| | Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler | |
| | |
Yazar | Mesaj |
---|
Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:37 pm | |
| IHLAMUR (Tilia argentea- europoea)
Ihlamurun çiçeği ilkbaharda toplanarak gölgede kurutulur.
*Kanı temizler ve kan dolaşımını düzenler, kansızlığa, kalp çarpıntısına ve karaciğer zaafiyatine iyi gelir. Enfaktüse faydalıdır.
*Damar kireçlenmesinde, damar tıkanıklıklarında faydalıdır.
*İdrar arttırıcı özelliği vardır, böbrek ve mesaneyi temizler. Böbrek taşlarının düşmesine yardım eder.
*Sinirleri kuvvetlendirerek, her türlü sinir bozukluklarını giderir. Yatıştırıcı ve uyutucudur. Vücuda rahatlık verir. Spazm gidericidir.
*Balgam söktürücüdür, göğsü yumuşatır, terletici, ateş düşürücü etkisi vardır. Gribal enfeksiyonlarda etkilidir. Astıma, bronşite iyi gelir. Öksürüğü keser.
*Mide salgısını arttırır. Mide ülseri için oldukça faydalıdır, balla karıştırılarak içilir. Mide, bağırsak gazlarını giderir.
*Kabızlığı giderir, baş ağrısı ve dönmelerini iyi gelir, migren tedavisinde kullanılır, sara hastalığına faydalıdır.
*Burkulma ve ezilmelerden kaynaklanan ağrıları dindirir. Yanıklara iyi gelir. Apse ve çıbanların tedavisinde , iltihapları kurutmada kullanılır. Bulantıyı giderir.
*Ihlamur ağacının kabuğu dekoksikasyon yapılarak yatıştırıcı, safra söktürücü olarak kullanılır. Kabuklardan hazırlanan merhem yara iyileşmesinde kullanılır. Ihlamur ağacının kabuğunun altındaki lifler toplanır dövülerek hamur haline getirilir. Bu hamur yaraların tedavisinde kullanılır.
*Ihlamur çayı göz banyosu içinde kullanılır. Gözdeki kızarıklığı alır.
*Cilde güzellik verir. Çilleri giderir. Çiçeklerinden elde edilen su yüze sürülür. Yüzdeki ergenlik çıbanlarını yok eder. Saç dökülmesini önler.
*Çocuklar banyo yaptırılırsa iyi gelir.
*UYARI: Daima taze kullanılmalı bekletildiğinde içindeki aktif maddeler kaybolur. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:39 pm | |
| IHLAMUR (Tilia argentea- europoea)
Ihlamurun çiçeği ilkbaharda toplanarak gölgede kurutulur.
*Kanı temizler ve kan dolaşımını düzenler, kansızlığa, kalp çarpıntısına ve karaciğer zaafiyatine iyi gelir. Enfaktüse faydalıdır.
*Damar kireçlenmesinde, damar tıkanıklıklarında faydalıdır.
*İdrar arttırıcı özelliği vardır, böbrek ve mesaneyi temizler. Böbrek taşlarının düşmesine yardım eder.
*Sinirleri kuvvetlendirerek, her türlü sinir bozukluklarını giderir. Yatıştırıcı ve uyutucudur. Vücuda rahatlık verir. Spazm gidericidir.
*Balgam söktürücüdür, göğsü yumuşatır, terletici, ateş düşürücü etkisi vardır. Gribal enfeksiyonlarda etkilidir. Astıma, bronşite iyi gelir. Öksürüğü keser.
*Mide salgısını arttırır. Mide ülseri için oldukça faydalıdır, balla karıştırılarak içilir. Mide, bağırsak gazlarını giderir.
*Kabızlığı giderir, baş ağrısı ve dönmelerini iyi gelir, migren tedavisinde kullanılır, sara hastalığına faydalıdır.
*Burkulma ve ezilmelerden kaynaklanan ağrıları dindirir. Yanıklara iyi gelir. Apse ve çıbanların tedavisinde , iltihapları kurutmada kullanılır. Bulantıyı giderir.
*Ihlamur ağacının kabuğu dekoksikasyon yapılarak yatıştırıcı, safra söktürücü olarak kullanılır. Kabuklardan hazırlanan merhem yara iyileşmesinde kullanılır. Ihlamur ağacının kabuğunun altındaki lifler toplanır dövülerek hamur haline getirilir. Bu hamur yaraların tedavisinde kullanılır.
*Ihlamur çayı göz banyosu içinde kullanılır. Gözdeki kızarıklığı alır.
*Cilde güzellik verir. Çilleri giderir. Çiçeklerinden elde edilen su yüze sürülür. Yüzdeki ergenlik çıbanlarını yok eder. Saç dökülmesini önler.
*Çocuklar banyo yaptırılırsa iyi gelir.
*UYARI: Daima taze kullanılmalı bekletildiğinde içindeki aktif maddeler kaybolur.
İNCİR (Ficus carica)
Ficus carica türünün kurutulmuş meyvalarıdır. Bu tür genellikle 10m kadar yükseklikte bir ağaçtır. Yaprakları saplı, 3-5 loblu ve üzeri pürtüklüdür. Meyva küremsi veya armut biçimindedir. Meyva şekli ve rengine göre birçok kültür formları ayrılmaktadır. Türkiye'de çok tanınmış olanlar şunlardır.
Lop inciri, Sultan inciri: Meyvası soluk sarı renkli olup kurutmaya elverişlidir.Kavak inciri, Patlıcan inciri: Meyvası morumsu siyah renkli olup, taze halde meyve olarak kullanılır.
-100gr. kuru incirin besin değeri içeriği: Enerji 908 kg/ 217kcal, Protein 4 gr, Şeker 55.3gr, Yağ 1.2 gr,Diyet lifi 6.7 gr, Kalsiyum 138gr, Demir 4.2mgr , Magnezyum 91.5mgr, Fosfor 163mgr, Vit B1 0.073mgr, Vit B2 0.072mgr, A, B, C vitaminleri taşımaktadır.
-Sütte bulunan kalsiyuma oranla daha fazla kalsiyum içerir. İncir yenilirken, çekirdeklerinin ağızda iyice çiğnendikten sonra yutulması daha faydalıdır.
*Kemik hastalıklarında, gelişim bozukluklarında önerilmektedir.
*Pektik maddelerin kaynağı olmasından dolayı, bağırsaklarda toksik maddelerin atılması, kandaki kolesterol düzeyinin düşürülmesi, şeker hastalıklarında kan şekerinin hızla yükselmesini önler.
Taze incir kabızlığı önler. İncirler akşamdan suya konur, sabahleyin aç karnına yenilir. Kuru incir bağırsakların faaliyetini arttırır.( Meyvalardan elde edilen infusyon veya şurup özellikle çocuklarda tehlikesizce kullanılabilen bir müshildir. İncir şurubu şöyle hazırlanır: 120 gr kuru incir parçalanır, 600 gr su içinde 3 saat tutulur ve hafifçe sıkılarak bezden süzülür. Elde edilen sıvı kısım üzerine 400 gr toz şeker ilâve edilir ve bir taşım kaynatılır). Taze incir basur şikayetlerine faydalıdır. Sıtma hastalığına iyi gelir, mideyi çalıştırır. Kuru incir kuru üzümle karıştırılıp yenirse mide ülserine iyi gelir.
*Mineral madde, özellikle demir içeriğinin fazla olması nedeniyle hamileler ve küçük çocuklarda ortaya çıkan vitamin eksikliğinin neden olduğu hastalıklar ile kansızlığa iyi gelmektedir.
*Vücudu şişmanlatır, kırk gün anasona batırılarak sabahları aç karnına fıstıkla yenilirse dimağı da zindeleştirir.
*Damar tıkanıklıklarını giderir, karaciğeri kuvvetlendirir, dalak şişkinliğine, , nefes darlığına iyi gelir.
*Bronşit, öksürük ve göğüs ağrılarına faydalıdır. Taze incir, sütle birlikte pişirilerek yenilince nezleyi ve boğaz ağrılarını giderir. Balgam söktürücü olarak, bir miktar meyan kökü ve incir kaynatılarak sabah, öğle ,akşam bir çay bardağı içilir. Göğüs hastalıklarında pastırma çemeni ile pişirilip yenilirse iyi gelir. Zehirlenmelerde cevizle yenilir.
*İyi bir sinir yatıştırıcıdır. Vücuda rahatlık verir. Çıbanların olgunlaşmasını sağlar. Lapası yanık ağrılarına iyi gelir. Sütü siğillerin ve nasırların sökülmesini sağlar (Siğillerin üzerine hergün taze sütü sürülür ise siğil zamanla kaybolur).
*Romatizmaya iyi gelir, anason ve sedef çiçeği ile kaynatılarak ılık ılık suyu içilir.
*Bol miktarda yenirse afrodizyak etkilidir.
*Bazı kitaplarda kansere iyi geldiği yazılsa da bu durum tıbben ispatlanamamıştır.
*İncir sütü Doğu Anadolu' da sütü pıhtılaştırıp çökelek elde etmede kullanılır.
ISIRGAN OTU (Urtica dioica)
Şifası kök, sap ve yaprak ve çiçeğindedir. Bitki ne kadar taze olursa tedavi gücü o oranda fazladır. Kışın kullanımı için Mayıs ayında toplanıp, kurutulmalıdır. Tohumları ise Temmuz- Ağustos aylarında toplanıp, gölgede kurutulmalıdır.
Yaprak tüycüklerinin köklerinde bulunan histamin benzeri bir madde nedeni ile şiddetli kaşıntılara neden olur.
A-C vitamini ihtiva eder.(C,K ve E vitaminlerini içeriyor mu bakk!) İçeriğinde demir ve bağırsak, karaciğer, pankreas ve safra kesesi salgılarını uyaran "sekretin " isimli bir madde vardır.
*Kanser den bağışıklık sistemini güçlendirdiğinden koruyucu etkisi vardır.
*Siyatik, lumbago ağrılarını giderir.1- 200gr'lık 6 tam ısırgan otu banyosu 6 ay boyunca yapılır. (Ayak eklemlerinden başlamak üzere dıştan kalçaya kadar ve oradanda bacağın iç tarafından topuğa kadar yavaşça sürülür. Bu iki kez daha yinelenir ve son olarak kalçadan başlayarak kaba etten aşağıya doğru inilir. Gerektiğinde daha başka bölgelerde aynı biçimde uygulanabilir. Kaşıntıyı önlemek için o bölgeye pudra sürülür.)
* Romatizma ve mafsal ağrılarında buralara uygulanırsa kan dolaşımını uyaracağından ağrıların giderilmesine yarcımcı olur. Yalnız bu işleme deri kızarınca hemen son vermek gerekir.
*Kanı temizler, alyuvarları yeniler, kan yapıcıdır.Kan şekerini düşürür, ödemi giderir.
*Bağırsak temizleyici, gaz gidericidir. İdrar söktürücü, idrar yolları hastalıkları ve iltihaplarında , (çayı veya kökleri kaynatılarak içilir.)
*Bedeni güçlendirici ve uyarıcıdır. Vücudun savunma gücünü artırmak için ısırganın tohumları kullanılır.
*Fazla aybaşılarda, adet düzensizliklerinde, kanlı basurda ,burun kanamalarında durdurucu özelliğe sahiptir. Şurubu kanı pıhtılaştırır.
*Mide krapların da ve ülserinde, bağırsak ülserinde kullanılır. Karaciğer,safra kesesi, dalak akciğer hastalıklarında(yaprakları haşlanarak hazırlanır. Önleyici olarak da yıl boyunca günde 1 fincan içilir.)
*Gut ve fistüllere iyi gelir.(Çayı)
*Boğaz ağrılarında, göğsü yumuşatmada ve balgam söktürücü olarak kullanılır.(boğaz ağrılarında şurubu kullanılır.)
*Şeker hastalığı ve bulantısında; 50gr. ısırgan yaprağı, 1litre suda haşlanır, süzülür ve bu çay her yemekten önce bir çay bardağı içilir.
*Herhangi bir allerji rahatsızlığı olanlar (bahar nezlesi dahil) uzun bir süre ısırganotu çayı içmelidir. Soğuk algınlığına karşı korur.
*Tansiyon düşürücüdür.Zehirlenmelerde kullanılır.
*Damar kireçlenmesi ve damarları açmada kökleri kullanılır. Baldırlardaki damar tıkanıklıklarında, ısırgan kökü ayak banyosu, kramplarda ısırganotu banyosu yapılır. Kroner damarların daralmasında banyonun yanısıra, kaynatılmış bitkinin ılık suyu ile kalp bölgesine hafifçe masaj yapılır.
*Baş ağrılarında; 2.5 litre çay 1 güne yayılarak içilir. Prostat büyümesinde kökler kaynatılıp suyu içilir.
*Ağız çevresi ve koltukaltı iltihaplarını giderir.Kullanımı (genel) 3-4 ölçek sekrencebin, maydanoz, veya kereviz suyu, ısırganotu karıştırılıp günde 1-2 fincan içilir.
*Nasır ve tırnak mantarlarında çayı içilir. Ellerde bu çayla yıkanırsa güzelleştirir.
*Egzama ve sivilcelerde şurubuna batırılan pamukla yıkanır, temizlenir, aynı zamanda çayı içilir.
*Saçları canlandırır, dökülmesini önler, sıklaştırır, kepeği giderir. -Taze ısırgan ve kökü kaynatılarak suyuyla saçlar yıkanır. - Tenyür ile kafa derisine hergün masaj yapılır.
KULLANIM BİÇİMLERİ
Bu şifalı bitkiyi, yemeğini yaparak veya salata şeklinde yiyerek, kaynatılıp çay gibi demleyerek yada tohumlarını süzme balla karıştırarak kullanılabilir.
Çay Hazırlamak: Dolu bir çay kaşığı bitki, bir fincan kaynak suda haşlanır ve demlenmesi için kısaca beklenir.
Isırgan Tentürü: İlkbaharda veya sonbaharda sökülen kökler, bir fırça yardımı ile iyice yıkanır, küçük küçük kesilir ve şişenin boğazına kadar doldurulur. Köklerin üstüne çıkana kadar konyak eklenir ve 14 gün sıcak bir yerde bekletilir.
Ayak Banyoları: İki avuç dolusu yıkanmış kök, saplar ve yapraklar, 5 litre suya koyularak, 10-12 saat bekletilir ve sonra kaynama serecesine kadar ısıtılır. Banyo sırasında bitkiler suyun içerisinde kalır. Bu ayak banyosu, yeniden ısıtılarak, 2-3 kere daha kullanılabilir.
Saç Yıkama: 8-10 avuç taze veya kurutulmuş bitki, bir kabın içindeki 5 litre suya koyulur ve ağır ateşte, kaynayana kadar ısıtılır ve 5 dakika demlemeye bırakılır. Isırgan kökü kullanıldığında, iki avuç dolusu kök akşamdan soğuk suya koyulur, ertesi gün kaynayana kadar ısıtılır ve demlenmesi için 10 dakika beklenir. Bu durumda, saç yıkamak için sodalı sabun gerekir.
ÇÖREKOTU (Nigella sativa)
Bilinen 16 türü vardır. Şam çörekotu, kırk çörekotu bilinen türleridir. Karamuk, siyah susam ve çörekotu diye de anılır. Çörek otu, % 35-40 oranında yağ, acı madde, uçucu yağ, saponin, tanen, nigelon (bronşit nöbetlerine karşı), thymochinon (öd söktürücü) içerir.
*Vücuda kuvvet ve zindelik verir; bal ile macun yapıp yenebilir. Kan yapıcıdır; her sabah kuru üzümle beraber yenmeli.
*Çocukların gaz ve sancılarında; bir miktar çörekotu tohumu, bir tane hindistan ceviziyle de dövülür ve tülbente konup, çocuğun ağzına tutularak emzirilir.
*Kadınların hayzını söktürür. Anne sütünü artırır; balla yenmeye devam edilmelidir. Unutkanlığa faydalıdır, balla macun yapılıp yenmeli.
*Mide ve bağırsaktaki gazları söker, hazmı kolaylaştırır, iştah açar; ekmek ve keklere katılırsa da şişlik yapmaz.
*Böbrekteki kum ve taşları döker; şerbeti içilir veya 4 bardak suya 3 çorba kaşığı çörek otu dövülerek konur, üzerine 1 çay kaşığı sözme bal konur. Kaynatılıp süzülür. Günde üç kere 1'er çay bardağı içilir.
*Felç ve kazıklı hummaya (tetanoz) faydalıdır; çörek otu yağı burundan faydalıdır.
*Öksürük, balgam, nefes darlığı ve romatizmaya faydalıdır; balla karıştırılıp yenir veya macun yapılır. Grip ve nezleye, baş ağrısına; yağı burundan damlatılır veya çörek otu bir müddet sirke içinde bekletildikten sonra alınarak toz haline getirilir, enfiye gibi burna çekilir veya tohumları kavrulur, tütsüsü burna çekilir.
-Kulak için, sonradan meydana gelen üşütme, rüzgâr alma, iltihap tıkanıklıklarında; çörek otu yağı kulağa damlatılır.
*Diş ağrısı ve diş iltihaplanmalarında kullanılır; çörek otu sirke ile kaynatılıp ağızda gargara yapılır.
*Bağırsak ve karındaki kurt, parazit ve solucanları öldürür; sirke ile kaynatılıp aç karnına içilir.
*Basura faydalıdır; sirke ile kaynatılıp basura sürülürse veya yakılır elde edilen külü içilir veya acı kavun suyu ile merhem yapılır sürülürse faydası görülür.
*Vücudun muhtelif yerlerinde sızısı olanlar; sabunlu sıcak su ile yıkanır, çörek otu kavrularak dövülür ve yıllanmış zeytin yağı içine konur. Bu yağ sızılı kimsenin tepesinden ayağına kadar sürülür, hasta giydirilir. Soğuk rüzgâr değmeden yatağa yatırılır, iyice terletilir. Hasta terledikten sonra sızılar geçer ve vücut ipek gibi olur.
*Sivilce, uyuz, egzama gibi cilt hastalıklarına faydalıdır; çörek otu sirke ile kaynatılıp sürülür.
*Saçları besler, kepeği önler; çörek otu yağı saçlara sürülür.
*Çörek otu tütsüsü haşereleri öldürür.
GENEL KULLANIM
Kanser ve AIDS' bağışıklık sistemini güçlendirir. Bronkodiletatör (bronşları genişletici) dür.]
Macun: 1kg bala, 200gr. Çörek otu öğütülüp karıştırılır. Bir kaba konur, üstü tülbentle örtülür. Üç gün üç gece ay ve yıldızları görecek şekilde bekletilir.Sonra bu macundan 3 çay veya 1 şeker kaşığı günde 3 kere aç karnına yenir.
*UYARI: Çörek otunun balla kullanımı tavsiye edilir. Yüksek dozajda almamak gerekir. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:39 pm | |
| BAL (Mel)
BALIN TIBBİ AÇILIMI: Meyve şekeri % 39, üzüm şekeri % 34, su % 18, kamış şekeri % 0.4, protein maddeleri% 0.3, nişasta % 4.8, madeni tuzlar% 0.2, mineral maddeleri % 1.3, organik asitler % 0.1 Ayrıca, B2, B6, H, C, K vitaminleri, folikasit, pantotenik asit, uçanyağ, boya maddeleri ve tatlandırıcı içerir.
Balın kalitesi alındığı bitkilere göre değişir, en kaliteli bal çiçekbalıdır. Memleketimizde ise yaylanın yüksekliği ve çiçek çeşidinin bolluğu ile tanınan ANZER balı çok kıymetli ve çok şifalı olduğuna inanılır.Yine Siirt Pervari'nin Karakovan balı, Hakkari Yüksekova'nın balı, Ardahan, Erzurum, Bingöl, Sivas çiçek balları fabrikasyon (şeker yedirerek yapılan) değilse kıymetlidir.
Çam balı, Kestane çiçeği balı (deli bal), Ayçiçek balı, en çok bulunan ballardır.
Balın en iyisi, saf, temiz, yumuşak ve güzel kokulu, dağlarda ve ağaçlarda olan kovanda olandan daha kıymetlidir.
*Mideye kuvvet verir, midedeki fazlalıkları dışarı atar. Sindirimi kolaylaştırır, sindirim organlarının düzenli çalışmasını sağlar. Hazmı gerektirmediği için kolayca kana geçer, baldaki şeker emilimi en kolay olan şekerdir.
*Kabızlık vakalarında sıcak bal, ishalde ise soğuk bal şerbeti çok faydalıdır. Bal şerbeti karın ağrısını dindirir.
*Kansızlığı ve zaafı giderir. Hastalıktan yeni kalkmışlara kuvvet verir.
*Şerbeti içilirse damarları açar, kalp adalesine faaliyet ve zindelik verir, kalp hastalıklarına faydalıdır, diğer şekerlerin aksine, oksijen ile reaksiyona girdiğinde tam bir yanma meydana geldiği için kanda daha az atık madde bırakır.
*Romatizmal hastalıklarda haricen kullanmak hastayı kısa sürede iyileştirir, romatizmalı yeri arıya sokturmakta faydalıdır, hafif ateşte ısıtılmış bal mumu ağrıyan bölgeye bağlanırsa iki üç saat sonra ağrı ve iltihabın geçtiği görülür.
*Alerjik vakalarda, özellikle bahar alerjisine yakalanan kişiler hangi koku ve tozun kendilerinde alerji yaptığını bilir veya bulursa o çiçek balını ya da bal şerbetini yerlerse giderir.
*Bal ısıtılıp buharı buruna çekildiğinde, hastanın ağrı ve sızısı birkaç dakika sonra dinmeye başlar.
*Özellikle Deli Bal (Kestane-Kekik balı) yüksek tansiyonu düşürücü etkiye sahiptir. 1günde 1 şeker kaşığından fazla yenmemesi gerekir. Fazla yenirse tansiyonu fazla düşürür, çarpar.
*İhtiva ettiği A, B, C ve diğer vitaminler ve minerallerle insana zindelik verir. Zekanın açılmasında; Bal, ceviz, fıstık yenmesi iyi gelir.
*İştahı açar. 1 su bardağı ılık suya 1 tatlı kaşığı süzme bal ve kahve kaşığı çörek otu konup karıştırılır günde 1 kere içilir.
*Diğer tatlı ve meyvelerin zıddı bal dişleri ve diş etlerini temizleyip parlatan bir macundur. Dişleri ve dişetlerini mikroplardan korur, ağızdaki yaraları tedavi eder. Şeker veya meyve yense ağız fırçalanmasa dişte feaftün (koku) olup diş çürür. Bal ise diş temizliğinde de kullanılmıştır.
*Alaca hastası olanlar en az 2-3 ay sabah aç karnına 1 su bardağı bal şerbeti içerlerse fayda görürler.
*Ilık çam balı günde sabah ve akşam 1'er su bardağı içilirse zayıflatır.
*Balgamı keser, vucudun pis rutubetini giderir. Bal, karaciğeri ve göğsü temizler. Bal şerbetinin hem tatlı hem soğuk olması sağlığı koruma açısından çok faydalıdır. Karaciğer ve kalp soğuk ve tatlı gıdayı sever.
*Nar suyuna karıştırılır göze sürme gibi çekilirse gözün keskin görmesini sağlar.
*İdrar söktürür, mesane yollarını temizler. İdrar yolları iltihaplarında; Bal 750 gr, turp tohumu 450 gr karıştırılarak yenir.
* Bal yatağını ıslatan çocuklar içinde faydalıdır. Çocukların ishalinde; Gül çiçeği yaprağı ile karıştırılır, çay gibi kaynatılıp içilir.
*Bal limonla veya sütle içilirse nezle için çok faydalıdır. Boğaz iltihabında (faranjit-anjin) 1 bardak kaynak suya, 1 tatlı kaşığı bal konup karıştırılır. Ilık ılık gargara yapılır.
*Zatürede; Arpa suyu balla tatlandırılıp içilir. Mersin yaprağı kaynatılıp suyu balla içilir.
*Bal gül ile karıştırılıp sabah akşam yenirse Vereme faydalıdır. Zatülcenp te (akciğer zarları arasına su toplanması) Udihindi ve dere otu suyu balla tatlandırılarak içilir.
*Bal, zeytinyağı ve gres yağıyla karıştırılıp yanan yerlere sürülürse acı, sızı çekilmez yanık kısa sürede iyileşir, yanık izi kalmaz.Yanıklarda; Bal veya tahin de sürülür.
*Bal, vücutta olan varis ve varis yaralarına masaj yapılarak sürülürse çok faydalıdır.
*Balla salatalık rendelenerek yenirse susuzluğu giderir. Kanı temizler, sarılığı kısa sürede iyileştirir.
*Bal mumundan bir miktar alınıp balla birlikte birkaç gün ağızda sakız gibi çiğnenirse burun tıkanıklığı ve bundan dolayı meydana gelen terlemeyi giderir. *Bal iyi bir koruyucudur. Bal ilaçların içine katılır, ilacı güzelleştirir, zararlarını nötüre eder. Ömrünün üç bin yıl olduğu ifade edilir. Taze et balın içinde saklansa üç ay bozulmadan durur.Taze sebze ve meyveler balın içinde 6 ay bozulmadan saklanır.Zira balda 6 çeşit koruyucu sistem vardır.
*Köpek ısırmalarına yılan, akrep sokmasına faydalıdır.Zehirlenmelerde; 1 kaseden büyükçe olarak içilir.
*Vücut bal ile ovulurduğunda cilt yumuşar, bitleri öldürür. Saça sürülürde saçları yumuşatır, besler, uzatır.
* Her gün bir su bardağı ılık bal 1 şeker kaşığı sirke, 1 şeker kaşığı çörek otu ilave edilip içilirse balın safraya verdiği zarar sirkeyle giderilir, sirkenin bakteri öldürme özelliği, çörek otunun genel olarak tedavide kullanımı balın şifasıyla birleşir, vücudu hastalıklardan korur ve kuvvetlendirir. Yukarıda saydığımız faydalar hemen bir iki kere kullanmakla görülmez. Uzun süre kullanılmalıdır.
*UYARI: Balın yan tesiri hemen hemen yoktur. Fazla yenmesi safra için zararlıdır.Biraz sirke katmak bu zararını telafi eder. Deli bal tansiyon düşürür, fazla yenilince çarpar, hastanelik eder 1 şeker kaşığından fazla yenilmemesi tavsiye edilir.
Tarçın (Cinnamomun)
Defnegiller familyasındandır. Anayurdu Güney ve Güneydoğu Asya'dır, iklimin uygun olmayışı nedeniyle tarçın ülkemizde yetişmez. Tropikal bölgelerin bitkisi ve birçok türü olan hoş kokulu ağaç ya da ağaççıklardır. Bu türlerden önemli olan ikisi Seylan tarçını (C. zeylanicum) ile Çin tarçını (C. cassia)'dır.
Seylan tarçını Sri Lanka, Hindistan ve Myanmar'da yetiştirilir. Kışın yapraklarını dökmeyen alçak boylu ağaçtır. Bu ağacın körpe dalları kesilir. Kabukları soyulur, mantar tabakaları çıkarılır, tabakalar birbirinin içine konulup sarılarak kurutulur. Daha sonra ezilip baharat olarak Seylan tarçını adıyla satılır. Açık kahverengi ve tatlımsı tadı hoş olan bu tarçın türü makbuldür.
Çin tarçını daha büyük bir ağaç olup 10-12 m'ye kadar boylanabilir. Kışın yaprağını dökmeyen bu türün de gövde ve dallarının kabuğu soyularak yukarıdaki yöntemle elde edilen tarçın, Seylan tarçınına göre daha yakıcı, keskin ve daha az değerlidir.
Her iki tür tarçının da başlıca bileşeni, uçucu bir yağ olan sinnamik aldehit'tir. Tarçın baharat olmasının yanı sıra çeşni ve koku vermesi için bazı yemek, tatlı ve şaraplara katılır. Ağacın meyvesinden elde edilen tarçın esansı, parfüm endüstrisinde kullanılır.
Tarçının tıbbi etkileri ve bu etkilerden yararlanma yöntemleri şöyle açıklanabilir:
1. Mide ve bağırsak gazlarım söktürür. 2. Hafif doku ve damar büzücü özelliği nedeniyle diyareyi kesici ve peklik vericidir. 3. İştah açıcıdır. 4. Sindirimi kolaylaştırır. 5. Mide bulantıları ve kusma refleksini bastırır. 6. Kan dolaşımını geliştirip hızlandırır.
Bu etkileri sağlamak üzere tarçının toz hali yiyecek ve içeceklere katılıp istendiği kadar alınır ya da piyasadan sağlanan tarçın esansı 2-3 damla olarak kesme şekere damlatılıp emilir. Tarçın çok fazla alınırsa aşırı pekliğe neden olabilir.
Pelin Otu (A. Absinthium)
(Diğer adları: Acı pelin, Ak pelin, Acı yavşan) Bileşikgiller familyasındandır. Anayurdu Avrupa olan; ülkemizde Kuzey, iç ve Güney Anadolu'da yabani olarak yetişen çokyıllık dayanıklı otsu bitkidir. 120 cm'e kadar boylanabilen pelinin, ince tüylerle kaplı gövdesi kokulu, kabarık çizgili ve gri -yeşil renklidir.
Çok ince tüylerle kaplı grimsi ya da beyazımsı yeşil, altı gri renkli ve kokulu olan yaprakları çok parçalı ve almaşık dizilidir. Temmuz-ağustos aylarında açan açık sarı küçük çiçekleri salkımlar oluşturur. Silindirik yapılı yassı, küçük ve gri renkli meyvelerinin içinde kahverengimsi gri minik tohumları bulunur. Pelin döktüğü tohumlarıyla çoğalır ya da sonbaharda alınan gövde kalemleriyle çoğaltılır.
Pelinin küçük yapraklı dalları özel kokulu ve çok acı lezzetlidir. Uçucu yağ, absintin gibi acı maddeler, flavon ve pineni içerir. Eskiden bazı içkilere acı çeşni vermesi için katılırken 1908 yılından beri bu şekilde kullanımı yasaklanmıştır.
Pelin, geçmiş yıllarda kurt düşürücü, adet söktürücü ve çocuk düşürücü etkilerinden yararlanılmak üzere yüksek dozlarda kullanılırdı. Ancak, yapılan dikkatli analizler, bitkinin zehirleyici ve sinir sistemini yıkıma uğratıcı etkilerini saptadığından, bitkinin bu amaçlarla kullanımı da terk edilmiştir.
Günümüzde pelinin tıbbi etkileri aşağıda verilen yöntemle yararlı hale getirilmektedir:
1. Bitkinin, içerdiği acı maddeler nedeniyle bedeni uyarıcı, iştah açıcı ve sindirimi kolaylaştırıcı etkileri vardır. Sindirim salgılarının nitelik ve nicelik yönünden yetersiz kaldığı durumlarda kullanılır.
2. Yüksek ateş ve enfeksiyon durumlarında güçlü bir iyileştiricidir.
3. Bedeni güçlendirici tonik etkisi vardır.
4. İdrar söktürücüdür.
Bu durumlar için, pelinin yaprakları ve çiçek açmış salkımları, çiçekleri solduğu dönem olan yaz ortası ve sonbahar başı arasında toplanıp gölgelik ve havadar yerde kurutulur. 1-2 tatlı kaşığı kuru karışım üzerine 1 bardak kaynar su dökülerek 10-15 dakika süreyle demlendirilmeye bırakılır. Böylece hazırlanan infüzyon, günde iki-üç kez birer bardak olarak içilebilir.
Mineçiçeği (V. Officinalis)
Mineçiçeğigiller familyasının örnek bitkisidir. Anayurdu bilinmemekte ama dünyanın birçok yerinde ve ülkemizde de yetişmektedir. 60-100 cm. kadar boylanabilen, çokyıllık dayanıklı otsu bitkidir. Dört köşe kesitli, koyu yeşil renkli ve tüylü gövdesi, bitkinin tepesine doğru dallara ayrılır. Tüylü ve parlak koyu renkli, kenarları derin dişli ve sapsız yaprakları, uzamış meşe yaprağına benzer.
Yaz ortasında başak ya da şemsiye biçimi oluşturarak açmaya başlayan, ilk don olayına kadar açışını sürdüren küçük çiçekleri eflatun, mavi ve kimi zaman da alacalı renklerde olur. Çiçeğin ortası, beyaz ve siyah görünüşüyle küçük gözlere benzer. Olgunlaşan çiçekleri tek tohumlu sert meyveler verir. Deniz, göl ve akarsulara yakın bol güneşli ya da kısmi gölgeli yerleri; suyu iyi akıntılı, bitek, kum ve kil karışımı gevşek toprakları seven bu bitki, döktüğü tohumlarıyla çoğalır.
Mineçiçeği, verbalin adı verilen acı tatlı glikozitler, uçucu yağ, yapışkan bitki sıvısı ve tanen içerir. Bazı yerlerde bitkinin yaprakları yemeklere, çiğ olarak salatalara ve evde yapılan içkilere katılır.
Çok gösterişli bir bitki olmayan mineçiçeği Eski Mısır, Yunan, Çin ile Roma'da ve ilk Hıristiyanlık dönemlerinde kutsal sayılıp övgüyle anılmış, aşk iksirlerine katılmıştır.
Günümüzde bitkinin saptanan yararları bu övgüleri haklı çıkarmaktadır. Bitkinin tıbbi etkileri ve bunlardan yararlanma yöntemlerini şöyle sıralayabiliriz:
1. Sinirleri güçlendirici toniktir. Bedeni uyarıcı etkileri nedeniyle yorgunluk, bitkinlik ve uykusuzlukta yararlı etkiler sağlar. Gerginlik ve stresleri azaltarak yatıştırıcı etki yapar. İsteri nöbetlerinin kolayca atlatılmasında etkilidir.
2. Bedenin çeşitli yerlerindeki spazmları çözücü etkisi vardır.
3. Terleticidir. Soğuk algınlıklarının atlatılmasında etkili olur. Balgamı söktürür. Grip sonrası oluşabilen melankoli ve depresyonun atlatılmasında da yardımcı olur.
4. Sindirimi kolaylaştırır, peklik verir.
5. Kadınlarda aybaşı durumunu düzene sokar, ağrıları hafifletir.
6. Safra kesesi ve sarılık hastalığında yangıları azaltır.
Bu etkileri sağlamak üzere, mineçiçeğinin tüm topraküstü kesimleri bitki çiçek açmadan önce yaz ortasında toplanır. Gölge, kuru ve havadar yerde olabildiğince çabuk kurutulur. 1-3 tatlı kaşığı kurutulmuş bitki alınıp üzerine 1 bardak kaynar su dökülür. 10-15 dakika bu şekilde demlendirilerek elde edilen infüzyon, günde üç kez birer bardak olarak içilir. Uykusuzluk durumunda yatmadan önce bir bardak alınır.
Mineçiçeğinden elde edilen bu infüzyon diş çürümesi ve dişeti hastalıklarında gargara olarak kullanılır. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:39 pm | |
| Mısır Püskülü (Zea Mays)
Buğdaygiller familyasındandır. Anayurdu Güney Amerika olan mısır, Amerika Kıtası'nın keşfinden sonra denizciler tarafından Avrupa'ya getirilmiştir. Oradan da, Afrika anakarasından, Mısır üzerinden ülkemize getirildiğinden, dilimizde bu bitkiye mısır adı verildiği sanılmaktadır. 2 m'ye kadar boylanabilen, biryıllık dayanıklı tahıl ve kültür bitkisidir.
Mısırın kökleri toprakta derine kadar iner, kalın ve bol saçaklıdır. 4 cm. çapa ulaşabilen dik gövdesi boğumludur. Bu boğumlar arasında gövdenin içi boş olur. Gövde üzerinde almaşık dizili uzun yaprakları şerit biçiminde, paralel damarlı ve uçları sivridir. Aynı bitki üzerinde ayrı kesimlerde yer alan dişi ve erkek çiçeklerden erkek olanları, gövdenin ucunda başaklar; dişi olanları, yaprak koltuklarında koçanlar halinde görülür.
Dişi çiçeklerin olgunlaşmasıyla meydana gelen mısır tohumları, tek ve kalın bir sap olan koçan üzerinde düzgün sıralar halinde dizilmiş iri taneler şeklinde olur. Konumuzla ilgili olan kısımları, dişi çiçeklerin olgunlaşıp tane biçimine gelmeden önce koçanın ucunda 10-30 cm. uzunlukta oluşturdukları ve adına mısır püskülü denilen ipliksi uzantıları (stigma'ları)dır. Bol güneşli sulak alanları seven mısır bitkisi, ülkemizin su bulunan hemen hemen her yerinde kültür bitkisi olarak yetiştirilirken çok gelişip fazla yer kapladığından tohumlarının toprağa seyrek olarak ekilmesine dikkat edilir.
6000 yıl kadar önce Güney Amerika'daki And Dağları bölgesi yerlileri tarafından yetiştirildiği ve tüketildiği saptanan mısır bitkisinin taneleri, yüksek oranda nişasta ile doymamış yağ asitleri, A vitamini ve sterolleri içerir. Bu yüzden mısır taneleri hem insanlar hem de hayvanlar için değerli bir besin kaynağıdır. İlaç olarak kullanılan mısır püskülünün içerdiği maddeler ise şunlardır: Glikoz ve maltoz gibi şekerler, steroller, reçine, potasyum tuzları ve uçucu yağ.
Açık esmer ya da kırmızımsı renkli hafif ve özel kokusu bulunan mısır püskülünün tıbbi etkileri ve bunlardan yararlanma yöntemleri şöyle özetlenebilir:
1. Sakinleştiricidir.
2. Bedeni güçlendirici toniktir.
3. Romatizma tedavisinde yardımcı olur.
4. İdrar söktürücüdür.
5. Mesane taşlarını düşürür.
6. Üretrit (idrar yolları enfeksiyonu), sistit (mesane enfeksiyonu) ve prostatit (prostat bezi enfeksiyonu) tedavilerinde etkilidir. Özellikle ayrıkotu ve civanperçemi ile birlikte kullanılırsa daha etkili olur.
7. Çocuklarda böbrek sorunlarının atlatılmasına yardımcı olur.
Bu etkileri sağlamak üzere, mısır koçanındaki dişi çiçeklerin döllenme olayı gerçekleşmeden önce ortaya çıkan püskülleri alınır. Bunlar kurutulduğunda bazı etkilerini yitirdiğinden kurutulmadan kullanılması daha doğru olur. 1 bardak kaynar suyun içine 2 tatlı kaşığı kuru ya da taze mısır püskülü konur. 10-15 dakika demlendirilerek elde edilen infüzyondan günde iki-üç kez birer bardak içilir.
Mısır tanelerinden elde edilen mısırözü yağının, sıvı bitkisel bir yemeklik yağ olarak, damar sertliğini önlediğini, kullanan kişilere bu konuda büyük yarar sağladığını belirtmeden geçemeyeceğiz.
Mercanköşkü (Origanum)
Ballıbabagiller familyasındandır. Akdeniz havzası bitkisidir. Çeşitli türleri ülkemizde de Trakya, Marmara, Ege ve Akdeniz bölgelerinde yabani olarak yetişir. Kayalık ve kurak yerlerde rastlanan, çalı görünüşlü, hoş kokulu bitkilerdir.
Bu türlerden konumuzla en çok ilgili olanı Yabani mercanköşkü (O. vulgare)'dür. Güveyotu ya da keklikotu adlarıyla da bilinen bu tür, 25-80 cm. boylanabilir ve toprağın üzerine yayılarak gelişir. Biber gibi kokan koyu yeşil renkli yaprakları, haziran ile ekim ayları arasında beyaz ya da pembe renkte açan çiçekleri vardır. Bol güneşli ya da kısmen gölge yerleri seven bitki, döktüğü tohumlarıyla çoğalır.
Yabani mercanköşkünün topraküstü kesimlerinde, karvakrol ile timol adlı maddeleri içeren uçucu yağ, asitler, tanen ve acı esanslar bulunur. Bazı yerlerde yaprakları kurutulup kekik yerine baharat olarak kullanılır. Ayrıca bitkinin topraküstü kesimlerinin damıtılmasıyla elde edilen mercanköşkü yağı da parfümeri ve likör endüstrilerinde kullanılır.
Yabani mercanköşkünün tıbbi etkileri ve bunlardan yararlanma yöntemleri şöyle sıralanabilir:
1. Uyarıcı ve terleticidir. Soğuk algınlığı ve gribin iyileştirilmesinde yararlı olur.
2. Öksürük ve boğmacanın tedavisinde etkilidir.
3. Yatıştırıcıdır.
4. Uyarıcı etkisi sindirim sisteminde de görülür: İştah açar. Sindirimi kolaylaştırıp hazımsızlığı giderir.
5. İdrar ve gaz söktürücüdür.
6. Peklik vericidir.
7. Kadınlarda aybaşı döneminin daha kolay ve rahat geçmesini sağlar.
Bütün bu etkileri sağlamak üzere, yabani mercanköşkünün topraküstü kesimleri, bitki çiçek açtığında toplanır. Kalın dal ve sapları ayrılıp atılır. Geri kalan kısımlardan 1 tatlı kaşığı kurumuş ya da taze bitki karışımı 1 bardak kaynar suyun içine konur. 10-15 dakika demlendirilerek hazırlanan infüzyon, günde üç kez birer bardak içilir.
Yabani mercanköşkü iyi bir antiseptiktir. Ağız yangılarına karşı etkilidir. Arı ve böcek sokmalarında da yangıyı kesip rahatlatır. Bu etkilerinden yararlanmak üzere, yukarda tarifi verilen infüzyonla ya da daha iyisi, 1 tatlı kaşığı dolusu bitkinin suda kaynatılmasıyla hazırlanan dekoksiyonla ağız iyice çalkalanır. Böcek veya arı sokması durumlarında, sokulan yer aynı dekoksiyonla sıkıca ovuşturulur.
Ayrıca, yabani mercanköşkü etkili bir yara iyileştiricidir. Romatizma ve kas ağrılarında bedeni rahatlatıcı etkisi görülür. Özellikle gerginlik durumunda oluşan baş ağrılarında etkili olur. Bu etkilerinden yararlanmak üzere, piyasada satılan mercanköşkü yağı alınıp yara ve kesikler bununla yıkanır. Baş ağrısı durumunda şakaklar, romatizma ve kas ağrılarında şikâyetli yerler mercanköşkü yağıyla ovuşturulur.
Diğer mercanköşkü türlerini şöyle özetleyebiliriz:
İzmir kekiği (O. smyrnaeum ya da O. onites) diye adlandırılan tür, Ege ve Akdeniz bölgelerindeki makiliklerde yaygındır. 40-50 cm. boylanabilen, çokyıllık bitkidir. Yaprakları oval biçimli, kenarları hafif dişli, yumuşak, tüylü ve kekiğimsi kokuludur. Nisan-temmuz aylarında çiçek açan bitki, döktüğü tohumlarıyla çoğalır.
İstanbul ya da Çanakkale kekiği (O. heracleoticum veya O. hirtum) denilen mercanköşkü türü ise, Trakya, Marmara bölgesi ve Batı Anadolu'da yetişir. 50 cm. kadar boylanabilen çokyıllık bitkidir. Temmuz-ağustos ayında çiçek açar. Yaprakları kekiğimsi kokar. Döktüğü tohumlarıyla çoğalır.
Karanfil (E. Caryophyllata)
Mersingiller familyasındandır. Anayurdu Endonezya'daki, adı yerli dilinde baharat anlamına gelen Moluk takımadalarıdır. Ama, günümüzde daha çok Afrika kıtasının doğusundaki Zengibar ile Hint Okyanusundaki diğer adalarda yetiştirilmektedir, iklimi uygun olmadığından ülkemizde yetişmeyen karanfil ağacı, 10-20 m'ye kadar boylanabilen ve kışın yapraklarını dökmeyen duyarlı bir bitkidir. Derimsi dokulu, parlak ve iri yaprakları dallarda karşılıklı çiftler halinde dizilmiş olup üzerlerinde salgı bezi benekleri bulunur.
Çan biçimindeki pembe renkli çiçeklerinin tomurcukları kurutulduğunda kırmızımsı kahverengine döner. Hoş kokulu olan bu tomurcuklara kısaca 'karanfil' adı verilir. Kısmen gölgeli, soğuk ve rüzgâra karşı korunmalı yerleri seven karanfil ağacı, suyu iyi akıntılı ve asitli toprakları yeğler. Tohumuyla ya da gövde çelikleriyle çoğaltılır.
Karanfil tomurcuklarında ogenol (ojenol) adı verilen hidrokarbon, şahsilik asit ve karyofıllin içeren bir uçucu yağ (esans) bulunur. Karanfılyağı da denilen bu esans, diş hekimliğinde sıkça yararlanılan antiseptik ve ağrı kesici ilaçların yapımında kullanılır. Karanfil tomurcukları ise, bazı reçel, yemek, turşu ve baharatlı şarapların yapımında çeşni olarak kullanılmaktadır.
Karanfil tomurcuklarının ve karanfilyağının sağlığa yararlı etkileri ve bunlardan yararlanma yöntemleri şöyle özetlenebilir:
1. Karanfil tomurcukları uyarıcıdır. Özellikle sindirim sistemi üzerinde uyarıcı etki yapar.
2. Gaz söktürücüdür.
3. Mide bulantısını bastırır. Kusmaları önler.
Bu etkilerinden yararlanılmak üzere piyasada satılan karanfil tomurcuklarından bir tutam (7-8 tane) alınıp 1 bardak kaynar suya atılır. 10 dakika demlendirilerek hazırlanan infüzyon ılık olarak içilir.
1. Karanfil tomurcukları nefesin kötü kokusunu yok eder. Bunun için tomurcuklar ağızda çiğnenip sert bakiye tükürükle atılır ya da yukarda tarifi verilen infüzyonla gargara yapılır.
2. Karanfil tomurcuğu ağrı kesici ve hafif uyuşturucudur. Bu etkilerinden yararlanılarak diş ağrısını kesmekte kullanılır. Bir adet karanfil tohumu ağıza alınır. Ağrıyan çürük dişin yakınına getirilir ve bir süre orada tutulur ya da gene piyasada satılan karanfilyağı biraz pamuğun üzerine damlatılır ve pamuk ağrıyan dişe bastırılır.
3. Karanfılyağı romatizma ve nevralji ağrılarının hafifletilmesinde yararlı olur. Bunun için karanfilyağı ağrılı yerlere dıştan ovuşturularak uygulanır.
Feslegen: (Basilienkraut / Basilic / Sweetbasil / Reyhanotu / Ocimum basilicum ) Haziran-eylül aylari arasinda, pembemsi veya sarimsi-beyaz renkli çiçekler açan, 20-40 cm yüksekliginde, çok senelik, kuvvetli kokulu, otsu bir bitkidir. Reyhan otu olarak da bilinir. Vatani Iran ve Hindistan’dir. Gövdeleri dik, tüysüz veya hafifçe tüylü, çok dalli ve yapraklidir.Yapraklar karsilikli ve uzunca sapli olup, hos kokuludur. Çiçekler üst yapraklarin koltugunda ekseriya 6 çiçekli durumlar hâlinde toplanmistir.Çanak ve taç yapraklari tüp seklinde ve 2 dudaklidir.Meyveleri oval sekilli, küçük ve parlak siyah renklidir.
Türkiye’de yetistigi yerler: Yerli degildir. Süs bitkisi olarak yetistirilir.
Kullanildigi yerler: Bitkinin kullanilan kisimlari, tâze çiçekli dallari ve tohumlaridir. Uçucu yag tasimaktadir. Bu yag içinde estragol,linalol, cineol ve pinen vardir. Feslegen midevî, yatistirici ve barsaklarda gaz tesekkülüne mâni olucu özelliklerinden dolayi % 1-2 lik çay hâlinde kullanilir. Uçucu yagda da ayni hassalar vardir.Idrar yollari hastaliklarina karsi tesirlidir. Tohumlarindan öksürük kesici olarak istifade edilir. Baharat olarak salata ve çorbalarda kullanilir. Ete, baliga ve sosise konur. Süte ve hardala karistirilir.Anadolu’da aroma vermesi için pekmez yapilirken içine konulur. Uçucu yagi parfümeride de kullanilir. Ayrica öksürügü kesici, hazimsizligi ve bas dönmeleri giderici özelligi de bilinir. ari sokmalarina karsi da faydalidir.
Kabak: (Küerbis / Courge / Gourd / Cucurbita / ) Bir yillik, sürünücü otsu bir bitki. Gövdeleri tüylü sürünücü olup, silindir biçimindedir. Kökleri uzun ve ig seklindedir. Yapraklar tüylü, büyük, böbrek veya kalp seklinde, bes parçali, uzun saplidir. Çiçekler tek eseylidir. Erkek çiçekler sarimsi renkte büyük, disi çiçekler daha küçüktür. Meyveleri çesidine göre küremsi, silindir veya yumurtamsi sekillerde ve saplidir. Meyve kabugu ince veya kalin, yumusak veya serttir. Meyveleri çok tohumludur. Kabak, bir sicak ve mutedil bölge bitkisidir. Memleketimizde birçok kabak türü ve bunlarin varyeteleri ekilmektedir. Bilhassa sakiz kabagi (Cucurbita pepo) ve kestane kabagi (C. maxima) veya helvaci kabagi önemli olup tibbî olarak da kullanilmaktadir.
Türkiye’de yetistigi yerler: Memleketimizde kültür olarak yetistirilir.
Sakiz kabagi (C. pepo): Gövdeleri boyunca keskin çizgili, yapraklari bes sivri parçalidir. Meyveleri silindir veya yumurtamsi olup, kalin ve sert kabukludur. Beyaz etli, makbul bir kabaktir. 20-30 cm kadar uzunluktadir.
Kestane kabagi-Helvaci kabagi (C. maxima): Gövdeleri silindir biçiminde, yapraklari böbrek seklinde ve tüylüdür. Meyveleri basik küremsi, sapli, ince kabukludur. Pisirildiginde kabuklari yumusar ve zar gibi soyulur. Kirmizi etli kisminda sekerli ve nisastali maddeler vardir. Yemegi ve tatlisi yapilir.
Kullanildigi yerler: Her iki türün tibbî olarak kurutulmus tohumlari kullanilir. Tohumlarinda sâbit yag ve peporesin vardir. Tohumlari (çekirdekleri) tenya ve kurt düsürücü olarak bilhassa çocuklarda kullanilmaktadir. Tohumlar dis kabuklarindan ayrilarak dövülür, sekerle karistirilarak verilebilir. Ortalama doz çocuklarda 40 gr büyüklerde takriben 100 gr’dir. Kabak çok besleyici özelliktedir C ve B1 vitamini ihtiva eder. Pisirilen etli kismi yiyecekten baska çiban ve sis yerlere lapa olarak da tatbik edilir.
Diger kabak çesitleri sunlardir:
Bal kabagi: Kestane kabaginin bir cinsidir. Eti saridir.
Lif kabagi (Luffa cylindrica): Meyvelerinin iletim demetleri xxx bir ag teskil eder. Bu sebeke, meyve soyulup kurutulduktan sonra, sünger gibi kullanilir.
Su kabagi (Lagerneria vulgaris): Meyvelerinin yarisi siskin, yarisi dardir. Bu sebepten su kabi olarak veya ortadan boyuna kesilip kurutulduktan sonra masrapa seklinde kullanilmaktadir.
Dikenli kabak (Sechium edule): Vatani Orta Amerika olan, memleketimizin güney bölgesinde yetistirilen çok yillik bir bitkidir. Meyveleri etli ve büyük bir armut seklinde, bes dilimlidir. Içinde bir büyük tohum vardir. Meyveleri pisirildikten sonra sebze olarak yenir.
Pancar: (Mangold / Zuckerrübe / Betterave / Beet / Beta vulgaris) Dogu Akdeniz sâhillerinde yabânî olarak yetisen, ince köklü, bir veya iki yillik otsu bir bitki. Yapraklari etli, alt kisimlarda sapli ve büyük, üst kisimlarda ise sapsizdir.
Bu bitkiden elde edilmis olan kültür sekilleri sunlardir:
Sekerpancari (Beta vulgaris var altissima): Kökleri büyük, etli bir yumrudur. % 12-20 oraninda sakkaroz tasir. Memleketimizde kültürü yapilarak, seker eldesinde kullanilir. (Bkz. Seker)
Kirmizi Pancar (Beta vulgaris var. esculenta): Kökleri yuvarlak bir yumru seklindedir. Antosiyan bakimindan zengindir. Sebze olarak kullanilir.
Pazi (Beta vulgaris var. Cicla): Yapraklari büyük olan bir sebze bitkisidir. Ayni ispanak gibidir. Sindirimi kolay ve bol vitaminli oldugundan besleyicidir.
Yem Pancari (Beta vulgaris var. rapa): Kirmizi pancara benzer. Besin degeri azdir. Daha çok hayvan yemi olarak kullanilir.
Türkiye’de yetistigi yerler: Anadolu ve Trakya’da.
Kulanildigi yerler: Halk hekimliginde kirmizi pancar kullanilir. Karacigerin düzenli çalismasini saglar. Kansizligi giderir. Seker hastaligi ve vereme karsi korur. Mide ve barsaklari kuvvetlendirir. Sinirleri yatistirir.
Anason: (Anis / Anis / Anise) Haziran-agustos aylarinda, beyaz renkli çiçekler açan, 50-60 cm yüksekliginde, bir senelik bitki. Gövde dik, silindir biçiminde, içi bos, çok dalli, tüylü ve üstü çizgilidir. Alt yapraklari uzun sapli, oval veya kalb biçimindedir. Çiçekler bilesik semsiyelerde toplanmislardir. Meyveleri armut seklinde küçük, üzeri tüylü, yesilimsi sari renklidir.Basta Ege bölgesi olmak üzere bütün Anadolu’da bahçelerde yetistirilir. Kültür anasonunun vataninin Anadolu oldugu tahmin edilmektedir.Meyvalarinda nisasta, müsilaj, sabit ve uçucu yag bulunmaktadir. Uçucu yag miktarlari bitkinin cinsine ve yetistigi yerin sartlarina baglidir. Uçucu yagin % 80-90’i anetoldür. Anetol, zehir etkili fakat bu etkisi çok olmayan bir maddedir. Meyvelerinden su buhari distilasyonu ile elde edilen anason yagi, hemen hemen renksiz ve karakteristik kokuludur. Anason tipta midevi, bagirsak gazlarinin tesekkülünü önleyici, hazmi kolaylastirici ve gögüs yumusatici olarak kullanilir. Ayrica nefes darligi, öksürük ve kalb çarpintisi rahatsizliklarinda da etkilidir. Anason yüksek dozda alindiginda bas agrisi, uyusukluk, görme zorlugu yapar. Daimi kullananlarda anisizm hastaligina sebeb olur. Bilhassa çocuklara uyku vermede, midede tesekkül eden gazlari gidermede çok faydalidir. Bebekler için bir çay kasigi tohum bir bardak suya olmak üzere çay olarak hazirlanir. Yemeklerden önce veya süte katilarak bir kaç çay kasigi verilir. Büyükler % 1-2’lik çayini günde 2-3 bardak alabilir.
Türkiye’de yetistigi yerler: Bütün Anadolu
Kullanildigi yerler: Kullanilan kismi, meyvalari ve yapraklaridir. Meyveleri tamamen olgunlastiktan sonra toplanir ve gölgede kurutulur. Hazmi kolaylastirir. Istahsizligi giderir. Mide ve barsak gazlarini söktürür. Idrar artirir. Migren agrilarini keser. Astim, nefes darligi ve bronsitte görülen sikayetleri giderir. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:39 pm | |
| Tümörü burnundan çıkardılar
Acıbadem Bursa Hastanesi doktorları, 32 yaşındaki bir memurun görmesine engel olan hipofiz bezindeki tümörü, burun içinden girerek temizledi.
Liman memuru olarak görev yapan 32 yaşındaki Ali Yavuz Fındık, 3 yıldır her iki gözündeki görmenin azaldığından şikayet ederek hastaneye başvurdu. Bu şikayeti nedeniyle "yüksek göz tansi-yonu" tanısıyla tedavi edilen Ali Yavuz Fındık'a görmesindeki azalmanın sürmesi üzerine daha ileri incelemeler yapıldı. Hipofiz bezinde iyi huylu tümör saptanan Fındık'a, Acıbadem Bursa Hastanesi'nde "Endoskopik Hipofiz Cerrahisi" uygulandı. Işık sağlayıcı özel aletlerle burun içinden girilerek hipofiz bezindeki tümör çıkarıldı.
Prof. Dr. Levent Erişen, hastayı beyin sinir ve omurilik cerrahisi bölümü ile birlikte değerlendirerek, "endoskopik hipofiz cerrahisi" uygulanmasına karar verdiklerini açıkladı.
Bu tamamen ekip işi Tıbbın tüm alanlarındaki tedavilerde giderek hastaya daha az sıkıntı veren, sorun çıkarma riski daha az ve hastanede yatışı kısaltan yöntemler ağırlık kazanıyor. "Minimal İnvaziv Cerrahi" olarak tanımlanan bu girişimler, hipofiz bezindeki tümörlerin çıkarılmasında da kullanılıyor. Güncel ve çağdaş tıpta, bazı özel hastalıklar artık tek bir uzman tarafından tedavi edilmiyor. Konuyla ilgili birkaç uzmanlık dalı bir araya geliyor, tanı, tedavi ve takipler bu ekip tarafından yürütülüyor. Prof. Dr. Levent Erişen ve Prof. Dr. Kaya Aksoy, endoskopik cerrahinin hipofiz bezindeki tümörün çıkarılmasındaki avan-tajlarını şöyle sıraladı: "Operasyonda normal anatomik yapılara çok az zarar verilmesi, endoskopik girişim sırasında görülmesi güç bölgelerin daha rahat görülebilmesi, ameliyattan sonra burun yapılarının iyileşme süresinin daha kısa olması, hastanın daha kısa sürede günlük yaşamına dönebilmesi." | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:39 pm | |
| Kış hastalıklarına dikkat
--------------------------------------------------------------------------------
Kış mevsimi ile birlikte ülkemizde soğuk havaya bağlı olarak nezle, grip, faranjit, larenjit, sinüzit, orta kulak iltihabı, bronşit, zatürre gibi hastalıkların görülme sıklığının arttığı belirtildi.
İHA muhabirinin derlediği bilgilere göre, kış mevsiminde soğuk havaya uyum sağlamak için vücudun daha fazla enerji harcadığına dikkat çekiliyor. Bu enerji ihtiyacı karşılanmadığında da vücut direnci düşüyor ve enfeksiyonlara davetiye çıkartılıyor. Soğuk kış iklimde yaşayan ve yıllarını geçiren insanların soğuk havaya uyumuyla ılıman iklimde ve zaman zaman soğukta yaşayan insanların uyumunun farklı olduğu belirtiliyor. Soğuk, özellikle akciğerin akut veya kronik tüm hastalıklarını tetikliyor. Bronşit, astım gibi sağlık sorunları daha sık görülür. Ayrıca kronik böbrek ve diyabet hastaları, kalp hastaları, by-pass geçiren kişiler aşırı soğuklardan çok daha fazla etkileniyor. Kışın ortaya çıkan hava kirliliği de soğukla birleştiğinde sorun büyüyor. Kış mevsiminde artış gösteren ve iyi tedavi edilmediğinde ölümlere yol açabilen hastalıkların başında zatürre geliyor. Akciğerlerin iltihabi bir hastalığı olan zatürre ile birlikte akciğerlerin görevi olan oksijen alış veriş fonksiyonu bozuluyor ve kanda oksijen düzeyi azalıyor. Amerika'da bile halen ölüme yol açan hastalıklar arasında zatürre altıncı sırada yer alıyor.
Kış mevsiminde enfeksiyonlar ağır geçtiği için korunma tedbirlerine özen gösterilmesi gerekiyor. Yaşlıların, çocukların, kalp, astım, diyabet gibi sağlık sorunları olan kişilere havanın çok soğuk olduğu günlerde mecbur kalmadıkça sokağa çıkmamaları gerekiyor. Kış hastalıklarından korunmak için uzmanlar şu önerilerde bulunuyor: "Giyime özen gösterilmeli, soğuktan koruyacak biçimde giyinilmesinin yanısıra aşırı terlememeye dikkat edilmelidir.
- Kış ve soğuk diye fazla enerji almak iyi olur. Ancak aşırı yağlı yemek ve az hareket, kilo almaya neden olur. Bu yüzden öğünler muntazam yenilmeli. Sabah kahvaltılarına ve enerji verecek mevsim meyve ve sebzelerine de ağırlık verilmeli. - Soğukta özelikle hamileler, mevsim hastalıklarına yakalanmamaya özen göstermeli, toplu yerlerden uzak durmalı, maske ile korunmalı. - Astımı olanların ilaçlarını düzenli almaları, mecbur kalmadıkça dışarı çıkmamaları, hava kirliliğinden, soba ve kömür etkisinden sakınmaları gerekiyor. - Kalp hastalığı olanların çok soğukta yürümemelerini öneriyoruz. - Yüksek tansiyonu olanların da ilaçlarını titizlikle kullanmaları, direnç artsın diye diyeti bozmamaları, tuzlu yememeleri büyük önem taşıyor." | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:40 pm | |
| Kadın sağlığında kanser mücadelesi
Rahim ağzı kanserinin en önemli sonucu hayat kaybı olabileceği gibi, bu kanser türü doğurganlığı engelleyerek, başka ciddi sonuçlara da yol açabiliyor.
Uzmanlara göre aşılama ve rutin kontrol gibi geniş çaplı ve organize önleme programları doğru bir şekilde uygulandığı takdirde, rahim ağzı kanseri vakalarını önlemek mümkün. Rahim ağzı kanserine karşı koruyucu aşı kadın sağlığı konusundaki son yılların en büyük gelişmelerinden biri olarak gösteriliyor. Ancak bu büyük bilimsel gelişmenin kitlelere ulaşması için sağlık hizmetleri sektörünün ve halkın bu konuda eğitilmesi, bilinçlendirilmesi gerekiyor. Bilinç artırma ve bilgilendirme çalışmaları meyvelerini vermeye başladıysa da henüz alınacak çok yol var. Bilinçlendirme çalışmaları dahilinde geçtiğimiz günlerde Avrupa Rahim Ağzı Kanseri Birliği (ECCA) ve Uluslararası Kanser Karşıtları Birliği (UICC), Avrupa Birliği ve ulusal hükümetlerin rahim ağzı kanserine karşı tüm Avrupa'da ortak bir program organize etmeleri için bir imza kampanyası düzenledi ve imzalar Avrupa Birliği’ne sunuldu. ECCA ve UICC yaptıkları ortak açıklamada rahim ağzı kanserinin önlenmesinin bilimsel bir sorun değil, bir sağlık politikası sorunu olduğunu ve yeterli koruma programlarının başlatılmasıyla tamamen engellenebileceğini ifade etti.
Konunun önemini vurgulamak isteyen birçok önemli sağlık meslek kuruluşu, aşının güvenirliği ve gerekliliğini onaylayarak rutin aşılama önerisi verdi. Bu kuruluşların içinde ACOG (Obstetrisyen ve Jinekologlar Birliği),AAP (Amerikan Pediatri Akademisi), SGO (Jinekolojik Onkologlar Derneği), ACIP (Amerikan Bağışıklıma Uygulamaları Komitesi), WHO7 (Dünya Sağlık Örgütü) gibi önemli kurumlar da mevcut.
Bu kurumların onay ve tavsiyeleri üzerine Fransa ve Avustralya, Almanya, Belçika gibi pek çok ülkenin hükümetleri doktorlara ve halkına, yayınladıkları bir bildiriyle aşılanma önerisinde bulundu. Yayınlanan bildirilerde aşıyı kimlerin olabileceği, hangi şartlar altında aşı yapılabileceği gibi aydınlatıcı bilgiler yer alıyor. Bu gelişmelerin ışığında birçok ülke ücretsiz aşılama kararı aldı. Aşının kullanılmaya başlandığı günden bu yana dünyada milyonlarca kadın kendini ve kızlarını aşılatarak rahim ağzı kanserine karşı önlemlerini aldılar ve sağlıklı gelecek nesillerin temellerini attılar.
Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre bugüne kadar 630 milyon kişinin HPV ile infekte olduğu tahmin ediliyor. Belirti göstermediği için, başka insanlara farkında olmadan bulaştırılan HPV, başta rahim ağzı kanseri olmak üzere kadın sağlığını tehdit eden genital bölgedeki diğer kanserlerin de en önemli sebebi. Her iki dakikada bir kadının ölümüne sebep olan rahim ağzı kanseri ile mücadelede çok önemli bir ilerleme olan Kuadrivalan aşı, koldan 3 doz olarak uygulanıyor.
Ülkemizde de yakın zamanda rahim ağzı kanseri hastalığı ve bu hastalığı önlemeye yardımcı olan aşı ile ilgili kamuoyunda bilinç oluşturulmuştur. Türkiye’nin genç kız ve kadınları da hastalığa karşı giderek artan sayıda aşılanmaya devam etmektedir.
Tüm dünyada kutlanan 4 Şubat Kanser Günü’nde, sağlıklı gelecek nesillere sahip olabilmek adına bilinçli annelere düşen görev kızamık, verem, grip gibi hastalıklardan kızlarını korumak için gösterdikleri hassasiyeti rahim ağzı kanseri içinde göstermeleri ve geç olmadan, hemen doktorlarına danışarak önlemlerini almalarıdır.
| |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:40 pm | |
| Metropol hastalıklarına dikkat!
Bazı hastalıklar ve rahatsızlıkların büyük kentlerde yaşayan insanlarda daha fazla görüldüğü belirlendi.
"Metropol Hastalıkları" adı verilen bu hastalıklar, metropollerin taşıdığı özelliklerden kaynaklanıyor ve o metropolin isimleriyle tanımlanıyor. "İstanbul Bronşiti" büyük şehirlerin kirli havasından, "Çin Lokantası Sendromu" uzak doğuya özgü baharattan, "Hasta Bina Sendromu" ise ofislerin yer aldığı büyük gökdelenlerin, havasız ve kirli çalışma ortamından kaynaklanıyor.
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Öğretim Üyesi Prof.Dr. Rasim Küçükusta, ANKA’ya yaptığı açıklamada metropol hastalıklarının başında alerjik rahatsızlıkların geldiğini söyledi. Örneğin "İstanbul Bronşiti"nin, büyük şehirlerde, hava kirliliğinin yoğun olduğu illerde görülen bir hastalık olduğunu ifade eden Prof.Dr. Küçükusta, "Hastanın esas şikayeti geceleri artan, bazen uykusundan uyandıran kuru bir öksürük. Ama bunun yanında balgam çıkarma, ateş, nefes alamama ve hırıltı gibi diğer akciğer şikayetleri olmuyor. Bu daha çok bronşların aşırı duyarlılığından ortaya çıkan bir hastalık" dedi. Prof.Dr.Küçükusta, hastalığın daha çok çocuk ve kadınlarda görüldüğünü kaydederek uygun ilaçlar verildiği zaman tedavide başarılı olunduğunun altını çizdi. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:40 pm | |
| Öksürük şurubu kalbe iyi geliyor!
Kalp krizi geçiren bir hastanın ikinci kalp krizi geçirmemesi için içerisinde, 'Enasetilsistein' maddesi bulunan öksürük şurubunu alması halinde kalp krizi riskinin düştüğü kanıtlandı.
Diyarbakır Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Yrd.Doç.Dr. Kemal İltimur, yaptıkları araştırma sonucu öksürük şurubunun kalp krizini önlediğini söyledi. Yrd.Doç.Dr. İltimur, kalp krizi geçiren bir hastanın ikinci kalp krizi geçirmemesi için içerisinde, 'Enasetilsistein' maddesi bulunan öksürük şurubunu alması halinde kalp krizi riskinin düştüğünün kanıtlandığını söyledi.
14'üncü Ulusal Kardiyovasküler Farmakoloji Derneği'nin Genç Araştırmacılar Ödülünü alan Yrd.Doç.Dr. Kemal İltimur, ödül aldığı çalışma ile ilgili basın toplantısı düzenledi. Yrd.Doç.Dr. Kemal İltimur, araştırmalarında kullandıkları 'Enasetilsistein' maddesinin genellikle öksürük şurupları içinde bolca bulunan bir madde olduğunu belirterek, şöyle dedi: “Bu madde ayrıca özellikle piyasada çok bulunan 'Vermidon' ve 'Parasetamol' ilaçlarının aşırı kullanmasına bağlı zehirlenmelerde kullanılıyor. Ancak, son zamanlarda anjiyo esnasında meydana gelen böbrek yetersizliğine bağlı durumlarda kullanılmaya başlandı. Biz de kalp krizi sonrasında 'Kalp yetmezliğine karşı bu ilacı kullanırsak faydası olur mu?' diye düşündük. 60 kalp krizi geçiren hastanın 30'una bu ilacı verirken, 30'una ise vermedik. Çeşitli parametrelere baktık. Bu parametreler kısa dönemde, hem de ileriki dönemde kalbin fonksiyonlarını değerlendirdik. Bu fonksiyonlar ile 3'üncü gün ile 6'ncı ayları karşılaştırdık ve 3'üncü günkü değerlerde aşırı derecede farklılık olmasada 6'ncı ayda kalp fonksiyonlarının daha iyi olduğunu saptadık. 30 hastanın tümünde kalp fonksiyonlarının düzeldiğini gördük. Kullandığımız hastalarda da herhangi bir yan etki görmediklerini.''
Aşırı sigara kullanımından kaynaklanan kalp krizi sonucu Kardiyoloji Bölümü'ne yatırılan hastalardan 38 yaşındaki Bülent Er'de uygulanan bu tedavinin olumlu sonuç verdiği belirtildi. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:40 pm | |
| Tansiyon ölçmenin püf noktaları!
Tansiyon ölçerken dikkat etmeniz gereken pek çok nokta var. Rahat pozisyonda oturmak, ölçümden 30 dakika önce kahve içmemek bunlardan bazıları.
Tıp fakültesinden mezun olduktan sonra askere, askerlikten sonra da, ihtisas için doğru Almanya’ya gittim. Dahiliye ihtisasına başladığımın ikinci haftası, beni kat doktoru olarak atadı, şefim Dr. Frentzen. Çiçeği burnunda bir doktor olarak, yabancı bir memlekette çalışmaya başlamış, daha ne olduğumu anlayamadan kat doktoru oluvermiştim. İçimden dua ediyordum, inşallah bugün yeni hasta gelmez, biraz adapte olurum diye. Beş dakika geçmeden ilk hasta geldi. Yaşlıca bir hanım. Kendini yorgun hissediyormuş, bir kaç gündür de tuvalete çıkamamış. Hastamın yanına gittim. Yatağın kenarına iliştim, kibar bir hareketle kolunu sıvadım ve tansiyonunu ölçtüm hastamın. 200/95 mmHg, yani alışılmış tabirle 20 ye 9,5. Kendisi tansiyon hastası olmadığını söyledi. Muayenemi bitirdim, doğru şefe gittim, ''Yeni yatan hastanın tansiyonu yüksek, ne ilaç vereyim?'' dedim. ''Şimdi yatan hasta değil mi? Bekle biraz sohbet et, sonra tekrar ölç'' dedi. Bayağı bozuldum, yanlış mı ölçeceğiz yani dedim içimden.
Beyaz gömlek sendromu
Tatlı bir hanımcağız, çocuklarından filan sohbet ettik, tekrar ölçtüm, 130/80 mmHg yani 13 e 8. Çıldıracağım. Bir daha. Aynı. Gittim şefe ''Tansiyon düştü'' dedim. ''Tansiyon düşmedi, kadın normale geldi. Hastane ortamı herkes yabancı, bir de beyaz gömlekli bir adam tansiyon ölçüyor. Sen bunun stresini, heyecanını bir düşünsene'' dedi. ''Buna beyaz gömlek sendromu denir'' diyerek ''Tansiyon ölçerken dikkatli ol hastaların dinlenmesine, kendilerine gelmesine izin ver'' diye devam etti. İş edindim kendime, her hastanın hemen ilk karşılaştığımda tansiyonunu ölçtüm, bir de benimle 10 - 15 dakikalık sohbetten sonra. Yüksek çıkan tansiyonlar veya şefin lafıyla, strese girenler nasıl da normalleşiyorlardı.
Demek ki tansiyon ölçerken dikkat edilmesi gereken bir şeyler vardı. Bir doktor bile dikkat etmeyince sonuçlar nasıl şaşırtıcı oluyor, bir de kendi kendine tansiyon ölçmesi gereken kişinin bu konuda ne denli yanlışlara açık olacağı ortada.
İdeal olarak tansiyon ölçmeden önce 5 dakika kadar istirahat etmeli, yani yatar veya oturur durumda, 5 dakika kadar beklenmeli. Gün içinde değerler değişir. Genellikle sabahları uyandıktan sonra en yüksek ve akşamları en düşüktür. Sağ kol ile sol kol arasında 10 - 20 mmHg yani 1 - 2 fark bulunabilir. Bu nedenle her ölçümde, aynı kol kullanılmalıdır. Sinirli veya heyecanlı durumda, ölçümden önce 15 dakika rahatlamalıdır. Ölçümden önce en az 30 dakika sigara, çay, kahve içmemeli, yemek yenmemelidir. Ölçümden önce, buruna sıkılan dekonjestan spreyler gibi, tansiyonu yükseltme ihtimali olan ilaçlar kullanılmamalıdır. Rahat, gevşemiş bir pozisyonda oturulmalı, konuşmamalı, hareket etmemeli. Uzun kollu kazak varsa, kazak çıkarılmalıdır. Eğer ince kumaştan yapılmış uzun kollu gömlek giyiliyorsa, tansiyon aleti gömlek üzerinden de takılabilir. Basıncın ölçüleceği kol, kalp hizasında öne doğru uzatılmalı, dirsekten hafif bükülmeli ve alttan desteklenmeli. Kol boşta kalmamalı. Manşonun alt ucu, dirsek kıvrımından bir parmak kalınlığı, yani iki santimetre kadar yukarıda olmalıdır. Tansiyon aletinin manşonu kola iyice sarılmalıdır, boşluk kalmamalıdır. Alet elektronikse, dinleme kısmı çokluk işaretlidir ve bu işaretin kolun iç kısmına gelmesi, aletin atardamarınızın sinyallerini alması için yeterlidir. Alet elektronik değilse dirseğinizin iç kısmında elinizle nabzınızı hissedin, stetoskopu oraya koyup elinizle sabit tutun. Stetoskopu aletin altına sıkıştırmayın. Bulunan değerler bir günlüğe yazılmalı. Hergün, mümkünse aynı saatlerde ve aynı şartlarda tansiyon ölçmek daha yararlıdır.
Bilekten ölçerken...
Elektronik bilek tansiyon aletleri, ölçüm sırasında kalp hizasında olmalıdır. Bunların gelişmişleri kolunuzu tutacağınız seviyeyi gösteriyor. Eğer bu seviye otomatik olarak gösterilmiyorsa, kalp hizasını bulmak için, aleti taktığınız sol kolunuzun parmak uçlarını, sağ omuzunuza değecek şekilde kolunuzu bükerseniz, alet takriben kalp hizasına gelir. Alet elinizden bir santimetre kadar yukarı takılmalı yani elinizle alet arasında bir santimetre kadar bileğiniz boşta kalmalı. Alet bileğe düzgün ve sıkı bir şekilde takılmalı, sonra hafifçe oynatarak bilek boşluğuna iyice yerleşmesi sağlanmalı. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:40 pm | |
| Yaşıyla kilosu eşit
Edirne'de 9 yaşındaki Ferhat Kutlu, kemik ve kas erimesi nedeniyle yatağa bağımlı olarak yaşıyor. Besicilik yapan ailesi, Ferhat Kutlu'nun tedavisini yaptırmakta büyük güçlük yaşıyor.
Ferhat'ın annesi Nezahat Kutlu, oğullarının durumuna çok üzüldüklerini söyledi.
Oğlu yürüyemediği için yatağa bağımlı yaşadığını ve konuşamadığını ifade eden anne Kutlu, “Oğlumun yürümesi ve konuşabilmesi için hayatımdan gerekirse vazgeçerim” diye konuştu. Okula giden çocukları gördükçe içinin burkulduğunu ifade eden Kutlu, “Ferhat'ımı bir kez mavi önlükler içinde okul yolunda görsem gözlerim açık gitmeyecek” dedi. Ferhat'a baktığı için çalışamadığını, eşinin aldığı maaşın da kendilerine yetmediğini anlatan Kutlu, şöyle konuştu: “Ferhat günden güne gözlerimin önünde eriyip gidiyor. Oğlum 9 yaşında ve 9 kilo ağırlığında. Eşimin besicilikten kazandığıyla oturduğumuz evin kirasını güçlükle ödeyebiliyoruz. Kemik ve kas erimesi nedeniyle oğlumun tedavisini bile yaptıramıyoruz.” Ferhat'ın 6 yaşındaki kardeşi Emircan Kutlu da ağabeyinin durumuna çok üzüldüğünü söyledi. Emircan, ağabeyini her sabah öperek uyandırdığını ve hiç üzmediğini ifade ederek, “Ağabeyim ateşlendiğinde çok ağlıyorum, onun da gözlerinden yaş geliyor” dedi. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:41 pm | |
| Konuşa konuşa beyin ameliyatı
EGE Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroşirürji Anabilim Dalı'nda uygulanan yöntemle felç kalma riski bulunan hastaların beyin tümörleri, hasta ameliyat sırasında uyandırılarak çıkarılıyor.
Kol ve bacak hareketlerini sağlayan, konuşma ve görme merkezi gibi beynin önemli fonksiyonlarının bulunduğu sahalarda yer alan tümörlerin çıkarılmasında, hastaların bu fonksiyonlarını ameliyat sırasında test ettiklerini açıklayan EÜ Tıp Fakültesi Nöroşirürji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sertaç İşlekel, bu sayede hastaların ameliyat sonrasında felç kalma riskinin azaldığını söyledi.
‘Uyanık Beyin Tümörü Cerrahisi’ adı verilen yöntemde tümürün koordinatlarının hesaplandığını ve ameliyat öncesinde MR çekilerek gerekli incelemenin yapıldığını kaydeden Prof. Dr. İşlekel, şunları söyledi:
“Hasta lokal anestezi altındayken kafatasında açtığımız bir delikten tümörün içine giriyoruz. Ameliyat esnasında hastanın kolları, ellerini hareket ettirerek, elektrikle uyarıp sinirlere zarar verip vermediğimizi test ediyoruz. Eğer tümör 3 santimetreden büyükse genel anestezi ile ameliyatı gerçekleştiriyoruz. Yine aynı işlemde kafa kemiğini kaldırdıktan sonra hastayı uyandırıyor ve elektrik vererek aynı işlemi yapıyoruz. Tümörü çıkarttıktan sonra hastayı tekrar uyutuyor ve kafatasını kapatıyoruz.”
Beyin ameliyatlarından sonra hastaların en büyük korkusunun felç tehlikesi olduğunu kaydeden Prof. Dr. İşlekel, “Ameliyatta hastanın konuşma, kol ve bacak hareketleri, görme merkezini kontrol ediyoruz. Böylece felç tehlikesi ortadan kalkıyor” diye konuştu. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:41 pm | |
| Yarım saatte varisten kurtulun
Varis tedavisinde kullanılan seçeneklerden biri olan lazer, ağrısız bir yöntem olması ve kısa sürede sonuç vermesi nedeniyle tercih ediliyor.
Ayşegül Aydoğan Atakan
Varis tedavisinde son yıllarda çok kısa sürede kalıcı sonuç veren yöntemlerin sayısı artmaya başladı. Bunların başında ise lazer tedavileri geliyor. Hızla ilerleyen lazer teknolojileri, yarım saatte varislerden kurtulmayı sağlıyor. Medical Park Bahçelievler Hastanesi�nden cilt hastalıkları uzmanı Dr. Şerafettin Saraçoğlu, varislerin lazerle tedavisi hakkında bilgi verdi. Varisi işaret eden belirtiler nelerdir? Ayaklardaki ağrı hissi, gece krampları, sürekli veya zaman zaman beliren şişlikler hastaların en sık dile getirdiği şikâyetlerdir. Varisler, sıklıkla kaşıntıya da neden olur. Daha sonra bacaklarda, ciltten rahatça görülebilen mavi-mor renkteki şişlikler ile kendini belli eder. Örümcek ağı ve biraz daha büyük olarak olarak ortaya çıkan yumak şeklindeki varisler de ortaya sıkça görülür. Hastalığın ilerlemesi ile bacağın alt bölgesinde renk koyulaşması ve ileri aşamada yaraların açılması da varis belirtileri arasında yer alır. Kaç tip varis vardır? Genel olarak üç tipte toplayabiliriz. Telanjiektazi varisler; yıldız şeklinde, örümcek ağ gibi veya ipliksi olarak görülürler. Adacıklar gibi görüneceği gibi bütün bacağı da sarabilirler. Genelde 1 milimetre çapındadırlar. Retiküler varisler; genelde çapları 4 milimetrenin altındadır. Ciltten hafif kabarık olarak görülürler. Toplardamar varisleri; cilt altında kabarık olarak görülürler. Çapları 4 milimetreden fazladır. İçindeki kanın rengi nedeniyle mavi-mor-yeşilimsi olarak görülürler. Varis tedavisinde kullanılan başlıca yöntemler nelerdir? Koruyucu tedavi ilk adımdır. Varisin ortaya çıkmasına neden olabilen etkenlerden varis oluşmadan korunmaktır. Başlangıç halindeki varislere tıbbi tedavi, istirahat ve varis çorapları uygulanabilir. İlerlemiş varislerin tedavisinde uygulanan yöntemler; Skleroterapi, köpük tedavisi, mikro cerrahi yöntem, lazer tedavisi ve cerrahi girişim. Bu yöntemler varis sorununun türü veya yaygınlığına göre tek tek veya kombine edilerek uygulanır. Lazer tedavisi hangi varislerde etkili? Fotona adlı varis cihazı ile 4 milimetreye kadar olan varislere müdahale ediliyor. Cihazın soğutma özelliği sayesinde lazer ışığı enerjisi çok kısa süre ile dokuya verildiğinden hemen hemen ağrısız bir yöntemdir. Kalın varisler için kullandığımız lazer ise damar içine girerek uygulanmaktadır. Bu yöntemde uygulama alanı iğne ile uyuşturularak işlem yapılmaktadır. Hasta işlemden hemen sonra yürüyerek hastaneden çıkar. Tedavi ne kadar sürüyor? Ortalama yarım saatlik sürede hastalar varislerinden kurtuluyor. Tamamına yakın başarı sağlanıyor. Hastalar, kalan ya da yeni oluşan varislerinden de kontrollerde kurtulabiliyor. Cihazın kare akım özelliği nedeniyle ağrı riski ve ciltte sonradan gelişebilen renk değişikliği komplikasyonu en aza indirilebiliyor. Lazer uygulamasının ardından ne kadar süre içinde yeniden varis oluşma riski var? Damara göre değişiyor, bazı damarlarda varis çok kolay tekrarlıyor kimisi ise çok uzun süre ortaya çıkmayabiliyor. Lazer uygulamasından sonra kontrol seanslarında sorun olup olmadığı tespit edilir. Gerekirse yeniden lazer uygulanır. Kontrol muayeneleri sayesinde yeniden oluşan varise erken aşamada müdahale edileceği için tedavi süresi de kısalır. İlk uygulamadan sonra ikinci ya da üçüncü uygulamaya ihtiyaç olduğunda lazer tedavisinin süresi 5 - 10 dakikaya kadar düşüyor. İlk kontrol 10 gün sonra yapılıyor, uygulamanın ardından üçüncü ayda ikinci kontrol muayenesi gerçekleştiriliyor. Uygulama sonrası nelere dikkat etmeli? Uzun süre ayakta kalınmamalı, tedaviden sonra ilk 3 - 4 gün spor yapılmamalı. Yine uygulamanın ardından çok sıcak banyodan kaçınılmalı. Yaz aylarında uygulanıyor mu? Kış aylarında yapılması tercih edilir. Yaz aylarında hastalar işlem sonrası kısa bir süre için bile olsa izlerden rahatsız olabiliyor. Ayrıca lazer uygulamasından sonra koruyucu önlem olarak varis çorabı öneriyoruz. Yaz aylarında bu çorabın giyilmesi oldukça güç. Lazer uygulamasının ardından hastanın güneşte kalmaması gerekiyor. Eğer hasta mutlaka yaz ayında tedavi olmak istiyorsa bir ay bacaklarını güneşten korumalı. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:41 pm | |
| D vitamini deyip geçmeyin
D vitamini, osteoporoz, depresyon, prostat kanserinden korur, hatta diabet ve obeziteyi de engeller. Beslenme dünyasında belki de en fazla göz ardı edilmiş besin elementlerinden birisidir. Vitamin D, deriniz tarafından doğal güneş ışığından gelen ultraviole radyasyonu ile karşılaşınca üretilir. '200 minik hastam 12 yaşını görmek için ilik bekliyor'
İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kürsüsü'nde idealist bir kadın profesör var. Hastalarına ilik bulabilmek için büyük çaba sarf ediyor. Şu anda 60 hastası var ama onun savaştığı "fankoni anemisi" adlı hastalıktan Türkiye'de 200 hasta çocuk bulunuyor. Hepsinin adı kemik iliği bankası kayıtlarında yazılı. İşte hastalarına kemik iliği arayan İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Çocuk Hematoloji Uzmanı Prof. Dr. Nevin Yalman'ın anlattıkları:
* Kemik iliğine yalnızca lösemili hastaların mı ihtiyacı var? Sizin hastalarınızın sorunu nedir? Kemik iliğine ihtiyaç duyanlar sadece lösemi hastaları değil. Benim hastalarım fankoni anemisi... Bu çocuklar doğuştan hasta. Bazen küçük bir anomali ile doğuyorlar; mesela bir parmakları olmuyor. Bu aslında ölümcül dediğimiz bir kan hastalığının ilk belirtisi. İç organlarında anormallik oluyor, sorunları dışardan hiç belli olmuyor. Aileleri çocuklarını sağlıklı zannediyor. Ancak üç yaşında kemik ilikleri yavaş yavaş zayıflıyor. Kemik iliği nakli yapılabilirse yaşamayı başarıyorlar. Hayatları uzuyor, yapılamazsa gençliklerini bile göremiyorlar.
* Türkiye'de böyle kaç çocuk var? Akraba evliliği hastaları artırıyor. Türkiye'de 200 hasta var. Bu çocuklar kanserojen maddelere karşı o kadar duyarlılar ki en ufak bir uyaranda hemen kanser oluyorlar. Fazla güneşte kalmak, kızartma yağları kanserojen diyoruz ya, bu çocuklarda çok çok daha kanserojen. Bu hastaların tek şansı kemik iliği nakli.
* Kemik iliği naklinde sorun yaşıyor musunuz? Yaşamaz mıyız? Bu çocukların çoğu kemik iliği listelerine adını yazdırıyor. Ve çoğu çaresiz bekleyişe giriyor. Başka şansları yok. Kemik iliği nakli onlar için yaşamak demek. Kemik iliği naklini genellikle tanı konduktan sonra bir sene içinde yapmak lazım. O zaman erken yaparsanız daha başarılı oluyorsunuz. 7, 8, 10, 11, 12 yaşında kemik iliği nakli yapmayı başarabildiklerimiz var. Ama biliyorsunuz kemik iliği vericilerin sayısının yetersiz olması bu çocukların hayatlarından çalıyor. Benim sırada olan çok hastam var.
* Nakil yapılmazsa ne oluyor peki? Nakil yapılmazsa ölüyorlar. Çok da hasta kaybettim. Nakil yapılmazsa 12 yaşından sonrasını gören pek olmuyor. İlik bulunana kadar ayda bir kan gerekiyor
Türkiye'de kimsenin iliği Poyraz'a uymadı POYRAZ Dönmez daha 5 yaşında. Fankoni anemisi hastası. 14 aylıkken tek böbrekli olduğu anlaşılmış. Hastalığının testleri uzun sürdüğü için tam olarak teşhisi üç yaşında konmuş. İki yıldır kemik iliği bulmak için savaş veriyorlar. Adı listelerde yazılı bekliyor. Aileden birinin mutlaka kemik iliği tutar zannetmişler. Herkes taranmış sonuç olumsuz çıkmış. Türkiye'deki kemik iliği bankasına yazılmışlar. Tarama yapılırken dualar okunmuş ama sonuç yine olumsuz. Türkiye'den kimsenin iliği Poyraz'a uymamış.
KARDEŞ BİLE YAPTILAR Aile Poyraz'ın hayatını kurtarır umuduyla ona bir kardeş yapmaya hazırlanmış. Anne hamile kalınca umutlanmışlar. Bebek anne karnındayken minik bebeğin dokularının ağabeyine uymadığı anlaşılmış. Son umut olarak yurtdışı için Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne yazılmışlar. Yurtdışından ilik bulma umudu taşıyorlar. Yaşamak için haftada üç gün kan ve trombosit alıyor. Herşeye rağmen gülüyor.
Aynı hastalıktan ağabeyini kaybetti Eser ailesi fankoni anemisi yüzünden ölen oğullarının acısını unutmak için ikinci çocukları Ufuk'u yaptı. Fakat o da aynı hastalığın pençesine düştü..
UFUK Eser 10 yaşında. Üç çocuklu bir ailenin ortanca çocuğu. Ve fankoni anemisi... Ailesi bu hastalığı o doğmadan tanıyordu. İlk oğullarını bu hastalık nedeniyle kaybetmişler. Kemik iliği sırası beklerken ölen oğullarının acısını dindirmek için bir çocuk yapmışlar, sağlıklı olmuş. Sonra umutlanıp ona bir kardeş daha yapmak istemişler. Ufuk dünyaya gelmiş. Ancak kötü haber çok geçmeden anlaşılmış. Ufuk da fankoni anemisi. Üstelik her şeye yeni baştan başlamışlar. Aile taranmış, Türkiye taranmış kemik iliği bulunamamış. Akdeniz Üniversitesi kemik iliği bankasına yazılmışlar. Yurtdışından ilik bulabilmek için. Bir yıldır umutla bekliyorlar. Bu sırada üç tane verici aday aday çıkmış ama henüz tahliller yapılmaya başlanmamış. Ufuk, her gün olmasa bile haftanın belirli günleri okuluna devam ediyor. Çocukça gülümsemesine bakmayın, hastalığını da kemik iliği bulunmazsa ne olacağını da çok iyi biliyor. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:41 pm | |
| Sağlık çalışanlarının Güvenlik Sorunu
SAĞLIK ÇALIŞANLARININ GÜVENLİK SORUNU
Konyada Dr. Faruk Sükan Doğum Ve Çocuk Hastanesinde görevli bayan doktor, hasta çocuğun annesi tarafından darp edildi.
Konya''da Dr. Faruk Sükan Doğum ve Çocuk Hastanesi''nde görevli bir bayan doktor, muayene ettiği çocuk hastasının annesi tarafından darp edildi.
Alınan bilgiye göre, hastanede görevli nöbetçi doktor Ayşe Fahriye Genç, dün akşam acil servise ambulansla kaldırılan bir çocuk hastayı ciddi bir probleminin olmadığını söyleyip hastayı muayene masasına oturtunca, hastanın annesi tarafından darp edildi.
Sağlık Yayıncılık
Hekim Ve Sağlık Çalışanlarına Kitlesel Boyutlara Ulaşan Ciddi Saldırılar Yapılıyor
Konya İl Sağlık Müdürü Hasan Küçükkendirci''nin de katıldığı hastane önündeki basın açıklamasında konuşan Konya ve Karaman Tabip Odası Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Ömer Karahan, yaptıkları hizmetin karşılığını dayak yiyerek aldıklarını söyledi. Son günlerde sağlık çalışanlarına yapılan saldırıların arttığını kaydeden Karahan, ''Türkiye ve Konya''da hekim ve sağlık çalışanlarına kitlesel boyutlara ulaşan ciddi saldırılar meydana gelmiştir. Bunları protesto etmek için buradayız. Dün akşamı nöbetçi olarak bulunan Doktor Ayşe Fahriye Genç, havale geçiren bir hastayla uğraşırken 112 acil ambulansı tarafından başka bir hasta getirilmiştir. Meslektaşlarımız baktığı hastayı tedaviye ara vererek yeni gelen hastaya bakmış, kısa bir değerlendirme sonucunda hastanın hayati tehlikesinin olmadığı kanaatine varmış, yeni gelen hastayı muayene masası üzerine aldıktan sonra hasta sahiplerini, hastalarının ciddi bir problemi olmadığını, elindeki hastanın işini bitirdikten sonra kendi hastalarıyla ilgileneceği konusunda bilgilendirmiştir. Buna karşılık yeni gelen hastanın babası, hekim arkadaşımıza karşı tavır koymuş ve saldırı teşebbüsünde bulunmuş, güvenlik görevlileri araya girerek hastanın babasını uzaklaştırmıştır. Daha sonra meslektaşımız, işlemi yarıda kalan ateşli hastasına dönmüş ve o hastanın işlemlerini yaparken sonradan gelen hastanın annesi tarafından yumrukla darp edilmiş ve kendine atılan yumruklardan birisi sağ gözüne gelmiş, arkadaşımız tedavi altına alınmıştır'' dedi.
Bütün Hastalar Acildi
Hasta yakınları tarafından darp edildiğini ve cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunduğunu anlatan Doktor Ayşe Fahriye Genç ise, ''Bütün hastalar acildi. ''Önümdeki hastayla ilgileneyim, sizinle de ilgilenirim'' dedim. Arkamı dönmemle kadının saldırısına uğradım. ''Benim çocuğum burdayken, sen neden diğer çocuklara bakıyorsun?'' diye saldırdı ve gözüme yumruk attı, sırtıma yumruk attı. Vatandaşlar ve güvenlik görevlileri geldi. Hasta yakınlarını alıp *ürdüler. Bu her gün yaşadığımız olay ama bu bardağı
taşırdı artık'' diye konuştu. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:41 pm | |
| SAĞLIK BAKANI AKDAĞ, YÖK BAŞKANI ÖZCANI ZİYARET ETTİ
Sağlık Bakanı Akdağ’ın Tıp fakültelerinin kontenjanlarını arttıralım önerisine YÖK Başkanı Özcan olumlu yanıt verdi. Buna göre doktor açığının kapatılması için Sağlık Bakanlığı ve YÖK işbirliği yapacak.
Sağlık Bakanı Recep Akdağ''ın, Türkiye''de doktor açığının kapatılması için tıp fakültelerinin kontenjanlarının artırılması önerisine YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan''dan olumlu yanıt geldi. Bakanlık ve YÖK''ten oluşturulacak ortak bir çalışma grubu, konu hakkında teknik çalışmalar yapacak. Bakan Akdağ, ''Tıp fakültelerinin kontenjanlarının artırılması konusunda YÖK Başkanı ile prensip açısından hiçbir farklı düşüncemiz yok'' dedi.
Yeni tıp fakültelerinin kurulması ve mevcut tıp fakültelerinin de kontenjanlarının artırılması konusunda dönemin YÖK Başkanı Erdoğan Teziç''ten defalarca randevu talep etmesine rağmen olumlu cevap alamayan Bakan Akdağ, bugün görüştüğü YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan ile bu konuları masaya yatırdı. Özcan''a ''hayırlı olsun'' ziyaretinde bulunan Bakan Akdağ, yaklaşık 2 saat süren görüşmede YÖK Başkanı ile paylaşmak istediği konuları da aktarma imkanı buldu. Ziyaret sonunda açıklama yapan Bakan Akdağ, Sağlık Yayıncılık
kendisini kabul ederek sorunları paylaşma imkanı veren Özcan''a teşekkür etti. Özcan''a hayırlı olsun ziyaretinde bulunduğunu anlatan Akdağ, bunun yanı sıra birlikte gerçekleştirebilecekleri çalışmaları da konuştuklarını kaydetti.
Akdağ: “Bundan sonra daha sık görüşeceğiz”
Uzun süredir Türkiye doktor yetersizliği konusunu dile getirdiklerini hatırlatan Akdağ, ''Bugünkü ziyarette birlikte neler yapabileceğimizi konuştuk. Bakanlığımıza bağlı Sağlık Eğitimi Genel Müdürlüğü ile YÖK''ten ekipler birlikte teknik çalışma yapacaklar. İnsan kaynaklarımızı sayısal anlamda da geliştirmek zorundayız. Kalite açısından hamdolsun bir sorun yok. Üniversitelerimizde çok değerli doktorlarımız, hemşireler yetişiyorlar. Bunu sayısal anlamda da geliştirmek için ortak çalışmalar yapacağız'' diye
konuştu. Görüşmede, sağlık alanında insan haklarını da yeniden gözden geçirmeye karar verdiklerini ifade eden Akdağ, şöyle devam etti:
''Biz 2 yıldır bu hususta ciddi bir çalışma yapıyoruz. Devlet Planlama Teşkilatı ile çok önemli çalışmalar yaptık. YÖK ile de bu çalışmaları gerçekleştireceğiz. Sonuçta insan kaynağını üniversiteler yetiştiriyor ve kalkınma planları doğrultusunda ülkeye hizmet ediliyor. Dolayısıyla hangi alanda daha fazla insan yetiştirmek lazım, yeni alanlar neler olabilir? Bunların geniş bir şekilde ele alınması gerekiyor. Gördük ki değerli YÖK Başkanımız bu konulara büyük kıymet veriyor. Ülkemizin geleceği açısından
benim için mutluluk verici bir görüşme oldu. Bundan sonra daha sık görüşeceğiz. Arkadaşlarımız teknik çalışmaları yapacaklar, biz de YÖK Başkanı ile tıp fakültelerimiz ve üniversitelerdeki diğer sağlıkla ilgili alanlar açısından bir araya gelerek işlerimizi birlikte geliştireceğiz.''
Tıp Fakültelerinin Kontenjanlarının Nasıl Artırılabileceğini Görüşeceğiz
Akdağ, görüşmede, YÖK Başkanı''ndan yeni tıp fakülteleri açılmasını isteyip istemediğinin sorulması üzerine, ''Türkiye''de tıp fakülteleri yeterince açıldı. Son dönemde 20''ye yakın üniversite kurduk ve bunların önemli bir bölümünde tıp fakülteleri kuruldu. Aslında önemli olan bu tıp fakültelerinin canlandırılmasıdır. Yeni tıp fakülteleri kadar on yıllardır Türkiye''de hizmet veren tıp fakültelerinin kontenjanlarının nasıl artırılabileceğini görüşeceğiz'' cevabını verdi.
Akdağ, devlet hastanelerini tıp fakülteleri ile birlikte kullanmaya hazır olduklarını ifade ederek, özellikle yeni kurulan üniversiteler açısından bu ortaklığın çok önemli olduğunun altını çizdi. Akdağ, ''Batılı ülkelerde, Avrupa ve ABD''de bununla ilgili yaygın örnekler var. Bir tıp fakültesinin kendi hastaneleri olmayabilir, ama bir devlet ya da vakıf hastanesiyle ortak çalışma yapıyorlar. Diyelim ki nüfusu 200 bin olan bir şehirde yeni bir üniversite ve tıp fakültesi kuruyoruz. Bu şehirde devlet hastanesi var. Bunun yanında bir de üniversite hastanesi yaparsak 200 bin nüfus içinde bu kez iki hastanede yeterince hastane bulamaz. Üniversite hastanesi öğrencilerine, asistanlarına eğitim verecek hastaları bulamaz ve sonuçta atıl kapasitede çalışır. Kurumların bir araya gelmesi Türkiye''de çok kolay değil. Teknik çalışmalarla bunu sağlayabiliriz'' ifadelerini kullandı.
''Tıp fakültelerinin kontenjanlarının artırılması konusunda YÖK Başkanı ile prensip açısından hiç bir farklı düşüncemiz yok'' diyen Sağlık Bakanı Akdağ, ''Kuşkusuz üniversiteler tek tek bu konu üzerinde çalışılmalıdır. Geriye hiç dönmek istemiyorum ama geçmişte şöyle bir sorun yaşıyorduk, bir araya gelip birlikte üretme şansı olmadı. Birlikte çalışıldıktan sonra bunların hepsini başarmak mümkün. Şimdi bu kararlılığı ve yakınlığı görüyoruz. Bu açıdan ben başaracağımıza inanıyorum'' şeklinde konuştu.
YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan ise görüşmede Bakan Akdağ ile hangi alanlarda işbirliği yapabileceklerini ele aldıklarını belirterek, ''Daha sonuç alamadık, inşallah sonuçlar geldikçe birlikte tartışır, konuşuruz'' diye konuştu.
Görüşme ve açıklamalar sonunda YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, Bakan Akdağ''ı kapıya kadar uğurladı. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:42 pm | |
| Stresin en iyi ilacı
Yapılan araştırma sonuçlarına göre, günlük bir bardak siyah çayın, stresle başa çıkmak için birebir olduğu belirlendi.
Bilim adamlarının son yaptığı araştırmaya göre siyah çay, vücuttaki stres hormonları seviyesinde doğrudan etki yapıyor. Psychopharmacology isimli sağlık dergisinde yayınlanan sonuçlar, siyah çay içenlerin stresten çok daha çabuk arınabildiğini ortaya koydu.
İngiltere de bulunan University College London da yapılan araştırmalar sonucu, siyah çayın insanlar üzerinde anti-stres etkisi bulunduğu bildirildi. Bilim adamlarının yaptığı incelemelere göre siyah çay, vücuttaki stres hormonlarının seviyesi üzerinde doğrudan etki gösteriyor.
Araştırmaya katılanlar içinde, 6 hafta boyunca günde 4 kez çay içenlerin kanlarında bulunan cortisol isimli stres hormonu seviyelerinin, stresli geçen etkinliklerin ardından ölçüldüğü ve oldukça stres hormonunun beklenenin daha altında olduğu görüldü.
Araştırmanın uygulandığı deneklerin normal yaşamlarında düzenli olarak çay içme alışkanlığı bulunanlar arasından seçildi. İlk aşamada bütün denekler çay içme alışkanlıklarına bir süre ara verdi. Araştırma kapsamında denekler iki gruba ayrılarak, bir gruba normal siyah çay verilmeye devam edilirken, diğer gruba siyah renkli olan, tadı da çay ile benzer olan ancak siyah çaydan farklı bir bitki çayı verildi.
Her iki grubun da, stresli oldukları durumlardaki, cortisol, kalp atışı ve kan basıncı değerleri ölçüldü. Daha sonra deneklere 3 farklı sorun meydana getirilerek, her bir denek kamera karşısında, içinde bulundukları durum nedeni ile tartıştı. Yaşanılan sorun sonucunda, stres hormonu, tansiyon ve kalp atışı değerleri yeniden ölçüldü.
Her iki grubun stres seviyeleri benzer çıkmasına rağmen, 50 dakika sonunda, normal çay içen grubun stres seviyesi yüzde 47 oranında düşerken, sahte çay verilen grubun stres seviyesi en fazla yüzde 27 oranında düşebildi. Çay içenlerin, yaşadıkları sorunların ardından daha hızlı ve kolayca rahatlayabildikleri ortaya çıktı.
ÇAY İÇENLERDE KALP KRİZİ RİSKİ DAHA AZ
Araştırmanın bir diğer sonucuna göre ise, çay içenler, içmeyenlere göre daha az kan pıhtılaşmasına bağlı gelişen kalp krizi geçirme riski taşıyor. University College London Halk sağlığı ve Salgınlar bölümü Profesörü Andrew Steptoe, halk arasında, çay içmenin, günlük yaşamdaki stresli durumlarda rahatlatıcı olduğuna inanıldığını, ancak şimdiye dek ilk kez bunun bilimsel bir araştırma ile test edildiğini söyledi.
Deneklerin hiç birinin içtikleri çayın gerçek çay olup olmadığını bilmediklerini de söyleyen Profesör Steptoe, çayın içindeki hangi maddenin rahatlamaya ve stresi yenmeye neden olduğunun bilinmediğini sözlerine ekledi.
Andrew Steptoe, ayrıca, çayın içinde birçok farklı maddenin bulunduğu ve bu maddelerden catechin, polyphenol, flavonoid ve amino asitlerin beyindeki vericileri etkilediğinin daha önceki araştırma sonuçlarından ortaya çıktığını, ancak bu araştırma ile bu farklılığın nedenlerine ilişkin bir şey söylenemeyeceğini belirtti.
"Bizim araştırmamız, siyah çay içmenin, günlük yaşamdaki stresten kurtulmak ve çok daha hızlı rahatlamakta etken olduğunu ortaya çıkardı, bununla birlikte, çay içmek, stres hormonunu normale indirirken çok etkili." diyen Steptoe, bu araştırma sonuçlarının sağlık için çok büyük bir bilgi olduğunu, stres seviyesinin yavaş yavaş normale dönmesinin kronik rahatsızlıklara ve koroner kalp hastalıklarına yolaçtığını söyledi. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:42 pm | |
| Mikrobun da faydalısı var
Bitki, hayvan ya da büyük pekçok organizmanın gen dizilimini hatta tarih öncesi canlıların kopyalarını elde etmeye çalışan genetik bilimciler, bu kez dikkatleri ihmal edilen insanların kendi bedenindeki mikroplara çevirdiler.
Normal bir insanın bağırsağında 500 ayrı tür mikrop yaşadığını belirleyen uzmanlar, bir o kadar da ağızda ve vajinada yuvalanan mikropların organizma için bir çok yararı olduğunu tespit ettiler.
Tübitak'ın Bilim Teknik Dergisi'nde yer alan bir araştırmada, insan vücudunu mesken edinmiş bakteri ve virüslerin, yaşam için çok önemli olduğu vurgulandı. Bağırsaklardaki mikropların hem hazmı kolaylaştırdığı, hem de daha zararlı organizmaları vücudun dışına attığı ifade edildi. Ancak insan vücudundaki mikropları laboratuvarda çoğaltmak mümkün olmadığı için özelliklerinin fazla bilinmediği kaydedildi.
ABD'de bulunan Genomik Araştırmalar Enstitüsü ile Stanfort Üniversitesi'nden bilimadamları, vücuttaki boşluklardan alınan sıvıları doğrudan, daha önce insan genom projesinde yararlanılan dizgeleme makinelerine atmayı planlıyorlar. Makinelerden sağlanacak verilerin, hangi organizmaların insan vücudunun neresinde yaşadığının bilinmesine ışık tutacağı ifade ediliyor. Araştırmacılar işe diş ve dişetlerinde oluşan bakteri plaklarından bir örnekle başladılar. Araştırmacılara göre, elde edilen dizilimlerin yüzde 40'tan fazlasına şimdiye kadar hiçbir yerde rastlanmadı. Bunların, bilinen bakterilerdeki yeni genler ya da tümüyle yeni türlere ait oldukları düşünülüyor. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:42 pm | |
| Erkeklerde yüzde 10, kısırlık teşhisi konulan erkeklerde ise yüzde 38 oranında görülen bu sorun nedeniyle çocuk sahibi olunamadığını belirtiyor.
Testise giden damarların genişlemesi ile oluşan hastalığa 'varikosel’ deniliyor. Aynı sorun bacaklarda görüldüğünde ise varis olarak tanımlanıyor. International Hospital’dan Üroloji Uzmanı Prof. Dr. Bülent Alagöl, erkeklerde yüzde 10, kısırlık teşhisi konulan erkeklerde ise yüzde 38 oranında görülen bu sorun nedeniyle çocuk sahibi olunamadığını belirtiyor. Çünkü varikosel, kısırlığın en önemli nedenleri arasında yer alıyor.
Testisin sol tarafı küçülüyor Varikoselin yüzde 98 oranında testisin sol tarafında görüldüğünü ve buradaki damarların genişlemesi sonucunda bir süre sonra testisin küçüldüğünü anlatan Prof. Bülent Alagöl şöyle konuştu: “En çok sol tarafta görülmesinin sebebi, testisin sol tarafındaki damarlarda kapakçıkların anatomik olarak yetersiz olmasıdır. Genel olarak kabul edilen görüşe göre, sol taraftaki bir takım anatomik özellikler, toplar damarlarda basıncın artmasına neden oluyor. Ayrıca damarların kapakçık mekanizmalarının bozulmasına ve testis toplar damarlarında anormal bir damar genişlemesine yol açıyor.”
Sol taraftaki damar sağa göre daha uzun Hastalığın her iki tarafta görülme oranı yüzde 2. Hastalık yüzünden testisin boyutu küçülüyor. Skrotum denilen torbalarda ısının artmasıyla birlikte, testisteki ısı farkı yaklaşık bir derece yükseliyor. Bu da kısırlığa yol açıyor.
Sperm sayısını azaltıyor! Varikosel aynı zamanda sperm sayısının da azalmasına neden oluyor. Damarların genişlemesiyle birlikte spermlerin hareket oranı ve sayısı azalıyor. Kan akımının ters etkisi nedeniyle böbrek üstü bezinden testislere gelen hormonlar nedeniyle testis damarları büzülüyor. Bu da testislerin kötü etkilenmesine neden oluyor. Hastalığın genetik sebebinin olmadığı düşünülüyor. Günün çoğunu ayakta çalışarak geçirenlerde sık görülüyor. Doktor, kuaför, kasap gibi meslek gruplarında hastalığın sık görüldüğünü belirten Prof. Alagöl, hastalığın belirtilerini şöyle sıralıyor:
- Testiste ağrı ortaya çıkması - Testisin boyutunda küçülme - Dokunulduğunda ele damarların gelmesi
Bu belirtiler varsa, varikosel tanısı konuluyor. Varikosel tanısında en önemli yeri hiç kuşkusuz usulüne uygun olarak yapılan fizik muayene almaktadır. Özellikle sıcak ve rahat bir ortamda hastayı hem ayakta hem de valsalva manevrası (öksürterek, ıkındırarak) yaptırarak muayene etmek önemlidir. Soğuk bir muayene odası skrotumda (torbalarda) kalınlaşmaya neden olacağından yanlış teşhislere neden olabilir. Büyük varikoseller çıplak gözle ciltte gözlenebilir, orta derecede varikoseller kolaylıkla ele gelir, küçük varikoseller ise karın içi basıncı artırılarak ancak tespit edilir. Küçük varikoselli olguların dahi spermi bozup kısırlığa yol açabileceği unutulmamalıdır. Çok ilerlemişse fizik muayeneyle kolaylıkla anlaşılabilir. Bu hastalara sperm testi yapılır, renkli doppler ultrasonografi ile damarların durumuna bakılır.
Varikoselin tedavisinin cerrahi ile yapıldığına değinen Prof. Bülent Alagöl, “ Mikroskopik Varikoselektomi” yöntemini kullandıklarını söylüyor. Bu işlemde testiste büyüyen damarlar bağlanıp kesiliyor. Aksi takdirde atar damarların bağlanmasıyla ve lenf damarlarının zedelenmesiyle lenf drenajı bozuluyor. Ameliyat sırasında toplardamar ve atardamarlar ayrılıyor. Lenf damarlarının bağlanması sonucunda testiste su birikebiliyor. Bunları önlemek için de mikroskobik gözlük kullanılıyor.
Ameliyat sonrası sperm kalitesinin geri dönmesi bekleniyor. Sperm kalitesi yaklaşık üç ayda geri dönüyor. Bir spermin olgun hale gelmesi yaklaşık üç ay sürüyor. Ameliyat edilen vakaların yüzde 50-70’sinde sperm kalitesinde düzelme olduğunu belirten Prof. Alagöl, “Hastaların geri kalan kısmında dönüşümü olmayan hasar oluşabiliyor. Bu nedenle erken tanı çok önemli, sperm kalitesi ve hareketliliğinin bozulmasını beklemeden cerrahi işlemi yapmak lazım” diyor. Ameliyattan sonra hastaların iki-üç hafta boyunca ağır kaldırmaması isteniyor. Varikosel ameliyatının hastanede genellikle yatış gerektirmediğine değinen Prof. Alagöl, “Hastalara boxer çamaşır yerine daha toplayıcı bir iç çamaşarı yani slip tarzı çamaşır giymelerini öneriyoruz” diye konuştu. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:42 pm | |
| Rahim Ağzı (Serviks) Kanseri ve Aşısı Tüm dünyada rahim ağzı kanseri kadınlarda görülen en yaygın ikinci kanser türüdür. Kadınlarda kanserden kaynaklı ölümlerde ikinci sırada yer alır.Tüm rahim ağzı kanseri vakalarının yaklaşık yüzde 80'i gelişmekte olan ülkelerde meydana gelmektedir. Küresel olarak, her yıl yaklaşık 500.000 kadına tanı koyulmakta ve 300.000 kadın bu hastalık nedeniyle hayatını kaybetmektedir.
Rahim ağzı kanseri, uterusun (rahim) üst kısmı ile vajinayı birbirine bağlayan konik biçimli serviks (rahim ağzı) bölgesinde ortaya çıkar. Rahim ağzı kanseri, HPV infeksiyonuna yanıt olarak serviks duvarında anormal hücrelerin kontrolsüz bir şekilde çoğalmaya başlamasıyla gelişmeye başlar. Anormal servikal hücreler bir araya gelerek tümör adı verilen bir kitle oluşturabilir. Benign (iyi huylu) tümörler yayılmaz ve genelde zararsızdır. Malign (kötü huylu) tümörler ise bulundukları yerden yayılarak hayati tehlike oluşturan kansere dönüşürler. Rahim ağzı kanseri servikal kanser veya serviks kanseri olarak da bilinir. Hemen hemen tüm rahim ağzı kanserleri, human papillomavirüs (HPV) tiplerinin birinden kaynaklanır. Dünya çapında yaygın bir virüs olan HPV'nin pek çok tipi belirlenmiştir; ancak rahim ağzı kanseri vakalarının üçte ikisinden fazlasında yüksek riskli HPV tip 16 ve 18 saptanmıştır.
Bir doktor muayenehanesinde ya da bir klinikte yapılabilen basit bir test olan Pap testi (Pap smear de denir) ile anormal ya da kanseröz servikal hücreler tespit edilebilir. Pap testi, servikal değişimleri kansere dönüşmeden önce tespit edebilmektedir, 1950'lerde yaygın şekilde kullanılmaya başlamasıyla rahim ağzı kanserinden kaynaklanan ölümlerin belirgin şekilde azalmasını sağlayan güvenilir bir testtir. 1950 -1970 yılları arasında ABD'de rahim ağzı kanserinden kaynaklanan ölümler yüzde 70 oranında azalmıştır.
Ancak bu oran zaman içinde yetersiz görüldüğünden rahim ağzı kanserini ve genital siğilleri önleyecek aşıyı geliştirmek amacıyla 1990'lı yılların başından itibaren çalışmalara başladı. Yaklaşık 15 yıl süren araştırmaların sonunda bu aşı, HPV tip 6,11,16 ve 18'in neden olduğu rahim ağzı kanserini ve genital siğilleri önleyen ilk ve tek aşı olarak onaylandı. Klinik çalışmalar, bu aşının, önceden ilgili HPV tiplerine maruz kalmayan kadınlarda HPV 16 ve 18'e bağlı rahim ağzı kanserinin % 100'ünü önlediğini kanıtlamıştır.
Bu yeni aşı, ABD ve Avrupa'ya ek olarak Meksika, Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda ve Brezilya gibi dünyada birçok ülkede onaylanmıştır. Türkiye'de de ruhsat için başvuru yapılmış ve ruhsat onayı 15.Ocak.2007 tarihinde TC Sağlık Bakanlığı tarafından verilmiştir.
Aşının uygulanması çok basit olup koldan enjeksiyon şeklindedir. 0, 2 ve 6. ay şemasına göre uygulanmaktadır. İlk üretiminde 9-26 arası yaş grubunu hedeflemekte iken yeni yapılan çalışmalar doğrultusunda 45 yaşına kadar uygulanabilmektedir. Şu anda bazı özel sigorta kurumları harici herhangi bir sağlık güvence kurumu tarafından ödenmemektedir. Ancak aşının önümüzdeki 10 yıl içinde sağlık bakanlığının hazırlamış olduğu aşı takvimine girmesi bekleniyor. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:42 pm | |
| Şişmanlık da zayıflık da beyinde bitiyor
Beynin susuzluk, zevk, acı ve kızgınlık gibi duygularından sorumlu bölümündeki hücre bozuklukları aşırı şişmanlığın sorumlusu olarak gösteriliyor.
Yapılan bir araştırma, aşırı kilo alma eğilimi gösteren farelerin iştahı kontrol etmekte anahtar rol oynayan beyinlerinin bazı bölümlerinde, aşırı kilolu olmayan farelerinkine göre anormallikler olduğunu gösterdi.
Aşırı kilolu farelerde beynin açlık, susuzluk, zevk, acı ve kızgınlık gibi duyguların işlevlerinden sorumlu olan bölümü hipotalamustaki bir grup hücrede bozukluklar olduğunu gören bilim adamları, bu bozuklukların aşırı kilolu farelerin beyninin, açlık hissini ortadan kaldıran ve vücuttaki yağları düzenleyen leptin hormonuna daha az tepki vermesine neden olduğunu belirttiler.
Güney Kaliforniya Üniversitesi’nden Sebastien Bouret ve ekibi, bu hayvanların sinirsel gelişimindeki farklılıkların doğumun ilk haftasından itibaren gözlenebileceğini belirtti.
Bu araştırmanın sonuçlarının aşırı kilonun hayatın ilk evresinden itibaren beyinde önceden programlanabileceğini gösterdiğini söyleyen Bouret, beynin gelişiminin başındaki kritik dönemde bu anormallikleri düzeltebilecek tedavilerin bulunabileceğini ifade etti.
Araştırma Cell Metabolism adlı derginin Şubat sayısında yer alıyor | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:43 pm | |
| Sebze-meyve ömrünüzü 14 yıl uzatır!
İngiltere'de yapılan yeni bir araştırma, sağlıklı yaşamanın ömrü 14 yıl uzatabileceğini ortaya koydu.
Cambridge Üniversitesi ve Norfolk'taki Tıp Araştırma Konseyi tarafından 1993 ile 2006 yılları arasında 45 ile 79 yaş arasındaki 20 bin kişi üzerinde yapılan araştırmaya göre, spor yapmak, fazla alkol tüketmemek, yeterli sebze-meyve yemek ve sigara içmemek ömrü 14 yıl uzatabiliyor. Kişilerin kilolarına ve sosyal sınıflarına bakılmaksızın yapılan araştırmada, birçok kişinin, hayatında yapacağı basit değişikliklerle ömrünü uzatabileceğine dikkat çekiliyor. Buna göre ömrü uzatmak için hiç sigara içmemek, haftada yarım kadeh ile 7 kadeh arasında şaraptan fazla içmemek, her gün meyve-sebze tüketmek ve hareketsiz kalmamak gerekiyor. Uzmanlar, hareketsiz kalmamayı da ya günde yarım saat spor yapmak ya da koşuşturma gerektiren bir iş sahibi olmak şeklinde tanımlıyor. Araştırmayı yürüten ekibin lideri profesör Kay-Tee Khaw, yaptığı açıklamada, "herkesin sigara içmemek ve spor yapmak gibi önlemlerin uzun ömre katkısının olduğunu bildiğini, ancak ilk kez bu kriterlerin birlikte ele alındığını" ifade etti. Bu araştırmada, sosyal sınıfın ve vücut kütlesinin rol oynamadığını bulduklarını da belirten profesör, birçok kişinin basit değişikliklerle sağlıklı yaşamın faydalarını görebileceğini söyledi.
| |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:43 pm | |
| Hipertansiyon - Yüksek tansiyon
Kan Basıncı Nedir? Kan Basıncı yani tansiyon, damar yatağındaki kanın akım sırasında damar duvarlarına yaptığı basınçtır. Kalp tarafından pompalanan kan miktarı ve damarların bu akıma karşı oluşturduğu dirence bağlıdır.
Sistolik ve Diastolik Kan Basıncı Nedir? Kalbin her kasılmasında içindeki kan atardamarlara pompalanır. Bu durum atardamarlar içerisindeki basıncı yükseltir. Kalp atımları arasında ise bu basınç azalır. Bu durum kan basıncının iki ayrı değer ile belirtilmesinin sebebidir (örneğin 130/70 mm Hg).
Hipertansiyon Nedir? Kan basıncının, ısrarlı olarak 140/90 mmHg veya daha yüksek olarak sebat etmesine hipertansiyon denir.
Hipertansiyonun Sebebi Nedir? Yüksek kan basıncının muhtelif sebepleri vardır. Ancak çoğu zaman sebep bilinmemektedir. Bu durum “esansiyel hipertansiyon” ya da “primer hipertansiyon” olarak adlandırılır. Ancak hipertansiyon bazan, hastada mevcut olan böbrek hastalığı, böbrek damarlarının hastalığı, hormonal bozukluklar gibi başka bir hastalığa ya da ilaçlara da bağlı olabilir. Böyle bir durumda ortaya çıkan hipertansiyon ise “sekonder hipertansiyon” olarak adlandırılır.
Hipertansiyonun Önemi Nedir? Hipertansiyon, günümüzde dünyadaki en önemli sağlık sorunlarından birisidir. Hipertansiyon başağrısı , başdönmesi gibi bir takım yakınmalara yol açabildiği gibi, hiçbir şikayete yol açmadan da ortaya çıkabilir. Hipertansiyon, herhangi bir şikayete yol açmasa da uzun vadede felç, kalp hastalıkları ve kalp yetmezliği ile böbrek hastalıklarının en önemli sebeplerindendir ve yalnızca kan basıncı ölçümü ile teşhis edilir. Bu da düzenli kan basıncı ölçümünün neden bu kadar önemli olduğunu gösterir. Farkına varıldığı takdirde kan basıncı yüksekliği sıklıkla kontrol edilebilir. Beslenme alışkanlıklarındaki değişiklikler ve egzersiz sıklıkla kan basıncını düşürür. Bunun yanı sıra, doktor önerisi ile çeşitli tansiyon ilaçları kullanılarak kan basıncı kontrol altına alınabilir. Hipertansiyonu olan hastaların yaklaşık üçte biri hastalığının farkında değildir. Tanı konmuş ve tedavi uygulanmakta olan hastalarınsa sadece %40’ının kan basınçları kontrol altındadır. Benzer orandaki hasta yetersiz tedavi almakta ve kalanları ise hiç tedavi almamaktadırlar. Kan basıncının kontrol altına alınması, kalp hastalıkları ve inme gibi serebrovaskuler hastalıklar nedeni ile olan ölümleri azaltmakta, böbrek yetmezliğinin ilerlemesini yavaşlatmakta ve hipertansiyonun daha da şiddetlenmesini önlemektedir.
Hipertansiyona Eşlik Eden Risk Faktörleri Nelerdir? Eğer siz kan basıncı 140/90 mmHg’nın üzerinde olan bir erişkin iseniz, dünyadaki pek çok hipertansif hasta ile ortak özellikleriniz olabilir. Bunlar; yüksek kalorili, yağ ve kolesterolden zengin gıdalar ile beslenme, önerilenin üzerinde kiloya sahip olma, sedanter hayat sürme, egzersiz yapmama veya çok az yapma gibi özelliklerdir. Ayrıca sigara içiyor iseniz risk daha da belirgin olarak artmaktadır. Bu durumlarda, yaşam biçimi değişiklikleri büyük oranda kan basıncı kontrolüne yardımcı olacaktır.
Kan Basıncı Nasıl Düşürülür?
Yaşam biçimi değişiklikleri
Zayıflama: Şişman bireylerde kan basıncı yüksekliği daha fazladır ve zayıflama programları hem kan basıncında düşme sağlamakta hem de kan basıncını düşürmek amacıyla kullanılan ilaçların etkinliğini artırmaktadır. Sağlıklı bir vücut ağırlığına sahip olma yeterli ve dengeli beslenme ile mümkündür. Gıdalar meyve ve sebzeden zengin, yağlardan, özellikle de doymuş yağlardan fakir olmalıdır. Gıdaların tuz içeriği az olmalı ve bunlara ek olarak yeterli fiziksel aktivite yapılması da gereklidir. Alkol eğer alınıyorsa aşırı olmamalıdır. Sigaranın Bırakılması: Sigara içimi kan basıncında belirgin yükselmeye yol açmaktadır. Bunun yanısıra sigara içildiğinde kan basıncını düşürmek amacıyla kullanılan ilaçların etkinliği de azalmaktadır. Sigara içimi bırakıldığında ilk günden itibaren kan basıncı daha rahat kontrol altına alınmaya başlayacaktır. Egzersiz: Düzenli fiziksel aktivite başta kalp sağlığı olmak üzere sağlıklı bir vücut için zorunludur. Fizik aktivite HDL “iyi” kolesterolu artırmakta, kan basıncını ve kandaki yağ miktarını düşürmektedir. Tüm bunlar kalp hastalıklarına yakalanma riskini de azaltmaktadır. Düzenli aktivite bunların yanısıra stresi azaltır, daha sağlıklı uyku düzeni sağlar Stres: Stres kan basıncını belirgin olarak artırabilir. Stresin kontrol altına alınması kan basıncı kontrolünü kolaylaştırır.
İlaç tedavisi: Eğer yaşam biçimi değişiklikleri ile kan basıncı kontrol altına alınamıyorsa ilaç tedavisi kullanılır. Ancak, kan basıncı ilaç yardımı ile kontrol altına alınmaya çalışırken de yaşam biçimi değişikliklerinin sürdürülmesi tedavinin daha az ilaçla yapılmasına yardımcı olur. Eğer ilaç tedavisi uygulanıyor ise ilaçların yan etkileri ve uygun kullanımları konusunda dikkatli olmak gerekir. Hipertansiyon tedavisinde kullanılan ilaç gruplarının özellikleri aşağıda özetlenmiştir: İdrar söktürücüler (diüretikler): Vücuttaki aşırı tuz ve suyun idrar aracılığı ile atılmasını sağlarlar. Kısa vadede vücuttaki sıvı miktarını azaltarak, uzun dönemde ise damar direncini azaltarak kan basıncının düşmesine yol açarlar Beta blokerler: Kalp ve kan damarlarının sinirler aracılığı ile uyarılmasını azaltırlar. Sonuçta kan basıncı düşer ve kalp daha az bir iş yükü ile çalışır. ACE inhibitörleri: Böbrekte yapılan ve kan damarlarını daraltıp, kan basıncında yükselmeye yol açan bir hormonun etki göstermesini engellerler. Kalsiyum Kanal Blokerleri: Kalsiyumun kalpteki ve kan damarlarındaki kas hücrelerine girişini engellerler. Bu durumda damarlar gevşer.
Kan Basıncının İzlemi
Kan Basıncının Ölçümü: Kan basıncı ölçülmeden önce kolu sıkan kıyafet varsa çıkarılmalıdır. Hasta en az 5 dakika dinlenilmiş olmalıdır. Ölçüm öncesi kahve ve sigara içimi kan basıncını yükseltebilir. Kişi oturur pozisyonda olmalı, kan basıncı ölçümü yapılırken kol kalp hizasında tutulmalı ve aşağıdan desteklenerek kolun gergin olmaması sağlanmalıdır. En az iki dakika ara ile iki ya da daha fazla ölçüm yapılmalı ve ortalaması alınmalıdır. Kol tansiyon aletinin manşonu ile sarıldıktan sonra manşon şişirilmelidir. Daha sonra manşon sarılı kolun dirsek bölgesinin iç yüzüne dinleme aleti (steteskop) konarak akıma ait bir ses duyulmadığından emin olunmalıdır. Ardından saniyede yaklaşık 3 mmHg olacak şekilde manşonun havası yavaş olarak indirilmeye başlanmalıdır. Bu esnada kalp atımının ilk duyulduğu yer büyük tansiyon yani sistolik kan basıncı değerini gösterir. Manşon indirilmeye devam edilir. Atımların artık duyulamaz hale geldiği düzey ise küçük tansiyon, yani diastolik kan basıncı değerini gösterir.
Doktorun değerlendirmesi
Öykü ve Fizik Muayene: Doktor hastanın şikayetlerini dinleyip muayene ederek, hipertansiyonun süresini, şiddetini, vücutta ortaya çıkarabileceği olumsuzlukları, varsa daha önceden uygulanan tedavilerin sonuçlarını saptayarak, bazı laboratuvar incelemeleri yapılmasını ister. Laboratuvar Değerlendirmesi: Laboratuvar testlerinin amacı yüksek kan basıncının sebebine yönelik değerlendirmeler yapmak ve bunun yanı sıra yüksek kan basıncının yol açmış olabileceği olumsuz sonuçların bulunup bulunmadığını açığa çıkarmak ve ek olarak kalp hastalıkları için bilinen önemli risk faktörlerinin olup olmadığını araştırmaktır. Her hipertansiyonlu hastada mutlaka tam kan sayımı, tam idrar tetkiki, açlık kan şekeri, böbrek fonksiyon testleri, serum elektrolitleri, serum kolesterol ve trigliserid ölçümü yapılmalıdır. EKG: Bu test de, hipertansiyonun varsa kalp üzerindeki olumsuz etkilerini araştırmak amacı ile rutin olarak yapılır. Kalpte bir büyüme olup olmadığı ve kalbi besleyen damarlarda (koroner damarlar) darlık veya tıkanıklık nedeni ile kalbin beslenmesinde bir bozukluk olup olmadığını gösterir. Her zaman yeterli bilgi vermeyebilir. Bu durumda ekokardiyografi adlı incelemeden yararlanılır. Kalp röntgeni (Telekardiyografi): Kan basıncının uzun vadede kalp büyümesine yol açıp açmadığının değerlendirilmesinde kullanılır. Bu filmde kalpte büyüklük saptanması hastalığın şiddetli olduğunun bir göstergesidir.
Hipertansiyonda Ek Risk Faktörleri
Risk Faktörleri: Hipertansiyona eşlik edebilen bir kısmı kontrol edilebilen, ancak bir kısmı da kontrol edilemeyen çeşitli risk faktörleri tanımlanmıştır. Kontrol edilebilir risk faktörleri: Ağırlık: Aşırı kilo kan basıncı yüksekliğinde rol oynayan önemli faktörlerden biridir. Fazla kiloların verilmesi yüksek kan basıncının kontrol altına alınmasında önemli adımlardan birisidir. Sigara içimi: Her sigara içimi kan basıncını yükseltir. Nikotin kan damarlarında daralmaya yol açar ve kan akımını güçleştirir. Sigara içimi aynı zamanda koroner kalp hastalıkları riskini de artırmaktadır. Aktivite: Yetersiz aktivite kalp ve damar hastalıklarının sağlığı için olumsuz bir faktördür. Egzersiz kalp akciğer ve kasları güçlendirir, stresi azaltır ve kan basıncını düşürülmesine yardımcı olur. Beslenme: Yağ ve kolesterolden zengin beslenme yüksek kan basıncı riskini artırır. Stres: Stres kan basıncında yükselmeye yol açar. Sinirli yapıdaki kişilerde yüksek kan basıncı sıklığı daha fazladır. Tuz: Bazı kişiler sodyuma oldukça duyarlıdır (Sıklıkla Sodyum klorür yani tuz olarak alınır). Sodyum duyarlılığı vücut sıvılarında artışa ve bu da kan basıncında artışa yol açar. Çoğu kişi gereksiniminden fazla sodyum tüketir. Alkol: Düzenli alkol alımı özellikle fazla miktarda ise kan basıncında artışa yol açar Doğum Kontrol İlaçları: Bazı kadınlarda özellikle sigara içimi ile birlikte ise doğum kontrol ilaçları kan basıncında yükselmeye yol açabilmektedirler.
Değiştirilemeyen Risk Faktörleri: Genetik: Ailede yüksek kan basıncı varlığı yüksek risk göstergesidir. Cinsiyet: Erkeklerde risk kadınlara göre daha fazladır. Ancak kadınlarda hamilelik döneminde ve menopoz sonrası dönemde yüksek kan basıncı sıklığı artmaktadır. Yaş: 35 yaşından sonra hipertansiyon riski artmaktadır.
Gebelik ve Hipertansiyon
Kronik Hipertansiyon: Gebelikten önce yüksek kan basıncı varlığı biliniyorsa veya gebeliğin 20. haftasından önce hipertansiyon saptanmışsa bu kronik hipertansiyona işaret eder. Kan basıncı yüksekliği ilk kez gebelik sırasında tesbit edilmiş, ancak doğumdan sonra haftalar geçmesine rağmen devam ediyor ise yine “kronik hipertansiyon” varlığı sözkonusudur ve tedavi gerekir. Doktor kontrolu altında yaşam stili değişiklikleri ve gerekirse uygun ilaç kullanımı gerekebilecektir. Eğer kronik hipertansiyonu olan bir hamile hasta sözkonusu ise doktor tarafından daha yakından takibi gereklidir. Hasta eğer ilaç kullanıyorsa acilen bir iç hastalıkları ya da nefroloji uzmanı tarafından değerlendirilmelidir. Çünkü bazı tansiyon ilaçlarının gebelikte kullanımı güvenli değildir. Bebeğin gelişimi üzerinde ciddi olumsuz etkileri olabilir. Değiştirilmeleri gerekebilir. Kronik hipertansiyonu olan pek çok kişi sağlıklı bebek sahibi olabilmektedir. Bu nedenle ümitsizliğe kapılmaya gerek yoktur. Ancak “preeklampsi ve eklampsi”” ya da “gebelik zehirlenmesi” denilen rahatsızlığın gelişme riski kronik hipertansiyonu olan gebelerde daha yüksektir. Preeklampsi hem annenin hem de bebeğin yaşamını tehdit eden ciddi bir durumdur. Eğer kronik hipertansiyonu olan ve hamile kalmak isteyen bir bayan sözkonusu ise bu kişinin mümkünse bir nefroloji uzmanına eğer ulaşamıyorsa bir iç hastalıkları uzmanına başvurarak durumu ile ilgili bir değerlendirme yapılmasını isteyebilir. Doktor genel bir değerlendirmenin yanısıra ne kadar zamandır hipertansiyonu olduğunu, kan basıncı yüksekliğinin şiddetini, şeker hastalığı, böbrek hastalığı gibi başka hastalıkları olup olmadığını araştırarak içinde bulunduğu durum ve karşılaşabileceği riskler hakkında kendisini ayrıntılı olarak bilgilendirebilir.
Preeklampsi: Preeklampsi gebeliğin ikinci yarısında yüksek kan basıncı, idrarda protein varlığı ve vücutta şişlik (ödem) olması halidir. Bu belirtilerin tümü her zaman birlikte olmayabilir. Risk faktörleri: Preeklampsinin sebebi tam olarak bilinmemektedir. Ancak sıklığının arttığı bazı durumlar vardır. 1. Hipertansiyonun yanısıra böbrek yada şeker hastalığı olması 2. Önceki hamileliklerinde preeklampsi gelişmiş olması 3. Çoğul gebelik 4. Genç yaş 5. İlk gebelik 6. 40 yaşın üzerinde olmak 7. Aşırı şişmanlık Preeklampsi varlığı için dikkat edilmesi gerekenler: Gebeliğin 20. haftasından sonra: 1. Ani kilo artışı 2. Yüz ve ellerde şişme 3. Başağrısı 4. Görme bulanıklığı 5. Karın sağ üst kesiminde ağrı Tedavi: Preeklampsi hafif ise kan basıncı yüksekliği aşırı değildir. Kan basıncı yüksekliği kontrol altında tutulabilirse sağlıklı bir bebek dünyaya gelme olasılığı yüksektir. Preeklampsi daha şiddetli ise karaciğer, böbrekler ve beyini de içeren birçok yaşamsal organ olumsuz etkilenebilir. Kanın pıhtılaşma mekanizması bozulabilir ve beyinde ödem gelişebilir. Böyle bir tehdit sözkonusu ise hastanın hastanede gözlem altına alınması kan basıncı kontrolu, olası nöbetlerin önlenmesi için uygun tedavi ve bebeğin sağlık durumunun yakından takibe alınması gerekir. Bu yaklaşımlar için gelişmiş doğumevleri ve üniversite kliniklerinin donanımları gerekir. Bu durumdaki hastalar nefroloji veya iç hastalıkları uzmanları ile kadın doğum uzmanlarının birlikte takip etmesi gereken hastalardır. Preeklampsinin pek çok semptomu tıbbi tedavi ile kontrol altına alınabilir. Ancak gerçek tedavi bebeğin doğumu ile sağlanır. Bazen bebeğin prematüre (erken ) olarak doğurtulması gerekebilir | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:43 pm | |
| Anne adaylarının yüzde 16'sı depresyon yaşıyor
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Neşe Erol, anne adaylarının yüzde 16'sının depresyon yaşadığını belirterek, ''Gebe ruh sağlığı, ihmal edilmiş bir konu'' dedi.
Erol, gebelik sürecini bazı kadınların sorunsuz ve rahat geçirmesine rağmen bazı anne adaylarının bebeğin gelişimi, sağlığı, doğum anı gibi konularda çeşitli kaygılar ve korkular yaşadığını söyledi.Yapılan çalışmalarda, anne adaylarının yüzde 16.7'sinde depresyon saptandığına dikkati çeken Erol, ''Gebe ruh sağlığı, ihmal edilmiş bir konu. Benzer kaygılar yaşayan birçok anne adayı, kaygılarından kimseye söz edemiyor. Çünkü bu kaygılardan söz ettiğinde 'delirdi mi' diye düşünüleceğinden endişe ediyor'' diye konuştu.
Kaygı ve korkuların, bebek doğmadan önce eşler, hatta aile büyükleri arasında konuşulması gerektiğini vurgulayan Erol, aksi halde bebek doğduktan sonra sorunlar yaşanabileceğini belirtti.Hamilelik süreci boyunca eşler arasındaki duygu paylaşımının önemine değinen Erol, ''Çiftler kendi duygularını kendileri yaşıyorlar ancak bunları paylaşırlarsa ilişkileri kuvvetleniyor, yeni sürece adapte olmaları kolaylaşıyor'' dedi.
Yaşanan kaygı ve korkuların doğumdan sonra da devam ettiğini, annelerin ''bebeğimi yeterince doyurabiliyor muyum'', ''acaba zarar vermeden banyo yaptırabilecek miyim'', ''ben uyurken soluğu kesilirse'' gibi endişeler duyduğunu belirten Erol, şöyle konuştu: ''Bu bir geçiş dönemi ve bu dönemde anne neyi, nasıl yapamadığını çok iyi biliyor. Eleştiriye ihtiyacı yok. Hormonal durumlarından dolayı zaten kırılgan bir dönem geçiriyor. Annelerin ihtiyacı, neyi iyi yaptıklarını duymak. 'Bebeğine ne güzel bakmışsın', 'tertemiz giydiriyorsun', 'ne güzel besliyorsun' gibi sizden akan sevgi dolu, olumlu sözcükler anneden bebeğe yansıyor. Anne- bebek-baba ilişkisine katkısı oluyor. 'Ne kadar zayıf bir bebek', 'yeterince emziremiyor musun' gibi eleştiriler alan anne, bebeğe öfke duyabiliyor. Anneler loğusalık döneminde eleştiriye değil desteğe, yardıma ve güvenli bir üsse ihtiyaç duyuyor.''
Anneyi rahatlatmanın anne-bebek ilişkisi açısından önemine değinen Erol, ''Eğer anne depresyon yaşıyorsa, bebek ihtiyaçlarını belli etse de karşılık veremeyebiliyor. O zaman da bebekler, güvenli olmayan ilişkiler geliştiriyorlar'' dedi. Prof. Dr. Erol, sağlıklı nesiller yetiştirmek ve geleceğe sahip çıkmak için annelerin gebelikten itibaren güçlendirilip desteklenmesinin önemini vurguladı. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:43 pm | |
| Şişmanlık da zayıflık da beyinde bitiyor
Beynin susuzluk, zevk, acı ve kızgınlık gibi duygularından sorumlu bölümündeki hücre bozuklukları aşırı şişmanlığın sorumlusu olarak gösteriliyor.
WASHINGTON - Yapılan bir araştırma, aşırı kilo alma eğilimi gösteren farelerin iştahı kontrol etmekte anahtar rol oynayan beyinlerinin bazı bölümlerinde, aşırı kilolu olmayan farelerinkine göre anormallikler olduğunu gösterdi
Aşırı kilolu farelerde beynin açlık, susuzluk, zevk, acı ve kızgınlık gibi duyguların işlevlerinden sorumlu olan bölümü hipotalamustaki bir grup hücrede bozukluklar olduğunu gören bilim adamları, bu bozuklukların aşırı kilolu farelerin beyninin, açlık hissini ortadan kaldıran ve vücuttaki yağları düzenleyen leptin hormonuna daha az tepki vermesine neden olduğunu belirttiler.
Güney Kaliforniya Üniversitesi’nden Sebastien Bouret ve ekibi, bu hayvanların sinirsel gelişimindeki farklılıkların doğumun ilk haftasından itibaren gözlenebileceğini belirtti.
Bu araştırmanın sonuçlarının aşırı kilonun hayatın ilk evresinden itibaren beyinde önceden programlanabileceğini gösterdiğini söyleyen Bouret, beynin gelişiminin başındaki kritik dönemde bu anormallikleri düzeltebilecek tedavilerin bulunabileceğini ifade etti.
Araştırma Cell Metabolism adlı derginin Şubat sayısında yer alıyor. | |
| | | | Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |