilmek için
aynı hücreye 2-3 dakika bakmak gerekir. Hücrenin bir tarafından parlak
saydam zar şeklinde parmak gibi bir uzantı-psödopod-çıkar; sonra bütün
sitoplazma bu psödopodun içine akar. Tespit edilmiş ve trichrome boyası
ile boyanmış preparatlarda E. histolytica'nın çekirdek yapısını daha
iyi görmek mümkündür. Çekirdeğin tam ortasında karyosome denilen
oluşumdan perifere doğru uzantılar şeklinde kromatin ağı görülür.
Çekirdek çevresinde bu ağ muntazam bir dağılım gösterir. Kist
çekirdekleri de aynı yapıdadır. Kistlerde kromatoid cisimcikler vardır.
Dışkıda saprofit olarak bulunabilen Entamoeba coli'nin trofozoit
şekillerinde fogosite edilmiş eritrosit bulunmaz. Çekirdek yapısı
düzgün değildir. Karyosome eksantrik olup tam merkezde oturmaz. Kist
formlarında daha fazla sayıda çekirdek bulunur. Entamoeba hartmanni'nin
hem trofozoit ve hem de kistleri çok daha küçüktür (5-10 mikron).
Entamoeba histolytica'nın ayrıca E. dispar denilen non patojen suşları
da vardır.

Epidemiyoloji:

E. histolytica ile infekte olanlar hem trofozoit, hem de kist
şekillerini dışkıları ile dışarıya atarlar. Trofozoit şekil 15-20 dk.
sonra dejenere olur, fakat kistler uzun süre dış ortama dayanıklıdır.
Özellikle sosyo-ekonomik yönden az gelişmiş ülkelerde kistlerin
karıştığı suların içilmesi veya bu sularla sulanmış sebzelerin
yenilmesi ile infeksiyon oral yoldan bulaşır. Trofozoit şekil zaten
mide asidine dayanıklı değildir. Dünyanın her tarafında bulunan amipli
dizanteri, ülkemizde de oldukça sık görülür. İnfekte olanların
%90'ından fazlasının asemptomatik olarak aylarca dışkıları ile kist
çıkarmaları bu hastalığın bulaşmasında önemli rol oynar. Çünkü sadece
semptomatik olanlar teşhis edilip tedavi edilmektedir. Homoseksüeller
arasında infeksiyon oranı yüksektir.

Patojenez:

Kistler mide barajını aştıktan sonra ince barsakların alkalen ortamında
vejetatif şekle geçme olanağı bulur. Amibin proteas, hyaluronidaz,
mukopolisakkaridaz enzimleri kolon mukozasına invaze olmasını
kolaylaştırır. Penetrasyon çoğunlukla mukoza altında kalıp, musküler
tabakayı aşmaz. Lumene bakan yüzeyi dar, fakat tabanı daha geniş
ülserler gelişir. Nekroz nedeni ile kılcal damarlar açılır ve kanama
başlar. Ödeme rağmen fazla PMN migrasyonu olmaz. Çok ender olarak
nekroz muskularis tabakayı da aşar ve barsak perforasyonu gelişebilir.
Kolondaki bakteriyel flora trofozoitlerin çoğalma ve penetrasyonunu
kolaylaştırır, sekonder infeksiyona neden olabilir. Trofozoitler venöz
dolaşımla karaciğere ulaşacak olursa ekseriya sağ lopta amip absesi
meydana gelir. Buradan direkt yolla sağ akciğere geçiş mümkündür. Deri
amibiazisi ekseriya perianal bölgede görülür. Seyrek rastlanan bir
invaziv şekildir. Lezyonlar kondilomatöz veya ülseratif olup, kanamaya
çok müsaittir. Yüzeyleri kirli yeşilimtrak sarı renkli bir eksuda ile
örtülüdür. Kolondaki lezyonun abdomende cilt altına fistülize olması
sonucu o bölgede nekroz ve gangren gelişir. Amibiasis'in bu cilt şekli
tanısı güç klinik bir formdur. Çok nadir görülür.

Klinik bulgular:

İntestinal amibiazis genellikle akut dizanteri formu ile tanınır. Ancak
asemptomatik formu olabileceği gibi remisyonlarla aktivasyonun
birbirini takip ettiği kronikleşen klinik formu da vardır. Amipli
dizanterili hastada dışkılama sayısı günde 10-15 kadardır. Karnın alt
kadranında geçici ağrılar olur. Dışkı, miktarı az, taze kan ve parlak
mukus içerir, pü yok denecek kadar azdır. Hastanın genellikle ateşi
yoktur, ancak bir kısım hastada 37.5-37.8 0C yi bulan ateş yükselmesi
olabilir. Kolondaki ülserlerin derin olmadığı hastalarda sulu veya
şekilsiz, kansız, parlak mukuslu dışkılama olabilir. Derin lezyonların
perfore olup fulminant seyredebileceğini de unutmamak gerekir. Amipli
karaciğer absesi dizanterinin aksine yüksek ateşe neden olur. Sağ
hipokondriumda künt bir ağrı ve lökositöz vardır. Eritrosit
sedimentasyon hızı artmıştır. Çok kez akciğer grafisi çekildiğinde
diyafragmanın yükselmesi ile fark edilir. Karaciğer palpasyonla hafif
ağrılıdır. Skleralarda subikter görülebilir. Transaminaslarda (AST,
ALT) biraz yükselme saptanır. Ama hiç bir zaman bir viral hepatitteki
kadar yükselmez. Alkalen fosfataz normalin üstünde bulunur.
Ultrasonografi ile kesin tanı konur. Hastaların anamnezinde, 3-4 hafta
veya birkaç ay önce dizanteri bulunabileceği gibi, bir yıl öncesine
kadar hiç bir dizanteri hikayesi bulunmayabilir. Ameboma, E.
histolytica'nın yapabileceği kitle şeklinde lezyonlar olup, anal
bölgede veya çekum bölgesinde palpasyonla farkedilir. Çok kez kolon
kanseri zannedilir. Tedavi görmemiş kronik şekli intermitant diyare ile
seyreder.

Tanı:

Amipli dizanteri, basilli dizanteri, ülseratif kolit, psödomembranöz
kolit, kolon kanseri, kolon tüberkülozu ile karışabilir. Kesin ve en
pratik tanı yöntemi dışkının lam lamel arasında mikroskop altında
direkt incelenmesi ile konur. Trofozoit şeklini daha önce görmemiş
olanların yanılmaları çok kolaydır. Kist şekilleri ise dışkıda bulunana
artefaktlarla karıştırılabilir. Preparatın dışkı verilir verilmez
hazırlanması gerekir. Amipe benzer hücreler 40 x objektif ile
görüldükten sonra, aynı alana sürekli 3-4 dk. bakarak psödopod
çıkarmasını beklemek gerekir. Ayrıca kanlı mukuslu dışkı kısmından öze
ile alınan küçük bir parçanın ince bir sürüntüsü yapılıp tespit edilir
ve boyandıktan sonra immersiyon objektifi ile hem trofozoit hem de
kistlerinin ince yapısının incelenmesi uygun olur. Boyama için en çok
Wheatley'in trichrome boyası tercih edilir. Ayrıca kanlı-mukuslu dışkı
parçasından tuzlu su içerisinde bir tüpte süspansiyon yapılır, % 6'lık
formalin ve ethyl acetate (%10 luk formalin 9 ml + 3 ml ethyl acetate)
ilave edilip bir süre bekletildikten sonra santrifüj edilir.
Sedimentten bir damla alınıp üzerine %2'lik iyottan bir damla
damlatılır mikroskop altında incelenir.

Bu preparatta kistlerin yapısı iyi görülür.
E.histolytica için dışkı kültürü Robinson besiyerine yapılabilirse de
pratikte pek yararı olmayan bir yöntemdir. Pasif hemaglutinasyon testi
ile antikor saptamak hastalığın endemik olmadığı ülkelerde tanı
koydurabilir. Sigmoidoskopi ile lezyonların görülmesi çok kez kesin
tanı koymaya yetmez, fakat alınacak kazıntı materyalinde E.histolytica
kolayca görülebilir.

Tedavi:

Tedavide seçilecek kemoterapötikler E.histolytica'nın yerleşim yeri ve
invazyon yapıp yapmadığına göre değişebilir. Metronidazole her türlü
klinik şeklinde kullanılabilir, fakat diloxanide furoate ve paromomycin
yalnız barsak lumenindeki protozoere etki edip dokulara invaze olmuş
şekline etki etmez.

Asemptomatik olup sadece dışkılarında kist görülenlere, Diloxanide
furoate erişkinde 500 mg x 3/gün veya Paromomycin 30 mg/kg/gün, 10 gün
süreyle verilebilir. Ayrıca kistler için Diiodohydroxyquin 650 mg x
3/gün, 20 gün süreyle önerilir.

Dizanterisinde ve karaciğer absesinde genellikle metronidazole tercih
edilir. Günlük total doz 30 mg/kg olup, 3'e bölünerek 8 saat
aralıklarla p.o. ve 10 gün süre ile kullanılır. Karaciğer absesi
cerrahi konsültasyonu gerektirir. Ya açılarak veya perkütan
transhepatik drenaj sağlanmadan büyükçe bir absenin metronidazole ile
tedavisi yeterli olmaz. Ancak cerrahi girişim ile birlikte mutlaka
metronidazole tedavisi de yapılmalıdır. Dizanteri veya karaciğer
absesinin tedavisinde metronidazole ile birlikte veya ondan sonra
diloxanide furoate, paromomycin veya diiodohydroxyquin kullanmayı
önerenler vardır.

Emetine ve chloroquine amipli dizanteride uzun süre kullanılmıştır.
Fakat halen tercih edilmeyen ilaçlardır. Metronidazole dışında
ornidazole, secnidazole ve tinidazole içeren preparatlar da tedavide
kullanılmaktadır. Etkinlik açısından aralarında pek fark yoktur.
Farmakokinetikleri farklıdır. Metronidazole günde 3 kez, ornidazole
günde 2 kez, secnidazole günde bir kez verilir.
Metronidazole içerenler: NidazoleR tab., FlagylR tab.
Ornidazole içerenler: BiteralR tab., OrnisidR tab.
Secnidazole içerenler: FlagentylR tab.
Kistler için en etkili ilaç diloxanide furoate'tır. Fakat Ülkemizde preparatı yoktur. Çocuklar için dozu 20 mg/Kg/ gündür.
Asemptomatik kist taşıyıcılarında kullanılabilir. Yoksa her amipli
dizanterili hastada kullanma gereği yoktur. Ornidazole ve tinidazol'un
E. histolytica infeksiyonlarının tedavisinde erişkin için günlük total
doz 2 g. dır. Metronidazole alanlar aynı zamanda alkol alırlarsa,
alkoliklere disulfiram verildiğinde görülen antabus reaksiyonuna benzer
semptomlar görülür, baş ağrısı, bulantı, kusma gibi.

GİARDİAZİS

Giardiazis, Giardia lamblia adı verilen protozoerin sebep olduğu, en
önemli ve çok kez tek belirtisi diyare olan bir ince barsak
hastalığıdır.

Etyoloji:

G.lamblia (G.intestinalis, G.duodenalis) trofozoit ve kist olmak üzere
iki morfolojik formda bulunur. Trofozoit form 4 çift flajellası ile
sürekli ve çok hızlı hareket halinde görülür. Uzunluğu 10-20 mikrometre
olan, armut biçiminde bir protozoerdir. Ortalarında nokta şeklinde
karyozum bulunan iki çekirdeği gözlük biçiminde görülür. Yeni
dışkılanmış dışkı lam-lamel arasında incelendiğinde trofozoit formu
sürekli hareket halinde olduğundan kolayca farkedilir. Eğer dışkı
bekletilmiş ise hareketleri kaybolacağından boyasız preparatlarda
trofozoiti görmek mümkün olmaz. Alkol ile tesbit edilip trikrom, giemsa
veya hematoksilen ile boyanmış preparatlarda ise tipik morfolojik şekli
immersiyon objektifi ile çok net görülür. Kistleri biraz daha küçük
olup oval veya yuvarlaktır, hücre duvarı sitoplazmadan ayrıktır.

Epidemiyoloji:

Giardiazisli hastaların dışkıları ile çıkardıkları kistler içme suyuna,
sebzelerin sulandığı veya yıkandığı sulara karışacak olursa bu tür
suların içilmesi veya sebzelerin yenilmesi ile infeksiyon bulaşır.
Ülkemizde kurulan açık pazar yerlerinde satılan marul, maydanoz gibi
sebzelerin taze kalmalarını sağlamak amacı ile çok kez pazar yerine
yakın açıktan akan sular ile yıkandığı bir gerçektir. Kanalizasyon
şebekesinin henüz büyük şehirlerimizde dahi tamamlanamamış olması lağım
sularının şehir içinde açıktan akan sulara karışmasına neden olur. İçme
suyunun sık sık kesilmesi ile borularda oluşan negatif basınç,
çatlaklardan çevresindeki lağım sularının boru içine girmesini sağlar.
Suyun tekrar verilmesi ile kontamine suların evlere ulaşması işten
değildir. Bu nedenle salmonella, shigella, E.histolytica gibi
G.lamblia'nın da diyare etkenleri arasında sık rastlanması doğaldır.
Her şeye rağmen diyare etkenleri arasında G. lamblia'nın sık
bulunmamasının nedeni diyareli hastalarda dışkının lam lamel arasında
direkt incelenmesinin adet edinilmemesinden kaynaklanır. Ülkemizde
diyaresi olan hastaya genellikle dışkı kültürü bile yapılmadan
antibiyotik verilir. Dışkı kültürü istense de bu salmonella veya
shigella'yı saptamaya yöneliktir. Bazı hastanelerimizde ise aksine
fazla sayıda, G. lamblia kistinin görüldüğü şeklinde laboratuvar
raporlarına tanık olmaktayız. Bunun nedeni de dışkıdaki kandidaların
giardia kistleri ile karıştırılmasıdır. Bu nedenle ülkemizdeki gerçek
giardiazis insidansı hakkında yorum yapmak mümkün değildir.

Dış kaynaklı bilgilerimize göre giardia, bir arada piknik yapan
gruplarda, kreşlerde çocuklar arasında salgınlar bile yapabilir.
Kolesistli hastaların bir kısmında etken olan mikroorganizmaya katılmış
refakatçı bir protozoer olarak rastlanır. İnsandan insana direkt
bulaşma, hijyenik şartların bulunmadığı aile bireyleri arasında
mümkündür.

Patojenez:

Giardia'ya bağlı diyaresi olanlarda dışkıda makroskopik kan ve pürülan
mukus görülmediği gibi mikroskop altında incelendiğinde de PMN ve
eritrosit de bulunmaz. Giardia lamblia, barsak mukoza epiteline tutunsa
bile invazyon yapmaz, inflamasyona neden olmaz. Barsak lumeninde
çoğalan bir protozoerdir. Şimdiye dek, enterotoksin salgılamadığı da
bilinmektedir. İnce barsak mukozasında emilimi bozan gerçek patojenez
belli değildir. Kronik giardiasisli çocuklarda absorpsiyon bozukluğuna
bağlı olarak malnütrüsyon geliştiği gibi, malnütrüsyonlularda da
giardiasis sık görülür. Laktaz enzim yetersizliği ile giardiasisin
birlikteliği de oldukça sıktır. Giardia, hem humoral hem de hücresel
immün yanıta neden olur. Özellikle intestinal sekretuvar IgA
protozoerin intestinal kanaldan atılmasına yardımcı olur. İster
konjenital, ister AIDS gibi sonradan gelişmiş olsun, immün yetersizliği
olanlarda giardia infeksiyon veya kolonizasyon oranı yüksektir. Fakat
bu kolnizasyonu sadece T veya B lenfositlerinin azlığına veya fonksiyon
bozukluğuna bağlamak mümkün değildir.

Klinik bulgular:

Giardia kistleri yutturulan gönüllülerin tümünde diyare oluşmadığı, bir
kısmında sadece dışkıda kistlerin bulunduğu, ancak bir kısmında diyare
geliştiği görülmüştür. Doğal bulaşmada da bazı insanların asemptomatik
kist taşıyıcısı olduğu gözlenmiştir. Fakat bunun dışında, karın ağrısı,
bulantı, kusma, diyare gibi belirtilerle akut gastroenterit tablosu
verenler olduğu gibi, özellikle çocuklarda malnütrasyona varan kronik
diyare de gelişebilir. Dışkıda kan ve pürülan mukus bulunmaz. Çok sulu,
pis kokulu, sarı renkte dışkı veya patö kıvamda günde 4-5 kez dışkılama
ile karakterli bir diyare olabilir. Teşhis edilip tedaviye
alınmayanlarda diyare çoğunlukla birkaç hafta devam edip kendiliğinden
geçer. Fakat bu hastalar aylarca dışkılama ile kist atabilirler.
Ülkemizde giardiazis tanısı ekseriya 5-10 gün değişik antibiyotik
kullanmasına rağmen diyaresinin geçmediği hastalarda protozoeri tanıyan
hekimler tarafından konur. Bu konuda teşhis ve dolayısıyla tedavi
yanlışlıklarına sık rastlanıyor. Dışkı florasındaki kandidaların kist
zannedilip boş yere ornidazol verilenler olduğu gibi, bakteriyel bir
diyare olarak kabul edilip uygun olmayan antibiyotiklerin kullanıldığı
hastalar da vardır.

Giardiaya bağlı diyare kronik olabilir veya zaman zaman kendiliğinden
düzelmeleri akut diyare devreleri takip edebilir. Kolesistitli
hastaların bir kısmında duodenumdan alınan safrada ve dışkıda trofozoit
şekillerine rastlanır. Kolesistit patojezindeki rolü de belli değildir.
Sadece kist çıkartanlarda giardianın trofozoit şekilleri büyük
olasılıkla duodenum ve safra kesesinde bulunur.

Tanı:

Dışkıda mukus bulunsa bile, kan ve pürülan mukus yoktur. Ya su gibi ya
da cıvık, pis kokuludur. Öze ile bir damla alınarak tuzlu suda
süspansiyon yapılıp lam lamel arasında 40x objektif ile giardianın
trofozoit veya kistleri aranır. Trofozoitleri yerinde durmaz, sürekli
kıpırdanma veya yer değiştirme halindedir. Kistleri kandida ile
karışabilir, ancak kandidalardan çok daha büyüktür (1-2 eritrosit
büyüklüğünde, 7-19 mikron). Kistlerin çekirdeklerini direkt boyasız
preparatta görmek mümkün olmaz. Havada kurutulmuş dışkı sürüntüsü alkol
ile tesbit edildikten sonra trikrom, giemsa veya hematoksilen ile
boyanıp immersiyon objektifi ile incelendiğinde armut şeklinde, iki
gözlü hücreler trofozoit şekilleridir. Kistlerinin belirgin ve
sitoplazmadan ayrılmış bir dış duvarı ve 2-4 çekirdeği vardır ve oval
görünümdedir. Kistlerinin, dışkının formalin-eter karışımında
süspansiyonu yapılarak konsantre edilmesi de mümkündür. Dışkıda
giardianın görülmemesi halinde gastrik sonda ile alınan safrada
aranabilir. Burada görülme şansı daha yüksektir.

Tedavi:

Giardiazis tedavisinde metronidazole, ornidazole, tinidazole,
quinacrine ve furazolidone gibi ilaçlardan biri tercih edilebilir.
Metronidazole en sık kullanılandır. Çocuklara 10-15 mg/kg/ gün,
erişkinlere 250 mg x 3/gün, 10 gün süre ile yeterlidir. Gebelerde
özellikle ilk trimestirde kullanılmaz. Çocuklarda furazolidone
(DiyareksR) denenebilir. Kistlerin kaybolmaması halinde bir hafta ara
verip 2. kür gerekli olabilir. SHIGELLOSIS (Basilli Dizanteri) Shigella
adı verilen mikroorganizmaların neden olduğu, kanlı mukuslu diyare,
karın ağrısı ve ateş ile seyreden bir kolittir. Ülkemizde sık
görülmekle birlikte prognozu çok iyidir.

SHIGELLOSIS
(Basilli Dizanteri)

Shigella adı verilen mikroorganizmaların neden olduğu, kanlı mukuslu
diyare, karın ağrısı ve ateş ile seyreden bir kolittir. Ülkemizde sık
görülmekle birlikte prognozu çok iyidir.

Etyoloji:

Shigella'lar gram negatif, hareketsiz, kapsülsüz küçük basillerdir.
Biyoşimik ve antijenik yapılarına göre A, B, C, D diye 4 büyük gruba
ayrılırlar.
A grubunda S. dysenteriae, B grubunda S. flexneri, C grubunda S.
boydii, D grubunda S.sonnei bulunur. Her grubun ayrıca serotipleri
vardır. Toplam serotip sayısı 40 civarındadır. Laktozu fermente
etmezler, glukozu fermente eder fakat gaz oluşturmazlar ( S. sonnei geç
olarak laktozu fermente edebileceği gibi, S.flexner tip 6'nın bazı
suşları glukozdan gaz oluşturabilir). Her grupta indol pozitif ve
negatif olan tipler vardır. H2S oluşturmazlar. Tüm
Enterobacteriaceae'da olduğu gibi oksidaz negatiftir. SS
(Salmonella-Shigella), EMB (Eosin-Methylene-Blue) agar gibi selektif
besi yerlerinde ürer. Üreyi parçalamazlar. Doğadaki kaynağı sadece
hasta insan veya taşıyıcılarıdır (portör). Shigella dysenteriae tip 1
enterotoksin salgılar. Diğer tiplerde ise böyle bir toksin eğer varsa
çok azdır.

Epidemiyoloji:

Ülkemizde shigellosis sık görülen bir infeksiyondur. En çok yaz ve
sonbaharda görülmekle beraber her mevsimde rastlanır. Hastalar
dışkıları ile shigelle'ları dışarı atar. Klinik iyileşme sağlansa bile
bir kaç hafta süre ile portör olabilirler. Shigella ile insanlar çok
kolay infekte olur. Salmonella ve vibrionların hastalık oluşturabilmesi
için 105 kadar bakterinin alınması gerektiği halde shigella'lardan
sadece 200-300 bakterinin alınması ile dizanteri oluşabilir.
Bakteriler hastanın kullandığı tuvaletlerin kullanılması ile doğrudan
insana bulaşabileceği gibi, lağım sularının karıştığı dere suları ile
sulanan sebzelerin (maydonoz, marul v.s) çiğ yenmesi ile de bulaşır.
Mide asidine oldukça dirençlidirler. Ayrıca mide asidini nötralize
edici nedenler infeksiyonu kolaylaştırır. 1-4 yaşları arasındaki
çocuklar hastalığa daha yatkındır. Homoseksüellerde görülen ishallerden
(gay bowel syndrome) çoğunun nedeni shigella'dır.
Shigellosis, fekal-oral bulaşmanın en iyi örneği olarak, alt yapının
olmadığı az gelişmiş ülkelerde sık görülür. Bununla birlikte ekonomik
düzeyi yüksek ülkelerde de rastlanan bir hastalıktır.

Patojenez:

Shigella grubu mikroorganizmalar barsak mukozasına invaze olarak
hastalığı oluşturur. Toksin sadece S.dysenteriae tip 1 (Shiga)
infeksiyonunda rol oynar. Deneysel olarak diğer shigella tiplerine ait
bir toksin ile hayvanlarda enterokolit oluşturmak mümkün olmakla
beraber bunun insanlardaki rolü şüphelidir. Bu mikroorganizmalar için
Sereney testi pozitiftir. Yani kobay korneası mukozasına invaze olarak
keratit oluştururlar. Hasta kanlarında az miktarda, lipopolisakkarit
yapısında endotoksinin patojenezde büyük bir rolü yoktur. Bakteri kolon
mukozası, özellikle rektosigmoid bölgede, epitel hücreleri içerisine
girerek çoğalır. Hücreler parçalanır, PMN'lerin migrasyonu ile üzerleri
pü ile kaplı, 3-10 mm çapında ülserasyonlar oluşur. Başlangıçta kolonun
sadece distal bölümlerinde görülen bu lezyonlar birkaç gün içerisinde
proksimal kolona ve hatta terminal ileuma ulaşabilir. Absorbsiyon
bozulur, kanlı-mukuslu diyare ile su ve elektrolit kaybı olur.

Klinik bulgular:

Bakteri alındıktan 1-3 gün sonra hastada karın ağrıları patö kıvamda
dışkılama ve ateşin biraz yükseldiği görülür. Ancak bir iki gün
içerisinde dışkılama sayısı, günde 20-30'u bulur, kanlı-mukuslu,
miktarı az , şekilsiz dışkı çıkmaya başlar. Ateş her hastada yükselmez,
yükselenlerde de 3 gün kadar devam eder. Abdomenin sol alt kadranı
hassastır. Su ve elektrolit kaybı nedeni ile hastanın tansiyonu düşer.
Halsizlik belirginleşir. Özellikle çocuklarda ağır seyredebilir. Bazen,
seyrek olmakla beraber kansız su gibi dışkılama olabilir. S.dysenteriae
tip 1 en ağır seyreden dizanteriye neden olur. Hastalık, antibiyotik
verilmese de 2-3 hafta içerisinde kendiliğinden düzelir. Ancak
antibiyotikler hastalığın 2-3 günde geçmesini sağlar, dışkı ile bakteri
atılımını önler.

Komplikasyonları:

Barsak lezyonları yüzeyel olduğu için perforasyon beklenen bir
komplikasyon değildir. Ancak olmaz demek te mümkün değildir. Çok az bir
olasılıkla barsak perforasyonu ve peritonit gelişebilir.

Bakteriyemi son derece ender görülen bir komplikasyondur. Çok küçük
çocuklarda ve aşırı yaşlılarda tedavi edilmediği taktirde
dehidratasyona bağlı ölüm olabilir.
Hastalık düzelmek üzereyken hemolitik üremik sendrom ortaya çıkabilir.
Diyare düzelse bile bir kaç hafta sonra artrit, üretrit, konjoktivit
ile seyreden Reiter sendromu görülebilir.

Prognoz:

Antibiyotikler ve rehidratasyon sıvıları ile kısa sürede hasta iyi
olur. Departmanımızda şimdiye kadar shigellosis'e bağlı ölüm
görülmemiştir.

Tanı:

Hastalık en çok amipli dizanteri, pseudomembranöz kolit, ülseratif
kolit ile karışır. Pseudomembranöz kolitte hastanın anamnezi önemlidir.
Diyare antibiyotik kullanırken veya yeni kestikten sonra ortaya
çıkmıştır. Amipli dizanteride dışkı parlak mukus ve kan içerir, pü
yoktur. Basilli dizanteride mukus pürülandır. Mikroskop altında bir
damla mukusa damlatılmış metilen mavisi ile hazırlanan taze preparat
incelendiğinde bol miktarda PMN hücre görülür. Halbuki dizanteri
E.histolytica'ya bağlı olunca bol eritrosit, az sayıda PMN ve amibin
kistlerini veya vejetatif şeklini görmek mümkün olur. Kesin tanı
dışkının SS veya EMB besi yerine ekilip, shigella'nın üretilmesi ile
konur. Bu besiyerinde üreyen laktoz negatif koloniler tek tek alınıp
çoğaltılır. Sonra TSİ (Triple Sugar Iron agar) ve IMU
(Indol-Motility-Urease) besi yerlerine ekilir. Üreyen bakteri shigella
ise TSİ besi yerinin üstü kırmızı (kalevi), altı sarı (asit) görülecek
, H2 S oluşmayacak, gaz görülmeyecektir. IMU besiyerinde bakterinin
hareketsiz olduğu, üreyi parçalamadığı saptanacak. İlave edilen 1-1.5
ml Kovacs solüsyonu kızarabilir veya sarı renkte kalabilir. Yani indol
pozitif veya negatif olabilir. Önce polivalan sonra monovalan
antiserumlarla izole edilen shigella'nın serotipi lam aglütinasyonu ile
söylenebilir. Bu biyoşimik özellikleri değerlendirirken etyolojide
verilen bazı bilgilerin göz önünde tutulması uygun olur. IMU besi yeri
her laboratuvarda kullanılmıyor, ancak laboratuvarımızda pratik oluşu
ve idantifikasyondaki faydası görüldüğünden enterobakteriler için rutin
olarak kullanılmaktadır. SS besi yerinde S.dysenteriae tip 1
üremeyebiliyor, bu nedenle EMB agarını departmanımız tercih etmektedir.

Tedavi:

Rutin olarak shigellosis'te ampicillin veya TMP-SMZ tercih edilir. Beş
günlük tedavi yeterlidir. Ancak shigella suşları arasında plasmide
bağlı multipl dirençlilik ülkemizde olduğu gibi tüm dünyada her geçen
gün artmaktadır. Erişkinlerde ofloxacin ile üç günlük tedavinin hem
bakterinin dışkıdan eradikasyonu ve hem de klinik şifanın elde edilmesi
açısından yeterli olduğu tarafımızdan görülmüştür. Ampicillin'in günlük
total dozu 50-100 mg/kg, 4 eşit doza bölünüp 6 saatte bir alınır.
TMP-SMZ, erişkin için normal tabletlerinden 12 saat arayla 2 şer
tablet, fort şekli ise birer adet kullanılır. Ofloxacin, yalnız
erişkinlerde 12 saat arayla 200 mg'lık tabletlerinden günde 2 kez
alınmalıdır. Hastanın kan basıncı çok düşük ise i.v., değil ise oral
yoldan sıvı ve elektrolit kaybı yerine konmalıdır. Bunun için kolera
tedavisine bakınız.

KAYNAKLAR

1. Hale TL, Formal SB, Pathogenesis of Shigella infections. Pathology Immunopathology Res 1987, 6: 117-127.

2. Bennish ML, Wojtyniak BJ, Struelens MJ, Death in shigellosis:
incidence and risk factors in hospitalized patients. J Infect Dis.
1990, 161: 500-506.

3. Keush GT, Grady GF, Mata LJ, et al. The pathogenesis of shigella
diarrhea. Enterotoxin production by Shigella dysenteria 1. J Clin
Invest 1972, 51: 1212.

4. Altay G, Tulunay O. Ofloxacin'in antibakteriyel etkinliği: in vitro ve in vivo sonuçlar. Mikrob Bült 1984, 19: 183-189.

5. Fırat M, Akalın E, et al. In vitro activity and clinical efficacy of
ofloxacin in shigellosis due to muliple resistant strains. 15.
International Congress of Chemotherapy, 19-24 July 1987, İstanbul,
Abstract no 69.



İNTESTİNAL E. COLİ İNFEKSİYONLARI

Escherichia coli, intestinal kanalın aerob bakteri florasının büyük bir
kısmını oluşturmakla birlikte bazen sulu diyare, kanlı diyare veya
dizanteriform bir diyareye neden olabilir.

Etyoloji:

E. coli gram negatif, hareketli, laktozu fermente eden bir basildir.
Eskiden beri O somatik antijen H kirpik antijenlerine göre çok sayıda
değişik serotiplerinin varlığı bilinmektedir. Ancak bu serotiplere göre
E. coli suşlarını patojen veya saprofit diye tanımlamak mümkün
değildir. E. coli suşlarının 1) enterotoksijenik (ETEC), 2)
enteroinvasiv (EİEC), 3) enteropatojenik (EPEC), 4) enterohemorajik
(EHEC) olmak üzere 4 önemli klinikopatolojik özellik gösteren grubu
vardır. Bu dört özellik plasmid veya fajlar tarafından kodlanır.
Dolayısıyla bu özellikleri taşımayan bir E. coli suşu, çoğalma
sırasında eğer ortamda bu özellikteki başka bir E. coli suşu varsa,
transdüksiyon veya konjugasyon ile plasmid tarafından infekte
olabileceğinden bu özellikleri taşır hale geçebilir.

Epidemiyoloji:

E. coli'ye bağlı diyareler daha çok bebeklerde. Anne sütünden yeni
kesilmiş çocuklarda ve yazın turistik ziyaretler sırasında ortaya çıkar.

Patojenez:

E. coli suşlarının bir kısmı enterotoksin salgılar. Bu enterotoksinin
ısı ile parçalananı (LT) olduğu gibi, ısıya dayanıklı olanı da (STa ve
STb) vardır.
LT, kolera toksinine benzer ve adenylate cyclase enzimini aktive ederek
hücre içinde cAMP'ın çoğalmasına neden olur. STa ise guanylate cyclase
enzimini aktive ederek cGMP'ın hücre içinde birikmesine neden olur. Her
iki durumda da barsak mukozasından lumene izotonik su atılımı ve
bikarbonat absorpsiyon bozukluğu olur. Her iki toksin de plasmid
tarafından sentez edilir. Barsak mukozasına invaze olma özelliği
gösteren suşlar ise dizanteri şeklinde diyareye sebep olur. Dışkıda bol
miktarda PMN vardır. Barsak epiteline invaze olma özelliğini bir
plasmid kodlar. Enterohemorajik E. coli'ler ise S. shiga'ya benzer
toksin salgılar, kanlı diyare ve hemolitik üremik sendroma neden
olurlar.

EHEC'lerin daha çok 0157: H7 ve 026: H11 antijenik yapılarını taşıdığı
saptanmıştır. Enteropatojenik E. coli'ler ise enterotoksin
salgılamadıkları gibi invazyon özelliği de taşımazlar, fakat barsak
epiteline tutunma özelliği göstererek diyareye neden olurlar.

Klinik:

Enterotoksin salgılayan E. coli suşları koleraya benzer sulu, kansız,
püsüz diyareye neden olur. Enteroinvaziv E. coli'ler ise kolonda
yerleşerek dizanteriye benzer, ateş, tenezm, kanlı ve iltihaplı diyare
yapar. Yine E. coli'ye bağlı çok az imflamasyona rağmen bol kanlı
diyare ile seyreden salgınlar görülmüştür. Bu salgınlarda izole edilen
E. coli'lerin 0157 ve 026 somatik antijen yapısında olduğu
saptanmıştır. Hijyen şartlarının iyi olduğu ülke insanlarının az
gelişmiş ülkeleri ziyaretleri sırasında diyare olmaları büyük bir
olasılıktır. Kendi ülkemizde tatil için gittiğimiz kasabalarda ilk bir
kaç gün içinde su gibi diyareye yakalanıp, bunun 2-3 gün içinde
kendiliğinden geçtiğini çok kez farketmişizdir. Turist diyaresi adı
verilen bu diyarenin %80 kadarında etkenin E.coli (ETEC) olduğu
gözlenmiştir. Özellikle anne sütü kesildikten sonraki aylarda
bebeklerde E.coli diyaresine sık rastlanır. Erişkinlerde E.coli
diyaresi çocuklara oranla seyrektir. Muhtemelen yaş ilerledikçe
E.coli'nin toksin veya diğer patojenezde rol oynayan antijenik
yapılarına karşı intestinal kanalda lokal bağışıklık oluşmaktadır.

Tanı:

E.coli'ye bağlı enterokolitlerin kesin tanısı bu gün için pratik
değildir. Ancak dışkı kültürlerinde shigella, salmonella, V.cholera
üremediğinde, yersinia, camplobacter, giardia, S.aureus, rotavirus gibi
etkenler arasında E.coli akla gelebilir. E.coli normal florada
bulunduğundan her kültürde üreyecektir. Bir çok E.coli kolonisi
arasında hangisinin ETEC, EPEC, EHEC , EIEC olduğunu söylemek pratik
olarak mümkün değildir. Enaz 4-5 koloninin ayrı ayrı incelenmesi gerek.
Hela hücrelerine yapışma ve toksisite, Sereny testi, toksin varlığı
gibi ince testler yapılabilir. Sadece O ve H antijenik tipinin tayini
bir anlam taşımaz.

Tedavi:

E.coli'ye bağlı diyareler 3-5 gün, seyrek olarak 1-2 hafta sürüp
kendiliğinden düzelir. Antibiyotiklerin bu süreyi kısalttığı
bilinmektedir. Önce hastanın rehidrasyonunun sağlanması gerek. Koleraya
benzer, toksine bağlı diyarede kolerada uygulanan sıvılar burada da
isabetlidir. Hastanın kan basıncına göre i.v. veya p.o. solüsyonlar
tercih edilir. Antibiyotik olarak ilk seçilecek ilaç TMP-SMZ dur. Bir
iki gün içerisinde düzelme olmadığı taktirde özellikle dizanteriform
diyarede erişkinde "oflaxacin" kullanılabilir.

TURİST DİYARESİ

Mandell'in İnfeksiyon hastalıkları kitabında turist diyaresinin halk
dilindeki isimleri arasında şunlar kayıtlıdır: Delhi dansı, Çingene
karnı, Yunanlı dört nal koşusu, Türkiye koşaradımı, Roma yarışı, Aztek
çift adımı, Çarmıha gerilme azabı, v.s. Görüldüğü gibi bu takma
isimler, gezilerde birden başlayan, kısa sürede geçen, karın ağrısı ve
diyare ile seyreden bu hastalığı çok güzel tanımlıyor.

Etyoloji:

Turist diyaresi olan hastaların dışkı kültürlerinden en sık izole
edilen mikroorganizma Enterotoksijenik E. coli (ETEC) dir. Çok daha az
sıklıkla Shigella, Salmonella, C. jejuni, V.parahemolyticus, Rota
virus, CMV üretilmiş, Giardia görülmüştür.

Epidemiyoloji:

Turist diyaresi sadece uluslararası gezilerde değil, aynı ülkenin bir
ilinden diğerine tatile giden yerli turistlerinde de görülür. Bu
konuda, geziden önce ve gidilen ülkede turist diyaresi geliştikten
sonra yapılan dışkı kültürlerinde, hastaların tümünde olmamakla beraber
ETEC'nin yeniden alındığını kanıtlayan çalışmalar vardır. En çok yaz
aylarında, çocuklarda ve gençlerde sık, bebekler ve yaşlılarda seyrek
görülür. Bu durum yaşam tarzı ve yenilen, içilenlerle ilgilidir.
Yabancıların turist diyaresine sık olarak yakalandıkları ülkeler
arasında Hindistan, Pakistan, Meksika, Orta Doğu Ülkeleri gösterilirse
de, bu ülke insanlarının gelişmiş ülkeleri ziyaretleri sırasında aynı
hastalığa seyrek de olsa yakalandıkları bir gerçektir.

Patojenez:

Enterotoksijenik E.coli'ler ısıya labil (LT) ve stabil(ST) toksin
salgılar. Bu toksinler plazmid tarafından kotlanan ekzotoksin
(enterotoksin) lerdir. Plazmid bir E.coli suşundan diğerine geçebilir,
dolayısıyla önceden enterotoksijenik olmayan bir suş enterotoksijenik
hale dönüşebilir. LT ve ST tek tek veya birlikte V.cholera toksini gibi
hareket eder. ETEC çoğunlukla barsak mukozasına invaze olmaz, bu
nedenle kanlı-pürülan dışkı görülmez.

Klinik bulgular:

Hastaların başlıca şikayetleri, gittikleri ülkede, 3-5 gün sonra birden
başlayan karın ağrısı ve su gibi diyaredir. Ateş genellikle yoktur.
Bulantı kusma olabilir veya olmayabilir. Dışkıda kan ve pü bulunmaz.


Tedavi:

Kaybedilen sıvı ve elektrolitlerin oral veya gerektiğinde intravenöz yerine konması yeterlidir.
Antibiyotik alınmasına gerek kalmadan 1-3 gün içerisinde diyare
kendiliğinden durur. Hekim uygun görüyorsa erişkinlere florlanmış
kinolon, çocuklara TMP-SMZ, 2-3 gün süre ile verilebilir. Semptomatik
olarak diphenoxylate (Lomotil) veya loperamide (Lopermid)
preparatlarının kullanılmasının faydadan çok zararı olabilir. Toksin
megakolon gelişebilir. Profilaktik olarak seyahate çıkanlar kinolon
veya TMP-SMZ önerenler olmuştur. Bu antibiyotiklerin diyare insidansını
düşürdüğü saptanmıştır, ancak uzun vadede dirençli E.coli suşlarının
gelişmesi söz konusu olduğundan bu uygulamadan vazgeçilmesi doğru olur.

YERSINIA ENTEROCOLITICA ENTERİTİ

Yersinia enterocolitica, çocuklarda daha sık olmak üzere erişkinlerde de akut gastroenterit veya enterokolit oluşturur.

Etyoloji:

Y. enterocolitica, gram negatif, 25oC de hareketli 37oC de hareketsiz,
laktozu fermente etmeyen bir basildir. Kanlı agar, EMB ve Mac Conkey
gibi besi yerlerinde ürer. Oda derecesinde (25oC) ve hatta 4oC de
üreyebilir. Beş biyotipi, 50 nin üstünde serotipi vardır.

Epidemiyoloji:

Y. enterocolitica'nın doğal reservuarları koyun, keçi, kedi, köpek,
domuz, beygir ve kemiricilerdir. İnsanlara bu hayvanların dışkı süt ve
etleri ile bulaşır. Dünyanın her tarafında hastalığa rastlanmakla
beraber iskandinav ülkelerinde daha sık görüldüğü kaydedilmektedir.
Kreşlerdeki çocuklarda küçük salgınları yayınlanmıştır.

Patojenez:

Y.enterocolitica ısıya dayanıklı enterotoksin salgılamakla beraber,
bunun patojenezdeki rolü şüphelidir. Bu bakterinin insan hücrelerini
invaze ettiği bilinir. Sereny testi (kobay konjonktiva testi)
pozitiftir. Oral yoldan alınan bakteri mide asiti barajını aştığı
taktirde ince barsak mukozasında çoğalır. Terminal ileumda, Peyer
plaklarında nekroz ve ülserasyona sebep olur. Nadiren septisemi
gelişebilir. Kolonun yukarı kısımları da hastalığa iştirak edebilir.

Klinik bulgular:

İnkübasyon periyodu 4-7 gün kadardır. Hastaların % 84'ünde karın
ağrısı, %78'inde diyare, %43'ünde ateş, %13 ünde bulantı, %8 inde kusma
görülmüştür. Çocuklarda karın ağrısı apandisiti taklid eder. Gerçekte
de klinik apandisit tanılarının %5 kadarı Yersiniozis'tir. Mezenterik
adenit, barsak perforasyonu ve peritonit gelişebilir. Fakat hastalık
çok kez hafif diyare ile seyreder ve kendiliğinden iyi olur. Diyarenin
seyri sırasında veya birkaç hafta sonra %10-30 vakada diz, dirsek, ayak
ve el bileklerini tutan poliartrit görülebiliyor. Hastalıkla ilgili
olarak Reiter sendromu kaydedilmiştir. Hastaların bir kısmında gövde ve
bacaklarda eritema nodozum çıkabilir. Genellikle diyare 1-2 hafta devam
eder. Birkaç ay süren kronik vakalar da vardır. Diyaresiz, sadece
eksudatif farinjit ile seyreden Y.enterocolitica infeksiyonu
bildirilmiştir. Dışkıdan yersinia izole edildiği halde asemptomatik
olan çocuklara da rastlanmıştır. Crohn hastalığının seyri sırasında
sekonder infeksiyon olarak ortaya çıkabilir.

Tanı:

Y.enterocolitica enteritinde dışkıda çoğunlukla makroskopik kana
rastlanmaz, çünkü genellikle ülserler yüzeyeldir. Fakat mikroskopik
tetkikte bol sayıda PMN'ler görülür. Kesin tanı dışkı kültürü ve
mikroorganizmanın izolasyonu ile yapılır. Hasta serumlarında
aglutinasyon testi ile antikorları saptamak mümkündür. Ancak bu
aglütininler brucella, vibrio ve E. coli ile kros reaksiyon verebilir.
Dışkı süspansiyonu 4oC de bir gece bekletildikten sonra kalb-beyin
infüzyon agarı, EMB, MacConkey gibi katı besi yerine ekilir. İki petri
kutusuna ekim yapıp birini oda derecesinde, birini de 37oC bekletmek
uygun olur.

Tedavi:

Kaybedilen su ve elektrolitin giderilmesi çok kez yeterlidir. İn vitro
olarak Y.enterocolitica tetracycline, chloramphenicol, TMP-SMZ,
aminoglikozidlere ve quinolone'lara duyarlıdır.

CAMPYLOBACTER ENTERİTİ

Campylobacter adı verilen mikroorganizmalar içerisinde özellikle
C.jejuni daha çok çocuklarda, apandisite benzer karın ağrısı, yüksek
ateş, kanlı-pürülan diyare ile seyreden bir enterokolit oluşturur.

Etyoloji:

Mikroskopta gram negatif eğrilmiş basiller (campylo:eğrilmiş, bükülmüş,
bacter: çomak) şeklinde görülen bu mikroorganizmalar içerisinde
insanlar için önemli olan tipleri C.jejuni, C.fetus, C.coli, C.laridis
ve C.pylori (Helicobacter pylori)'dir. En sık enterokolit nedeni olan
C.jejuni'dir. C.fetus, C.coli ve C.laridis intestinal kanal dışı
yerleşim yapabilir. H. pylori ise akut gastritlilerde mide biyopsi
materyallerinin kültüründe üremektedir. Campylobacter'ler mikroerofilik
olup ne tam aerobik ne de tam anaerobik ortamda ürer. Hareketli, spiral
şeklinde, eskimiş kültürlerinde kokoid forma dönüşen, şekerleri
fermente etmeyen, oksidaz ve katalaz pozitif bakterilerdir. C.jejuni
urease negatif, H. pylori ise pozitiftir. C.jejuni, 42oC de, %5
oksijen, %10 CO2 içeren ortamda daha iyi ürer. Bu ortam anaerobik
kavanoz içerisinde Gas-pak (BBL) ile temin edilebilir. Özel etüvlerde,
%5 oksijen %10 karbondioksit ve %85 nitrojen veren gaz tankları ile de
bu atmosfer sağlanabilir. Besi yeri olarak, lizise uğratılmış %7-20
beygir kanı ve %1 Iso Vitale X içeren BHIA (Brain heart infusion agar)
veya Skirrow, Campylobacter albimi cystein kullanılabilir. H.Pylori oda
derecesinde 45dk aerobik ortamda kalınca ölür. Optimal üreme derecesi
37oC dir.

Epidemiyoloji:




Epidemiyoloji:

Sağlıklı erişkinlerin %3 ünde, hastanede yatmakta olan hastaların %30
unda, bebeklerin %70 inde C.difficile'in kolona kolonize olabileceği
bildirilmiştir. Psödomembranöz kolit çoğunlukla nozokomiyaldir. Çok
yataklı koğuşlarda aynı tuvaleti kullanan hastalar arasında bir hastada
bakterinin kolonizasyonu diğerlerine bulaşma için yeterlidir. Süt
çocuklarında bakteri kolonda çok sık bulunmasına rağmen çok seyrek
kolit yapar. Hastalık erişkin ve yaşlılarda daha sık görülür. Kolon
cerrahisi, malign prosesler, immün yetersizlik, debilite bu diyarenin
gelişmesini kolaylaştırıcı faktörlerdir. Hastanelerde salgınları
bildirilmiştir. Halı döşeli hastanelerde daha kolay yerleşir ve
yayılır. Onkoloji kliniklerinde bu infeksiyona sık rastlanır, çünkü
buralarda yatan hastalarda çok sık antibiyotik kullanılır. Bakterinin
hastadan hastaya bulaşması tuvaletlerden veya hasta bakıcı, hemşire ve
hekimlerin ellerinden olur. Kedi ve köpek gibi bir çok hayvan
dışkısında C.difficile bulunmakla birlikte bunların insan
infeksiyonlarındaki rolü bilinmez.

Patojenez:

C.difficile barsak mukozasına invazyon yapmaz. Kolon mukozasındaki
inflamasyonun nedeni bakterinin salgıladığı ekzotoksinlerdir. Kolon
kanserli ve nötropenik hastalarada invazyon da olabilir. Psödomembranlı
kaplı nekrotik odaklar sigmoidoskopi ile görülebilir. Lezyonlar daha
çok sigmoid kolon ve rektumdadır. Toksin A ve B ile deney hayvanlarının
kolon mukozasında hemorajik inflamasyon oluşturmak mümkündür.
Hamsterlere oral canlı C.difficile verildiğinde diyare gelişmediği
halde, önce antibiyotik verilip sonra bakteri verildiğinde diyare
gelişir. Bu da gösteriyor ki kolonun bakteri florası C.difficile'in
kolona yerleşip çoğalmasını önler.

Klinik bulgular:

Psödomembranöz kolit antibiyotik almakta olan hastalarda en çok 5-10
gün sonra başlar. Ancak antibiyotiğe başladıktan 24 saat sonra
başlayabileceği gibi, kestikten 2-3 hafta sonra da ortaya çıkabilir.
C.difficile infeksiyonu aşağıdaki 4 klinik formdan biri ile seyredebilir:
1)Asemptomatik taşıyıcılık,
2)Psödomembranlı kolit,
3)Psödomembransız kolit,
4)Fulminant kolit.

Asemptomatik taşıyıcılık bebeklerde sık, erişkinlerde seyrektir.
Psödomembranlı kolit basilli dizanteriye benzer. Ateş, lökositoz, kramp
şeklinde karın ağrıları, dışkıda bol lökosit vardır. Psödomembransız
kolit su gibi diyare ile seyreder ve en sık rastlanan şeklidir. Yaşlı
ve kanserli hastalarda uygun tedavi yapılmazsa fatal olabilir
(fulminant form). Tedaviden sonra relaps görülebilir.

Karıştığı hastalıklar:

Shigella, enteropatojenik ve enterohemorajik E.coli, Yersinia
enterocolitica, Campylobacter jejuni gibi bakterilerin ve
Cytomegalovirus, Rota virus gibi virusların yaptığı kolit ve
enterokolitlerdir.

Tanı:

1. Dışkı kültürü: Anaerob şartlarda inkübe edilen CCFA veya kalp beyin agarında yapılabilir.
2. Dışkıdaki toksin-A ve B nin sitotoksik etkisinin tek tabaka halinde
üretilmiş hücre kültürlerinde gösterilmesi. 3. ELİSA kitleri ile
toksin-A aramak.
4. PCR testi ile dışkıda toksin-B aramak.
5. Gram boyası ile boyanmış dışkı direkt preparatının mikroskop altında incelenmesi.
Hücre kültürlerinde toksin-A ve B ye ait olduğu zannedilen sitotoksik
değişiklik nonspesifik olabilir. Diğer bakteri toksinleri ve hatta
dışkının asit veya aşırı kalevi pH sı da aynı görüntüyü verebilir.
Bunun için antitoksin ile nötralizasyon testine gerek vardır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Empty
MesajKonu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler   Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler EmptyPaz Ekim 11, 2009 4:27 pm

Sigara içenlerin estetik
ameliyat olmaları durumunda yara izlerinin daha geniş olacağı ve
iyileşme sürecinin uzayacağı bildirildi.

Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Plastik ve
Rekonstrüktif Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Ahmet Karacalar,
sigara içen kişilerde yapılan estetik operasyonlarda bazı problemler
yaşandığını söyledi.

Prof.Dr. Karacalar, "Sigara, kanın akışkanlığını bozarak deriye giden
kan akımını yavaşlatıyor. Estetik olacaklara operasyondan en az bir
hafta önce sigarayı bırakmalarını ve operasyon sonrası da içmelerini
öneriyoruz" dedi.

Sigaranın estetik ameliyatlarını olumsuz etkilediğini söyleyen Prof.Dr.
Ahmet Karacalar, yapılan araştırmalarda, içilen tek sigarının bile
dokulara giden kan akımını yüzde 42 oranında azalttığının tespit
edildiğini söyledi.

Prof.Dr. Karacalar, "Özellikle yüz, alın, karın, bacak germe ile meme
küçültme ve büyütme gibi derinin beslenmesi üzerine fazladan yük
getiren girişimlerde hasta sigara kullanıyorsa dokunun bir bölümünün
yaşamını sürdürememesi ile sonuçlanan ciddi problemler ortaya
çıkabiliyor" dedi.

'Estetik ameliyat olacaksan sigarayı bırak' tavsiyesi

Sigaranın kanın akışkanlığını azalttığını ve dokunun iyileşmesini
geciktirdiğini söyleyen Prof.Dr. Ahmet Karacalar, estetik
ameliyatlarının sıkıntılı geçmesine neden olduğunu dile getirdi.

Sigara içindeki maddelerden nikotinin deriye giden kan damarlarının
çapını azalttığını, karbonmonoksitin kanın oksijen taşıma kapasitesini
bozduğunu da söyleyen Prof.Dr. Karacalar, "Sigara, kanın akışkanlığını
bozarak deriye giden kan akımını yavaşlatıyor. Bu nedenle operasyon
sonrası sigara içenlerin yara izleri daha açık renktedir ve deride daha
geniş kalırlar.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Empty
MesajKonu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler   Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler EmptyPaz Ekim 11, 2009 4:28 pm

Günde iki saatten fazla televizyon izleyen çocukların şişmanlık ve yüksek tansiyon riskiyle karşı karşıya oldukları bildirildi.

Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastalıkları Ana Bilim Dalı
Öğretim Üyesi Selim Kurtoğlu, ABD'de Amerikan Pediatri Akademisinin
4-17 yaş grubundaki çocuklar üzerinde televizyon izlemenin getirdiği
zararlar konusunda yaptığı araştırmanın çarpıcı sonuçlar ortaya
koyduğunu ifade etti.

Araştırma sonuçlarına göre çocukların günde 2 saatten fazla televizyon
izlemesinin ciddi sağlık sorunlarına yol açtığının belirlendiğini
vurgulayan Kurtoğlu, şunları söyledi:

"Fazla televizyon izleyen çocuk, uzun süre hareketsiz kalıyor.
Televizyon izlenirken atıştırma şeklindeki yeme alışkanlığı, beslenme
düzenini bozuyor. Ayrıca, televizyonlardaki gıda reklamları da
çocukların dengeli beslenme alışkanlıklarını olumsuz etkiliyor.

Bu olumsuzluklar, çocuklarda şişmanlık sorununu beraberinde de yüksek
tansiyon şikayetini getiriyor. ABD'deki araştırmaya göre, günde 2 - 4
saat televizyon izleyen çocuklarda diğer çocuklara oranla 2, 2 - 4
saatten fazla televizyon izleyen çocuklarda 3,3 kat daha fazla yüksek
tansiyon hastalığı görülüyor.

"Dünyada olduğu gibi Türkiye'de de çocuklarda şişmanlık sorununun ciddi
bir sağlık sorunu olduğunu kaydeden Kurtoğlu, fazla televizyon
izlemenin de bu problemi artırdığına dikkati çekti.

Çocukluk döneminde ortaya çıkan yüksek tansiyon hastalığının, ileri
yaşlarda diğer büyük sağlık sorunlarına yol açabildiğini bildiren
Kurtoğlu, şöyle devam etti:

"Şişmanlık sorunu bulunan, yağ oranı yüksek olan ve yüksek tansiyon
şikayeti olan çocuklarda metobolik sendrom adını verdiğimiz hastalık
ortaya çıkıyor. Bunun sonucunda ileri yaşlarda kalp hastalığı, felç,
şeker hastalığı ve kanser gibi çok ciddi sorunlara davetiye çıkarılıyor.

Ayrıca kız çocuklarda polikistik yumurtalık hastalığı adını verdiğimiz
tüylenme şikayeti de ortaya çıkabiliyor. Tüm bu sorunların
önlenebilmesi için anne ve babaların duyarlı olmaları gerekiyor.

Çocukların günde 2 saatten fazla televizyon izlemeleri engellenmeli.
Çocukların günde en az 1 saat fiziksel aktivitede bulunması sağlanmalı,
hareketsiz kalmaları engellenmelidir."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Empty
MesajKonu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler   Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler EmptyPaz Ekim 11, 2009 4:28 pm

Sağlık Bakanlığı, sağlıklı
bir yaşam için beslenme kadar düzenli egzersizin de önemine dikkati
çekmek amacıyla özellikle uzun süre yolculuk yapanlara yönelik
''Yolculukta Egzersiz'' rehberi hazırladı.

Rehberin, tren, otobüs ve uçak yolculuklarında, koltuklarda ya da kolay
ulaşılabilecek yerlerde yer alması, monitörlerde gösterilmesi, yolcular
tarafından uygulanmasının özendirilmesi hedefleniyor.

AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, Sağlık Bakanlığınca Devlet Hava
Meydanları ile Devlet Demir Yolları Genel Müdürlüklerine konunun
ayrıntılarını içeren birer yazı gönderildi. Uygulamanın başlatılması
için bu kurumlardan cevap bekleniyor.

Sağlık Bakanlığı tarafından gönderilen yazıda, sağlıklı bir yaşam için
beslenme kadar düzenli egzersizin de önemli olduğu, yeterli ve dengeli
beslenen bir kişinin düzenli egzersiz yaptığında pek çok sağlık
riskinin ortadan kalktığına dikkat çekildi.

Sağlık Bakanlığı yetkilileri, düzenli fiziksel aktivitenin, sağlıklı
kilonun sürdürülmesi ve esnekliğin artmasının yanı sıra sık görülen
aşırı şişmanlık (obezite), kalp damar hastalıkları, diyabet,
hipertansiyon gibi kronik hastalıklara yakalanma riskini azalttığını
belirttiler.

Türkiye'de de her geçen gün sağlıksız beslenme ve hareketsiz yaşama
bağlı olarak obezitenin arttığını dile getiren yetkililer, gün içinde
yapılabilecek basit hareketlerle bacak ve kol kasları başta olmak üzere
fiziksel aktivitede bulunulabilineceğini söylediler.

Türkiye'de gerek çocuk gerekse yetişkinlerin büyük çoğunluğunun
hareketsiz bir yaşam içinde olduğunun gözlendiğini anlatan yetkililer,
kısa mesafeler dahil bir çok yere yürümek yerine araçla gidilmesinin,
merdiven çıkmak yerine asansör kullanılmasının, çocukların açık havada
oyun oynamak yerine bilgisayar ekranının karşısında vakit
geçirmelerinin başta obezite olmak üzere çeşitli sağlık problemlerine
neden olduğuna dikkati çektiler.

Fiziksel aktivite programları

Yetkililer, Sağlık Bakanlığı bünyesinde hazırlanan çeşitli projelerle,
bireylerin fiziksel aktivite düzeylerinin belirlenmesi ve bu konuda
kişilerin yönlendirilmesinin hedeflendiğini, bu amaçla düzenli olarak
sağlık personeli ve halk eğitimleri yapıldığını kaydettiler.

Uzun mesafeli uçak, otobüs ya da tren yolculuklarında kişilerin
hareketsiz kaldıklarını ifade eden yetkililer, özellikle sık seyahat
eden kişilerde, buna bağlı olarak kas gücü ve vücut esnekliğinin
azalabildiğine, kalp-damar sağlığının bozulabildiğine, sinir sisteminin
zayıfladığına dikkati çektiler.

Yolcuların sağlığının korunması amacıyla uzun süren yolculuklar boyunca
hareketsizliği önlemek amacıyla çeşitle egzersiz programlarının
uygulanmasının faydalı olacağını anlatan yetkililer "yolculukta
egzersiz" rehberinin, Devlet Hava Meydanları ile Devlet Demir Yolları
Genel Müdürlüklerine bağlı ulaşım araçlarında konulmasını istediklerini
belirttiler.

Yetkililer, uzman akademisyenlerle işbirliği içinde hazırlanan
"Yolculukta Egzersiz" rehberinin, uçak, otobüs ve trenlerde yolcuların
koltuklarına konulabileceğini, uçak ve metro yolculuklarında
monitörlerde gösterilebilineceğini dile getirdiler.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Empty
MesajKonu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler   Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler EmptyPaz Ekim 11, 2009 4:28 pm

Hazımsızlık, yorgunluk, kötü nefes ve reflüden şikayetçiyseniz bunları deneyin...

Hazımsızlık,yorgunluk,kötü nefes kokusu ve reflü... Bu sorunların
çaresini her zaman ecza dolabınızda mı arıyorsunuz? Bizim başka bir
önerimiz var: Şifalı bitkiler.

Hazımsızlık
Çare: Melisa
Ne sağlıyor: Antideprasan özelliği olan bu bitki, kendinizi kısa bir
sürede iyi ve daha mutlu hissetmenizi sağlayabiliyor. Aynı zamanda,
anksiyete ve uyku problemlerini gidermede de etkili olan melisanın
hafızayı güçlendirdiği de biliniyor.

Bunu deneyin: Hazımsızlıktan yakınıyor ve melisanın olumlu etkilerinden
faydalanmak istiyorsanız, 3–4 çay kaşığı kuru melisa yaprağıyla
demlediğiniz çaydan günde 2 fincan için.

Mide bulantısı
Çare: Papatya
Ne sağlıyor: Papatya sindirim sistemi üzerinde pek çok olumlu etkiye
sahip bir bitki ve mide spazm ve kramplarını da önlüyor. Bu özelliğiyle
de mide bulantısının yanı sıra, şişkinlik, hafif gastrit semptomları ve
gaz şikâyetlerini gidermede de etkili olabiliyor. Uzmanlar, papatyanın
araba ve gemi yolculuklarında oluşan bulantıları önlemede de etkili
olabileceğini belirtiyor.

Bunu deneyin: Marketlerde hazır satılan papatya çaylarını
deneyebileceğiniz gibi aktarlardan kuru papatya alıp kendi çayınızı
kendiniz de demleyebilirsiniz. Ayrıca büyük bir kapta demlediğiniz
papatya suyuna batırdığınız minik bir havluyla karnınıza 20 dakika
boyunca kompres yapmak da bulantınızı hafifletecektir.

HalsizlikÇare: Ginseng
Ne sağlıyor: Ginseng, özellikle Uzakdoğuluların enerji kaynağı olarak
kullandıkları ve asla vazgeçemedikleri bitkilerin başında geliyor. Aynı
zamanda hafızayı güçlendiren, anksiyete ve huzursuzlukla da savaşan
ginsengten bol bol tüketmek, oruç tutanların sık sık yaşadığı halsizlik
ve yorgunluk sorununa karşı ida oldukça yi geliyor.

Bunu deneyin: Ginseng kökünü aktarlardan temin edebilir, bununla çay
demleyebilir ya da yemeklerinizin içine rendeleyerek kullanabilirsiniz.
(Günde yaklaşık 1 – 2 gr.) Ayrıca doğal ürünler satan mağazalardan
aldığınız ginseng haplarını bir uzmana danışarak kullanabilirsiniz.

Kötü nefes kokusu
Çare: Biberiye
Ne sağlıyor: Sindirim sistemini düzenlemek için kullanılan biberiye
kötü nefes kokusunu gidermede son derece etkili. Ayrıca açlık nedeniyle
oluşan baş ağrılarını gidermek için de biberiye yapraklarını
parmaklarınızın arasında sıkabilir elinize gelen yağı, şakaklarınıza
sürüp hafifçe ovabilirsiniz.

Bunu deneyin: Taze biberiye yapraklarını salata ve et yemeklerinin
üzerine lezzet vermek için serpebilirsiniz. Kurumuş biberiye
yapraklarını ise çay demlemek için kullanabilirsiniz.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Empty
MesajKonu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler   Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler EmptyPaz Ekim 11, 2009 4:29 pm

Ankilozan spondilit


Ankilozan spondilit nasıl bir hastalıktır?


Ankilozan spondilit, omurga ve leğen kemiğindeki eklemleri tutan,
özellikle bel bölgesinde hareket kısıtlılığı yapan, kronik (müzmin) bir
romatizmal hastalıktır. Omurganın hareketini sağlayan eklem ve bağlarda
gelişen iltihap sonucunda, eklem ya da kemikler hareketlerini yitirecek
şekilde birbirleri ile kaynaşabilir. Omurga dışında kalça, diz ve ayak
eklemlerinde de iltihaplanma görülebileceği gibi az sayıda hastada
çeşitli iç organ bulguları gözlenebilir.

Hastalığın şiddeti kişiden kişiye değişiklik gösterir. Ciddi tutulumu
olan hastalarda omurganın hareketlerini tamamen kısıtlayabilir. Buna
karşın, sadece sabahları olan hareket tutukluğu ya da bel ağrısı
dışında hiç bir yakınması olmayan hastalar da görülebilir. Omurgayı
etkileyen romatizmalar spondiloartritler olarak isimlendirilmektedir.
Ankilozan spondilit dışında, sedef hastalığının, iltihabi barsak
hastalıklarının ve Reiter sendromunun da omurgada iltihaplanma
yapabildiği bilinmektedir.

Ankilozan spondilit erkeklerde kadınlardan 2-3 kat daha sık görülür ve genellikle erken yaşlarda (16-35 yaş) başlar.

Ankilozan spondilitin nedeni nedir?

Ankilozan Spondilitin nedeni kesin olarak bilinmemektedir. Hastalığın
nedenleri arasında kalıtımsal faktörlerin önemli bir yeri vardır.
Belirli bir doku grubunu (HLA-B27) taşıyanlarda bu hastalığın gelişme
riski belirgin olarak artmaktadır. Yine de HLA-B27 doku grubunu taşıyan
herkesde hastalık gelişecek diye bir kural yoktur. Kalıtımsal nedenler
dışında başta mikroplar olmak üzere çeşitli çevresel faktörlerin de
hastalığın gelişimine katkısının olduğu düşünülmektedir.

Ankilozan spondilitin tanısı nasıl konur?

Bel bölgesinde genellikle 3 aydan daha uzun süren ağrı ve hareket
kısıtlanması her zaman ankilozan spondiliti akla getirmelidir. Bel
ağrısı özellikle istirahat döneminde belirgindir. Hasta gece ya da
sabah ağrı ve hareket kısıtlılığı ile uyanabilir ve hareketle bel
ağrısı ve tutukluluk azalır. Çoğu hastada belirtiler, omurganın bel
bölgesinde başlamakla beraber bazı hastalarda sırt ve boyun ağrıları da
gözlenebilir. Bazen de kaburgaları omurgalara ve göğüs kafesine
bağlayan eklemlerde tutulum olabilir. Bu durumda hastada nefes alırken
göğüs kafesinin genişlemesinde azalma gözlenebilir. Ayrıca omuz, kalça
ve ayak eklemlerinde de tutulum görülebilir. Çoğu hastada topuklarda
ağrı ve sert yüzeye basamama gibi yakınmalar olabilir. Bazı hastalarda
genellikle tek gözde tekrarlayan iltihaplanmalar gözlenebilir. Gözde
kızarıklık, ışıktan rahatsız olma ve bulanık görmeye yol açabilen bu
rahatsızlığa "ön üveit" ismi verilmektedir. Sistemik bir hastalık
olduğundan aktif dönemde ateş, iştah azalması ve yorgunluk da
görülebilir. Ankilozan spondilit kadınlarda genellikle daha hafif ve
farklı seyredebilir.

Laboratuvar testlerinde sedimentasyon hızı yüksek olabilir, kansızlık
saptanabilir ve HLA-B27 (+) bulunabilir. Omurga ve leğen kemiğinin
röntgen filmlerinin çekilmesi de tanıda çok yardımcı ve genellikle
yeterli olmaktadır.

Ankilozan Spondilit Nasıl Tedavi Edilir?





Erken tanı ve tedavi, ağrı, eklem ve bağların birbiriyle kaynaşması
sonucunda gelişen hareket kısıtlılığının önlenmesinde önemlidir. Ağrıyı
ve hareket tutukluğunu azaltmak amacıyla ağrı kesici ve iltihap
giderici romatizmal ilaçlar kullanılmaktadır. Hastalığı ağır
seyredenlerde ve omurga dışı eklem iltihabı olanlarda "hastalığın
seyrini değiştiren" bazı ilaçların olumlu etkilerinin olduğu
düşünülmektedir.

Egzersiz, hastalığın en önemli tedavi yöntemlerinden birisini
oluşturmaktadır. Eklemlere yönelik yapılan egzersizler, bu eklemlerin
normal hareketini ve esnekliğini korumada yardımcıdır. Solunum
egzersizleri akciğer kapasitesini korur. Uygun yatma ve yürüme
pozisyonları, karın ve sırt egzersizleri normal duruş şeklini korumada
etkilidir. Yüzme ankilozan spondilit için en yararlı egzersiz şeklidir.
Egzersiz programının ana amacı, devam eden iltihabın önlenmesinden çok,
hareket kısıtlılığının ve vücut duruş bozukluklarının
engellenebilmesidir.

Özellikle kalça eklemindeki iltihaplanmaya bağlı ciddi hareket
kısıtlılıklarında bu eklemin protez ile değiştirilmesini sağlayan
cerrahi girişimler çok yararlı olmaktadır.

Hastalığın sürekli olduğu unutulmamalı ve tedavinin etkinliği düzenli kontrollerle izlenmelidir.

-----------------------------------------

ANKİLOZAN SPONDİLİT


TANIM:


Ankilozan spondilit, omurga ve leğen kemiğindeki eklemleri tutan,
özellikle bel bölgesinde hareket kısıtlılığı yapan, kronik (süregen)
bir romatizmal hastalıktır. Omurganın hareketini sağlayan eklem ve
bağlarda gelişen iltihap sonucunda, eklem ya da kemikler hareketlerini
yitirecek şekilde birbirleri ile kaynaşabilir. Omurga dışında kalça,
diz ve ayak eklemlerinde de iltihaplanma görülebileceği gibi az sayıda
hastada çeşitli organ bulguları gözlenebilir.

Hastalığın şiddeti kişiden kişiye değişiklik gösterir. Ciddi tutulumu
olan hastalarda omurganın hareketlerini tamamen kısıtlayabilir. Buna
karşın, sadece sabahları olan hareket tutukluğu ya da bel ağrısı
dışında hiç bir yakınması olmayan hastalar da görülebilir. Omurgayı
etkileyen romatizmalar spondiloartritler olarak isimlendirilmektedir.
Ankilozan spondilit dışında, sedef hastalığının, iltihabi barsak
hastalıklarının ve Reiter sendromunun da omurgada iltihaplanma
yapabildiği bilinmektedir.

Ankilozan spondilit erkeklerde kadınlardan 2-3 kat daha sık görülür ve genellikle erken yaşlarda (16-35 yaş) başlar.

SEBEPLER:

Ankilozan Spondilitin nedeni kesin olarak bilinmemektedir. Hastalığın
nedenleri arasında kalıtımsal faktörlerin önemli bir yeri vardır.
Belirli bir doku grubunu (HLA-B27) taşıyanlarda bu hastalığın gelişme
riski belirgin olarak artmaktadır. Yine de HLA-B27 doku grubunu taşıyan
herkesde hastalık gelişecek diye bir kural yoktur. Kalıtımsal nedenler
dışında başta mikroplar olmak üzere çeşitli çevresel faktörlerin de
hastalığın gelişimine katkısının olduğu düşünülmektedir.

TEŞHİS:

Bel bölgesinde genellikle 3 aydan daha uzun süren ağrı ve hareket
kısıtlanması her zaman ankilozan spondiliti akla getirmelidir. Bel
ağrısı özellikle istirahat döneminde belirgindir. Hasta gece ya da
sabah ağrı ve hareket kısıtlılığı ile uyanabilir ve hareketle bel
ağrısı ve tutukluluk azalır. Çoğu hastada belirtiler, omurganın bel
bölgesinde başlamakla beraber bazı hastalarda sırt ve boyun ağrıları da
gözlenebilir. Bazen de kaburgaları omurgalara ve göğüs kafesine
bağlayan eklemlerde tutulum olabilir. Bu durumda hastada nefes alırken
göğüs kafesinin genişlemesinde azalma gözlenebilir. Ayrıca omuz, kalça
ve ayak eklemlerinde de tutulum görülebilir. Çoğu hastada topuklarda
ağrı ve sert yüzeye basamama gibi yakınmalar olabilir. Bazı hastalarda
genellikle tek gözde tekrarlayan iltihaplanmalar gözlenebilir. Gözde
kızarıklık ve ışıktan rahatsız olma ve bulanık görmeye yol açabilen bu
rahatsızlığa "ön üveit" ismi verilmektedir. Sistemik bir hastalık
olduğundan aktif dönemde ateş, iştah azalması ve yorgunluk da
görülebilir. Ankilozan spondilit kadınlarda genellikle daha hafif ve
farklı seyredebilir.

Laboratuvar testlerinde sedimentasyon hızı yüksek olabilir, kansızlık
saptanabilir ve HLA-B27 (+) bulunabilir. Omurga ve leğen kemiğinin
röntgen filmlerinin çekilmesi de tanıda çok yardımcı ve genellikle
yeterli olmaktadır.

TEDAVİ:

Erken tanı ve tedavi, ağrı ve eklem ve bağların birbiriyle kaynaşması
sonucunda gelişen hareket kısıtlılığının önlenmesinde önemlidir. Ağrıyı
ve hareket tutukluğunu azaltmak amacıyla steroid olmayan antiromatizmal
ilaçlar kullanılmaktadır. Hastalığı ağır seyredenlerde ve omurga dışı
eklem iltihabı olanlarda sulfasalazin ve metotreksat gibi ilaçların
olumlu etkilerinin olduğu düşünülmektedir.

Egzersiz, hastalığın en önemli tedavi yöntemlerinden birisini
oluşturmaktadır. Eklemlere yönelik yapılan egzersizler, bu eklemlerin
normal hareketini ve esnekliğini korumada yardımcıdır. Solunum
egzersizleri akciğer kapasitesini korur. Uygun yatma ve yürüme
pozisyonları, karın ve sırt egzersizleri normal duruş şeklini korumada
etkilidir. Yüzme ankilozan spondilit için en yararlı egzersiz şeklidir.
Egzersiz programının ana amacı, devam eden iltihabın önlenmesinden çok,
hareket kısıtlılığının ve vücut duruş bozukluklarının
engellenebilmesidir.

Özellikle kalça eklemindeki iltihaplanmaya bağlı ciddi hareket
kısıtlılıklarında bu eklemin protez ile değiştirilmesini sağlayan
cerrahi girişimler çok yararlı olmaktadır.

Hastalığın sürekli olduğu unutulmamalı ve tedavinin etkinliği düzenli kontrollerle izlenmelidir.

----------------------------------------

BOYUN AĞRILARI


BOYUN AĞRILARI


Boyun ağrıları bel ağrıları kadar sık görülmemekle birlikte, her yaş
grubunda karşılaşılabilen, yaşam kalitesini düşürüp iş gücü kaybına
neden olabilen önemli bir sorundur.
Boyun ağrısı nedenleri 3 temel grupta incelenebilir:
Kas iskelet sistemi kaynaklı mekanik nedenler
Boyun dışı bölgelerin hastalıklarının neden olduğu ağrının boyun bölgesinde hissedilmesi (yansıyan ağrı)
Boyun bölgesini tutan yangısal, enfeksiyöz ve tümöral hastalıklar.

Akut boyun ağrısının en sık nedenleri:
Boyun fıtığına bağlı ağrı atakları
Miyofasyal ağrı sendromu
Boyun bölgesindeki yumuşak dokuların zorlanması (Servikal strain)

Kronik boyun ağrısının en sık nedenleri:
Boyun kireçlenmesi
Sık görülen bazı iltihaplı romatizmal ağrılar (Ankilozan Spondilit, Romatoid artrit)
Fibromiyalji

Yanlış duruş, psikolojik stres, soğuğa maruz kalmak, yorgunluk gibi
etkenler boyun bölgesinde ağrı nedenidir. Uzun süreli bilgisayar –
daktilo kullananlar, sürekli tek noktaya odaklaştıkları için boyun
kaslarının yeterince hareket etmemesi sonucu ağrı çekerler.

Özellikle stres boyun kaslarında kasılmaya neden olur ve boyun ağrısı
ve gerilim baş ağrısı ortaya çıkar. Bu şekilde ortaya çıkan ağrılarda
kas gevşeticilerin yanı sıra bölgeye yapılan enjeksiyonlar, gevşeme
egzersizleri, fizik tedavi yapılması ve antidepresan ilaç verilmesi
yoluna gidilir.

Boyun Fıtığı

Belde olduğu gibi boyunda da fıtık olabilir. Omurları birbirinden
ayıran diskler yarı eklem sayılırlar. Disk ortasında jel kıvamında bir
madde ve bunun çevreleyen yastıkçıklardan oluşur. Bu yastıkçıklardan
daha dışta olanlar içtekilere göre serttirler. Yaşın ilerlemesi ve
travmaya maruz kalma durumlarında bu yastıkçıklar yıpranmaya başlar.
Dıştaki tabaka giderek incelir, ani yapılan ters bir hareket sonrasında
yırtılır.

İçteki jel kıvamındaki madde bu yırtıklardan dışarı doğru kayarak,
omurilikten çıkıp kolumuza giderek o bölgelere hareket emri veren veya
o bölgelerin duyusunu algılamanızı sağlayan sinirimize baskı yapar.
Böylece boyun-kol ağrısı ve o kolumuzda uyuşma, karıncalanma, bazen de
güçsüzlük hissederiz.Böyle durumlarda ilaç tedavisinin yanı sıra
öncelikle istirahat, daha sonra fizik tedavi, yetmediği durumda ise son
zamanlarda gelişen tekniklerle bölgeye iğne (epidural steroid
enjeksiyonu) veya kateter (epidural lizis) adı verilen ince sondalarla
girilerek ilaç verilmesi, bu da olmadığı taktirde cerrahi girişim
gerekebilir. Hasta düzenli olarak boyun egzersizlerini yaparak ve boyun
koruma prensiplerine uyarak ağrının sık tekrarlamasını önleyebilir.

Boyun Kireçlenmesi
Servikal omurgayı meydana getiren yapıların (kemik, bağ, kas)
yozlaşması sonucu ortaya çıkan ve buna bağlı sinir ve damarsal
bozuklukları da içeren klinik bir tablodur. Nedenlerinin yaşlanma,
mikro travmalar, makrotravmalar, duruş bozuklukları ve genetik
faktörler olduğu düşünülmektedir. Boyun ağrısı, kola yayılan ağrı, baş
ağrısı, boyunda tutukluk, kolda güçsüzlük - hissizlik - yanma - batma,
ellerde zayıflık - beceri azalması - uyuşma - karıncalanma, kulak
çınlaması, baş dönmesi ve bulanık görme gibi yakınmalara neden olabilir.
Boyun kireçlenmesine bağlı ağrının tedavisinde kullanılan yöntemler:
İstirahat
Boyun korsesi
İlaç tedavisi
Fizik tedavi
Egzersiz
Enjeksiyon yöntemleri
Eğitim


Servikal Strain

(Boyun bölgesindeki yumuşak dokuların zorlanması):

Travma ve duruş bozukluğu sonucu gelişen, boyunda tutukluk ve lokal
ağrı ile karakterize bir tablodur. Masa başında çalışanlarda olduğu
gibi boynu uzun süre aynı pozisyonda tutmak, yatarak televizyon
seyretmek, uygun olmayan yastık ve yatakta yatmak gibi nedenler boyunda
zorlanmaya yol açabilirler. Kaslarda kasılma gelişeceğinden boyundaki
normal olan eğrilik azalır, boyun hareketleri ağrılı ve kısıtlı olur.
Boyna yönelik radyolojik tetkiklerin sonucu genellikle
normaldir.Tedavi; ilaç, fizik tedavi ve egzersiz yöntemleri ile
mümkündür.

-------------------------------------

BEHÇET HASTALIĞI


Tanım:


İlk kez 1937 yılında Türk dermatoloji profesörü Dr. Hulusi Behçet
tarafından tarif edilen Behçet hastalığı, ağızda ve genital bölgelerde
yaralara (aft, ülser) ve gözde inflamasyona (iltihaba) yol açan kronik
bir hastalıktır. Bazı hastalarda artrite, damar iltihabı ve
tıkanmalarına sindirim kanalında, beyin ve omurilikte inflamasyona da
neden olmaktadır.

Behçet hastalığı her hastada farklı bir tablo çizer. Bazı hastalarda
hastalık hafif seyreder ve sadece ağızda ve genital bölgede ülserler
bulunur. Bazılarında ise daha şiddetlidir ve menenjite neden olabilir
(beyni saran zarların iltihaplanması). Şiddetli bulgular genellikle ilk
belirtiler başladıktan aylar, hatta yıllar sonra ortaya çıkarlar.
Bulgular uzun bir süre devam edebileceği gibi, bir kaç haftada da
geçebilir. Tipik olarak, bulgular görülür, kaybolur ve tekrar ortaya
çıkarlar (alevlenme dönemleri).

Nedeni

Behçet hastalığının nedeni tam olarak bilinmemektedir. Bulguların
çoğunun nedeni kan damarlarının iltihaplanmasıdır. Kan damarlarındaki
bu iltihaplanmaya bağışıklık sisteminin neden olduğu düşünülmektedir,
fakat bu reaksiyonu neyin başlattığı bilinmemektedir.

Behçet hastalığı bulaşıcı değildir. Gelişmesinde bağışıklık sistemi
bozukluğunun yanısıra, kalıtsal nedenlerin de etkili olabileceği
sanılmaktadır. Çevresel faktörlerin de (virüs ya da bakteri gibi)
duyarlı kişilerde hastalığı başlatabileceği sanılmaktadır.


Behçet hastalığı "ipek yolu" üzerindeki ülkelerde sıktır (Akdeniz bölgesi, Türkiye, İran, Asya ülkeleri, Uzak Doğu, Japonya)

20'li ve 30'lu yaşlarda başlama eğilimi göstermekle birlikte, her yaşta görülebilir.

Tanıda belli bir yöntemle deriye iğne batırılması ile uygulanan
"paterji testinden" yararlanılabilir fakat bu test hastaların ancak
%40'ında pozitif bulunur.


Tedavi

Behçet hastalığı için tam "şifa" sağlayacak bir tedavi bulunmamakla
birlikte, uygun ilaçlar ile çoğunlukla bulguları kontrol altına
alabilmek mümkündür. Tedavide amaç, yakınmaları azaltmak ve sakatlık ya
da körlük gibi komplikasyonları (hastalığın neden olabileceği
istenmeyen durumlar) önlemektir. Hangi ilacın seçileceği ve tedavinin
ne kadar süreceği hastanın durumuna bağlıdır. Bazı bulguların
giderilmesi için bir kaç tedavinin bir arada kullanılması gerekebilir.

Topikal (yerel, bölgesel) tedavi: Ağrı ve raharsızlığı ortadan
kaldırmak için ülserlerin üzerine inflamasyonu azaltmak için
kortikosteroid ya da acıyı azaltması için ağrı kesici merhem
sürülebilir. Ağız ülserleri için gargara yazılabilir.
Ağızdan alınan ilaçlar: Hastanın bulgularının şiddetine göre
prednizolon gibi kortikosteroidler, azatioprin, klorambusil,
siklosporin, kolşisin gibi immunosupresif (bağışıklık sistemini
baskılayan) ilaçlar yazılabilir. Eğer bu ilaçlar bulgular üzerinde
etkili olamazsa, siklofosfamid ya da metotreksat gibi diğer ilaçlar
verilebilir.
Tedavi etkili olsa dahi alevlenmeler görülebilir

----------------------------------------

BEL AĞRISI: PROF.DR.RICHARD A. DEYO



Bu yazıda Washington Üniversitesi İç hastalıkları profesörlerinden
Richard A. Deyo'un yıllarca bel ağnları üzerinde çalışırken edindiği
deneyimleri bulacaksınız. Bel ağrısı adeta salgın boyutlanndadır.
Nedenleri hala tam anlaşılamamışsa da tedavi olanakları artmıştır; en
güvenilir tedavi de vücudun kendini iyileştirici gücüdür.

Hayatta genellikle iki şey kesindir: ölüm ve vergiler. Daha gerçekçi
bir yaklaşımla buna bir de bel ağrısını ekleyebiliriz. Öyle ki
erişkinlerin % 80'i er geç bel ağrısından yakınır. Muayenehaneye
yapılan ziyaretlerin, hastaneye yatışların, ameliyatların ve işe
devamsızlığın başta gelen nedenlerinden biridir bel ağrısı. ABD'de bel
ağrısına bağlı tıbbi harcamalar ve sakatlık tazminatları yılda
50 milyar doları bulmaktadır. İşin sevindirici yanı şudur: Bel ağrısı
çeken hastaların çoğu, ağrı şiddetli olsa bile, hızla ve hemen hemen
tamamen iyileşebiliyor. Tedavide hangi yöntem kullanılırsa kullanılsın,
iyileşme kuraldır; hatta bu gibi hastalar tedavi edilmeseler de sonunda
iyileşirler. Bel ağrısı olanlann ancak azınlığı işe gelemez. işe
gelemeyenlerin çoğu da en geç altı hafta içinde işlerine dönerler. Bel
ağrısı olanların ancak yüzde birkaçı işlerine geri dönemezler (Herhangi
bir anda, çalışan insanların ancak %1'i süreğen bel ağrısı
çekmektedir). Demek ki had (akut) bel ağrısı olan hastalar
üzülmemelidir; büyük olasılıkla iyileşeceklerdir. Kötü olanı şudur:
Tekrarlamalar sıktır; hastaların çoğunluğunda bir gün yine bel ağrısı
başlar. Neyse ki bu
tekrarlar da ilk bel ağrısı gibi hızla ve hatta kendiliğinden iyileşirler.

Ağrının Kaynakları
Bel ağrısı, belimizdeki çeşitli anatomik yapılardan kaynaklanan, farklı
nedenlere bağlıdır. Bel ağrısının esrarı da, onun nedenlerinin kolayca
bulunmamasındandır. Bel kasları ve eklem bağları (ligament) bel ağrısı
yapabileceği gibi omurlararası eklem yüzeylerinin iltihabı (artrit) ve
omurlararası diskler bel ağrısının nedeni olabilir. Bel fıtığı (tip
diliyle disk hernisi) denilince şu anlaşılır: Omurlararasında bulunan
disklerden biri fıtık yapmıştır; yani yerinden kaymıştır. Her diskin
ortasında yastık gibi yumuşak bir doku vardır; diskin kenarlarıysa bağ
dokudan yapılmış sert bir çember şeklindedir. Bel fıtığı olanlarda
ortadaki
yumuşak doku yırtılmış olan sert çemberden dışarı kayar ve en
yakınındaki sinir köküne baskı yaparak ağrı verir. Bel ağrısının nedeni
omurganın ortasındaki kanalın daralması (spinal stenoz) sonucu bir
sinirin sıkışması da olabilir; omurga kanalının daralması genellikle
yaşlılarda disklerin, eklem yüzeylerinin ve eklem bağlarının aşınması
sonucudur.

Bel ağrısı omurganın doğuştan anormalliklerine de bağlı olabilir.
Bunlar genellikle ağrısızdır; fakat ilerlemiş şekilleri ağrı yapabilir.
Böbrek, pankreas, aort ve cinsel organların hastalıklarında da ağrı
bele vurabilir. Nihayet bel ağrısı kanser, kemik iltihabı ya da nadir
eklem iltihapları (artrit) gibi çok ciddi hastalıkların bir belirtisi
olabilir. Neyse ki bu gibi tehlikeli hastalıkların bel ağrısı yapması
son derece nadirdir. Bel ağrısı olanların %98'inde bel kası, eklem
bağı, kemik veya disklerde, omurganın zorlanmasına bağlı geçici bir
bozukluk vardır.

Belin anatomik yapısının çok karışık olmasına ek olarak hastanın
yakınmalarıyla, tıbbi görüntüleme yöntemleri ve hastadaki anatomik ve
fızyolojik değişiklikler arasında ancak zayıf bir ilişki vardır. Bu da
bel ağrısının nedenini bulunmayı zorlaştırır. Bu koşullarda tanıda ilk
önce kanser ve iltihap gibi çok ciddi ağrı nedenleri aranıp aradan
çıkarılır; çünkü bunların tanısı göreceli olarak kolaydır. Sonra
hastada bir omurilik sinirinin sıkışıp sıkışmadığı veya tahriş edilip
edilmediği araştırılır. Bu olasılıklar bir yana bırakıldıktan sonra ise
bel ağrısı olan hastaların % 85'ine kesin bir tanı konamaz. Hastalarm
çoğu bel ağrılarını başlatan bir olay hatırlayamaz, fazla ağırlık
kaldırma veya kaza geçirme bel ağrısı başlatabilirse de çoğu kez böyle
şeyler olmamıştır. Bel ağrısı genellikle, görünürde bir neden olmadan
aniden başlar; tıp dünyası, bu belirsizliğin bir sonucu olarak çoğu kez
çeşitli nedenler arasından birinde karar kılamaz.

Bel ağrısı sıklıkla yaşamın streslerine bağlıdır. Innsbruck
Üniversitesi'nden Astrid Lampe ve arkadaşları, Mayıs 1998'de hayatın
zor anlarıyla bel ağrısı arasında bir ilişki buldular. Lampe daha önce
de bel ağrısı anatomik bir nedene bağlanamayan kişilerde,
bağlanabilenlere oranla daha stresli bir hayata rastlandığını
yayımlamıştı. New York Üniversitesi Tıp Merkezi Rusk Rehabilitasyon
Merkezi'nden John E. Sarno, çözülememiş duygusal sorunların belde
gerginlik yaparak ağrıya yol açacağı kanısındadır. Aslında bu gibi
hastalann ruhlarındaki fırtınadan kaçmak için bel ağrısına sarıldıkları
söylenebilir. Sarno ruhsal stresleri olan hastalarını psikolojik
yöntemlerle tedavi etmiştir.

Aşırı egzersiz yapma sonucu sık olarak bel kaslarında basit ağrı ve
acımalar olur. Yaşlanma sonucu bel disk ve bağlarında doğal aşınma ve
küçükyırtıklar olabilir ve bunlar da ağrı yapabilir. Bel ağrısının
nedenini bulmak bilimden çok, bir sanattır. Kendiliğinden iyileşme
kural olduğundan, ciddi bir hastalık bulunup bulunmadığı
araştırıldıktan sonra çoğu kez bel ağrısının gerçek nedenini aramak
bile gereksizdir.

Tanıda Zorluklar
Bel ağrısının kesin tanısındaki zorluk üzerine, Washington
Üniversitesi'nden D.C. Cherkin, ABD'de farklı uzmanlık dallarından olan
doktorlara, bel ağrısı olan hasta öyküleri yollayarak tanılarını sordu.
Hastalar aynı olmasına karşın gelen yanıtların birbirinden çok farklı
oluşu, durumun ne kadar belirsiz olduğunu açıkça gösteriyordu. Her
doktor kendi uzmanlık dalındaki tanılara ağırlık veriyordu. Örneğin
romatizma uzmanı eklem iltihabını düşünerek kan testleri, sinir cerrahı
bel fıtığı açısından bilgisayarlı tomografı (BT) veya manyetik rezonans
görüntüsü (MRI), sinir hastalıkları uzmanı sinir hastalığı olabilir
diyerek kas elektriği kaydı (EMG) istiyordu. Açıkçası, kafası karışan
yalnız hastalar değil, aynı zamanda doktorlardı.

Yakın zamana değin doktorlar, bel ağrısı olan hemen her hastada bel
omurgasının röntgenini istiyorlardı. Çeşitli araştırmalar bu yaklaşımın
sakıncalarını ortaya koydu. İsveç'te 10 yıl süren bir inceleme, en
azından 50 yaşın altındaki hastalarda, bel omurgası röntgeninin
muayeneden daha fazla bir şey göstermediğini ortaya çıkardı: Her 2500
hastadan yalnızca birinde
beklenmedik bir röntgen bulgusu vardı.

Kitle tarama incelemeleri de gösterdi ki bel röntgeniyle bulunan bazı
anormallikler, aslında hastadaki ağrının nedeni değildir. İş veya
askerlik öncesi bel ağrısı olmayan çok sayıda insandan alınan bel
röntgenlerinde bazı bel omurgası anormallikleri, bel ağrısı olanlarla
olmayanlarda aynı sıklıkla görülüyordu. Bir başka deyişle bel
röntgeninde anormallik olması, o hastada mutlaka bel ağrısı olduğu
anlamına gelmiyordu. Bel röntgeni, doktoru yanlış tanılara
götürebiliyordu.

Öte yandan bel röntgenleri cinsel organlara, bir akciğer röntgenine
göre 100 kat daha fazla radyasyon zararı verir. Nihayet aynı röntgene
farklı röntgen uzmanları farklı tanılar koyabilir; bu da var olan
belirsizliği artırıcı ve uygun tedavinin bulunmasını önleyici bir
şeydir. Varılan sonuç şudur: Bel röntgeni yalnız yüksekten düşme veya
trafik kazası gibi ciddi olaylarda çekilmelidir.

Tıp uzmanları bilgisayarlı tomografı (BT) ve manyetik rezonans
görüntüleme (MRI) gibi ileri röntgen teknikleriyle daha kesin tanılar
koyacaklarını umdular. Fakat hiç de öyle olmadı. Bu gibi yöntemlerle
hiç bel ağrısı olmayan insanlarda çeşitli anormallikler bulundu.

1990'da George Washintgon Üniversitesi Tıp Merkezi'nden S.C. Boden ve
ekibi, bel ağrısı veya siyatikten hiç yakınmamış olan 67 hastayı
incelediler. Bel fıtığı sıklıkla bel ağrısının nedeni olarak
gösterilmiştir. Öte yandan 60 yaşın altındaki insanların beşte birinde
hiç bel ağrısı olmadığı halde, BTveya MRI bel fıtığı göstermiştir! Bu
gibilerin yarısında bel fıtığı diskin kabarması evresindeydi; bel
fıtığının bu en hafıf şekli de sık olarak ağrının nedeni olarak
düşünülmüştür. MRI, 60 yaşın üstünde olanların üçte birinde bel fıtığı,
yaklaşık % 80'inde kabarmış disk ve hemen hemen hepsinde yaşlılığa
bağlı disk dejenerasyonu gösterdi. Gençlerde nadir olan omurilik kanalı
daralması (spinal stenoz), 60 yaşın üstünde ve hiç bel ağrısı olmayan
insanların beşte birinde bulundu. Benzer olarak, 1994'te Hoaq Memorial
Hastanesi'nden (Kaliforniya) M.N. Brant-Zawadski ve ekibinin yaptıkları
incelemede, 98 ağrısız hastanın üçte ikisinde anormal disk bulundu.
Bunlardan çıkan sonuç şudur: BT veya MRI bel fıtığı gösterirse bıınun
anlamı hastada yalnızca bel fıtığı olduğudur; ağrının nedeni bel fıtığı
olmayabilir. Bir başka deyişle bel fıtığının ağrısız da olabileceği
anlaşılmıştır.

Artık şöyle düşünmemiz gerekiyor: BT veya MRI bel omurlarında bir
anormallik gösterirse bunun bel ağrısının nedeni olup olmadığı kesin
olarak söylenemez; bu anormallik ağrısız olup rastlantı sonucu bulunmuş
da olabilir. Ayrıca en iyi BTve MRI'ler bile beldeki bir kas spazmını
veya bağ incinmesini her zaman gösteremez. Bir ortopedist haklı olarak
şöyle demektedir: "Hastada klinik bulgular yokken, sırf MRI anormal
diye ameliyat etmek, felakete doğru ilk adımdır". Hastanın muayenesi en
az BT veya MRI kadar gereklidir.

Durumu zorlaştıran bir başka husus da had (akut) bel ağrısı olan
hastaların hızla iyileşmesidir. Tedavileri karşılaştıran bir çalışma
göstermişrir ki iyileşme süresi, tedaviyi yapan ister aile doktoru,
ister ortopedik cerrah olsun değişmemektedir. Buna karşı tedavi
masrafları farklıdır; aile doktoru en ucuz, ortopedist en pahalı
tedaviyi vermektedir. Hipokrat'ın doktorlara "Primum non nocere" (önce
hastana zarar verme) öğüdü özellikle bel ağrılarında geçerlidir. Had
bel ağrılarının hemen daima geçici olduğu unutulmamalıdır.

Eskiden bel ağrılarında uzun süre yatak istirahati verilirdi. Bu
yaklaşımın iki dayanağı vardı: Bazı hastaların yatınca geçici de olsa
ağrıdan kurtulması ve omurlararası diskler içindeki basıncın yatar
durumda en düşük olması. Ancak suçlanan disk masum olabilir; ayrıca
hastaların çoğu zaten zamanla iyileşir. Bu gerçeklere karşın, 10 yıl
öncesine kadar, bu gibi hastalara 1-2 hafta tam yatak istirahati
(yalnız tuvalet için ayağa kalkma izni) veriliyordu. Yatak
istirahatinin gözden düşmesi, eski doktorlann her hastalıkta hastadan
kan almalarında (hacamat vb) olduğu gibi, çok çabuk oldu. Bugün 1-2
hafta yatak istirahatı afaroz edilmiştir; hasta olabildiğince çabuk
günlük işlerine dönmektedir.

Kısa Yatak İstirahati
Uzun yatak istirahati hala standart uygulamayken, bu makalenin yazarı
ve ekibi, 7 günlük ve 2 günlük yatak istirahatlerini kıyasladılar.
Sonuç çarpıcıydı: Ağrıdaki 3 hafta sonraki ve 3 ay sonraki hafifleme,
hareketin kısıtlanması, günlük işleri yapabilme ve tedaviden memnun
kalma bakımından hiçbir fark yoktu. Doğal olarak, uzun süre istirahat
edenler işlerine daha az gidebildi. Ağrının şiddeti, süresi ve muayene
bulguları, hastanın kaç gün istirahat etmesi gerektiğine bir ölçü
olamıyordu. Hastanın yatakta kaldığı gün sayısını belirleyen tek şey
doktorun tavsiyesiydi.

Başka çalışmalar da bu görüşü doğruladı. 4 gün istirahatle 2 gün
istirahat veya hiç istirahat etmemek arasında bir fark yoktu. Egzersize
devam etmenin ağrıyı artıracağı veya iyileşmeyi geciktireceği korkusu
yersizdi. Aslında günlük işlere devam etmek, istirahatten daha iyi
sonuçlar vermektedir. Had bel ağrısında ağrıya rağmen işlerine devam
edenlerde ağrının kronikleşmesi (3 aydan fazla sürmesi) daha az
görülmektedir; böyle hastalar, yatarak ağrının geçmesini bekleyenlere
oranla, sağlık servislerine daha az başvurmaktadırlar (Doğal olarak kas
kuvvetiyle hayatlarını kazananlar- hamallar, sporcular vb- işlerine
oturarak çalışanlar kadar çabuk dönemezler. Bunlara tam iyileşene kadar
daha hafıf bir iş verilebilir).

Son araştırmalar birçok edilgen tedavinin de hiçbir yararı olmadığını
göstermiştir. Örneğin, bel ağrısında çekme (traksiyon), TENS (deriden
hafıf elektrik vererek ağrının giderilmesi) ve omurganın küçük
eklemlerine kortizon benzerleri enjekte etmenin uzun vadede hemen hemen
hiçbir yararı yoktur. Buna karşı had veya kronik bel ağrısının önlenme
tedavisinde egzersiz çok önemlidir. Tek bir egzersiz şekli yetersizdir;
genel olarak geliştirici aerobikle birlikte, sırt kaslarını
kuvvetlendirici özel egzersizler uygulanmalıdır.

Bugün şu nokta kesin olarak anlaşılmıştır: Beldeki ağrı geçtikten sonra
programlı bir şekilde egzersiz yapanlarda ağnnın tekrarlaması çok
azalmaktadır. Egzersiz, hastayı eğitmekten (örneğin, dizleri kırmadan
yerden ağır bir şey kaldırmaktan kaçınmak gibi) veya korse vermekten
çok daha etkilidir. Kronik bel ağrısı olanlar da egzersizden
yararlanır. Had bel ağrısı olanlar, ağrılı dönemde işlerine devam
etmekle beraber, egzersiz yapmamalı, egzersize ağrı geçtikten sonra
başlamalıdır. Buna karşı, kronik bel ağrısı olanlar ağrı varken bile
egzersizden yararlanırlar.

Tedavi stratejisinin öteki ucunda ameliyat vardır. Ameliyat için şu
koşullar gereklidir: BT veya MRI'de bel fıtığı, bu bel fıtığına uyan
bir ağrı, omurilikten çıkan sinir köklerinin baskı altında oluşu ve
ameliyat dışı tedavilere 6 hafta cevap vermemek.
Bu gibi hastalarda ameliyat, ağrıyı daha hızlı geçirir. Ne yazık ki, bu
koşullara uymayan birçok hasta da ameliyat edilmektedir. Bu yüzden
ameliyata rağmen ağrının devam ettiği birçok olgu bilinmektedir. Doğal
olarak ağrının nedeni bel fıtığı değilse, ameliyat ağrıyı geçiremez.

Bel Ağrısında Cerrahi
Bel fıtığının üzerinde biraz durmak gerekir. Bel fıtığı 30 ile 50
yaşlar arasında çok sıktır. Bel fıtığının en önemli belirtileri bacakta
ağrı, uyuşma ve karıncalanmadır; öyle ki çoğu kez bacak ağrısı bel
ağrısından fazladır. MRI'nin bel fıtığı göstermesiyle yetinilmemelidir;
muayenede şu bulgular da olmalıdır: omurilikten çıkan sinir köklerinin
baskı altında oluşu, bacak reflekslerinin anormal oluşu, bacakta his
azalışı, bacakta kas kuvvetinin ve hareketin azalışı. Ancak MRI ve
muayene bulguları uyumluysa bel fıtığı düşünülmelidir.

Son çalışmalara göre bel fıtığı olanlarda bile kendiliğinden iyileşme
kuraldır. MRI çalışmaları gösterdi ki omurlararası diskin fıtık yapmış
(yerinden kaymış) bölümü zamanla kendiliğinden büzülür ve hastaların %
90'ı bir yıl içinde iyileşir. Ağrıya yol açan bel fıtıklarının yalnızca
% 10'u ameliyat gerektirir. Bel ağrılarının çoğu bel fıtığına bağlı
olmadığından, bu gibi hastaların yalnızca % 2'sinde ameliyat zorunludur.

Bu gerçeklere rağmen bel fıtığı en sık ameliyat edilen bel
hastalığıdır. 280 bel ağrılı hastayı uzun süre inceleyen (Oslo Ullevaal
Hastanesi'nden) Henrik Weber, bel ağrılarında bu kadar sık ameliyat
yapılmasının gereğini sorgulamaktadır. Her ne kadar ameliyat olanlarda
ameliyatsız tedaviye oranla ağrı daha hızlı kayboluyorsa da uzun vadede
bu fark silinir. 4 ve 10 yıllık izlemelerde ameliyatlı ve ameliyatsız
tedavi edilenler birbirinden ayırt edilemez. Demek ki hastanın tercih
ettiği ameliyatsız bir tedavi yabana atılmamalıdır.

65 yaşın üstündekilerde bel ameliyatlarının birinci nedeni spinal
stenozdur (omurga kanalının darlığı). 1979-1990 arasında bel fitığı
ameliyatları %39, spinal stenoz ameliyatları % 343 artmıştır. Bu
artışın nedeni belli değildir; fakat yeni BT ve MRI tekniklerinin
spiral stenozu daha sık göstermesine bağlı olabilir. Bu hastalıkta
ameliyatm gereği daha da tanışmalıdır. Spinal stenozun amelivatla
tedavisi oranı çok değişkendir. Örneğin ABD'de 65 yaşın üstündekilerde
spinal stenoz ameliyatı yüz binde otuzken Utah'ta 132'dir.

Spinal stenoz cerrahisi, bel fıtığından daha karmaşıktır. Bir kere
omurga kanalı darlığı tek bir düzeyde değil, omurga boyunca birçok
düzeyde oluşur; aslında bel fıtığında da durum budur. Ayrıca bu
hastalar yaşlıdır ve ameliyat sonrası olumsuzluklara daha açıktır.
Nihayet bu hastalıkta bel fıtığına göre ameliyatlı ve ameliyatsız
tedavi sonuçları nasıldır? Bunu iyi bilmiyoruz. Spinal stenoz
belirtileri ilerleyici olmadığından ameliyat acil değildir; bunda yine
hastaların tercihleri rol oynamaktadır.

Bel ağrıları ABD'de her yıl 50 milyar dolar kayba yol açtığından
önemsiz sayılamaz. Halkın çoğu bu duruma omuz silkip geçer. Hemen
herkeste bel ağrısı olur; o halde bel ağrısını hayatın bir parçası
saymak gerekir. Hastaya dişini sıkması, en çok birkaç haftada ağrının
kendiliğinden geçeceği anlatılmalıdır. Ameliyat konusundaki tavsiyeler
o kadar değişkendir ki bel ağrısı uzmanları ameliyata ihtiyatla
yaklaşmalı ve hastanın hangi tedaviyi tercih ettiğine önem
vermelidirler.

Bel ağrılarının giz dolu oluşu ve önemli ekonomik kayıplara yol açışı
bu konudaki araştırmaları hızlandırmıştır. Bazı doktorların "iki
aspirin al ve sabah beni ara" şeklindeki klişeleşmiş tavsiyesi hatıra
gelmektedir. Daha olumlu bir yaklaşım şöyle olmalıdır: "Gerek duydukça
ağrı hapları al; kendini formda tut; had bel ağrılarında yatıp ağrının
geçmesini bekleme, günlük işlerine devam et ve bir hafta içinde olacak
değişiklikleri bana bildir". Bel ağrısı insanı perişan edebilir; fakat
geçicidir. Sabır ve zamanla bel ağrılarının çoğu kendiliğinden geçer.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Empty
MesajKonu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler   Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler EmptyPaz Ekim 11, 2009 4:29 pm

Bel ağrısı



Bel ağrısı günümüz toplumunun %60-85 inde hayatın her hangi bir
döneminde görülebilen, sebebleri çok çeşitli olan bir sendromdur.
Özellikle mekanik bel ağrılarında tedavi maliyetlerinin yüksek
olmasının yanında, ağrının kronikleşmesinin hasta üzerindeki olumsuz
etkileri çok önemlidir.
Bel ağrıları yaygın sanılanın aksine, kaçınılmaz olan yaşlanmanın
sonucu değildir. Tüm organlar gibi omurganın aşınıp yıpranması da
fizyolojik bir olaydır. Omurganın zamanla esnekliği yitirerek
sertleşmesi, gittikçe zayıflayan kaslara karşı ek dayanıklılık sağlayan
bir denge unsurudur.

Bel ağrısı bütün yaşlarda görülebilir. Hatta 15 yaşında dahi ameliyat
olan hastamız mevcuttur. Kronik hastalık tedavisi açısından kalp
hastalıklarından sonra 2. sıradadır. Bel ağrısının önemi özellikle
sanayi kesiminde ve çalışan toplumda ortaya çıkmaktadır. Ağrı nedeniyle
iş günü ve iş gücü kaybı yüklü bir yekün tutmaktadır.

Bel ağrısı olan hastaların % 70-80'i ilk akut ataktan sonra her hangi
bir tedaviye gerek kalmadan iyileşebilmektedirler. % 20-30 unda ise 2.
- 3. tekrar olabilmektedir. Burada önemli olan bu tekrarların gelmesini
önlemektir. Çünkü tekrarlarla ağrı kronikleşir ve hasta bel ağrısı
nedeniyle hiç iş yapamaz hale gelir. Bunu önlemek de belin eğitimi ile
olur. Kişinin belini tanıması, belin hangi hareketle ne kadar
zorlanacağını bilmesi, bel ağrısına yol açan risk faktörlerini,
egzersizlerin ağrıda nasıl korunabileceğini öğrenmesi gereklidir.

Bel ağrısının oluşumunda, omurgadaki yıllara bağlı aşınıp yıpranma
yanısıra, omurganın uygun olmayan duruşu (kötü postür) ve beli zorlayan
bedensel hareketler sorumludur. Bunun için günlük yaşantıda ve mesleki
çalışmalarda doğal olmayan bedensel davranışların neler olduğu
tanımlayıp, doğrusunu öğrenip omurganın aşırı zorlanmasını önlemek
gerekir. BELMER ‘de bel ağrılarını yok edebilme ve önleme yolları size
öğretilerek az ağrıyla yada hiç ağrısız yaşam için pratik öğütler
verilecektir. Bel koruma prensipleri, yalnız akut ağrılı dönemde değil,
tüm yaşam boyunca gereklidir. Üstelik bunlar, hiç de zor olmayan doğal
davranışlardır..



Bel Ağrısının Sebebleri Nelerdir ?




Bel ağrısının pek çok sebebi vardır. Bizim en sık rastladığımız mekanik
bel ağrısıdır. Bundan başka tümör, infeksiyon, inflamatuar romatizmal
hastalıklar, kireçlenmeler, bel fıtığı dediğimiz “disk kayması”,
doğuştan olan kemik anomalileri ve bel kaymaları (spondilolistezis),
bel ağrısı sebebidir.

Bel Ağrısında Ne Zaman Doktora Başvurulmalıdır ?


Sık sık tekrar eden ve istirahatle geçmeyen, şiddeti gittikçe artan bel
ağrılarında, bel ağrısı ile birlikte bacakta ağrı, uyuşma vs. varsa
mutlaka doktora başvurulmalı ve hastalığın teşhisi konmalıdır.

Bel Ağrısında Risk Faktörleri Nelerdir ?



Meslekle ilgili olan faktörler:

Ağır fiziksel aktivite ve ağır kaldırma gerektiren meslekler. (Ör: İnşaatlarda çalışanlar)
Devamlı öne eğilme, eğilerek dönme gerektiren meslekler.
Araba, otobüs, kamyon, kullanma gibi vücudu sürekli vibrasyona maruz bırakan meslekler.
Uzun süre ayakta durma veya oturma gerektiren meslekler.
Bütün bu saydığımız durumda çalışmak zorunda olan kişilerde bel ağrısı ve bel fıtığı görülme riski artmaktadır.

Sportif aktivitelerle ilgili risk faktörleri:

Futbol, halter, kürek ve güreş sporlarıyla uğraşan kişilerde bel ağrısı sıklığı artmaktadır.

Kişisel risk faktörleri:

Yaş: Bel ağrısı bütün yaş gruplarında görülmekte beraber yaşın
ilerlemesi ile birlikte görülme sıklığı artmaktadır. Bunda da en önemli
etken omurganın dejenerasyonudur. Postür bozuklukları, karın ve sırt
kaslarında güç azalması yine önemli risk faktörüdür.

Psikolojik risk faktörleri

İşinden memnun olmama, işini sevmeme veya takdir edilmeme,aile içi
sorunlar gibi durumlar bel ağrısında risk faktörleri arasında
sayılmaktadır.




Omurganın Yapısı ve İşlevi

Omurga vücut hareketlerinin eksenini oluşturur, gövdeye destek verir ve
omuriliği korur. Boyunda ve belde açıklığı arkaya, sırtta ise açıklığı
öne bakan normal eğrilikler vardır. Bunlar vücudun dengesi yönünden
önemlidir.

Omurganın hareket birimi, üst üste duran iki omur gövdesiyle, bunların
arasındaki etrafı liflerle çevrili, ortası katı jel kıvamındaki disk,
omurga eklemleri ve bu eklemlerin kapsüllerinden oluşan bölümdür.
Kaslar ve bağlar omurların değişik yerlerine tutunur. Omurga, omurga
kasları yardımıyla dik durur ve hareket eder. Bağlar ve eklem
kapsülleri de ek destek verir.
Duruşları normal olmayan ve egzersiz yapmayan insanlarda, eklem
kapsülleriyle bağlar aşırı gerilir ve gevşer. Omurga eklemleri üzerine
binen yük artar. Doğal duruşları bozulur. Sonuç; ağrı ve erken dönemde
yıpranmadır.

Özellikle beldeki eğriliğin artması ve belin çukurlaşması, eklem
yüzeylerinin birbirine yaklaşmasına ve birbiri üzerinde kaymasına sebeb
olur. Bu da eklem kapsülünü gerer ve belde sık görülen ağrılara sebeb
olur.

Bel bölgesi, 5 bel omurundan oluşur. Bu omurların arasında 5 adet disk
vardır ve omurganın en geniş yüzeye sahip diskleridirler. Bu disklerin
görevi yük taşımak ve omuriliği korumaktır. Disk üzerine gelen kuvvet
postür (duruş) ile yakından ilişkili olup, sırtüstü yatar durumda 25 kg
iken, eğik oturur pozisyonda 250 kg'a kadar çıkmaktadır



Bel Eğitiminde Neler Yapılabilir?


Vücut postürünün düzeltilmesi.
(Postür, insanın duruş biçimidir)

Belin fonksiyonunu sağlıyan tüm kaslarda yeterli gücün yeniden elde edilmesi.

Günlük yaşam aktivitelerinde uygun postürün ve bunu devamlı korunmasının öğrenilmesi.

Günlük yaşam aktivitelerinde beli zorlamadan eğilme, kaldırma, itme,
çekme, dönme ve oturma hareketlerinin nasıl yapılacağının öğrenilmesi.

Bel ağrısına katkıda bulunan bütün psikososyal, mesleki ve kişisel
emosyonel faktörlerin araştırılması ve ortadan kaldırılması gereklidir.



Bel Ağrısında Egzersizin Önemi Nedir ?


Egzersizler bel ağrısında tedavinin önemli bir parçasıdır. Egzersizin etkilerini şu şekilde sıralayabiliriz:

Gevşemeyi sağlamak,

Ağrıyı azaltmak, spazmı çözmek.

Zayıf kasları güçlendirmek.

Spinal dokularda (belde) mekanik yüklenmeyi azaltmak.

Vücudun genel fiziksel uyumunu artırarak olası zorlanmaları önlemek.

Postürü düzeltmek.

Omurganın mobilitesini artırmak.

Denge ve koordinasyonu artırmak.

Orta hızla tekrarlanan hareketler spesifik dokuların, özellikle disklerin beslenmesini artırır.

Kısa sürede işe dönüşü sağlar.

Ayrıca egzersizler sıkıntı ve depresyonu azaltarak, kişide bir gevşeme ve rahatlama sağlamaktadır.



Bel Sağlığı Eğitiminde Ne Gibi Kurallara Dikkat Edilmelidir ?


Bel ağrısından yakınan kişilere bel eğitimi için bazı önerilerde bulunabiliriz.

Hareketsiz kalmayın. Yetersiz hareket, vücuttaki doku ve organların
gereği gibi beslenmesini düzenleyen, yaşam için önemli metobolizma
olaylarını olumsuz yönde etkiler. Yeteri kadar hareket etmeyen
organizmada, belli vücut bölgelerinin beslenmesi aksar ve metabolizma
artıklarının vücut dışına atılması azalır. Yetersiz hareketin en önemli
olumsuz sonucu, kas ve kemiklerin zayıf kalmasıdır.

Hareketli olmak, tüm vücut fonksiyonlarını canlı tuttuğu gibi, aşınma,
yıpranma ve kuvvet yitirilmesini de önler. Tüm eklemler gibi, omurga
disklerinin beslenmesi de emme-basma tulumba mekanizmalarıyla
gerçekleşir. Bu yüzden sürekli oturmak veya ayakta durmak bel hastası
için sakıncalıdır. Vücut pozisyonunun sık sık değiştirilmesi, omurganın
kemik yapısının ve disklerin daha iyi beslenmesini sağlar, dolayısıyla
vaktinden önce aşınıp yıpranmasını önler.

Bel ve sırtınızı dik tutun. Omurga için en rahat ve uygun olanı bel ve
sırtın düz durduğu pozisyondur. Güçlü bel ve karın kasları, belin düz
durmasını kolaylaştırır. Bu nedenle de düzenli egzersiz gereklidir.

Kötü duruş sırtta kamburluğu, belde de iç çöküklüğü artırır. Erken dönemde kalıcı kambur oluşur.

Yerden bir şey alırken öne doğru eğilmeyin, çömelin. Omurganın en çok
zorlandığı pozisyonlardan biri, gergin dizlerle öne eğilip yerden bir
şey almaktır. En iyisi çömelmektir. Bu durumda omurga düz duracağı için
çok daha az zorlanır.

Sizin için ağır cisimleri kaldırmayın. Ağır kaldırmak, belin alt
bölgesindeki diskleri zorlar. Sık sık bel ağrısından yakınanlar,
kesinlikle ağır yük taşımamalıdır. Eğer ağır bir yük taşıma zorunluluğu
varsa, eldeki eşya olabildiğince vücuda yaklaştırılarak, hatta
dayanarak götürülmelidir.

Taşıdığınız ağırlıkları ikiye bölün ve vücudunuza yakın tutun. Bu
şekilde omurgaya binen yük eşit dağılacağı için diskler tek yönlü
zorlanmayacaktır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Empty
MesajKonu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler   Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler EmptyPaz Ekim 11, 2009 4:30 pm

Otururken belinizi düz tutun ve sırtınızı bir yere dayayın.
Zamanın çoğunu oturarak geçiren insanlar, sürekli masa başında
çalışanlar, sürekli araba kullanmak zorunda olanlar için bu önemli.
Sürekli masa başında oturmak zorunda olanlar, ayakların altına küçük
bir yükselti veya iskemle koysunlar ve kolları da koltuğun yanlarına
dayasınlar. Otururken de sık sık pozisyon değiştirsinler.

Ayakta dikilirken dizleri gergin tutmayın. Yüksek topuklu ayakkabılar
da beli çukurlaştıracağı için omurgayı zorlar. Topukları ve tabanları
yumuşak ve alçak topuklu ayakkabı giyilmelidir.

Yatarken bacaklar gergin olmasın. Sırtüstü yatarken dizlerin altına
konacak küçük bir silindir yastığın büyük yardımı dokunur. Yan yatarken
de dizlerin arasına yastık konmalı. Yüzüstü yatış bel ağrısı olanlar
için uygun bir pozisyon değildir.

Spor yapın, imkanı olanlar için yüzme bel ağrısında yapılabilecek en
ideal spordur. (serbest, sırtüstü) Ayrıca hızlı tempolu yürüyüş
yapılabilir ve bisiklete binilebilir.
Omurga kaslarını düzenli çalıştırın. Bu da düzenli egzersizle olur. Bu
egzersizler hiçbir zaman zorlanarak ve sert yapılmamalıdır.



Aniden Ortaya Çıkan Bel Ağrısında Ne Yapılmalı ?


Bir ağır kaldırma, ani hareket veya ani bir öksürme, hapşurma neticesi
bir anda oluşan ve kişiyi hareketsiz bırakan bel ağrılarının önde gelen
nedeni aşınmış yıpranmış disklerin kayarak omurga bağları yada sinirler
üzerine baskı yapmasıdır. Bu durumda hemen sırtüstü yatıp, dizlerin,
bacakların altına birkaç minder veya bir sandalye koyarak gevşemeye
çalışılmalı. Bu tür ağrılarda 5-10 dakikalık buz mesajı yapılabilir.
Ağrıyı ve kas spazmını azaltmada faydası olur. Akut durumda soğuk
uygulama faydalıdır. Bu dönemde uygulanacak sıcak ağrıları daha da
artırabilir. Sıcak tedavi, ağrılar devamlı hale gelince (kronikleşince)
uygulanır.


Günlük Yaşantı İçin Öğütler:


Bel ağrısı olan kişilerin bel eğitimi kurallarını günlük yaşantıya aktarmaları çok önemlidir.

Sürekli oturmaktan yada ayakta dikilmekten kaçının. Sık sık pozisyon değiştirin.

Ev hanımları, işinize sık sık ara verin ve gevşemiş olarak dinlenin.

Ütü yaparken, üzerinde bastığınız ayağınızı sık sık değiştirin.
Ayağınızın birini yüksekçe bir yere koyarsanız belinizin yükünü
azaltmış olursunuz.

Bulaşık makinanızı vücudunuz dönük iken boşaltmayın. Elinizi bir yere dayayın, çömelin ve makinayı öyle boşaltın.

Bacaklarınız gerginken öne eğilmeyin. Yerden bir şey alırken
dizlerinizi biraz bükün. Ağır bir şey kaldırırken de belinizi düz
tutun, cismi vücudunuza mümkün olduğunca yaklaştırarak kaldırın.

Yatak ve koltuklar çok yumuşak olmamalı.
Elektrik süpürgesini kullanırken dik durun. Faraşla yerden bir şey alırken çömelin.

Omurgadaki erken aşınma ve yıpranmalar bir kez yapılan yanlış davranış
değil, sık sık tekrarlanan hatalı hareketler sonucudur. Onun için
yapılan hareketlere her zaman dikkat edilmelidir.

Her gün biraz spor yapmayı deneyin.



Bel Sağlığında Beslenmenin Önemi Nedir ?


Bel ağrısı olan kişilerin bel eğitimi kurallarını günlük yaşantıya aktarmaları çok önemlidir.
Bel ağrısında beslenmenin ne etkisi olabilir diye düşünülebilir. Ancak
dikkat edilirse, toplumumuzda bel ağrısından yakınanların bir çoğunun
az hareket ettiği, çok yemek yediği ve yediklerine de dikkat
etmedikleri gözlenebilir.

Sonuç; fazla kilolar, yüksek tansiyon, şeker hastalığı, damar sertliği,
romatizmal hastalıklar ve eklemlerde erken dönemde aşınma ve
yıpranmalar. Beslenmede temel kural, yaşam boyu normal kilonuzu
koruyabilecek ölçüler içinde yemenizdir.

Gıdalarla yeterli kalsiyum alımı, D vitamini ve güneş ışığı kemik
yapısı için son derece önemlidir. Bunlara dikkat edilmezse erken yaşta
osteoporoz gelişebilir. Bu da yaşlılıkta bel ve sırt ağrılarının önde
gelen nedenidir.


Bel Fıtığında Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon ?


Bel fıtığında fizik tedavinin amacı; dolaşımı sağlamak, beslenmesi
bozulan bel bölgesindeki kas spazmını çözmek, enflamasyonu gidermek ve
disklerin beslenmesini normale getirmektir. Bunun için çeşitli fizik
tedavi uygulamaları yapılır.

Bunlar:
Yüzeyel sıcak: Hot pack, Enfraruj.
Derin ısıtıcılar: Ultrason, kısa dalga diatermi.
Vakum
TENS, Enterferansiyel, diadinamik akımlar
Laser
Traksiyon
Egzersizdir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Empty
MesajKonu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler   Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler EmptyPaz Ekim 11, 2009 4:30 pm

BURSİT


Tanım:


Bazı mesleklerde özellikle sık rastlanan bursit, eklem bölgelerinde
ağrılı şişlikler olarak görülür. Erken tanıyla tedavisi kolaydır.
Bursa, bir eklemi ya da kemiği kaplayan yumuşak dokunun üzerinde oluşan
içi sıvı dolu bir keseciktir. Bursit ise bu keselerden birinin
iltihaplanmasıdır. Sık rastlanan bu ağrılı durum, iltihaplanma
önlenmezse, akut ya da kronik bir rahatsızlığa dönüşebilir.

İki tür bursa vardır. Birinci gruptakiler (anatomik bursa) kas
kirişlerinin kemiklere ya da eklemlere yaslandıkları yerlerdeki
sürtünmeyi engelleyen, içi sıvı dolu çok küçük keseciklerdir. Diz
ekleminin çevresindeki kemiklerde bu bursalardan 15 tane vardır. İkinci
türdeki bursalar, bir kemik üstündeki yumuşak dokunun sürekli sürtünme
ya da yaralanma sonuunda ortaya çıkarlar. Sözgelimi, her gün sert bir
zeminde saatlerce oturan birinin, kalça kemikleri üstünde oluşan
bursalar bu türdendir.

İki bursanın da görevi aynıdır: Kas kirişlerinin, kemik üzerinde
hareket ettikleri bölgelerde basıncı önlemek. Bursit, bir bursanın
kronik olarak genişlemesi ya da akut bir biçimde şişmesi durumunda
ortaya çıkar. Bu hastalık, dizlere sürekli basınç sonucu diz ekleminde
oluşursa "diz üstü bursiti" adını alır. Herhangi bir sürtünme ya da
yaralanma bursanın sıvı salgılamasına, dolayısıyla da şişmeye neden
olur.

Belirtiler
Akut bursitlerde, bir kemik ya da eklem üzerinde sıcak, kırmızı ve
ağrılı bir şişlik görülür. Çok şiddetli durumlarda belirtilere hareket
güçlüğü de eklenebilir. Bursanın şişmesine neden olan sıvı, keseyi
çevreleyen hücreler tarafından salgılanır. Bu sarı renkli sıvıda,
iltihaplanmanın etkisiyle kılcal damarlardan sızan kan da bulunabilir.
Bakteriyel bir enfeksiyon varsa, keseiçi sıvısında bakteriler ve
akyuvarlar da görülür. Bunlar, kese içinde irin oluştururlar. Uzun
süren (kronik) bursitler ise ya akut bursitlerin yinelenmesi ya da art
arda zedelenmeler sonucunda bursanın şişmesiyle oluşur.

Bursit, tehlikeli bir hastalık değildir. Antibiyotiklerle, bursadaki
bakterilerin bedene yayılmasının ve kan zehirlenmesine (septisemi) ya
da veremin yayılmasına yol açmalarının önüne geçilmektedir. Romatizma
ve gut uzun süre tedavi edilmeyip kendi haline bırakılırsa, bedenin
başka bölgelerinde tehlikeli iltihaplanmalara yol açabilir; bunun gibi,
kronik bursitler de tedavi edilmezlerse çevredeki kasların, dolayısıyla
eklemin zayıflamasına neden olabilirler.

Nedenleri
Bir bursanın iltihaplanma nedenleri hala tam olarak bilinememektedir.
Bursit, çocuklarda ve erişkinlerde aynı oranda görülür ama bazı
insanlarda bursite yakalanma eğilimi daha fazladır. Sürtünme, bursanın
ortaya çıkmasına neden olabilir. Bazı meslekler ya da çalışma
biçimleri, bursanın gelişmesi için elverişli koşullar yaratabilir.
Sözgelimi, dirseklerini masaya yaslayarak ders çalışan öğrencilerde,
dizlerinin ve dirseklerinin üzerinde sürünerek çalışan madencilerde
bursit sık görülür. Bazen hamalların ensesinde, omurga kemiği üzerinde;
sırık hamallarının enselerinde ve omuzlarında; sabahtan akşama kadar
tezgah başında oturan dokuma işçilerinin kalçalarında; diz çökerek
çalışan bahçıvanların dizlerinde bursit olabilir. Bununla birlikte,
sürtünme tam bir açıklama getirmekten uzaktır. Çünkü bazı insanlarda
bursit, öteki insanlara oranla çok daha çabuk oluşmaktadır.

Daha ender görülen durumlarda bursit, ya bursadaki ya da eklemlerdeki
bakteriyel iltihaplanmayla ortaya çıkar. Geçmişte verem, bursitin çok
bilinen bir nedeniydi. Bazı romatoit artrit durumlarında, bir eklemin
çevresindeki bursa şişmekte; ender görülen durumlarda ise bursada guta
bağlı şişme görülmektedir. Genellikle yaşlılarda görülen dirsek
bursitinin nedeni bilinmemektedir; bununla birlikte çok hızlı bir seyri
vardır: Dirsekte, birkaç saat içinde yumurta büyüklüğünde bir şişlik
oluşuverir.

Tedavi
Akut bursitin tedavisi, bursanın iltihaplı olabileceği ya da daha ender
görülen nedenlerle ortaya çıkmış olabileceği hesaba katılarak, hekim
eliyle yapılmalıdır. Neden belli değilse ya da bursit sürtünme ya da
aşırı kullanma dolayısıyla ortaya çıkmışsa, hastalıktan etkilenmiş olan
eklemin (ya da bölgenin) dinlendirilmesiyle iyileşme sağlanır. Ağrı
varsa tedaviye ağrı kesiciler eklenir. Kesedeki şişkinliği azaltmak
için, romatizma tedavisinde kullanılan ilaçlardan yararlanılabilir.
Bakteriyel bir enfeksiyon varsa antibiyotikler kullanılmalıdır.
İltihabı geriletmek için soğuk kompresler yapılabilir. Ancak buz
torbası kullanırken, etkilenmiş bölgeyi yakacak kadar soğuk olmamasına
dikkat edilmelidir. Buz torbasını kaldırdıktan sonra şişkinliği azalmış
olan bölge yarım saat, esnek bantla sarılmalıdır. Eğer bu yöntemle şiş
hafifletilirse, her dört saatte bir uygulama yinelenmelidir.

Bu basit tedavilerle iki - üç günde düzelmeyen bursitlerde, hekime
başvurmak gerekir. Doktor yerel etkili bir ağrı kesici sürdüğü deriden
iğneyle bursanın içine girerek, kese içindeki fazla sıvıyı alır. Bu
işlem, hem hastayı rahatlatır, hem de alınan sıvının biyokimya ve
mikrobiyoloji laboratuvarlarında incelenmesine (sıvıda bakteri olup
olmadığını anlamak için) olanak sağlar. Doktor, keseye kortizonlu ilaç
da enjekte edebilir; birçok vakada kortizon tedavisi olumlu sonuçlar
verir. Bu tedavi yöntemi bursit iyileşene kadar yinelenmelidir. Bursit,
tedaviye karşın iyileşmiyorsa, küçük bir ameliyatla, kesenin iç
yüzündeki, sıvı salgılayan hücrelerin bulunduğu tabaka çıkarılır. Bu
küçük ameliyat birçok hastada tam iyileşme sağlar. Ancak yine de, çok
ender olmakla birlikte ameliyattan birkaç hafta sonra, aynı yerde,
yeniden bursit oluştuğu görülebilmektedir.

Akut bursitteki ağrı ve hareket güçlüğünün, tedaviyle en geç on günde
geçmesi gerekir. Kese bakteriyel bir iltihaplanma sonucu oluşmuşsa,
yineleme olasılığı çok enderdir. Kronik bursitte, basınç ve sürtünme
devam ederse hastalık yineler; dolayısıyla bursit tedavisinde ilaç
kadar önemli olan, günlük yaşamdaki önlemlerdir. Diz bursitini önlemek
için yumuşak diz sargıları kullanmalı; kalça bursitini engellemek için
yastığa ve yumuşak yerlere oturulmalı; dirsek bursitine karşı dirseği
sert yerlere dayamamalıdır. Bu basit önlemler bursit tedavisinde çok
etkilidir. Ayak bileği bursitinde de (aşil bursiti) ayağı uzun süre
dikkatli kullanmak gerekir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Empty
MesajKonu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler   Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler EmptyPaz Ekim 11, 2009 4:30 pm

21. yüzyılın en yaygın meslek
hastalıklarından biri olan ''Bilgisayara bakma sendromu''nun bilgisayar
kullanıcıları arasında yaygınlığının yüzde 88,5 olduğu bildirildi.

Göz cerrahı Doç.Dr. Banu Coşar, bu hastalığın gözlerde ağrı, yorgunluk,
rahatsızlık, kızarıklık, bulanık görme, çift görme gibi belirtileri
olduğunu ifade ederek sendromun yaygınlığının bilgisayar kullanıcıları
arasında yüzde 88,5 olduğunu söyledi.

Bilgisayarların günümüz yaşamına büyük kolaylıklar getirdiğini belirten
Coşar, buna karşın bilgisayar karşısında kıpırdamadan çalışmanın da
olumsuz sonuçlara yol açtığını da sözlerine ekledi.

Bu sendromun gözlerle ilgili olmayan diğer belirtilerinin ise baş -
boyun - omuz ve sırt ağrıları olduğunu da söyleyen Doç.Dr. Coşar
sözlerine şöyle devam etti:

"Bilgisayara bakma sendromunun en önemli nedeni göz kurumasıdır.
Bilgisayarla çalışma sonrasında gözlerde kuruluk ve buna bağlı yanma
ile ağırlık hissi olur. Bilgisayar kullanıcısında, göz yüzeyindeki
kuruluğu telafi etmek üzere refleks bir göz yaşarması da meydana
gelebilir. Göz yüzeyinde kuru noktalar oluşmasının temel sebebi ekran
karşısında göz kırpma hızımızın düşmesidir."

Monitörler gözlerimizi nasıl etkiliyor?

Bilgisayarın ekrandaki görüntüleri ne kadar iyi gösterdiği 3 şeye
bağlıdır: Tazelenme (“refresh”), çözünürlük ve nokta yüksekliği (“dot
pitch”). İdeal tazelenme hızı 70 Hz ve üstüdür. Çözünürlük ne kadar
yüksekse o kadar iyidir. Nokta yüksekliğinin 0.28 mm veya altında
olması tercih edilir.

Windows’da tazelenme hızı ve çözünürlüğü, Ekran Özellikleri’nde
“ayarlar” kısmından değiştirebilirsiniz. Eğer farklı bir işletim
sistemi kullanıyorsanız, yardım menüsüne veya monitörünüzün kullanım
kılavuzuna başvurun. Nokta yüksekliği ise sabittir, ayarlanamaz.

Çevre aydınlatması (floresan, pencere, masa lambası, vb) fazla
olmamalıdır. Yoksa ekrandaki karakterlerde yansıma ve parlamalar
meydana gelir. Etraftaki ışıklandırma düzenlenemezse, parlama önleyici
filtreler kullanılmalıdır. Ekran filtreleri görsel algılamayı artırıp,
gözleri biraz olsun rahatlatabilirler.

CRT (“cathode ray tube”) monitörlerle LCD (“liquid crystal display”)
monitörler karşılaştırıldığında ise; LCD monitörler göz sağlığı
yönünden daha avantajlıdırlar. LCD teknolojisinin gelişimi,
gözlerimizin daha az yorulmasını sağlıyor.

Bilgisayara bakma sendromundan daha az etkilenmek için ne yapmalı?

1. Çevre aydınlatması fazla olmasın
2. Ekran sizden 35-40 cm uzak olsun
3. Saatte en az 2 kez başınızı ekrandan kaldırıp, uzağa doğru bakın
4. Yılda 1 kez göz muayenesi olun
5. Suni gözyaşı damlası kullanın (göz doktorunuza sorun)
6. Ofisinizin havasını nemlendirin
7. Ekran filtresi kullanın
8. Gözlük kullanıyorsanız, camları antirefle özellikte olsun
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Empty
MesajKonu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler   Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler EmptyPaz Ekim 11, 2009 4:30 pm

Mersin Üniversitesi (MEÜ) Tıp
Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim
Üyesi Doç. Dr. Fevziye Toros, ''çocuklara cinsel eğitimin 3 yaşından
itibaren verilmesi gerektiğini'' bildirdi.

Toros, ebeveynlerin, çocuklara "kimsenin yanında soyunulmaması" ve
"vücudundaki bazı bölgelerin kendisine has olduğu, bunların kimseyle
paylaşılmaması" gibi bir takım düşünceleri aşılamaları gerektiğini
belirtti.

Çocuğu cinsel konularda bilgilendirmeme ya da "ayıp olur" diye yanlış
yönlendirmelerin çocuk ve toplum üzerinde çok ciddi sorunlara neden
olabileceğini vurgulayan Toros, bu konuda en önemli görevin ebeveynlere
düştüğünü ifade etti.

Toros, çocuklarda cinsel istismarın önemli bir sorun olduğunu, bu
sorunla hastanelere başvuran çok sayıda hasta bulunduğunu belirtti.

Toros, "Aileler, çocuklarıyla cinsel konuları konuşurken utanmamalı, aksi
halde çocuklar bu bilgileri başka kişilerden yanlış şekilde de
öğrenebilir. Bir çocuk, kendisine şefkatle ya da taciz amaçlı dokunan
kişileri ayırt edemeyeceğinden, aileler temkinli davranmalı. Çocuğa,
'vücuduna dokunmak isteyen birisi ile karşılaşırsan, yardım iste' gibi
telkinlerde bulunulmalı" dedi.

Toros, ailelerin, çocuklarıyla arkadaş ilişkilerini küçük yaşlardan
itibaren geliştirmeleri gerektiğini vurgulayarak "çocuğu ile bu
ilişkiyi kuramayanlar cinsel istismar konusunda çocuklarına şüphe ile
bakarlar. Çünkü, çocuk, çekindiği, utandığı ya da korktuğu için
ailesine başına gelenleri anlatmadığından, aileler de bu konudan
habersiz kalır. Oysa, arkadaşlık ilişkileri içinde güven duygusu
aşılandığında, çocuklar her konuda ailelerini bilgilendirebilir" diye
konuştu.

Doç. Dr. Toros, kendilerine başvuran bazı ebeveynlerin çocuklarının
cinsel istismara uğradığı yönünde şüphe duyduklarını bildirdiklerine
dikkat çekti.

Toros, "Çocuklarının istismara uğradığı şüphesini duyan aileler,
onları, korkutarak, bağırarak konuşturmaya çalışmamalı. Onlarla oturup
yaşadıklarını öğrenmek için sevgi ve şefkatle yaklaşmalı. Gerekiyorsa
bir uzmandan yardım alınmalı. Çünkü günümüzde çocuklar, aile içinde ya
da yakın dost ve akraba çevresinde bile cinsel istismara uğrayabiliyor"
ifadesini kullandı.

Toros, çocukluk dönemindeki cinsel istismarın bireyin adeta bilincine
kazındığını, bu durumun ergenlik dönemi ve ondan sonraki yaşantısını da
olumsuz etkilediğini sözlerine ekledi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Empty
MesajKonu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler   Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler EmptyPaz Ekim 11, 2009 4:30 pm

Edirne Sağlık Müdürü Uzm.Dr.
Hatice Gül, gözyaşı ve tükürük salgısının azalması, tat duyusunun
bozulması, gürültüye duyarlılık artışı gibi bulguların yüz siniri
felcinin belirtisi olduğunu söyledi.

Uzm.Dr. Gül, soğuk havalarda karşılaşılan sağlık sorunları arasında yüz felcinin de bulunduğunu bildirdi.

Yüz sinirinin çalışmamasının en belirgin bulgusunun yüzün bir yanındaki
hareketlerin azalması veya kaybolması olduğunu ifade eden Uzm. Gül,
"Gözyaşı ve tükürük salgısının azalması, tat duyusunun bozulması,
gürültüye duyarlılık artışı gibi bulgular yüz siniri felcinin
belirtisidir.

Yüz felci, yüzün kaslarını uyaran sinirlerde ortaya çıkmakta. Bu
durumda ağızda ve yüzün değişik yerlerinde kaymalar meydana gelmekte"
dedi.

Toplumda en sık görülen yüz felci sebebi olan ve "Bell paralizisi" adı
verilen bu durum, yüz sinirinin iç kulak çevresindeki bir bölümünde
iltihap ve ödem oluşmasıyla gelişmekte olduğunu bildiren Uzm.Dr. Gül,
şunları kaydetti:

"Yüz çok fazla soğuğa maruz kalan bir bölgedir. Soğuk ve rüzgar da
yüzdeki virüsleri tetikler ve yüzdeki sinir uçlarında ödem
oluşturabilir. Yüz felci tedavi edilebilen bir hastalıktır. Bu nedenle
yüz felci bulguları olan hastalar hemen bir sağlık kuruluşuna
başvurmalıdırlar. Bu hastaların büyük çoğunluğu tedaviyle
iyileşmektedir."

Yüz felcinden nasıl korunabilirsiniz!

Vücut direncini düşüren rahatsızlıklar, şeker hastalığı ve yüksek
tansiyonun yüz felcinin tedavi süresini uzatmakta olduğu gibi hastalığa
kaynak oluşturduğunu anlatan Dr. Gül, bu tip hastalıkları olanların
özellikle beslenmelerine dikkat ederek, tedavilerini aksatmamaları
gerektiğini bildirdi.

Uzm.Dr. Gül, korunma yöntemlerini şöyle sıraladı:

"Soğuk ve rüzgarlı havalarda yüzü mutlaka sert hava akımından korunmak
gereklidir. Kar maskesi, atkı takarak yüzün rüzgarla temas önlenmelidir.

Cereyan yapacak şekilde pencereler açık bırakılmamalıdır. Soğuk hava,
soğuk günlerde dışarı çıkılırken mutlaka yüz ve başı soğuktan koruyacak
şekilde şapka, şal ve atkı kullanılmalıdır. Banyo sonrası saçlar tam
kurutulmadan dışarı çıkılmamalı, rüzgara karşı durulmamalıdır.

Çok soğuk havalarda, özellikle erkekler tıraş olduktan sonra en az 10
dakika bulundukları ortamdan çıkmamalıdırlar. Tıraş, sıcak ya da soğuk
suyla değil, ılık suyla olunmalıdır. Ayrıca havalar çok soğuk olmasa da
rüzgara maruz kalmamak için otomobil kullananların da camlarını
açmaması önemlidir."

Sakız çiğnemenin yüz felcine karşı faydası var

Yüz felci olan hastaların, sağlık kuruluşuna gitmelerinin yanı sıra
hekimlerce verilen tedavi ve önerilere uymaları gerektiğini hatırlatan
Uzm.Dr. Gül, "Tedavide yüz egzersizleri de çok önemlidir.

Yüz felci hastaları, yüz kaslarına masaj yapmalı, sıcak uygulamalı ve
bu kasların hareket etmesini sağlamak için sakız çiğnemeli. Özellikle
uzun süren yüz felçlerinde yüz kasları hareketsizlikten güçsüzleşirler
ve daha sonra yüz siniri çalışsa bile yüzde asimetri ve güç kaybı
olabilir.

Hastanın kendi kendine uygulayabileceği masaj ve sakız çiğneme dışında
fizik tedavi uygulanması da hekimin gerekli gördüğü durumlarda
önerilebilir" dedi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Empty
MesajKonu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler   Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler EmptyPaz Ekim 11, 2009 4:31 pm

ABD'nin New York kentinde, 30 yaşın altındaki homoseksüel erkekler arasında AIDS'in belirgin şekilde arttığı bildirildi.

New York Times'ın haberine
göre, kent genelinde düşüş olmasına rağmen AIDS'li sayısı eşcinsel
erkekler arasında son 5 yıldır yoğun şekilde artıyor ve artış en çok
zencilerle Latin Amerika kökenlilerde görülüyor.

Kentin sağlık müdürlüğü tarafından açıklanan rakamlara göre,
homoseksüel zenci ve Latin erkekleri arasında HIV virüsü kapma oranı
2001 - 2006 yılları
arasında, yüzde 34 artmış bulunuyor.

Rakamlar, kentteki 30 yaş altı tüm homoseksüel erkekler arasında ise
yüzde 32 artmış durumda. Sağlık Bakanlığı verilerine göre, 100 bin kişi
ile ülkedeki en fazla
AIDS'liye sahip kent olmayı sürdüren New York'taki 30 yaş üstü
homoseksüel erkeklerde ise HIV virüsünü kapma oranının yüzde 22 düştüğü
belirtiliyor.

Durumu kaygı verici olarak tanımlayan uzmanlar, söz konusu artışın
nedenleri arasında genç erkekler arasında uyuşturucu kullanımının
artmasını, AIDS'in tedavi edilir olduğu şeklindeki iyimser kanıyı ve
virüs taşıyan eşcinsel erkekler arasında giderek yaygınlaşan
"durumlarını saklama eğilimini" gösteriyorlar.

Uzmanlar, HIV virüsü taşıyan her dört kişiden birinin bunun farkında
olmadığını belirterek gerçek rakamların daha da yüksek olduğunu ifade
ediyorlar.

Uzmanlar ayrıca ülke genelinde HIV virüsünü en çok homoseksüeller,
zenciler ve hispaniklerin (Latin veya İspanyol kökenliler) taşıdığını
ve son 10 yılda ülkedeki toplam AIDS'li sayısının azalmadığını
belirtiyorlar.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Empty
MesajKonu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler   Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler EmptyPaz Ekim 11, 2009 4:31 pm

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler 6toom6b





İnce bağırsak nakli için organ bağışı bekleyen 4 aylık minik ''Ege
Mahir''in, 118 gündür yoğun bakımda hayatla mücadelesi sürüyor.


Öğretmen bir çiftin çocuğu olarak 1 Eylülde dünyaya gelen, 9 Eylülden
bu yana da İstanbul Üniversitesi (İÜ) İstanbul Tıp Fakültesi Yeni Doğan
Yoğun Bakım Ünitesinde tedavisi süren minik Ege, 0 - 9 yaş arası beyin
ölümü gerçekleşmiş bir donörden bağışlanacak organı bekliyor.

Yaşadığı çeşitli sağlık sorunları nedeniyle ince bağırsağının tamamı,
kalın bağırsağının ise yarısı alınan Ege Mahir'e yaşaması için bağırsak
nakli yapılması gerekiyor.

Baba Ümit Fikret Yıldız, şu an sağlık durumu iyi olan oğulları için ümitle gelecek müjdeli haberi beklediklerini söyledi.

Bugüne kadar pek çok vatandaştan "ne yapabiliriz" şeklinde telefon
aldıklarını anlatanYıldız, ayrıca ABD Miami Üniversitesi Organ Nakli
Merkezinden Dr. Andreas Tzakis'in Türk olan asistanının da yardımcı
olabileceklerini bildirdiğini kaydetti.

Ancak hala uygun bir donörün çıkmadığını belirten Yıldız, herkese organ bağışı çağrısında bulundu.

Ümit Fikret Yıldız, "Organlar toprak olupgidecek, oysa onlar bizim
umudumuz. Ortada kurtulma olasılığı olan bir can var. Bizim
yaşadığımız, herkesin başına gelebilir. İnsanlardan organbağışı
konusunda duyarlı olmasını bekliyoruz" dedi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 6 sayfasıSayfaya git : 1, 2, 3, 4, 5, 6  Sonraki
 Similar topics
-
» Donanım Hakkında Genel Bilgiler
» Sivilce,Sivilce İzi Tedavileri ve Roaccutane Hakkında Bilgiler

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Forum Güneş :: Sağlık-
Buraya geçin: