| | Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler | |
| | |
Yazar | Mesaj |
---|
Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:53 pm | |
| Bilgisayar kullanımına bağlı olarak, gözün kendisinde ya da görme kalitesinde birtakım problemlerin meydana gelmesi, göz yorgunluğu hali olarak yorumlanmaktadır. Sıklıkla görülen belirtileri şöyle sıralanabilir: Yorgun ve ağrılı gözler, gözlerde yanma ve batma, bulanık görme, kuruluk hissi, sulanma, kaşıntı, kızarıklık, gözleri kısarak bakmak, odaklama zorluğu, çift görme, yazı karakterlerinin veya grafiklerin etrafında ışık hareleri ya da saçılmalar görmek, ışığa karşı hassasiyet, baş ağrısı, boyun, sırt ve omuz ağrısı.
Sayılan bu belirtilerden bazılarının, bilgisayar karşısında çalışırken yaşanıyor olması, bilgisayara bağlı göz yorgunluğunu işaret ediyor olabilir. Belirtilerin görülme sıklığı ve şiddeti, kişiye bağlı sebepler dışında, çalışma ortamının şekline ve kişinin alışkanlıklarına göre de değişiklikler gösterecektir. Bu bağlamda, bilgisayar kullanımının gözlerde yarattığı problemlerden ve çözüm önerilerinden bahsetmek faydalı olacaktır.
Bahsedilen yorgunluk belirtilerini kendisinde hisseden kişi ilk olarak muayenesini yaptırıp, göz sağlığı hakkında bilgi edinmelidir; çünkü bu belirtilerin en büyük nedeni gözlerdeki kırma kusurudur (gözlük veya lens takmayı gerektirecek numara bozukluğu). Miyopi, hipermetropi, astigmatizma gibi kırma kusurlarının olup olmadığı saptanarak bunların gözlük camı veya lenslerle düzeltilmesi bu konudaki ilk aşamadır. Ayrıca halen kullanılan gözlük camı veya lenslerin numaralarının yetersiz kalması da göz yorgunluğuna sebep olabilecektir. Burada, halk arasında yaygınca inanılan yanlış bir görüşe değinmek ve doğrusunu anlatmak yerinde olacaktır; bilgisayar kullanımı insanların gözlerini bozmaz. Ancak mevcut olan ve kişinin o ana kadar önemsemediği veya bilmediği bir kırma kusurunun, belirtileriyle ortaya çıkmasına aracılık eder. Çalışma koşulları çok aşırıya kaçmadıkça normal bir göz bilgisayar karşısında bozulmaz.
Yakın objelere bakarken gözlerde meydana gelen uyum değişiklikleri, tıp dilinde akomodasyon olarak adlandırılır. Uzaktaki cisimden yakın bir cisme bakıldığında, gözlerdeki birtakım küçük kaslar kasılarak, kristal lens dediğimiz göz içindeki merceğin çapını değiştirir, böylece gözler yakına uyum sağlamış olur. Farklı uzaklıktaki objelerin her an net görülebilmesi, ancak bu bahsettiğimiz akomodasyon mekanizmasının sorunsuz çalışabilmesiyle mümkündür. Mekanizmada yetersizlik oluşursa, bilgisayar monitöründeki objelere ve/veya uzaktaki cisimlere bakarken kısa veya uzun süreli geçici bir bulanık görme hali oluşur. Normal şartlarda gözler, yakından uzağa ( veya uzaktan yakına) yarım saniye içerisinde uyum sağlarlar, yani yakın objeye bakarken birden uzaktaki cismi seçmek ve onu net algılamak bu süreyi geçmemelidir. Eğer bu süre uzarsa uyum mekanizmasında yetersizlik söz konusudur. Bu durum göz yorgunluğu ve baş ağrısına yol açacaktır, tedavisinde gözlükler kullanılmaktadır.
Akomodasyon (uyum) mekanizması, 40 yaşından sonra insanlarda doğal bir süreç olarak yetersiz olmaya başlar ve 60 yaşlarında tam yetersizlik gelişir. Bu duruma presbiyopi (yaşa bağlı yakın görme bozukluğu) adı verilir. Tedavisi yakın okuma gözlüğüdür ve genellikle 35-40 cm’ lik yakın okuma mesafesine göre ayarlanarak verilir. Ancak bilgisayar karşısında çalışırken monitörler genellikle 70- 75 cm uzakta bulunur, bu mesafeyi net görmek için ikinci bir yakın gözlük edinmek yararlı olacaktır, çünkü esas yakın gözlüğüyle monitöre bakmak, mesafe uygunsuzluğu nedeniyle gözleri yoracaktır.
Bilgisayarlarda ekran özellikleri, gözleri etkileyen diğer bir önemli faktördür. Çalışmalar sonucu anlaşılmıştır ki, gözler monitöre baktığında tam bir kilitlenme (yani tam bir ekrana uyum) sağlanamamakta, yukarda bahsettiğimiz küçük göz kasları sürekli kasılıp gevşemekte ve kristal göz merceği devamlı şekil değiştirmektedir; bunun anlamı gözlerin ekrana tam odaklanamamasıdır, tabii ki sonucunda göz yorgunluğu şikayetleri başlayacaktır. Bu sebeple, göz sağlığı açısından, kullanılan ekranlar yüksek çözünürlü ve düşük parlaklık oranlı olmalıdır, büyük ve daha gelişmiş teknoloji ürünü ekranlar (LCD) en sorunsuz ekran tipleridir. Koruyucu filtre kullanılması hem yansımayı azaltır, hem de düşük bir oranda da olsa monitörden yayılan radyasyonu süzer. Teknik bir bilgi olarak, 14’’ lik monitörlerin, yeni teknoloji ürünü düşük radyasyonlu büyük monitörlere oranla on kat daha fazla radyasyon yaydığını burada vurgulayalım.
Gözlerde kuruma hissi, bilgisayar kullanıcılarının en sık karşılaştığı sorundur; yanma, batma, kaşınma, göz yaşarması ve kızarma ile kendini belli eder. Bu durum kontakt lens kullananlarda daha belirginleşir, sebebi lensin doğallığını koruyan gözyaşı tabiatının monitör karşısında değişmeye başlamasıdır. Gözdeki kuruma hissinin en büyük sebebi, monitöre bakarken normalin 1/3’ üne inen göz kırpmalarıdır, çünkü insan yakındaki bir objeye dikkatini verdiğinde refleks olarak daha az göz kırpmaya başlar. Gözkapakları her kırpmada gözyaşını kornea dediğimiz saydam tabakaya yayıp, oksijenlenmesini, nemlenmesini ve beslenmesini sağladıkları için, az kırpıldığında gözler kuru kalacak ve batmaya başlayacaktır. Diğer bir sebep monitörün göz hizasının üzerinde bulunmasıdır, bu durumda gözler yukarı doğru bakacağından kapaklar daha açılmış kalacak, bu da göz yaşının buharlaşmasını arttırarak kurumaya yol açacaktır. Ayrıca, çalışma ortamındaki havalandırmanın nem oranının yüksek olması ve havalandırmanın direk göze doğru gelmesi de gözlerde kurumaya yol açabilecektir. Bilgisayar kullanırken, sayılan bu etkenlerden gözlerin kurumasını önlemek için, göz kırpma sayısını bilinçli olarak arttırmak, belirli aralıklarla uzağa bakarak göz kırpma refleksini normale döndürmek alınacak önlemler arasındadır. Monitörü göz hizasının altına yerleştirmek gerekir, bunun ayarı monitörün üst kenarının göz seviyesinin biraz altında kalmasını sağlayarak yapılabilir. Bu önlemlerle geçmeyen göz kuruması, suni gözyaşı damlalarıyla tedavi edilmek durumundadır.
Gözlerimizde, fazla ışığın içeri girmesini ve gözü rahatsız etmesini engelleyen bir mekanizma bulunmaktadır. Aşırı parlak bir ışık bu mekanizmayı otomatik olarak devreye sokar ve gözün daha fazla çalışarak efor sarf etmesine neden olur. Bunun uzun sürmesi durumunda gözler yorulacak, bu aşırı ışıklı ortamdan rahatsız olduğunu, yorgunluk belirtilerini ortaya çıkararak anlatmaya çalışacaktır. Çalışma ortamında direk göze gelen bir ışık kaynağını ortadan kaldırmak gerekir, pencereden sızan ışığın arkaya alınması da gözleri rahatlatacaktır. Kullanılacak ışık kaynağının, arkadan, omuz hizasından monitöre veya çalışma masasına düşecek şekilde ayarlanması gerekir. Ayrıca monitörün kontrast ve parlaklık ayarının da uygun bir şekilde ayarlanması yerinde olacaktır, ekran zemin renginin açık, yazı karakterlerinin ise koyu renklerde tercih edilmesi gözlerin zorlanmasını önleyecektir.
Bilgisayar karşısında çalışırken, gözlerin sağlığını korumanın en güzel yolu, onları sık sık dinlendirmektir. Her yarım saatte bir ara vermek, birkaç saniye kapalı tuttuktan sonra uzaktaki bir objeye bakıp gözleri rahatlatmak yeterlidir. Çalışma masası ve sandalyesinin ergonomi kurallarına uygunluğu vücudu da rahatlatacaktır. Uzun süreli çalışmalarda, saat başı yapılacak basit vücut egzersizleri, diri kalmaya yardımcı olacaktır. Op.Dr. Özcan Karakurt
Çocukluk çağı göz hastalıkları | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:53 pm | |
| PEDİATRİK OFTALMOLOJİ
Doç Dr Süheyla Köse
SEMPTOMATOLOJİ
Eriţkinlerle iliţkili pek çok muayene metodu ve oküler bozukluk çocuklar içinde geçerlidir. Ancak çocuklarda muayene ve bazı patolojiler özellik gösterir. Muayene erişkinlerde olduğu gibi kolaylıkla uygulanamaz. Sağlıklı muayene edilemeyen bebeklerin inhalasyon anestezisi altında değerlendirilmeleri gerekir. Pediatrik rutin muayenede öncelikle görme fonksiyonu ve oküler bütünlük değerlendirilmelidir. Muayeneye getirilen bir bebekte görme fonksiyonları bakılmalı, korneanın boyutu ve berraklığı incelenmeli, pupil ışık reaksiyonları izlenmeli, başın pasif olarak çevrilmesine cevaben göz hareketleri incelenmeli, gözlerde kayma olup olmadığı saptanmalı (Hirschberg testi), ve oftalmoskop ile fundus muayenesi yapılmalıdır.
Görme keskinliğinin değerlendirilmesi:
Görme keskinliği her iki gözde ayrı ayrı değerlendirilmelidir. Çocuğun diğer gözü ile gizlice bakması engellenerek görme alınmalıdır. İki yaş altındaki çocuklarda görme keskinliği, çocuğun ışığa fiksasyonu, objeleri takibi, pupil ışık reaksiyonu, Teller keskinlik kartları (tercihli bakış testleri), VEP ve optokinetik nistagmus gibi muayene yöntemleri ile saptanabilir. Üç yaş ve üzerindeki çocuk koopere olabilir, bu nedenle Allen kartları, E harflerinin yönleri veya bebek, at gibi resimlerin gösterilmesi ve çocuğun cevabı ile subjektif olarak görme keskinliği saptanabilir.
Çocukta önemli bazı klinik görünümlerin ayırıcı tanısında aşağıdaki patolojiler düşünülmelidir.
Bulanık korneaya neden olan patolojiler; Bulanık ve ödemli bir kornea varlığında konjenital glokom, Descemet membranında yırtılmaya yol açan travma, mukopolisakkaridozlar (Hurler, Schei, Morguio vs...), mukolipidozlar, interstisyel keratit araştırılmalıdır.
Göz yaşarması: Sulanan ve yaşaran bir göz varlığında konjenital glokom, dakriostenoz, konjonktiva ve korneaya ait enfeksiyonlar, yabancı cisimler düşünülmelidir.
Büyük kornea: Kornea çapının normalden büyük olması durumunda konjenital glokom (göz içi basıncı yüksektir), ve megalokomea (göz içi basıncı normaldir) ayırdedilmelidir.
Fotofobi: Işıktan çok rahatsız olduğu gözlenen bebekte keratit, konjenital glokom, üveit gibi durumlar araştırılmalıdır.
Yenidoğan döneminde kırmızı göz: Bu durumda da konjonktivit, keratit, yabancı cisim düşünülmelidir.
Beyaz pupilla (Lökokori, resim): Bebek ve çocuklarda pupillanın beyaz görülmesi genel olarak lökokori adını alır, ciddi bir araştırma ile ayırıcı tanı yapılamsını gerektirir.
Retinoblastom, katarakt, retina dekolmanı, şiddetli arka uveit, prematür retinopatisi, persistan hiperplastik primer vitreus, retinal displazi, Coats hastalığı gibi patolojiler lökokoriye yol açabilir. Bunların arasında en önemlisi, bebeklerde en sık malign göz içi tümörü retinoblastomdur.
Proptozis: Gözün öne doğru yer değiştirmesi şeklinde bir görünüm rabdomyosarkom, orbital sellülit, orbita psödotümörü, optik sinir gliomu, retrobulber kanama, nöroblastom, lenfoproliferatif hastalıklar düşündürmelidir.
KONJENİTAL VE NEONATAL ENFESİYONLAR
1) Konjenital toksoplazmozis: Oküler toksoplazmozis lezyonlarının büyük bir çoğunluğu konjenital enfeksiyonlara bağlıdır. Oküler lezyonlar, nadiren erişkin dönemde primer bir enfeksiyon sırasında ortaya çıkabilir. Karakteristik lezyonu fokal nekrotizan bir retinittir. Tek olabilir veya küçük kümeler halindedir. Genellikle arka kutupta yer alır. Konjenital toksoplazmozisin klasik bulguları fokal nekrotizan retinit, intrakranial kalsifikasyon ve hepatosplenomegalidir. Ciddi olarak etkilenen çocuklarda arka segmentte yoğun inflamasyon, katarakt, şaşılık, mikroftalmi görülür. Hafif etkilenen olgularda sadece küçük retina skarları ve pozitif serolojik testler kalabilir. Tedavide bir veya daha fazla antitoksoplazmik ajanın kombinasyonu (Sulfadiazin, primetamin, klindamisin, tetrasiklin) ve bazen kortikosteroidler kullanılır.
2) Konjenital sifiliz: Penisilinin kullanımı sifiliz olgularını azaltmıştır. Buna rağmen son yıllarda sifiliz, geri dönüş yapmaya başlamıştır ve 1988'de sifilize ait oranlar 40 yıl içindeki en yüksek seviyelerine ulaşmıştır.
- Erken konjenital sifiliz: Anne karnında etkilenen bebekte hayatın ilk 2 yılında, deride vezikül veya püstüller, mükoz membran tutulumu (konjonktivit), kemik, diş deformiteleri, periostit, generalize lenfadenopati, hepatosplenomegali, hiperbilirubinemi, anemi ve gözde korioretinit ortaya çıkar.
- Geç konjenital sifiliz: 2-15 yaşları arasında optik atrofi, pupiller anomallikler ve interstisyel keratit bulguları ile ortaya çıkar.
3) Konjenital rubella sendromu: Gebeliğin ilk aylarında rubella enfeksiyonu geçiren annelerin yaklaşık % 50'sinin çocuklarında malformasyonlar görülür.
Oküler bulgular olarak katarakt, mikroftalmi, glokom, korneal bulanıklık (glokom olmadan), arka kutupta tuz-biber manzarası şeklinde benekli retinit görülebilir. Oküler olmayan bulgular olarak da konjenital kalp hastalıkları, sağırlık eşlik edebilir.
Etkilenen bebekler 2 yaţa kadar virüsü aktif olarak yayarlar.
4) Diğer enfeksiyonlar (Sitomegalo virus)
| |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:54 pm | |
| OFTALMİA NEONATORUM
Hayatın ilk bir ayı içerisinde görülen konjonktival enfeksiyonlara oftalmia neonatorum denilmektedir. Enfeksiyon, doğum esnasında anne servix ve vaginasından bebeğe bulaşır.
- Kimyasal konjonktivit: % 1'lik AgNO3'a bağlı olarak ortaya çıkar.
- Gonokokal konjonktivit: Doğumdan sonra 1-3. günler arasında hiperakut pürülan konjonktivit şeklinde ortaya çıkar. Konjonktivada membranlar oluţur. Tedavide, topikal ve sistemik penicillin (50.000 Ü/Kg) 7 gün veya tek doz cefotaxime 100 mg/kg i.m. etkilidir.
- Herpes simpleks konjonktiviti: Genellikle 5-7. günlerde ortaya çıkar. Seröz eksudasyon vardır. Blefarokonjonktivit ţeklindedir. Bazen keratit de görülebilir.
- Klamidyal konjonktivit: Neonatal konjonktivitin en sık nedenidir. 5-14. günler arasında ortaya çıkar. Mukopürülan bir sekresyon vardır. Konjonktival reaksiyon papillerdir. Tedavide, topikal tetrasiklin + oral eritromycin 25 mgr/kg etkilidir.
- Basit bakteriyel konjonktivit: En sık Staf. aureus etken olarak saptanır. İlk bir ay içerisinde herhangi bir zamanda ortaya çıkar. Pürülan sekresyon vardır. Tedavisi antibiyotikli damla ve pomadlarla yapılır.
Oftalmia Neonatorumun önlenmesi: Özellikle gonokoksik ve klamidyal hastalığın profilaksisi şu şekildedir:
a) Eritromisin pomad % 0.5 (Ülkemizde yok)
b) Tetrasiklin pomad % 1 (Terramycine pom)
c) Gümüş nitrat % 1 solüsyonundan bir tanesi doğumdan sonra ilk 1 saat içinde uygulanmalıdır.
ÇOCUKLUK ÇAĞI ENFEKSİYONLARI
1) Orbital Sellülit: Orbital septum önünde, arkasında veya hem ön hem arkada enfeksiyon olabilir. Etyoloji genellikle stafilokok, streptokok ve 5 yaş altında hemofilus influenzadır. Kapak enfeksiyonlarına sekonder (örn; akut hordeolum) cilt laserasyonu, böcek ısırması, sinüs, kese ve diş enfeksiyonlarına sekonder, travma veya cerrahi sonrası ortaya çıkar. Orbital sellülit yaşamı tehdit edebilen bir enfeksiyon olduğundan hastaların hastaneye yatırılarak acil tedavisi gerekmektedir.
2) Toksokara kanis: Nematod enfestasyonudur. Pika sendromunda görülür. Oküler lezyon, sistemik enfestasyonun geç bir sekeli gibidir. Gözde, arka kutup granülomu veya kronik endoftalmi tablosu görülür. Ülkemizde sık değildir.
GELİŞİMSEL BOZUKLUKLAR
1) Lakrimal drenaj sisteminde anormallikler: Lakrimal kanal tıkanıklığı (dakriostenoz), dakriosistit, konjenital dakriyosel
2) Ptozis: Pupiller alanı kapatan ptozislerde ambliyopi gelişimini önlemek için erken cerrahi tedavi yapılmalıdır.
3) Optik fissür boyunca klobomlar (iris kolobomu, koroid kolobomu gibi)
4) Optik sinir anomalileri (Kolobom, optik pit, miyelinli sinir lifleri gibi)
5) Maküler hipoplazi
6) Ön kamara disgenezisi (konjenital glokom)
7) Hyaloid sisteme ait patolojiler: Embryoda hyaloid damar optik sinirden çıkar, vitreus içinden geçer ve gelişmekte olan lensi besler. Doğumda bu sistem geriler ve kaybolur. Bazen kalıntılar olabilir, Bergmeister papillası adını alır. Hyaloid sistem hiç gerilemez ve optik sinirle lensin arka yüzü arasında glial doku kalırsa göz normal şekilde gelişemez. Mikroftalmi ve beraberinde katarakt, glokom görülebilir. Bu klinik tablo Persistan Hiperplastik Primer Vitreus (PHPV) olarak adlandırılır.
ÇOCUKLUK ÇAĞI TÜMÖRLERİ
1) Retinoblastom: Çocuklukta en sık görülen malign göz içi tümördür. Tedavi edilmez ise yaşamı tehdit eder. Otozomal dominant olarak kalıtsal veya sporadik ortaya çıkar. Ailede retinoblastom öyküsü var ise genetik danışmanlık önemlidir. Hastada bulgular genellikle ilk üç yaş içinde ortaya çıkar. En sık görülen ilk bulgu lökokoridir. Diğer bir ortaya çıkış şekli ise şaşılıktır. Bazen intraoküler inflamasyon, glokom veya proptozis ile karşımıza çıkabilir. Muayenede tümör retinada tek veya multifokal, düz, pembe ve yuvarlak kitle şeklinde görülür. Retinanın dışına (ekzofitik) veya içine (endofitik) büyüme olur. Tümör en sık kemik iliğine ve optik sinir aracılığı ile santral sinir sistemine metastaz yapar.
Tedavi: Küçük, çok yaygın olmayan tümörlerde radyoterapi, daha ileri olgularda ise enükleasyon uygulanır.
2) Diğer Tümörler:
- Rabdomyosarkom: En sık primer malign orbita tümörüdür.
- Nöroblastom, optik gliom, medulloepitelyom (diktiyom)
- Lösemi, juvenil ksantogranülom
- Hemanjiom: Genellikle göz kapakları üzerinde lokalize, pembe kırmızı renkte kitle şeklindedir. Kitle gözü kapatarak ambliyopi oluşturabilir.Bu nedenle takibi gerekir. Tümör ilk 1 yaş içinde büyür, daha sonra spontan olarak küçülür. Görmeyi engelleyen lezyonlarda intralezyoner steroid enjeksiyonu başarılı sonuçlar verir. Göz kapalı olsun veya olmasın çocuğa erken yaşta refraksiyon muayenesi yapılması gereklidir. Tümör basısı astigmata ve ambliyopiye neden olabilir.
- Dermoid kist: Orbitada herhangi bir yerde lokalize, lastik gibi sert, deri altı kitle şeklindedir. Yavaş büyür ve çevre dokulara hasar verebilir. Bu nedenle cerrahi eksizyonu gereklidir.
PREMATÜR RETİNOPATİSİ
Prematüre bebeklerde, aşırı oksijen verilmesi ile ortaya çıkan bir klinik tablodur. 1940-1950'lerde çocuklardaki körlüğün önde gelen nedenlerindendi. Oksijen etyolojik faktör olarak bulunduktan sonra prematür retinopatisi giderek azaldı. Normal retina gebeliğin son yarısında optik diskten perifere doğru tedricen damarlanır ve son olarak temporal perifer, doğumdan kısa bir süre sonra damarlanır. Bebek ne kadar erken doğarsa damarlar o kadar az gelişmiş olur. İnkomplet vaskülarize temporal retina, oksijen hasarına en duyarlı bölgedir. Bu bölgede oluşan yeni damarlar ve fibrotik doku vitreus içerisine ilerleyerek ve retinal çekinti oluşturarak retina dekolmanına yol açar. 1500 gramdan daha düşük ağırlıkla doğan prematüre bebeklerin 4 haftalıktan başlayarak damarlar ora serrataya ulaşıncaya kadar her 2-3 haftada bir muayene edilmeleri gerekir.
Tedavi: Krioterapi, vitreoretinal cerrahi
ÇOCUKLARDA KATARAKT
Herediter olarak veya bazı metabolik hastalıklarla (galaktozemi, Fabry hastalığı, Lowe sendromu gibi) beraber ya da intrauterin bazı enfeksiyonlara sekonder (Rubella, toxoplazma, sitomegalovirüs enfeksiyonları) katarakt gelişimi görülebilir. Ayrıca travmaya bağlı katarakt gelişimi de çocukluk döneminde sık görülür.
Tedavi: Cerrahi olarak opak lensin uzaklaştırılması ve uygun refraktif düzeltmenin yapılması gereklidir. Beş yaşın altındaki olgularda intraoküler lens konulamadığı için hastaya gözlük veya tek taraflı afak ise kontakt lens önerilmelidir.
ÇOCUKLARDA GLOKOM
Doğumda veya doğumdan sonraki aylarda iridokorneal açıdaki gelişimin kötü olması sonucu göz içi basıncında artış ile karşımıza çıkar. Bir veya iki gözde sulanma, fotofobi, bulanık kornea ve kornea büyümesi klasik bulgulardır. Daha ileri olgularda buftalmus adı verilen ileri derecede göz büyümesi vardır. Göz içi basınç yüksekliğine bağlı olarak optik sinirde de hasar gelişir. Kornea opasitesi ve optik sinir hasarı gelişmeden tedavi yapılması önemlidir. Tedavi cerrahidir.
ÇOCUKLARDA RETİNA HASTALIKLARI
1. Retina Dejerenesansları: Leber'in konjenital amorozu, retinitis pigmentoza, koroideremi
2.Maküla Dejeneresansları: Best vitelliform distrofi, Stargardt dejeneresansı,
3.Vitreoretinal Dejeneresanslar: Jüvenil retinoskizis, Goldmann-Favre Sendromu, Stickler, Wagner dejeneresansı
4.Coats Hastalığı: Retinal kan damarlarındaki anevrizmal dilatasyonlar sızıntı ve eksudaya neden olur. Erken dönemde periferik damar anomalileri krioterapi veya fotokoogülasyon ile tedavi edilir. Retina dekolmanı geliştikten sonra tedavi güçtür. Lökokori oluşturur. Retinoblastomdan ayırt edilmesi önemlidir.
Çocuklarda Göz Hastalıkları | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:54 pm | |
| Hazırlayan Doç. Dr. Huban Atilla Ankara Üniversitesi Tıp Fak. Göz Hastalıkları AD
1. Bebek ve konuşamayan çocuklarda kırma kusuru ya da gözlük için ölçüm yapılabilir mi? Çocuklar sözel yanıt vermeye başlamadan önce de gözlük gereksinimi olup olmadığının anlaşılması için ölçüm yapılabilir. Gözbebeklerini büyüten damla uygulamasının ardından retinoskopi ya da skiaskopi olarak adlandırılan yöntemle gözlük gereksinimi belirlenebilir. Bebeğin ya da çocuğun yaşına, kırma kusurunun cinsine ve eşlik eden kayma durumuna göre gözlük verilebilir. Bebekler de gözlük takabilir ve çoğunlukla da ailelerin beklediğinin tersine kolay uyum gösterirler.
2. Şaşılık ya da göz kayması nedir? Şaşılık ya da göz kayması gözlerin görme akslarının paralelliğini kaybederek farklı yönlere bakmasıdır. Sık görülür, yaklaşık çocukların %4'ünü etkiler; ancak erişkinlerde de gelişebilir. Şaşılık olduğunda kişi bir gözü ile düz ve istediği yere bakarken diğer göz içe, dışa, yukarı ya da aşağı doğru kayabilir. Gözler değişerek kayabileceği gibi sürekli olarak aynı göz de kayabilir. Her iki gözle istenen noktaya bakılırken beynin görme merkezinde bu iki görüntü birleştirilerek tek olarak ve üç boyutlu olarak algılanır. Gözde kayma olduğunda ise beyinde iki farklı görüntü ortaya çıkacağından, beyin kayan gözden gelen görüntüyü baskılar, bu da derinlik hissinde ve her iki gözle sağlanan görüşte azalmaya neden olur. Erişkinlerde ise kayan gözden gelen görüntünün baskılanması artık yapılamadığından çift görme ortaya çıkar. Yaşamın ilk birkaç ayında görmenin hızla geliştiği dönemde; gözlerin arayıcı hareketleri, kısa süreli yani birkaç dakikalık içe ya da dışa olan kaymalar normal kabul edilebilir. Çevredeki objelere odaklanmanın yapılabildiği dördüncü aydan sonra olan kaymalar kesinlikle uzman bir göz hekimine danışılmalıdır. Ayrıca katarakt, göz tümörleri ya da nörolojik hastalıklar da kendilerini şaşılık ile gösterebileceğinden, bir göz hekimine danışılmalı ve fundus incelemesini de içeren ayrıntılı bir göz incelemesi yapılmalıdır.
3. Şaşılık neden ortaya çıkar? Şaşılığın nedeni tam olarak bilinmemektedir.İşlevsel, nörolojik ya da kaslardaki yapısal bozukluklar ve dengesizlik kaymaya neden olur. Gözü hareket ettiren kaslardaki dengesizlikler, bu kasları kontrol eden beyin merkezlerinin etkilendiği serebral palsi, Down sendromu, hidrosefali gibi hastalıklar ya da gözü etkileyen katarakt, glokom ya da travma gibi durumlar gözlerin paralelliğini bozarak kaymaya neden olabilir. Kaymanın ilk belirtisi gözlerin aynı noktaya odaklanamamasıdır. Ancak, güneşte bir gözünü kapama, kafasını eğerek ya da döndürerek bakma gibi bulgular da kayma sonucu olabilir. Erişkin dönemde ortaya çıkan kaymalarda ise en önemli yakınma çift görmedir. Bebeklik dönemi ya da okul öncesi dönemde her çocuk olası göz sorunları (şaşılık, göz tembelliği, kırma kusurları, katarakt ya da göz içi tümör) yönünden muayene olmalıdır.
4. Şaşılığın tedavisi var mıdır, varsa zamanı önemli midir? Halk arasında yanlış inanış olarak bebeklikte olan kaymanın büyümekle zamanla düzeleceği düşünülmektedir, ancak bu yanlıştır. Şaşılık hiçbir zaman büyümekle kendiliğinden düzelmez. Çocuklarda burun kökünün geniş olduğu ve kayma olmadığı halde kayma varmış gibi görünüme yol açan yalancı şaşılık dediğimiz durumlarda, zamanla burun kemiğinin gelişmesi ile kayma görünümü düzelmektedir. Bu da yanlış olarak kaymanın düzeldiğini düşündürmektedir. Böyle durumlarda ayırıcı tanı ve doğru teşhis için kesinlikle göz doktoru çocuğu görmelidir. Ayrıca ailede şaşılık ya da göz tembelliği olan kişiler varsa çocuk 1-2 yaşında kesinlikle göz doktoruna gösterilmelidir. Bunun dışında her çocukta üç yaşına kadar genel bir göz muayenesi yapılmış olmalıdır. Tedavide amaçlanan görme gelişimi olumsuz etkilenmeden, her iki gözün bir arada kullanılarak gelişiminin sağlanmasıdır. Bu nedenle şaşılık tedavisi ne kadar erken dönemde yapılırsa başarısı o denli yüksek olur. Ayrıntılı bir göz incelemesinin ardından, kaymanın nedenine göre tedavi planlanır. Eşlik eden kırma kusuru varsa gözlük verilmesi ile kayma düzeltilebilir. Cerrahi ile gözlerin paralelliğinin sağlanması iki gözün bir arada kullanılmasını ve derinlik hissi azanılmasını sağlayacaktır. Cerrahi girişim lazerle yapılmaz, gözün etrafındaki kasların yerleri değiştirilerek gözün pozisyonu ayarlanır. Erişkin dönemde olan şaşılıklarda ya da daha önce tedavi yapılmamış erişkinlerde de cerrahi tedavi ile özellikle çevre görüşte artış sağlanabilir.
5. Ambliyopi (göz tembelliği) nedir? Çocukluk döneminde, kayma olmadan her iki gözden net görüntü algılandığında normal görme gelişimi sağlanmış olur. Kayma gibi gelişmenin olumsuz olarak etkilendiği durumlarda kayan gözde göz tembelliği ya da görmede azalma gelişir. Şaşılığı olan çocukların yarısında göz tembelliği gelişir. Erken (yaşamın ilk sekiz, dokuz yıllık döneminde) tanı konulduğunda tedavisi olanaklıdır. İyi gören gözün kapatılması ile görme düzeyi artırılabilir. Ancak gelişme döneminin tamamlandığı dokuz yaş sonrasında görme için tedavi başarısı oldukça düşüktü. Tanı ne kadar erken konulursa tedavi başarısı o denli yüksek olacaktır. Göz tembelliği ilerleyici bir hastalık değildir görme tamamen kaybedilmez.
Göz tembelliğinin tedavisi için eşlik eden şaşılık, gözlük gereksinimi ya da katarakt gibi hastalıklar tedavi edildikten sonra az gören gözün kullanılmasını zorlamak için iyi gören göze kapama yapılır. Eğer çocuk kapama yapmaya çok direnç gösteriyorsa, göz damlaları ya da özel çalışma sistemleri kullanılabilir; ancak en etkili tedavi yöntemi kapamadır. Göz tembelliği tedavi edilmediği durumda ilerleme göstermez; ancak, gelişme dönemi sonrası tedavisi olanaklı değildir ve her iki gözün bir arada kullanılması ve derinlik hissi algılamasında zorluğa neden olur. Polislik, pilotluk gibi mesleklerin seçiminde ve sürücü almada engel oluşturur.
6. Bebekler görebilir mi? Halk arasında yaygın olarak kabul edilen yeni doğan bebeğin göremediği yolundaki görüşün tersine yeni doğan döneminde bebekler görebilir. Ancak görme erişkinlerin görme düzeyinde değildir. Bir buçuk, iki yaşında erişkin düzeyine ulaşır. Gözlerin kullanılması ile gelişim sağlanır. Bu nedenle çocukluk döneminde görme sistemi esnektir ve gözlerin kullanılmasına göre biçimlenir. Bebeklik döneminde, yani çocuğun konuşamadığı önemde de yapılacak olan göz incelemesi ile gözlük gereksinimi ve şaşılık saptanabilir. Ayrıca göz tembelliği dışında görme azalmasına neden olabilecek katarakt, enfeksiyon, tümör ya da diğer göz hastalıkları da saptanabilir. İlk muayene için ideal zaman bir yaş civarıdır.
| |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:54 pm | |
| 7. Yakından okumak ya da televizyon seyretmek gözleri bozar mı? Bu doğru değildir, çocukların kolları daha kısa olduğundan ve yakına uyum kapasiteleri de yüksek olduğundan okudukları materyali yakında tutarlar. Televizyonun ise yaydığı düşük düzeydeki radyasyonun dışında gözleri bozacak olumsuz etkisi yoktur. Ancak yakından televizyon izlemek, eşlik eden kırma kusuruna bağlı olabileceğinden bir göz hekimi tarafından değerlendirilmelidir.
8. Gözlük takmak gözlük numarasının artmasına ya da azalmasına neden olur mu? Gözlük takmak gözleri zayıflatarak gözlük gereksinimini artırmaz ya da numarasının artmasına neden olmaz. Tam tersi de geçerlidir; gözlük takmak gözlük numarasını azaltmaz. Gözlük net görmek için takılır, numaranın değişimine neden olmaz. Benzer biçimde kontak lens takılması da gereksinimi değiştirmez. Kırma kusurları (miyopi, hipermetropi ve astigmatizma) göz yapısının sonucudur ve gözlük takmadaki amaç bu yapısal farklılıkların neden olduğu odaklama sorununu düzeltmektir. Gözlük takarak göz yapısı değiştirilemeyeceğinden numaranın değişimi de söz konusu değildir.
9. Katarakt, glokom ve göz tümörleri gibi erişkin dönemde görülen göz hastalıkları bebek ve çocuklarda görülebilir mi? Katarakt, glokom gibi daha çok erişkin dönemde görülen göz hastalıkları bebeklerde ve çocuklarda da görülebilir. Patolojik tanı farklı olmakla birlikte, göz içi tümörleri (en sık retinoblastom) bebeklik ve çocukluk döneminde görülebilir. Erken tanı ve tedavi büyük önem taşımaktadır. Katarakt ve göz içi tümörlerde gözbebeğindeki beyazlık ailenin ilk fark ettiği bulgu olabilir ve bu durumda zaman geçirilmeden bir göz hekimine başvurulmalıdır. Erken tanınması durumunda retinoblastomun tedavisi olanaklıdır. Doğumsal ve infantil kataraktlar, sistemik hastalıklar (galaktozemi gibi), intrauterin enfeksiyonlar (TORCH) ile birlikte gelişebileceği gibi tek başına da görülebilir. Aile öyküsü olması her zaman gerekli değildir. En kısa sürede ameliyat yapılarak hızlı görsel gelişimin olduğu dönemde yoksunluk ambliyopisi gelişmesi engellenmelidir. Glokomda ise erişkinden farklı olarak bebeklerde ve çocuklarda göz yapısında aşırı büyüme görülür. Hasta ışıktan rahatsız olur, göz sulanması vardır. Tedavi edilmezse kornea zamanla saydamlığını yitirip beyaz bir görünüm alır ve optik atrofi gelişir. Tedavi, en kısa sürede cerrahi uygulanmasıdır.
10. Bazı gıdaların fazla tüketilmesi görme gelişimini etkiler mi? Havuç gibi bazı gıdaların fazla tüketilmesi görme keskinliğini artırmaz ya da gözlük gereksinimini ortadan kaldırmaz. Ancak A vitamini eksikliğinde sistemik bulgulara ek olarak özellikle gece görmede güçlük ortaya çıkar, günlük gereksinimin besinlerden alınması ile çocuklarda ve gençlerde normal gelişim sağlanabilir.
diabetik retinopati
Prof Dr Jale Menteş
Diabetes Mellitusun en önemli komplikasyonlarından biri olan “Diabetik Retinopati” 20-64 yaş arasındaki kişilerde (yani çalışan nüfustaki), körlük nedenlerinin en başında yer almaktadır. Diabetik retinopati ve komplikasyonları
nedeniyle her yıl körlük oranlarına %12-14 lük bir oran eklenmektedir. Bu oran, ABD için her yıl 8000 yeni körlük olgusu demektir.
Bu rakamlar, gelişmemiş ülkeler için biraz daha düşüktür. Bundan 30 yıl önce, önlenemez ve nispeten tedavi edilemez bir hastalık olarak tanımlanan diabetik retinopati, laser teknolojisindeki gelişmelerin katkısı ile bugün artık, diğer körlük nedenleri gibi olmayıp "önlenebilir ve/veya tedavi edilebilir" bir hastalıktır ve diabetik retinopatiden kaynaklanan görme kayıpları da önlenebilir körlük nedenleri arasındadır.
İNSİDENS
Gelişmiş toplumlarda hem diabet görülme oranlarının giderek artması, hem de modern tedavi yöntemleri ile diabetlilerin yaşam sürelerinin uzatılması diabetik retinopati görülme sıklığını arttıran en önemli faktörlerdir. Diabetlilerin tümünde retinopati gelişmez. Diabetik popülasyonun yaklaşık %25i diabetik retinopatinin çeşitli formlarına sahiptir.
Gerek 30 yaş öncesi gerekse de 30 yaş sonrası diabet tanısı almış tüm diabetik hastalarda Diabetik Retinopati İnsidensi DİABETİN SÜRESİ ile direkt olarak ilişkilidir.
30 yaşdan önce diabet tanısı almış, tip I diabetli hastalarda tanıdan hemen sonra retinopati görülmez. Bu tip diabetlilerde diabetik retinopati prevalansı 13 yaşından sonra hızla artmaktadır (Puberteye kadar yaşın koruyucu etkisi vardır).
| |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:54 pm | |
| PATOGENEZ
Diabetik retinopati, retinanın prekapiller arteriol, kapiller ve venüllerini etkileyen mikrovasküler bir hastalıktır.
Bugün için diabetik mikrovasküler hastalığın nedeni bilinmemektedir. Ancak, gerek diabetik retinopati gerekse diğer komplikasyonlara yol açan etkenin "KRONİK HİPERGLİSEMİ" olduğu sanılmaktadır. Uzun süre hiperglisemiye maruz kalan retinada aldoz redüktaz enzim yolu (sorbitol yolu) ve/veya proteinlerin nonenzimatik glikasyonu (glikozilasyonu) gibi metabolik anomaliler oluşmaktadır.
Diabetik retinadaki metabolik anomaliler sonucunda şu histolojik değişiklikler ortaya çıkmaktadır:
*Kapiller bazal membran kalınlaşması
*Kapiller endotel hücre harabiyeti ve proliferasyonu
*Perisit hücre kaybı
*İç ve dış kan retina bariyerinde bozulma
Bu değişiklikler ve diabette kan vizkozitesindeki artış sonucunda retinada "fokal intraretinal kapiller tıkanıklıklar" ile "vasküler permiabilite artışı ve sızıntılar" ortaya çıkar.
RİSK FAKTÖRLERİ
Metabolik Kontrol:
Diabetik retinopatinin ortaya çıkışı ve prognozunu etkileyen sistemik faktörler içinde en önemlisi Diabetin Metabolik Kontrolüdür.
Özellikle haftanın iki günü ve günde 4 kez yapılan ölçümler (sabah açlık, sabah tokluk, öğlen tokluk ve akşam tokluk kan şekeri ölçümleri) ve Hb A1C ölçümleri ile kan şekeri yakından takip edilmelidir. Tokluk kan şekeri ölçümleri %70-140 mg arasında olmalı veya 3 ayda bir yapılacak olan Hb A1C ölçümleri 7mg/dl den az olmalıdır.
Diabetin Tipi, Süresi ve Hasta Yaşı:
30 yaş öncesi tanı konulmuş diabetiklerde retinopatinin seyri daha şiddetli ve retinopati insidensi daha yüksekdir.
Puberte Ve Hamilelik:
Puberte ve hamilelik diabetik retinopatinin ortaya çıkışı ve progresyonunun çok hızlandığı durumlardır
Hipertansiyon:
Son yıllarda, özellikle tip II diabette diastolik kan basıncı yüksekliğinin bir risk faktörü olduğu kabul edilmektedir.
KLİNİK
Diabetik retinopatinin sınıflandırılması, retinadaki lezyonların varlığı ve yaygınlığına göre yapılır.
1. Nonproliferatif Diabetik Retinopati (NPDR):
a) Hafif NPDR
b) Orta NPDR
c) Şiddetli NPDR (=Preproliferatif DR)
2. Proliferatif Diabetik Retinopati (PDR):
a) Erken PDR
b) Yüksek - risk PDR
NPDR devresindeki lezyonlar yalnızca retina içinde sınırlıdırlar. Bu devrede oftalmoskobik ve anjiografik olarak görülen lezyonlar şunlardır:
*Venöz dilatasyon
*Mikroanevrizma
*Retina içi kanama
*Sert eksuda
*Yumuşak eksuda
*İntraretinal mikrovasküler anomali (IRMA)
*Venöz değişiklikler
*Arterioler tıkanıklıklar veya iskemik (=hipoksik, nonperfüze ) retina alanları. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:55 pm | |
| PDR devresindeki lezyonlar sadece retina içinde sınırlı değildir, vitreus içine doğru da gelişir. NPDR devresindeki lezyonlara ek olarak PDR devresinde görülen lezyonlar şunlardır:
*Neovaskülarizasyon
*Fibröz (glial) doku proliferasyonu
*Retina önü ve vitreus kanamaları
*Retinal traksiyonlar
*Retina dekolmanı
*Neovasküler glokom.
Sonuçta hasta ışık hissi negatif olacak şekilde tüm görme yeteneğini hatta gözünü kaybetme riski ile karşı karşıya kalır.
*Venöz Dilatasyon:
Diabetik retinada oftalmoskobik olarak görülen en erken lezyon venöz *Mikroanevrizma:
Diabetik retinada en erken lezyonlardan biri olan mikroanevrizmalar, retina kapillerlerindeki fokal, sakküler genişlemelerdir. Mikroanevrizmaların duvarı su ve büyük moleküllere karşı geçirgen olduğu için çevre retinada ödem ve lipid birikimine neden olurlar.
*Sert Eksuda:
Mikroanevrizma ve dilate kapillerlerden oluşan sızıntıların sıvı komponentlerinin rezorbe olması sonucunda, içindeki lipid ve lipoprotein deriveleri retinanın orta katlarında çökerek sert eksudaları oluştururlar. Oftalmoskobik olarak, beyazımsı-sarı renkte ve sınırları belirgin lezyonlar olarak görülen sert eksudaaların maküla merkezinde toplanma eğilimleri vardır.
*Retina İçi Kanama:
Mikroanevrizmalardan ve yapısal bozukluk gösteren kapiller damarlardan gelişen retina içi kanamalar, oftalmoskobik olarak genellikle nokta veya leke şeklinde görülürler..
*Yumuşak Eksuda:
Yumuşak eksudalar (cotton wool spotlar), arterioler tıkanıklık alanlarındaki hipoksi nedeni ile oluşan sinir lifi nekrozlarıdır. Oftalmoskobik olarak, beyazımsı renkte ve sınırları belirsiz lezyonlar şeklinde görülürler.
*İntraretinal Mikrovasküler Anomaliler (IRMA):
Retina içinde tıkanmış, irregüler, kısa kapiller segmentlerdir.
*Venöz Değişiklikler:
Diabetik retinada, venlerde lokalize genişlemeler, daralmalar yada tıkanıklıkların yanısıra venöz boncuklanma (tesbihlenme), loop gelişimi, kılıflanmalar, reduplikasyonlar ve perivenöz eksudasyonlar gelişebilir.
*Arterioler Tıkanma:
Preproliferatif devrenin en tipik lezyonudurlar. Retinada hipoksik=iskemik retinal alanların oluşmasına neden olur.
*Neovaskülarizasyonlar:
Proliferatif devrenin en tipik lezyonudurlar. Gelişiminden, iskemik retina alanlarından salındığı tahmin edilen vazoproliferatif maddelerin sorumlu olduğu sanılmaktadır..
*Glial Doku Proliferasyonu:
. Yeni damar oluşumlarına komşu olarak gelişen glial dokular vitreusa doğru büyürler ve oftalmoskobide gri-beyaz bantlar olarak görülürler.
*Retina Önü ve Vitre İçi Kanama :
Neovaskülarizasyonların kanamaları sonucunda retina önünde ve vitreus içinde büyük kanamalar gelişir.
*Retinal Traksiyon ve Traksiyon Dekolmanı:
*Ön segment Neovaskülarizasyonları ve Neovasküler Glokom :
TANI
Diabetik retinopati geliştikten sonra gerek oftalmoskopla gerekse Fundus Flöresein Anjiografi ile tanı koymak oldukça kolaydır.
HASTA TAKİBİ
Diabetli hastalar tanı konulur konulmaz, herhangi bir görme şikayetleri olmasa bile göz doktoruna gönderilmeli ve periodik olarak yılda bir kez gözdibi muayenesi tekrarlanmalıdır. İster retinopatili isterse retinopatisiz olsun diabetli hastada periodik olarak yapılan tam bir oftalmolojik muayene çok önemlidir. Bu muayenenin önemi göz doktorları kadar pratisyen hekimler ve endokrinologlar tarafından da bilinmeli ve hasta ve yakınlarına da anlatılmalıdır.
Puberte ve sonrasında 4-6 ayda bir gözdibi bakılmalıdır.
Hamilelik ve bir yıl sonrasında, önceden retinopati yoksa 4 ayda bir, varsa 2 ayda bir takip önerilir.
TEDAVİ
Günümüzde diabetik retinopatinin tedavisi ve önlenmesinde kullanılabilecek etkili bir farmakolojik tedavi şekli yoktur.
Günümüzde Diabetik retinopatinin tedavisinde en etkili ve emin yöntem LASER FOTOKOAGÜLASYON tedavisidir.
Laser tedavisine başlamadan önce, hastalar metabolik yönden iyi kontrol ediliyor olmalıdır. * Tokluk kan şekeri %70-140 mg arasında olmalı veya Hb A1c seviyesi 7mg/dl den az olmalı,
* Diastolik basınç 90mmHg den az olmalı,
* Renal yetmezlik bulgusu olmamalıdır. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:55 pm | |
| Laser tedavisine başlamadan önce mutlaka FFA (Fundus Flöresein Anjiografisi) çekilmesi ve bunun ışığında her bir gözün durumunun ayrı ayrı analiz edilmesi şarttır. FFA hastanın ön kol veninden fluoressein adı verilen düşük molekül ağırlıklı bir boyanın enjekte edilerek koroidea ve retina damar sisteminin fotoğrafik teknikler ile görüntülenmesi esasına dayanır.
Laser tedavisinin amacı, görme keskinliğini düzeltmek değil, hastalığın progresyonunu durdurmak sureti ile mevcut vizüel performansın korunmasıdır
Diabetik retinopati tedavisinde en çok kullanılan laserler Argon mavi-yeşil ve yeşil laserlerdir. Retinada orta şiddette yanıklar oluşturularak sızıntı yapan alanlar ve hipoksik alanlar kapatılırlar.
NONPROLİFERATİF DEVREDE, kural olarak maküler tutuluş (Diabetik Maküler Ödem) olmadıkça laser tedavisine gerek yoktur.
PROLİFERATİF DEVREDE ise, kural olarak her zaman laser tedavisine ihtiyaç vardır. İskemik retina alanları ve kanayan yeni damar oluşumları laser ile kapatılırlar.
Laser tedavisinin etkili olmadığı durumlarda Kriopeksi tedavisi uygulanır.
Kronik göz içi kanaması ve retina dekolmanı olan gözlerde Vitrektomi ameliyatı yapılır.
Son olarak Diabetik Retinopati tedavisinde, iyi metabolik kontrol, hasta -hekim işbirliği, hasta takibi, erken tanı ile zamanında, etkili ve yeterli bir laser uygulaması çok büyük önem taşımaktadır
Ekzimer Lazer LASIK
Ekzimer Lazer ile LASIK ' in farkları
Ekzimer Lazer' de ışın direkt olarak gözün kornea tabakasına yönlendirilir. LASIK' te ise kornea tabakasında bir kapak açıldıktan sonra ışın kornea tabakasının ortasına yönlendirilir ve kapak kapatılır.
Gözün Kırılma Kusurları Nelerdir ?
Miyopide, gözün ön-arka ekseninin genelde uzun olmasından dolayı uzaktaki cisimlerin görüntülerinin gözün arkasındaki merkez görme noktasına varmadan odaklaşması sonucu ağtabakada net görüntü oluşamaz.
Hipermetropide, gözün ön-arka ekseni kısa olduğundan görüntü merkez görme noktasında bulanık olur, ancak arkasında netleşir.
Astigmatta ise, görüntü merkez görme noktasında eğik / bozuk olarak meydana gelir.
Ekzimer Lazer nedir ?
Ekzimer Lazer yüksek enerjili ültraviyole ışınları yayan bir Lazer cihazıdır. Bu ışınlar gözün en önündeki saat camına benzeyen şeffaf kornea tabakasına temas edince, buradaki kornea moleküllerini birbirine bağlayan kimyasal bağları koparır ve böylece korneanın yüzeyindeki o kısım yok olur. Bu olay fotokimyasal bir işlem olduğundan gözün hiçbir dokusuna zarar vermez, hatta etkisi gözün iç kısımlarına bile girmez; çünkü gözyaşına veya herhangi bir sıvıya rastladığı anda tüm etkisini kaybeder.
LASIK Nedir ?
LASIK ( Lazer in situ Keratomileusis ) yönteminde ise önce gözün ön bölümündeki kornea tabakası ileri teknoloji ürünü otomatik kesici olan mikrokeratom ile ortalama 160 mikron kalınlığında bir bölüm korneadan ayrılmadan, ince bir yaprak halinde kaldırılır ve orta tabakaya Ekzimer Lazer uygulandıktan sonra ince kapak tekrar eski yerine kapatılır.
Ekzimer Lazer ve LASIK ile eski Rusya' daki eski miyop düzeltme ameliyatları arasında benzerlik var mıdır ? Radyal Keratotomi eski Rusya öncülüğünde uygulanıp, artık terk edilmiş olan bir başka yöntemdir: bu ameliyatta bıçak ile sağlam korneanın büyük bir bölümü dikey olarak derinlemesine kesilmektedir. Bu nedenle - ben de dahil olmak üzere - bir çok doktor bu müdahaleye karşı çıkmışlardır ve çıkmaktadırlar.
Halbuki Ekzimer Lazer yöntemi, ameliyathane şartlarını bile gerektirmeyen bir müdahale olup, gözün önündeki saat camı gibi duran kornea dokusu 0,2 mikron yani milimetrenin onbinde ikisi kalınlığında mikroskopik tabakalar halinde inceltilerek korneaya yeni bir şekil verme işlemidir; bilgisayar hesaplamalarıyla yapılan bu işlem sonunda miyopi, hipermetropi ve astigmatizma düzeltilmiş olur.
Anlaşılacağı üzere ne Ekzimer Lazer, ne de LASIK yönteminin Rusya' da yapılan ameliyat ile hiç bir teknik benzerliği yoktur.
Ekzimer Lazer ile LASIK yöntemlerinin karşılaştırılması :
Ekzimer Lazer LASIK Tedavi Sonrası : Göz 2 gün bantlı kalır. Hasta gözleri bantsız gider. 1. ve 2. Günler: Ağrı ve Batma olur. Hiç batma olmaz. Yüksek derecelerde: Geri dönüş olur. Daha başarılı sonuç alınır. Haze ( Puslu Görüntü ) : Olabilir. Hemen hemen hiç olmaz. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:55 pm | |
| kzimer Lazer / LASIK kimlere uygulanabilir ? Bir veya iki gözü miyop, miyop astigmat, hipermetrop veya hipermetrop astigmat olanlara, Hipermetropisi veya astigmatı 6,00 diyoptriden az olanlara, 18 yaşını bitirmiş olup, gözlük veya kontakt lensinden veya bunların sunduğu görüntüden memnun olmayanlara, Miyopu son bir senede -1,00 diyoptriden fazla ilerlememiş olanlara, Mesleklerini gözlük veya lenslerle zor uygulayan sporcu, dalgıç, pilot gibi kişilere, Yapılacak işlem, kornea kalınlığını 380-400 mikronun altına indirmeyecek kişilere... Tedavi Nasıl Gerçekleşir ?
Hastanın gözü narkoza gerek kalmadan, yerel anestezik bir damla ile uyuşturulduktan sonra, hasta önündeki bir ışığa bakarken Ekzimer Lazer kansız ve bıçaksız, LASIK' te ise kansız olarak işlem tamamlanmaktadır.
Müdahale sonrası hastanede kalmaya gerek olmadığından, hasta rahatlıkla evine gidebilmektedir.
Görme ne zaman sağlanır ?
Ekzimer Lazer' de müdahale bitiminde göz birkaç gün kapalı kalır ve hasta yaşına göre giderek düzelen bir görmeye kavuşur. Fakat Hipermetrop ve Hipermetrop Astigmatların görmelerinin tümüyle düzelmesi zaman almaktadır.
Halbuki LASIK' te, hasta gözü kapatılmadan evine gönderilir ve müdahale masasından kalkışından itibaren hemen hemen normale yakın görme sağlanmış olur.
Ekzimer Lazer' in diğer tedavi alanları nelerdir ? Görmeyi engelleyen ve kornea kalınlığının 1/3' ünden azını etkileyen lekelerin temizlenmesinde Görmeyi azaltan yüzey pürüzlerinin giderilmesinde, Tedaviye cevap vermeyen inatçı mikrobik keratitlerde, Tekrarlayan kornea erozyonlarında, Bazı göz tansiyonu tiplerinde Hangi Ülkelerde uygulamaktadır ?
FDA onayını aldıktan sonra Ekzimer Lazer, Amerika da dahil olmak üzere Fransa, Belçika, Almanya, İngiltere, Japonya gibi 35 ülkenin 230 merkezinde uygulanmaktadır ve yeryüzünde şu ana kadar 3,320,000 göz başarı ile tedavi edilmiştir.
Göz yaşı kanalı hastalıkları dakriosistit
Dakriosistit Nazolakrimal kanal tıkanıklığı sonucu gözyaşı kesesinde gelişen inflamasyondur. Konjenital yada akkiz olabilir.
Tanı:
1. Anatomik tıkanıklığın yerini ve türünü saptamak için sistemin içine radyoopak madde verilerek direkt orbita grafisi çekilir (Dakriosistografi).
2. Lavaj, sonda
3. Lakrimal sistem endoskopisi
Konjenital Dakriosistit (Dakriostenoz): Yeni doğanlarda %2-6 oranında görülür. Nazolakrimal kanalın alt ucundaki membranın (Hasner valvülü) doğumda henuz diferansiyasyonunu tamamlayarak açılmadığı durumlarda ortaya çıkar.
Doğumdan 2-3 hafta sonra bir yada iki gözde sulanma, çapaklanmaya yol açar.
Membranın diferansiyasyonunu tamamlaması sonucu ilk 6 ay içinde spontan olarak açılma şansı %80-90’dır. Bu nedenle 6-8. aya kadar kadar müdahele edilmez, sadece masaj ve enfeksiyon varsa topikal antibiotik önerilir. İlk 8 ay içinde spontan olarak açılmazsa sonda ile nazolakrimal kanalın alt meatusa açılan ağzındaki kanal perfore edilir. 2,5-3 yaşın üzerindeki olgulara sonda başarısı azaldığından uygulanmaz. 5-6 yaşlarında cerrahi yöntemler ile yeni bir drenaj yolu açılır (Dakriosistorinostomi ameliyatı).
Akkiz Dakriosistit: Akut yada kronik tablo ile seyreder.
Akut Dakriosistit: Gözyaşı kesesinin akut, süpüratif iltahabıdır. Preseptal sellülit gelişimine neden olur. Kese bölgesinde ağrı, ödem, hiperemi ve sulanma ile karekterizedir. Etken çogunlukla pnömokok yada stafilokok türleridir. Kese üzerine bası ile punktumlardan pü regürjite olabilir, yada kesede abse gelişerek deriye fistülize olabilir.
Tedavide antibiotikler ve antienflamatuar ilaçlar kullanılır. Enfeksiyon geçtikten sonra yapışıklıklar nedeni ile sistem, çoğu kez nazolakrimalis seviyesinde tıkandığından cerrahi uygulanır..
Kronik Dakriosistit: Süpüratif belirtiler olmaksızın gelişen gözyaşı kesesi inflamasyonudur. Sulanma ve basmakla punktumlardan saydam mukoid salgı gelmesi ile karekterizedir. Tedavide antibiotiklerden yararlanılır. Kesin tedavisi dakriosistorinostomi ameliyatıdır. Bu ameliyatta orta meatus hizasında burun boşluğu ile kese arasında anastomoz sağlanır
Kaynak : Ders Notları, Prof Dr Ayşe Yağcı ; EÜTF Göz Hast. ABD, İzmir | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:55 pm | |
| Glokom, göz içi basıncından görme sinirinin zarar görmesi ile karakterize bir hastalıktır. Görme sinirini oluşturan liflerin, basıncın etkisi ile yavaş yavaş harap olmasına bağlı olarak görme alanı daralmaya başlar. Zamanında teşhis ve tedavi yapılmadığı taktirde, sinir liflerindeki hasarın geri dönüşsüz olması nedeniyle, görme alanının ileri derecede kaybı ve hatta körlük kaçınılmazdır. Glokom önemli bir halk sağlığı sorunu olup, gelişmiş ülkelerde, körlüğün ikinci en sık görülen nedenidir. 35 yaş üzerindeki her 50 bireyden yaklaşık olarak birinde glokom mevcuttur.
İleri yaş glokomu ağrısızdır, sinsidir ! Glokomda göz içi basıncı sıklıkla yavaş yavaş yükselip, görme sinirinde yavaş, fakat ilerleyici bir harabiyet yapar. Bu özellikleri nedeniyle de, halk arasında inanılanın aksine, ağrısız ve sessiz gidişli bir hastalıktır. Yine bu özelliğinden dolayı hasta bireylerin çoğu, varolan glokomunun farkında değildir. Hastalığın çok ileri evrelerinde ise, görme alanındaki ileri derecede daralma, hasta tarafından hissedilebilir. Ya da hastalığın son evresinde, bir gözün ışığı bile seçemediği farkedilir ki, bu aşamada, artık tedavisi mümkün olmayan bir kayıp söz konusudur.
Erken dönem glokomuna bağlı, çevresel görmede kayıpla karakterize görme alanı defekti. Yola bakan glokomlu olgu, sağ taraftaki yayayı kısmen görememektedir. Esasen baktığı yeri net ve eksiksiz gören kişinin, görme alanındaki bu çevresel kaybı, kolaylıkla atlayabileceğine dikkat ediniz.
İleri dönem glokomuna bağlı, belirgin çevresel görme alanı kaybı. Bu canlandırma resimde de, olgunun, dürbünden veya küçük bir delikten bakarcasına dar bir alanı gördüğüne dikkat ediniz. Çevresel kayıp dikkate alındığında hastalığın halk arasında neden “karasu” adını aldığı daha kolay anlaşılmaktadır.
Glokomun daha nadir görülen tipinde ise, ani olarak çok yüksek değerlere çıkan göz içi basıncı, göz çevresinde ağrı, gözde kızarıklık, görmede bulanıklaşma, ışıkların çevresinde halelerin görülmesi ve mide bulantısı ile kusmalara neden olur.
Diabette glokom riski 3 kat artmıştır!
Glokom normal toplumda %2 sıklıkla görülen bir hastalık olmakla birlikte, bazı bireyler glokom gelişimi yönünden daha fazla risk altındadır.
v Birinci dereceden akrabalarında glokom olanlar en fazla risk altında olan gruptur, bu bireylerde glokom gelişme riski on kat daha fazladır.
v İkinci önemli risk faktörü diabettir. Diabetli hastalarda glokom riski, normal bireylere göre üç kat daha fazladır.
v İleri yaşta glokom sıklığını artırır, özellikle 65 yaş üzerinde glokom hastalığına daha sık rastlanır.
v Ayrıca hipertansiyon, tıkayıcı damar hastalıkları, migreni olan bireylerde ve yüksek miyop gözlerde de glokom riski artmıştır.
Glokom önlenebilir körlüklerin en başında gelir!
Hemen hemen hiç bulgu vermeyen bu hastalık, ancak, kontrol amacıyla göz muayenesi yapılan kişilerde erken tanınabilir. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:55 pm | |
| Düzenli yapılan göz muayeneleri ile glokomun erken tanısı mümkündür! Bu amaçla önerilen göz muayenesi aşağıdaki sıklıkla yapılmalıdır:
v Hiçbir risk taşımayan olgularda
o 35-40 yaş arasında bir kez
o 40-60 yaş arasında 2-3 yılda bir kez
o 60 yaştan sonra 1-2 yılda bir kez
v Risk grubundaki olgularda
o 35 yaştan sonra her yıl 1 kez
Ağrısız ve sessiz gidişi nedeniyle bireylerin çoğu hastalığının farkında değildir. Glokomun tespitinde düzenli aralıklarla yapılan göz muayenelerinin önemi büyüktür
Yine bu nedenlerden dolayı göz içi basıncının ölçümü, gözdibi bakısı ve görme alanı incelemesi, göz muayenesinin önemli bir parçasını oluşturmaktadır.
Her bireyin göziçi basıncı kendine özeldir! Göziçi basıncının normal aralığı, genelde 10-22 mm Hg olarak kabul edilir. Ancak, glokom ile göziçi basıncı düzeyi arasında oldukça karmaşık bir ilişki vardır.
v Bazı olgularda 22 mm Hg’dan yüksek göziçi basıncı, görme sinirine zarar vermez. Bu olgular, yine de daha sonra gelişebilecek harabiyet yönünden takip edilmelidir.
v Bazı olgularda ise normal kabul edilen aralıktaki göziçi basıncı düzeyine rağmen, görme siniri harabiyeti vardır. Bu tip olgulara Düşük Basınçlı Glokom denmektedir. Yapılması gereken, göziçi basıncını mevcut düzeyinden daha aşağılara çekmektir.
Göziçi basıncı gün içinde değişir! Göziçi basıncı günün belirli saatlerinde, kişinin ilaç kullanıp kullanmamasıyla da ilgili olarak, önemli değişiklikler gösterir. Sağlıklı kişilerde 5 mm Hg’a kadar olmasını beklediğimiz bu dalgalanma, glokomlularda daha fazladır. Bu değişim, vücut tansiyonuyla ilişkili değildir. Ancak, vücut tansiyonu sürekli yüksek seyreden olgular risk grubunda olduklarını bilmeli, yılda 1 kez, yakınmaları olmasa da göz doktoruna başvurmalıdır.
Erken tanı glokoma ait harabiyeti durdurabilir; ama geri döndüremez! Glokom tanısında geç kalınmadıktan sonra tedavisi mümkün olan bir hastalıktır. Düzenli tedavi ve kontrollerle glokoma bağlı körlükler önlenebilir. Günümüzde göz içi basıncını düşürmeye yönelik çok sayıda ilaç alternatifi mevcuttur. Glokom tanısı konulduğunda, hastanın sistemik hastalıkları da dikkate alınarak en uygun tedavi seçeneği belirlenir.
Bir kez glokom tanısı konulan bireyin ömür boyu, verilen ilaçları düzenli olarak kullanması ve takibi şarttır. Göz içi basıncını düşürmeye yönelik bu damlaların, düzenli olarak, mümkün olduğunca günün önerilen saatlarinde ve göze isabet edecek şekilde, göze değdirilmeden damlatılması tedavinin başarısı yönünden çok önemlidir. Örneğin, günde iki kez damlatılması önerilen göz tansiyonu damlası, sabahları 08.00’de damlatılıyorsa, akşamları da 20.00’de damlatılmalı, gece yarısı veya yatmadan önceye bırakılmamalıdır.
Glokom tedavisi alan kişinin takibinde, ilaçla elde edilen göziçi basıncı düzeyi, önem taşır. Bu nedenle, tedavi alan glokom hastaları, kontrol muayenelerine geldiklerinde de tedavilerini aksatmamalı, muayene günündeki damlalarını da, saatinde damlatmalıdır.
Tedavinin başarılı olup olmadığı, hastalığın şiddetine göre değişen sıklıklarla yapılacak kontroller ve görme alanı gibi ek incelemelerle yapılır. Genel olarak ilaç tedavisi ile göz içi basıncını kontrol etmek mümkündür; Ancak, ilaç tedavisinin yetersiz kaldığı veya iyi uygulanamadığı durumlarda laser tedavisi ya da ameliyatlar ile de göz içi basıncını düşürmek yoluna gidilebilir. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:55 pm | |
| Özetle; glokom önlenebilir körlük nedenlerinin başında gelir. Erken tanı, en önemli tedavi şansını yaratır. Hiçbir yakınmanız olmasa dahi, göz doktorunuza önerilen sıklıklarda başvurmanız, görmeye devam edebilmeniz için şarttır.
Op. Dr. E. Deniz Eğrilmez & Op. Dr. Sait Eğrilmez
Genel göz hastalıkları
REFRAKSiYON KUSURLARI Odaklanan isigin gormemizi saglayan retina tabakasinin onune veya arkasina dusmesi sirasiyla miyopi ve hipermetropi olarak adlandirilan gorme kusurlarina yol acar. Kornea adini verdigimiz saydam tabakanin dikey ve yatay ekseni arasindaki kirma dereceleri arasinda bir fark varsa bu durum da astigmatizma adi verilen kirma kusuruna sebep olur. Miyopinin duzeltilmesinde gozluk, kontakt lens ve refraktif cerrahi yotemler (radyal keratotomi, excimer laser, LASIK) uygulanabilir. Hipermetropinin duzeltilmesinde gozluk, kontakt lens ve refraktif cerrahi yontemler (Termokeratoplasti, excimer laser vb) kullanilabilir. Astigmastizmanin duzeltilmesinde gozluk, torik yumsak kontakt lensler, gaz gecirgen kontakt lensler, ve refraktif cerrahi yontemler kullanilabilir
RETiNA ve ViTREUS HASTALIKLARI
Retina gormemizi saglayan isiga duyarli hucreleri (kon ve rodlar) ile sinir liflerini iceren bir tabakadir. Retina hastaliklari gormede ciddi ve kalici bozukluklar yapabilir. En fazla gorulen retina hastaliklari: 1. Seker hastaligina bagli bozukluklar, 2. Retina dekolmani, 3. Retina ici ve alti kanamalar, 4. Retina altinda sivi birikmesi, 5. Retinanin damarsal hastaliklari, 6. Dogumsal ve herediter hastaliklar, 7. Yasa bagli makula hastaliklari (YBMD), 8. Retina Tumorleridir. Tedavi Yontemleri: Bozuklugun tipine gore, tibbi tedavi, lazer tedavisi ve cerrahi tedavi seklindedir.
Erken teshis tedavinin ilk basamagidir,bu nedenle goz Check-Up'inda standart goz muayenesine ek olarak yapilmasi gereken muayeneler;
Ekzoftalmometre ile kontrol, Derinlik hissi muayenesi, Renk gorme muayenesi, Korneal topografi, Konfrontasyon testi, Goz ultrasonografisi, Biometri, Pakimetri, Goz yasi testi: Schiermer testi ve Florescein kirilma testi, Kontrast duyarlilik testi. GOZ TUMORLERi
Cocuklarda gozbebeginde beyazlik oldugunda, gozun renkli kisminda renk degisikligi gelistiginde ve sebepsiz yere gormenin azaldigi durumlarda goz tumorleri yonunden inceleme yapilmalidir. Goz kapaklarinda buyume gosteren kitlelerden gerekirse biyopsi alinmalidir. Goz tumorlerinin tipine, yerlesim yerine ve hastanin yasina gore, lazer tedavisi, kriyoterapi, radyoterapi ve cerrahi tedavi gerekebilir.
OPTiK SiNiR VE GORME YOLLARI HASTALIKLARI
Gormede azalma ve gorme alaninda daralma seklinde belirtilerle kendini belli eder. Bu gibi durumlarda optik sinir ve gorme yollari hasarina yol acan etken faktorlerin belirlenmesi ve onlara yonelik tibbi veya cerrahi tedavi uygulanmasi esastir. Gerektiginde beyin cerrahisi ve Noroloji bolumleriyle isbirligi yapilmalidir.
KONJONKTiViTLER
Allerjik, mikrobik, kimyasal konjonktivitler olabilir. Gozde akinti, sulanma, kasinti, yabanci cisim hissi ve yanma tarzi sikayetler olabilir. Tedavisi goz damlalariyladir, agir durumlarda sistemik tedavi gerekebilir.
UVEiTLER, GOZ iCi iLTiHAPLARi ve BEHCET HASTALiGi
Gozde kizariklik, agri ve gorme azalmasi tarzinda bulgular vardir. Etken faktore yonelik tedavi uygulanmalidir. Topikal goz damlalari, sistemik tedavi ve bazi olgularda lazer tedavisi uygulanabilir. Agir olgular hastanede yatirilarak tedavi uygulanmalidir ve cerrahi tedavi gerekebilir.
KERATiTLER ve KORNEA HASTALiKLARi
Saydam tabakanin bulaniklasmasiyla gormeyi ileri derecede bozabilir. Korneanin ilttihabi enflamasyonu anlamina gelen keratitlerde etkene yonelik ve ciddi olgular da hastanede yatarak tedavi uygulanmalidir. Kontakt lens kullananlarda keratit gelisme riski daha fazladir.
Dogustan olan ve gormeyi etkileyen kornea bulaniklariyla, gorme aksini kapatan kalici kornea bulanikliklarinda keratoplasti (goz nakli) uygulanmalidir.
| |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:56 pm | |
| Omurilik travması * Bir kaza sonrasında vücudun herhangi bir yerinde güçsüzlük, koordinasyon bozukluğu veya felç oluşması, * Uyuşma hissi veya hissizlik, * Mesane veya kalın bağırsak kontrolünün yitimi. Omurilik zedelenmelerinin büyük bir bölümü trafik veya sanayi kazaları, düşmeler, silahla yaralanmalar ve dalma ya da kızak kayarken meydana gelen spor kazalarından kaynaklanır. Romotoid ar-tirit gibi böyle durumları kolaylaştırıcı rahatsızlıkları olan kişilerde bazen ufak bir zedelenme ciddi travmalara yol açabilir. Omurilik beyinden başlayıp uzanan uzun liflerinden (yollar) oluşmuştur. Vücudun çeşitli yerleri, omurilik boyunca değişik noktalarda travmalara maruz kalabilir. Omuriliğin sinir yolları, omurların arasından çıkan sinir köklerini besleyerek perifirik sinir sistemi yoluyla deri ve kaslara ulaşır. Omurilik zedelenirse, zedelenmiş yöreden geçen sinir lifleri de zarar görür. Omurilik zedelenmelerinin büyük bir bölümü sırtta bele yakın (lumbar) ya da boyun (servikal) bölgelerde görülür. Lumbar zedelenmesi bacak, bağırsak, mesane kontrolü ile erkeklerde cinsel fonksiyonları engeller. Boyun zedelenmesi solunum ile kollarla ellerin hareketlerini etkiler. Omuriliğin tek bir yanında olan zedelenme ise vücudun aynı yanındaki kasların hareketlerini etkiler. Omuriliğin hasar görmesi çekme, sıkışma, yana itilme veya kesilme sonucu olur. Ayrıca kanama veya bir kemik parçası ya da aaaalin kazara omuriliğe saplanması da aynı sonucu doğurabilir. Örneğin bir trafik kazası sırasında çeneyi direksiyona çarpmak omuriliği çekip uzatacağı için yırtılmaya neden olabilir. Kurşun ya da bıçak yarası omuriliği kesebilir. Boyun yöresinde hasar ise genellikle futbol oynarken boynun şiddetle öne eğilmesinden, sığ suya başüstü atlamaktan veya motorlu araç kazalarından kaynaklanır. Omuriliğin içinde meydana gelen bir kanama süresiz his kaybolmasına ve kas zaafiyetine neden olabilir. Dışta olan kanama ise, kanama hangi yan daysa, vücudun o yanındaki kol ve bacakların hissiz-leşmesini sonuçlayabilir. Kesikler ve diğer ciddi travmalar felce neden olabilir. Bunun nedeni sinir liflerinin yeniden canlanmalarının çok zor olmasıdır. Boynun altından başlayan felç iki kol ve bacağın veya yalnız iki kol ya da iki bacağın hareketsiz kalmasına neden olabilir. ABD'de her yıl yaklaşık 10.000 kişi, çoğu genç ve başka açılardan sağlıklı olmak koşuluyla, kol ve bacaklarını kımıldatamaz hale gelmektedir. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:56 pm | |
| Türk insanı ağrı karşısında panikliyor
Prof. Dr. Akyüz, deksketoprofen trometamol etken maddeli ağrı kesici ilacın piyasaya sürülmesi nedeniyle Conrad Otel'de düzenlenen toplantıda yaptığı konuşmada, ağrının bilinçli beyinde ortaya çıkan özel bir algı olduğunu ifade etti.
Ağrının var olan veya olası doku hasarına eşlik eden ya da bu hasar ile tanımlanabilen hoşa gitmeyen bir deneyim olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Akyüz, ağrının kronikleştikçe depresyona yol açtığını kaydetti. Prof. Dr. Akyüz, ağrının bir hastalığa ya da doku hasarına işaret olabileceğini dile getirerek, bu durumun nedeninin de belirlenerek kontrol altına alınması gerektiğini bildirdi.
Ağrının ilk ortaya çıktığı andan itibaren kronikleşebileceğine dikkat çeken Prof. Dr. Akyüz, günlük duygu durum değişikliklerinin ağrıyı karşılamadaki tutumları etkilediğini belirtti.
Prof. Dr. Akyüz, ağrının karşılanmasında kültürler arası farklılıklar olduğunu anlatarak, “Türk insanının ağrı karşısında yaptığı en büyük yanlış paniklemek. Bu panik havasını atıp ağrıyı nasıl kontrol altına alabileceğimizi görmek gerekir” dedi.
İspanya Menarini di Ricerca Laboratuvarı'ndan Dr. Martin Ballarin de, ağrının dünyada en çok doktora gitme nedeni olduğunu söyledi.
Dr. Ballarin, Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde ayda 100 milyon kutudan fazla ağrı kesici satıldığını kaydetti. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:56 pm | |
| Ergenlik sivilceleri hormonların eseri
Bazı insanların ciltleri kadife gibiyken, ben niye aknelerle uğraşıyorum? Bu sorunun cevabı kalıtımda saklıdır. Cildimizin özelliklerini, bize hayat veren genetik programdan, hormon dengemizden ayrı düşünmek mümkün değil!
Akneye yol açan birçok etken sayabiliriz, en başta kalıtım, hormon dengesi, sonra çevre kirliliği, stres, ilaçlar, cilt bakım ürünleri, makyaj malzemeleri, ısı ve havanın neminde artış... Ancak bu sivilcelere boşuna "Ergenlik sivilceleri" denilmemiş. Ergenlik çağına yaklaşırken, vücudumuzdaki seksüel hormonların üretimi hızlanır. Bunlar erkeklerde "androjenler" adı verilen daha ziyade "testosteron ve androtesteron"; kızlarda "östrojen ve progesteron" dur. Erkek vücudunda biraz kadınlık hormonları, kadın vücudunda da bir miktar erkeklik hormonları bulunur. Bedenimizdeki uyumu ve huzuru oluşturan tamamen bu hassas dengedir. Ne yazık ki çoğumuzda bu denge mükemmel değildir Androjenler adını verdiğimiz erkeklik hormonları cildimizdeki sebum yani yağ salgısının artmasına neden olur. Akneleri başlatan en önemli etken yağ salgısının fazlalaşmasıdır. Androjenlerin yükselmesi cildimizdeki gözeneklerin genişlemesine yol açarak akne oluşumunu tetikler. Adet dönemi yaklaşırken kadınların vücudunda bulunan "progesteron" hormonu yükselir. Bu dönemde vücut su toplar, şişer, ter kokusu değişir. Östrojen karşısında ağırlığı artan progesteron, gözeneklerin büyümesine, yağlanmanın ve siyah noktaların artmasına neden olur. Stres de erkeklik hormonlarından bazılarını yükseltir. Sonuç, gözeneklerin genişlemesi, cildin yağlanması ve sivilcelerimizin artmasıdır. "Polikistik over" hastalığı kadın vücudunun normalden fazla erkeklik hormonu üretmesine yol açar. Bunun sonucunda kıllanma da artar, cilt çok fazla sebum salgılar ve akneler ortaya çıkar. Bazen kadınlık hormonlarından östrojenin eksikliği, vücuttaki erkeklik hormonunu dengelemeye yetmez. O zaman da aknelerle karşılaşırız. Tüm hormon seviyeleri normal olduğu halde bazen vücut erkeklik hormonlarına karşı aşırı derecede hassas davranır ve tepki gösterir. Sonuçta yine kıllanma ve akneler görülür.
NASIL TEDAVİ EDİLİR? * A vitamini ve çinko akne tedavisinin en önemli desteği.. Ergenlik sivilceleri hormonların eseri olsa da, hormon tedavisine nadiren başvurulur. Ergenlik çağından sonra normal olarak hormon dengesi düzelir. Bazı durumlarda antibiyotik alımı gerekli olabilir. Son yıllarda, bir ışık tedavisi olan FOTO Rejuvenation ve OZON Terapisi de etkin yöntemler arasında yerlerini aldı. Hangi tedaviyi uygular uygulayır, A vitamini ve çinko almayı ihmal etmeyin.
* Ilımlı akneler: Haricen yapılan kimyasal tedavilerin en başında, çeşitli AHA-BHA-PHA'lar ile yapılan peeling'ler gelir. Bu yumuşak tedavi cildin en üst tabakasında birbirine bağlanan hücreleri ayırır, tıkanan gözenekleri açar, iz ve lekelerin oluşmasına engel olur.
* Şiddetli akneler Akne çok şiddetli seyrediyorsa, benzol peroksit karışımları veya sentetik bir A vitamini türevi olan Tretinoin tedavisi denenir. Bazı durumlarda, antibiyotik alınması önerilir. Kimi hastalar için hormonların dengelenmesi gerekli olabilir. Baş edilmesi zor durumlarda Izotretinoin (Roacuttane) tavsiye edilebilir. Bu son derece etkili bir tedavidir ancak yan etkileri fazladır. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:56 pm | |
| Alerjiye karşı
Bahar mevsiminin gelmesiyle birlikte alerjik hastalıkların artış gösterdiğini belirten Denizli Devlet Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Nurgül Bozkurt, vatandaşların alerji testi yaptırarak, neye karşı alerjisi olduğunu öğrenmesini ve önceden önlemini alması gerektiğini söyledi.
Yazılı bir açıklama yapan Dr. Nurgül Bozkurt, bahar mevsiminde polenler, mantarlar ve ev tozlarından kaynaklanan astım, bronşit, alerjik nezle, göz nezlesi, ürtiker gibi alerjik hastalıkların Denizli'de de önemli bir artış gösterdiğini belirterek, "Bahar mevsimi astım ve alerjisi olan hastalarımızın şikayetlerinin artmasına neden olur. Bu yüzden bu hastalığı olan hastalarımızın dikkatli olması ve şikayetleri artmadan doktor kontrolünden geçmeleri, gerekirse alerji testi yaptırmaları gerekir" dedi. Yağışlı havaların ardından havadaki polen miktarında önemli bir artış gözlendiğini açıklayan Dr. Bozkurt, "Çiçeklerden ziyade, havayla yayılma özelliği olan, hafif ve yapışkan olmayan polenler alerjik reaksiyonlara neden olabiliyor. Polenler gibi mantar sporları ve ev tozları da atmosferde bulunup alerjik reaksiyonlara yol açar" diye konuştu.
Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Bozkurt, ılık ve nemli iklimin, mantarların lehine olduğunu ve yıl boyu süren alerjik rahatsızlıkların en önemli nedeninin ev tozu akarları olduğuna değinerek, "Ev tozu akarları evlerde yatak, döşeme ve halılarda bulunan ve gözle görülmeyecek kadar küçük, haşereye benzeyen yaratıklardır. Bu yaratıkların dışkılarının içinde uçuştuğu odanın havasını soluyan kişinin solunum yollarına ulaşabilir ve kişi alerjik bünyeliyse alerjik reaksiyonlara yol açabilir" dedi.
Denizli Devlet Hastanesi'nde bu yılın başından itibaren alerji testinin yapılmaya başlandığını kaydeden Dr. Bozkurt, "Hastaların, alerji testleri sonucunda neye karşı alerjisi olduğu tespit edilmektedir. Hastanemizde şu ana kadar 50'nin üzerinde hastaya alerji testi yapılmıştır. Özellikle, kişilerin alerjik reaksiyonlarının arttığı bu mevsimde alerji testini yaptıranların sayısının artması beklenmektedir" şeklinde konuştu. Polen sezonunun başladığı bahar aylarında özellikle sabah erken saatlerde pencerelerin açılmamasını, polenlerin yoğun olduğu mevsimlerde giysilerin yatak odasında çıkarılmamasını, sentetik yatak, yorgan ve yastıkların kullanılmaması gerektiğini hatırlatan Bozkurt, "Çarşaf ve yastık yüzlerini haftada bir kez 50 derecenin üzerinde sıcak suyla yıkayın. Kumaş perde yerine panjur kullanın. Kumaş kaplı mobilya yerine, plastik ve tahta sandalye tercih edin. Duvara toz çekecek pano gibi eşyaları asmayın. Dolapların içini bile nemli bezle silin. Çocuklarınızın odasındaki tüylü oyuncakları kaldırın. Yatak odasında halı kullanmayın. Banyolar mantarların büyümeleri için en uygun ortamlardır. Bu nedenle kuru tutmaya çalışın" dedi.
Dr. Nurgül Bozkurt, ev içinde kedi, köpek gibi hayvanların beslenmemesi ve sigara içilmemesi gerektiğini de sözlerine ekledi. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:56 pm | |
| Kolon kanseri
Bağırsak kanseri kanserden ölüm nedenleri arasında üçüncü sırada yer alıyor. Belirti vermeyen ve yavaş ilerleyen hastalık özellikle 50 yaş ve üzerindekileri tehdit ediyor. Bugün sadece Amerika Birleşik Devletleri'nde kadın ya da erkeklerde yaşam boyu kolon kanserine yakalanma riski yüzde 6 civarında. "Acıbadem-Harvard Tıp Günleri 4" kapsamında gerçekleştirilen "Bağırsak Kanseri ve Riskleri" konulu toplantıda Acıbadem Hastanesi Kozyatağı Gastroentereoloji Bölüm Sorumlusu Prof. Dr. Nurdan Tözün ve Massachusetts General Hospital Yüksek Gastrointestinal Kanser Riski Kliniği Direktörü Dr. Daniel C. Chung bağırsak kanseriyle ilgili akıllara takılan tüm sorulara yanıt verdiler.
Kolon kanseri
Bağırsak kanseri kanserden ölüm nedenleri arasında üçüncü sırada yer alıyor. Belirti vermeyen ve yavaş ilerleyen hastalık özellikle 50 yaş ve üzerindekileri tehdit ediyor. Bugün sadece Amerika Birleşik Devletleri'nde kadın ya da erkeklerde yaşam boyu kolon kanserine yakalanma riski yüzde 6 civarında. "Acıbadem-Harvard Tıp Günleri 4" kapsamında gerçekleştirilen "Bağırsak Kanseri ve Riskleri" konulu toplantıda Acıbadem Hastanesi Kozyatağı Gastroentereoloji Bölüm Sorumlusu Prof. Dr. Nurdan Tözün ve Massachusetts General Hospital Yüksek Gastrointestinal Kanser Riski Kliniği Direktörü Dr. Daniel C. Chung bağırsak kanseriyle ilgili akıllara takılan tüm sorulara yanıt verdiler.
İşte 10 soruda kolon kanseri:
1. Kimler bağırsak kanseri riski altındadır?
Herkes kolon kanseri riski altındadır ancak 50 yaş ve üstündeki kişiler için risk artar. 50 yaşın üzerindekiler alkol alıyorsa, kırmızı et yemeyi tercih ediyorsa, sigara kullanıyorsa ve şişmansa onlar açısından tehdit daha da büyür. Genetik olarak bağırsak kanserine eğilimli olanların yüzde 75'i riskli grubuna girer.
2. Bağırsak kanseri erken dönemde belirti verir mi?
Kalın barsak kanseri küçük polipten kaynaklanabilir. Bu polip yaklaşık 7-10 yılda büyüyerek kansere neden olur. Bu süreçte hiç belirti vermediği için özellikle risk grubundakilerin düzenli olarak kontrolden geçmesi gerekir.
3. Geç dönemde hangi belirtiler ortaya çıkar?
Kolay belirti vermeyen bağırsak kanserinin geç ortaya çıkan belirtileri şöyledir: Kabızlık, ishal, karın ağrısı, dışkıda kan, ağrılı dışkılama , sebebi bilinmeyen ani kilo kaybı
4. Erken tanı için hangi testler yaptırılmalıdır?
Kalın bağırsak taramalarında "dışkıda gizli kan testi" ile yapılır. Gözümüzle görülmeyen kanamalar dışkıda aranır. Negatif ise yılda bir tetkik tekrarlanmalıdır. Pozitif çıkarsa hastalara kolonoskopi yapılması gerekmektedir. Kolonoskopiyle tüm kalın barsağı görüntülemek mümkündür. Ailesinde kalın bağırsak kanseri olan kişiler 40 yaşından sonra her 5 yılda bir kolonoskopi yaptırmalıdır. 5. Kolonoskopi nasıl işlemdir?
Kalın bağırsağın tümünün incelenmesini içeren bir yöntemdir. Hasta bu işlem sırasında uyutulduğu için sanıldığının aksine korkulacak bir işlem değildir. Polip saptandığında işlem sırasında çıkartılır ve incelenmek üzere patolojiye gönderilir. Bir kez polip alınan kişinin daha sonra kolonoskopi ile düzenli olarak izlenmesi gerekir.
6. Görüntüleme tekniği olarak kolonoskopi dışında alternatif bir yöntem var mıdır?
Geleneksel kolonoskopiyi istemeyenler için bir yeni bir alternatif daha var. Özel bir batın tomografisi olan sanal (Virtüel) kolonoskopi. Bununla da bağırsağı tamamen görüntülemek ve polipe rastlandığında daha sonra uygulanacak kolonoskopi ile bunu almak mümkündür.Ancak anlaşılacağı üzere müshil ile kolonun temizlenme işlemi 2 kez yapılmış olacaktır.
7. Bağırsak kanserini önlemek açısından dikkat edilmesi gereken noktalar nelerdir?
Folik asit, selenyum, kalsiyum ve D vitamini kullanmak,günde 1200 mg kalsiyum almak, egzersiz yapmak, yağlı gıdalardan kaçınarak liften zengin besinler ,sebze; meyve tüketmek kolon kanserini önleyici faktörler arasındadır. Sigara barsak kanseri riskini arttıran etmenlerin başında gelir. Bu açıdan riski azaltmak adına sigara içilmemelidir.
8. Nasıl bir tedavi programı uygulanır?
Hastalığın evresine göre tedavi şekilleri değişir. Tedavi gastroenterolog, cerrah ve radyasyon onkoloğu tarafından planlanır. Ameliyat, barsak kanserinin başlıca tedavisini oluşturur ve en çok kullanılan metotların başında gelir. Ameliyatla tüm kanserli dokunun temizlenmesi esas amaçtır. Kemoterapi ve radyoterapi ile gözden kaçabilecek kanser hücrelerinin de yok edilmesi hedeflenir.
9. Kemoterapi tedavisi gören bağırsak kanseri hastaları hangi noktalara dikkat etmelidir?
Kemoterapi sırasında baharatlı gıdalardan uzak durmak, çok aç veya çok tok olmamak gerekir. Tedavi sırasında balık, tavuk, kırmızı et yenmesi önerilir. Yüksek dozda ve özellikle mültivitaminlerin alınmaması önerilir.
10. Bitkisel ilaçlar tedavide kullanılabilir mi?
Doğal ilaçların vücuda ne açıdan yararlı veya zararlı olduğu bilinmemektedir. Bu ilaçların yapılan tıbbi tedavinin etkisini azaltma, engelleme ihtimali bulunmaktadır. Bu açıdan önerilmemektedir. Özellikle karaciğere ekstra yük getirebilmesi nedeniyle ısırgan otu , aloe vera ya da uzak doğu kökenli karışık çaylardan ve etkisi bilimsel açıdan sınanmamış çeşitli otlardan uzak durmak gerekmektedir. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:57 pm | |
| Sigara ömürden en az 5 yıl çalıyor PDT Sigaranın, gerek kadınlarda gerekse erkeklerde ömürden en az beş yıl çaldığı bildirildi. ABD Sağlık Bakanlığına bağlı bir kuruluşta görevli doktor Lisa Schwart tarafından yürütülen ve Amerikan Kanser Enstitüsünce yayınlanan araştırmaya göre, sigara içen erkekler arasında 60 yaşından sonra akciğer kanserinden ölme riski, kalp-damar hastalıklarından ölme ihtimalinden daha yüksek. Buna mukabil, sigara içmemiş erkeklerin hangi yaşta olurlarsa olsunlar, kalp-damar hastalığından ölme ihtimali; akciğer, kalın barsak veya prostat kanserinden ölme ihtimalinden daha fazla. Araştırmaya göre, sigara tiryakisi erkeklerin prostat ve kalın barsak kanserinden ölme ihtimali de 10 kat artıyor. Kadınlarda ise sigara içenler arasında akciğer kanseri veya kalp-damar hastalıklarından ölme riski, 40 yaşına kadar meme kanserinden ölme ihtimalinden çok daha yüksek. Sigara içmeyen kadınlar arasında ise kalp-damar rahatsızlıklarından ölme riski, 60 yaşına kadar meme kanserinden ölme riskine eşit. Araştırma, hangi yaşta ve hangi nedenden olursa olsun, erkeklerin ölüm riskinin kadınlarınkinden biraz daha yüksek olduğunu da gösterdi. | |
| | | Posedon Albay
Mesaj Sayısı : 585 Rep Puan : 884 Teşekkür : 0 Kayıt tarihi : 06/10/09 Yaş : 30 Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??
| Konu: Geri: Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Paz Ekim 11, 2009 4:57 pm | |
| Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi Klinik Şefi Ziya Mocan pek çok hastasına kilo verdirme rekoru kırdırıyor. Prof. Dr. Mocan, Türk halkına en kolay kilo verdiren diyet stratejilerini anlattı: * Yaş ilerledikçe kilo vermek daha mı zorlaşıyor? Teyzelere ve amcalara kolayca kilo verdirtmenin başlıca formülleri nelerdir?
Yaş ilerledikçe, kilo vermek zorlaşır. Yaşlılar bana kilo vermekten çok tedavi olmak için geliyor. Çünkü ileri yaşta kilo birçok sağlık sorunu yaratıyor. Yaşlılara check-up yapıyoruz ve akciğer filmlerine kadar her şeylerini çekiyoruz. Bunların yüzde 80'inde, kilo nedeniyle yüksek tansiyon problemi görülüyor. Ayrıca çoğunda ülsere rastlıyoruz. Mide asidi de, onlara kilo aldırıyor. Tiroitleri var... Onları tedavi ederken de diyet programı veriyoruz. Diyetin yanında onlara, çok basit hareketler de veriyoruz. Öncelikle bacaklarını günde 4-5 kez indirip kaldırmalarını istiyoruz. Kilo verdikçe, günde bir saat yürümeye alışıyorlar. Ama kilolu kişilerden bir anda günde bir saat yürümelerini istemeniz çok yanlış olur. Vücudunu egzersize alıştırmadan yürürse, eklemleri zarar görür ve kalbi yorulur. Çok şişman hastalar yılda 100 kilo bile verebilir. Ama normalde haftada bir, ayda ise 4 kilo vermek idealdir. KADININ KALÇASI HAREKETSİZLİKTEN BÜYÜR * Menopoz sonrası kadınlar neden şişmanlar?
Menopoz döneminden sonraki dönem; yaşlılık dönemidir. Kadınlar bu dönemde hareketsizleşir. Adetin devamı için hormon preperatları kullanabilirler. Bu östrojen preperatları hem iştahı arttırır, hem de su tutar. Bu nedenle de kilo alımı başlar. Yaşlanmaya bağlı olarak bu dönemde kadınlar başka vitaminler de alır. Özellikle B vitamini kullanırlar. Bu vitaminler de kilo alımına yol açar. Menopoza giren kadınlar, kadınlıklarını kaybettiklerini düşünerek bir anlamda depresyona da girerler. Bu depresyon da, yemek yeme şeklinde kendini gösterir. Kadında, yiyerek mutlu olma durumu ortaya çıkar. Bu durum da; kadınların kilo almalarına neden olur. * Türk kadınları neden daha çok kalça ve basen bölgelerinden kilo alıyor? Akdeniz tipi kadınlar genellikle kalçadan kilo alır. Bu; yapısal bir durum. Hareketsizlik ve spor yapmama alışkanlıkları da bu bölgede yağ toplanmasına yol açar. Bizim kadınlarımız çok hareketsiz olduklarından genellikle karın, kalça ve bacaklardan kilo alırlar. Yabancı kadınlar ise, menopoz yaşlılığını bir fırsat olarak değerlendirir ve kendilerini daha iyi bir görüntüye yönlendirirler. Kendilerini seyahate ve yürüyüşe verirler. Oysa bizim kadınlarımız, özellikle de yaşlılarımız kendilerini hareketsizliğe verir. AİLESİNİN DESTEĞİNİ ALMAYAN İNCELEMEZ! *Hayatları boyunca kilolu olan insanları nasıl zayıflatıyorsunuz? Onların kilo vermeleri daha zor ama bir kere başladılar mı, işin ucunu kesinlikle bırakmıyorlar. *Verilen kiloların geri alınmaması için neler yapılabilir?
Zayıflamak en az iki senelik bir program. 3-4 ay yapıp, sonra diyete ara vermek; daha hızlı kilo almayı sağlar. Bilinçlenme olayının, bilinçaltına yerleşmesi şart. Ailenin desteği olmazsa, başarılması zor. Ekip çalışması yapıyoruz. Eşi, kardeşleri, annesi, babası, çocukları kişiye destek vermeli. Onlar diyette adeta çatal, kaşık gibiler. | |
| | | | Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |