Türk Edebiyatı
Türk edebiyatı veya Türk yazını, Türk dilinde yazılmış sözlü ve yazılı
metinlerdir. Türklerin İslamiyeti kabullerine kadar farklı Türk dil ve
alfabeleri kullanılırken, İslamiyetin etkisiyle Farsça ve Arapça
kullanılmaya başlanmış, Osmanlı döneminde Türkçe'nin Arap alfabesiyle
yazıldığı Osmanlıca eserler verilmiştir. Özellikle saray çevresinde,
Fars edebiyatının etkisiyle üretilen bir edebiyat anlayışı ağır
basmıştır. Zaten okur-yazarlığın olmadığı ya da oldukça az olduğu halk
arasında, sarayın Divan Edebiyatı etkili olamamış, Anadolu'da sözlü
gelenek uzun bir süre devam etmiştir.
Türk edebiyatının tarihi yaklaşık 1500 yıl öncesine dayanmaktadır.
Bilinen en eski Türk yazıları 8. yüzyıldan kalma Orta Moğolistan'daki
Orhun Irmağı vadisinde bulunan Orhun Yazıtları'dır.[1] Türklerin
İslam'ı kabul ettikten sonraki edebiyat metinleri lügatlar, fıkıh
eserleri, peygâmberler tarihi, şecere türü yapıtlardır. 15. yüzyılda
Dede Korkut Kitabı ile başlayan destan türüne ek olarak, mektuplar,
menakipler, tarihler, tezkireler nesir türünün biçimleridir. Türk halk
edebiyatı, aşık ve tekke kollarıyla eski çağlardan beri süregelir. Halk
edebiyatının bilmece, destan, masal, efsane, hikâye, atasözü, fıkra,
menkıbe, deyim, oyun biçimleri vardır. Tekke edebiyatının nefes, ayin,
ilahi, naat, mevlid, münacat kalıplarıyla gelen kolları günümüze
ulaşmıştır. Halk edebiyatı yanında klasik edebiyat denilen Divan
edebiyatı gelişmiştir. Batı'da roman türünün yaygınlaşmasıyla Türk
edebiyatı da telif ve tercümelerle 1800'lerden başlayarak bu yöne
eğilmiştir.
Türkiye'de Cumhuriyet döneminin ilk devrinde Milli Edebiyat hâkimdir.
Halk diliyle yazan ve Genç Kalemler dergisinde toplanan yazarlar
eserlerinde Türklüğü, vatanı, kurtuluş mücadelesini anlatmışlar;
kendilerinden önceki bireye dönük Edebiyat-ı Cedidecileri
eleştirmişlerdir. Bu devrin en önemli yazarlarına örnek olarak Yakup
Kadri Karaosmanoğlu ve Halide Edip Adıvar verilebilir. Milli
Edebiyat'ın milliyetçi görünümü sonraki devirde Anadoluculuk ve
halkçılık olarak edebiyata yansımıştır. Bu dönemde Beş Hececiler ve
Yedi Meşaleciler grupları kurulmuştur. Daha sonra II. Dünya Savaşı ve
savaşın siyasal etkileriyle toplumculuk ve köycülük akımları
güçlenmiştir. Âşık ve tekke edebiyatı, modernleşmenin etkisiyle gücünü
kaybetmiştir. Divan edebiyatından ise Dil Devrimi, Türkçe'nin ön plana
çıkarılması ve değişen edebiyat akımlarıyla, Osmanlı'ya ait bir tür
olarak vazgeçilmiştir.
Modern Türk edebiyatı öykü, roman, eleştiri, deneme, şiir ve tiyatro
eseleri gibi hemen her türde örnekler içermektedir. Genellikle
modernist bir çizgide seyretmekte olsa da postmodernizmin etkileri de
yoğun olarak görülmektedir.
Selçuklular dönemi
Türkiye topraklarında gelişen edebiyatın ilk ürünleri Selçuklu dönemine
aittir. Ancak bu dönemden günümüze ulaşabilenler XIII. yüzyıla aittir.
Farsça mesnevisi ile tanınan Mevlana Celaleddin Rumi'nin (1207-1273) az
sayıda Türkçe beyitleri vardır. Oğlu Sultan Velet'in (1266-1312) Farsça
İbtidaname, Rebapname mesnevilerinde Türkçe beyitler yer alır, bunlar
dışında Türkçe şiirleri de vardır. Eski Anadolu Türkçesi'nin en eski
şairi olarak bilinen Ahmet Fakih (ö.1221) kaside biçiminde yazılmış
dinsel öğütleri içeren Çarhname adlı yapıtla hac yolcularının uğradığı
kentleri, buradaki camileri konu edinen Kitabu evsafı mesacid üş-şerife
mesnevisinin sahibidir. Yusuf ile Zeliha mesnevisinde bu Kur'an
kıssasını dinsel, ahlaksal yönüyle işleyen Şeyyad Hamza'nın hece vezni
ile yazmış olduğu şiirleri de vardır. Gazellerinde aşk, içki, eğlence
temalarını işleyen Dehhani din dışı edebiyatın Anadolu'da gelişen divan
edebiyatı'ndaki ilk temsilcisidir. Bu dönemde Battalname, Saltukname
dinsel-destansı halk edebiyatı ürünleri oluşmuştur. Ancak bunların
yazıya geçirilmiş çeşitlemeleri daha sonraki Osmanlı dönemine aittir.
Dönemin en önemli şairi Yunus Emre'nin (1240/1241-1320/1321) halk
diliyle söylenmiş ve çoğu hece vezniyle olan ilahileri tasavvuf
konularını coşkun bir lirizmle işliyordu. Onun tarih boyunca
alevi-bektaşi şiirini etkileyen yapıtı XX. yüzyılda yeniden dikkat
çekti ve yansıttığı insan sevgisi bakımından yeni bir gözle
değerlendirildi.
Osmanlılar dönemi
Selçuklu Devleti'nin son yıllarında, bu devletin yıkılmasından sonra ve
Osmanlı Devleti'nin başlangıç döneminde Anadolu beyliklerinin
merkezinde Arapça ve Farsça'dan geniş bir çeviri hareketi gerçekleşti.
Bu merkezlerde ilk yapıtlarını veren yazarlardan daha sonra Osmanlı
sarayınca korunan oldu. Garipname (1330) mesnevisinin sahibi olan ve
Yunus Emre yolunda ilahileri bulunan Kırşehirli Aşık Paşa,
İlhanlılar'ın Anadolu valisi Timurtaş'ın vezirlerindendi. Süheyl-ü
nevbahar (1350) mesnevisinin sahibi Hoca Mesut, Kelile ve Dimne
çevirisini Aydınoğulları beyliğinde kaleme almıştı. Hüsrev ü Şirin
(1367) mesnevisinin yazarı Fahri, Aydınoğulları beyliğinde yetişmişti.
Hurşidname (1387) mesnevisinin sahibi Şeyhoğlu Mustafa,İskendername
(1390), Cemşid ü Hurşid (1403) mesnevilerinin sahibi Ahmedi, Divan 'ı
ve Çengname (1402-1411) mesnevileriyle tanınan Ahmet Dai, Hüsrev ü
Şirin (1421-1429) mesnevisinin sahibi Şeyhi, Germiyanoğulları
beyliğinde yetişmişti. Bu dönemde özellikle İran şairlerinin kaside ve
gazellerinde işlenen içki, aşk, tasavvuf, eğlence konuları, onların
kullandıkları imgeler, başvurdukları benzetmeler Türkçe'ye aktarıldı.
Gene bu örneklere dayanan aşk, serüven, tasavvuf konularıyla ilgili
mesneviler yazılıyordu. Ancak uzun ünlüsü olmayan Türkçe'nin aruz
veznine uydurulması güçlükler yaratıyordu. Böyle olduğu halde
başlangıçta Türkçe sözcüklere, deyimlere hatta atasözlerine şiirde
geniş yer veriliyordu. Halk diliyle kahramanlık işleyen yapıtlar,
dinsel edebiyat ürünleri de vardı. Tokat kalesi dizdarı Arif Ali, I.
Murat için Danişmentname 'yi (1311, gününüze ulaşan yazması 1577)
kaleme almıştı. Aynı nitelikli dinsel-destansı yapıtlardan Battalname
ve Saltukname metinleri sonraki yüzyılın ürünleri arasındadır.
Ahmedi'nin kardeşi Hamzavi'nin gene aynı nitelikli Hamzaviname'si din
ve kahramanlık konularını birlikte işleyen, halk diliyle yazılmış
yapıtlardandır. Sadrettin'in Destan-ı geyik, Destan-ı ejderha 'sı,
Tursun Fakih'in Kıssa-i mukaffa, Gazavat-i emir ül-müminin Ali 'si,
Beypazarlı Maazoğlu Hasan'ın Feth-i kale-i Selasil, Cenadil kalesi
cengi gibi yapıtları halk kitapları arasındadır.
* XIV. yüzyıldan XIX. yüzyıla kadar İslam dini etkisinde ve İslâm
uygarlığı çerçevesinde gelişen edebiyatın ürünleri birbirinden farklı
yanları olan üç çığıra ayrılır.
Halk edebiyatıTürk edebiyatının geleneksel vezniyle, dörtlüklerden oluşan biçimlerle
söylenmiş şiirleri kapsar. Halkın konuştuğu dile dayanır. Âşık, saz
şairi ya da halk şairi adı verilen gezgin şairlerin saz eşliğinde
doğaçlama söyledikleri şiirlerin günümüze ulaşan en eski örnekleri XVI.
yüzyıla aittir. Âşıklardan birçoğu hakkında koşmaların son dörtlüğünde
anılan mahlaslardan başka bilgi yoktur. Bazı âşıkların yaşamı
efsanelerle karışmıştır. Âşığın düşünde pirlerin elinde bade içerek saz
çalıp, şiir söylemesi, düşte gördüğü sevgiliyi bulmaya çalışması yaygın
bir efsane motifidir. Birçok âşığın şiiri zamanla türkü, ağıt gibi
sahibi bilinmeyen halk şiiri örnekleri arasına karışmıştır. Örneğin
Kerem, Ercişli Emrah, Aşık Garip'in gerçekte yaşamış olup olmadıkları
bilinmemektedir. Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan gibi büyük ustaların
şiirleri arasına sonradan onların mahlaslarıyla söylenmiş şiirleri de
eklenmiştir. Âşıkların yapıtları doğa, sevgi, gurbet, ahlaksal öğüt,
toplumsal sorunlar yanında kahramanlık konularına da yer verir.
Yeniçeri Ocağı'nda yetişmiş birçok şair imparatorluğun birbirinden uzak
yerlerindeki (Bağdat, Girit, Kırım vs.) yaşama tanıklık eder. Bunlar
arasında şu adlar sayılabilir; Hayali, Öksüz Âşık (XVI. yy.);
Temeşvarlı Âşık Hasan, Kâtibi (XVII. yy.); Kayıkçı Kul Mustafa (ö.
1686); Kabasakal Mehmet (XVIII. yy.) vd. Toroslar'daki Türkmen
aşiretlerinde yetişen Karacaoğlan'ın (XVII. yy.) doğa güzellikleri ve
sevgiyi konu edinen özentisiz, içtenlikli şiiri, türünün en sevilen
örnekleri oldu. Gene bu yörede yetişen Deli Boran, Beyoğlu,
Gündeşlioğlu (XIX. yy.) hiçbir yabancı etki altında kalmamış ve
değişmemiş halk zevkini devam ettirdi. Dadaloğlu'nun (1785 ? - 1868 ? )
baskıya ve haksızlığa başkaldıran şiiri, göçebe ve aşiretlerin zorunlu
iskanıyla ilgili tarihsel olaylara tanıklık etti. Âşık edebiyatının
geleneğinde âşık kahvelerinin, kahvelerde düzenlenen atışmaların,
muamma, asma, çözme gibi hünerlerin önemli yeri vardır. Bu
etkinliklerden dolayı âşıklara meydan şairleri adı verilir. Bazıları
medreselerde okumuş olan, kültür merkezi kentlerde yaşayan âşıklara ise
kalem şairi denir. Kalem şairleri üzerinde dil, anlatım, konu
bakımından divan şiirinin türlü etkileri görülür. Onların şiirleri
arasında koşma, varsağı, destan gibi özgün halk edebiyatı türleri
yanında aruzla divan, müstezat, gazel gibi ürünler de yer alır. Âşık
edebiyatının bu yolda yapıt veren temsilcilerinden başlıcaları
şunlardır; Aşık Ömer, Gevheri, Dertli, Erzurumlu Emrah, Bayburtlu Zihni.
Halk hikâyeleriXV. yüzyılın ikinci yarısında yazıya geçirildiği kabul edilen Dede
Korkut Hikâyeleri, eski destan geleneğini ve Türkler'in Anadolu'ya
yerleşmelerinden önceki sözlü edebiyatlarıyla halk hikâyeleri arasında
bir köprüdür.
Oğuz boylarının tarihleri, günlük yaşamlarının yanı sıra insan
ilişkilerine tanıklık eden, duygusal durumları araştıran yapıt, içeriği
kadar dili ve anlatımıyla da bütün Türk edebiyatının en önemli eserleri
arasındadır. Dede Korkut Hikáyeleri'nde düz sözle anlatılmış bölümler
dışında özellikle heyecan verici, duyarlıklı bölümler manzumdur. Halk
edebiyatı geleneğine kuvvetle bağlı olduğu görülen bu bölümlerin
vezinleri ve nazım biçimleri kesinlikle belirlenememiştir. Halk
hikâyelerinde manzum bölümler, hece vezniyle söylenmiş ve dörtlüklerden
oluşan biçimleri kapsar. Bu hikâyeler kahramanlık (Köroğlu, Kirmanşah,
Celali Bey ile Mehmet Bey vs.), sevgi ve serüven (Kerem ile Aslı, Aşık
Garip) konularını ele alır. Hikâyelerden bazılarının yaratıcısının
serüvende yer alan âşıklar olduğu ileri sürülür. Adları bilinen,
yaşamları, yapıtları yakından tanınan âşıkların (Çıldırlı Şenlik,
Posoflu Müdami) meydana getirdikleri bilinen hikâyeler de yer alır.
Anonim/Yazanı bilinmeyen türler Sözlü edebiyatta masal, fıkra, efsane gibi ürünlerin yazanı belli
değildir(Anonimdir). Türkiye Türkçesi'yle söylenmiş ve XIX. yüzyıldan
başlanarak yazıya geçirilmiş, bu dönemdeki bazı ürünlerin İslamiyetten
önceki dönemle, Türkiye dışındaki Türkler'le ya da Arap-İran Edebiyatı
ile ilişkisi vardır. Ancak bunlarda geniş ölçekte de tarihsel ve yerel
özellikler kendini gösterir (Nasreddin Hoca fıkraları, Bektaşi
fıkraları, Bursa, Konya, İstanbul gibi kentlerle ilgili efsaneler,
gerçekçi nitelik taşıyan bazı meddah hikâyeleri vs).
Bir gün Padişah, Nasreddin hocaya sormuş;
— Ben öldüğümde cennete mi gideceğim, cehenneme mi?
Hoca, Padişahtan korkmadan;
— Tabii ki, der, cehenneme gideceksiniz.
Öfkeden padişahın sakalı kabarır. Nasreddin hoca;
— Cennete gideceğinizi söylemek isterdim ama cellatlarınız öldürdüğü
insanlar yüzünden cennete sığamazsınız. O yüzden mecbur cehenneme
gideceksiniz.
Sözlü gelenekte ezgiyle söylenen türkü, mâni, ağıt gibi türler halkın
ortak yaratıcılığına dayanır. Bunlara zamanla sahipleri unutulan
ürünler de eklenmiştir.
Divan edebiyatıBu edebiyat özellikle Arap ve İran edebiyatı kurallarına bağlıdır;
onların içeriğinden geniş ölçüde yararlanır. Şiir, divan adıyla anılan
derleme içinde yer alan kaside, musammat, gazel, rubai gibi türleri
kapsar. Anlatı türü ise genellikle mesnevidir. Ortak İslam kültürünün
etkisi ile yazı dilinde Arapça ve Farsça'dan alınan sözcükler, bu
dillere ait kurallar büyük ölçülere ulaşmıştır. Divan Edebiyatı, saray
ve medrese çevresinde aydın topluluğun edebiyatı olarak gelişti. Şeyhi,
Ahmet Paşa, Hayali, Necati gibi şairler lirik şiirde İranlı ustaların
yapıtlarındaki içerik ve söyleyiş başarısını kendi dillerine
aktardılar. Çağatayca'da Ali Şir Nevai'nin, Azeri Türkçesi'nde
Fuzûlî'nin ulaştığı klasik olgunluğun Osmanlı şiirindeki temsilcisi ise
Baki (1523-1600) oldu. Nef'i (1575 ? [3] - 1635), abartmalara,
gösterişli benzetmelere, coşkulu bir söyleyişe yer veren kasideleriyle,
Nabi (ö. 1712), Koca Ragıp Paşa (ö. 1762) duygu ve imgelerin yerine
yaşam deneyleriyle beslenen, ahlâksal öğütler taşıyan gazelleriyle,
Lale Devri'ne tanıklık eden Nedim (ö.1730) neşeli, yaşam dolu
şiirleriyle, özellikle şarkılarıyla tanındı.
Dilde, temalarında halk söyleyişine, halk beğenisine yaklaşma eğilimine
(Nedim, Enderunlu Fazıl [1759 ? [4] -1810] ) karşılık Fehim-i Kadim,
Naili, Neşati, Şeyh Galip gibi şairler içiçe tamlamalara, karmaşık
imgelere dayanan Sebk-i Hindi akımının temsilcisi oldular. Tanzimat'tan
sonra Türk şiiri, batı etkisi altında değişip gelişirken yeni
edebiyatın temsilcileri (Ziya Paşa, Namık Kemal vs.), divan şiiri
geleneğine uygun ürünler de verdiler. Eski şiirin son temsilcileri
Encümen-i Şuara adı verilen topluluğun Naili, Fehim-i Kadim gibi
şairlerin yolunu izleyen üyeleri Leskofçalı Galip, Yenişehirli Avni,
Hersekli Arif Hikmet oldu. Aruz vezninin yerini hece veznine daha sonra
da serbest vezne bıraktığı XX. yüzyılda divan şiiri kesinlikle sona
erdi ancak Yahya Kemal Beyatlı beyit birimine dayanan bu şiire çağdaş
şiirin yapısal bütünlüğünü kazandırırken Baki, Neşati, Nedim gibi
farklı şairlerin söyleyiş özelliklerinden ve işledikleri konulardan
yararlanan ürünler [5] ortaya koydu.
Tekke edebiyatıEvren'in Tanrı yansıması, aşkı Tanrı'ya ulaşmanın yolu sayan tasavvuf
görüşü, İslam etkisinde gelişen edebiyatı büyük ölçüde besledi. Örneğin
en yaygın konulardan biri olan içkili eğlenceler konu edinirken
meyhaneler tekkeyi, mey Tanrı'yı, meyhaneci tarikat şeyhini
simgeliyordu. Divan edebiyatında başta mevlevilik olmak üzere tarikat
ulularını öven, tarikat inançlarını konu edinen mesneviler, kasideler
de yazılıyordu. Ancak Tekke edebiyatı bu konuları tarikatlara bağlanan
halk topluluklarının anlayabileceği dilde, halk edebiyatı çerçevesinde
konu edinir; tekkelerde ayinler sırasında ezgiyle okunan ilahiler,
nefesler, tarikat büyüklerinin menkıbelerini kapsar. Birçok tarikat
XIII. yüzyıl şairi Yunus Emre'yi yakından benimsedi, onun şiirlerine
kendi törenlerinde yer verdiler. Yunus Emre'nin yolunu izleyen ve ona
nazireler yazan pek çok şair yetişti. Ayrı tarikatlar, inançlar,
birbirinden farklı üç edebiyat yolu oluşturdu.
1. Bazıları tarikat kurucusu olan tarikat şairleri kendi
inançlarını, tarikatlarının ilkelerini, giriş törenlerini, özel
zikirleri vb. konu edindiler. Bu tür edebiyatın başlıca temsilcileri
halvetilikle kadiriliği birleştirerek eşrefiliği kuran Eşrefoğlu Rumi,
İbrahim Gülşeni, Üftade, onun halifesi ve celvetliğin kurucusu Hüdayi,
bayramiliğin himmetilik kolunu kuran Tarikatname yazarı Himmet,
Niyazi-i Mısri'dir.
2. Melamiler tekkeleri, tarikat kurallarını, zikirlerini vb. konu
edindiler. Melamilerin bayramilik kolu halvetilikle nekşibendiliği
birleştiren Hacı Bayram Veli'ye dayanır.
3. Hacı Bayram Veli'ye bağlanan bektaşilerin ve onlardan daha geniş bir
topluluk oluşturan alevilerin şiiri, temalarıyla öteki tarikat
şairlerin şiirlerinden ayrılır. Bu edebiyat dil ve anlatım bakımından
tarikat edebiyatının öteki iki kolundan çok daha sadedir. Alevi-bektaşi
şiirlerinin önemli temalarından biri Ali'ye, ehlibeyte aşırı
bağlılıktır. Oniki imam övülür, bütün adaletsizlikleri gideren bir
kurtarıcı olarak Mehdi beklenir. Abdal Musa ile müridi Kaygusuz Abdal,
Pir Sultan Abdal vs. bu konuları işleyen başlıca şairlerdir.
Batı uygarlığı etkisinde gelişen Türk edebiyatı
Osmanlı İmparatorluğu'nda Tanzimat'ın ilanından (1839) sonraki siyasal
yenileşme döneminden başlayarak edebiyatın dili ve anlatımıyla birlikte
halk topluluğuna ulaşma biçimi, amacı, kapsadığı sorunlar da büyük
ölçüde değişti. Sözlü edebiyatın yerini kesin olarak yazılı edebiyat
aldı. Roman, tiyatro, eleştiri, deneme gibi batı kaynaklı türlerde
ürünler verildi. Toplumsal sorunlar gerçekçi yöntemle ele alınmaya
başlandı.
Tanzimat edebiyatıBatı ülkelerinden özellikle de Fransa'dan etkilenen ve geniş halk
kitlesine ulaşmayı amaçlayan, toplumsal sorunlarla yakından ilgilenmeye
başlayan edebiyatın ilk ürünleri Tanzimat'ın ilanından 20 yıl kadar
sonra verildi. Tasvir-i Efkar[6] gazetesini çıkaran Şinasi, biçimden
çok öze önem veren bilgi ve düşünceyle temellenen, geniş bir halk
topluluğuna seslenebilmeyi amaçlayan yeni düzyazının kurucusudur.
Şiirleri, şiir çevirileri, makaleleriyle çağdaşlarını derinden
etkileyen bu yenilikçi yazar geleneksel halk tiyatrosuyla batı örneğini
bileştiren ilk tiyatro yapıtı olan Şair Evlenmesi'nin (1859) yazarıdır.
[7] Divan şiirini dil ve anlatım bakımından topluma sırt çevirmiş,
içerik bakımından doğaya, akla yabancı, toplumsal sorunlara uzak sayan
Tanzimat şiirinde Namık Kemal yurt, ulus sevgisi, özgürlük, haksızlığa
başkaldırma gibi temaları coşkulu bir dille ve yeni bir anlatımla
işledi. Ziya Paşa, divan şiirinin geleneksel biçimlerinden fazla
uzaklaşmadan siyasal yönetimde, insan ilişkilerindeki adaletsizliğe ve
haksız davranışlara karşı çıktı, uygarlığı bilimi savundu. Padişahın
mutlak egemenliğine karşı meşrutiyet yönetimini savunan, yurtiçinde
olduğu kadar gönüllü sürgün olarak yurtdışında da siyasal savaşım veren
bu şairler savundukları yeni dil ve edebiyat anlayışını eleştiri
türünde verdikleri ürünlerde dile getirdiler. [8][9] Toplum için sanat
ilkesine bağlı sayılabilecek bu şairleri izleyen kuşak [10] sanat için
sanat ilkesine yatkın ürünler verdi. Doğa, aşk, ölüm, varlık-yokluk
gibi konuları işlerken yeni bir anlatım ve yeni biçimlerden
yararlanıldı. Bu dönemde kendisi de yeni yenilikçi ürünler kaleme almış
olmasına rağmen geleneğe bağlı şiir anlayışını Muallim Naci devam
ettirdi. Şemsettin Sami'nin roman türünde ilk örnek olan Taaşşuk-ı
Talat ve Fitnat 'ını izleyen ürünler (Ahmet Mithat Efendi, Felatun
Bey'le Rakım Efendi, 1876; Namık Kemal, İntibah, 1876) bir yandan
yaşanan çağa ters düşmüş eski toplumsal kurumları öte yandan Batı'ya
körü körüne öykünmeyi eleştiriyordu. Ahmet Mithat Efendi, sözlü halk
hikâyeciliğinden eserlerinde bol bol yararlandı. İlk ürünlerinde büyük
ölçüde romantizmden beslenmelerine karşın Samipaşazade Sezai [11],
Recaizade Mahmut Ekrem [12] yer yer gerçekçi öğeler kullandılar.
Natüralizme yakınlık gösteren Nabizade Nazım, köy gerçeklerini konu
edinen ilk yapıt olan Karabibik 'in (uzun öykü, 1890) yazarı oldu.
Tiyatroda Ahmet Vefik Paşa'nın Molière uyarlamaları halk geleneğini
batı kaynağı ile birleştirme çabalarının bir halkasıdır. Buna karşılık
Abdülhak Hamit'in oyunları [13] batı tiyatrosu örneklerinden büyük
ölçüde beslenen, sahne diline ve halkın beğenisine ise oldukça uzak
ürünlerdir. Namık Kemal'in sürgüne gönderilmesine yol açan Vatan, Yahut
Silistre] oyunu yazarın ana temalarından olan yurt ve ulus sevgisini
heyecanlı bir anlatımla sahneye aktararak konu ediniyordu. II.
Abdülhamit'in uzun süren baskısı II. Meşrutiyet sonrasına kadar tiyatro
edebiyatının gelişmesine engel oldu.
Edebiyat-ı CedideTanzimat edebiyatı yurt sorunlarıyla yakından ilgileniyor, yurt, ulus
sevgisi gibi konuları işliyor, halkın anlayabileceği bir dille yazmaya
çalışıyor, halkı eğitmeyi amaçlıyordu. II. Abdülhamit döneminde doğup
gelişen Edebiyat-ı Cedide ya da yazdıkları derginin adıyla Servet-i
Fünun edebiyatı, bütün noktalarda kendisinden önceki edebiyatın
karşısında yer aldı. Edebiyat-ı Cedide yazarları bireysel konuları,
güzelliklerini ancak öğrenim görmüş seçkin kişilerin kavrayabileceği
bir anlatımla işlediler. Batılı, özellikle de Fransız yazarların
yapıtlarındaki biçim özelliklerini Türkçeye uyguladılar. Hareketin
temsilcilerinden Tevfik Fikret (1867 - 1912), Cenap Şahabettin (1870 -
1934) şiire geniş bir ses zenginliği kazandırdılar. Doğayı, kişisel
yaşantıyı, bireysel duyguları ayrıntılarıyla yansıttılar. Tevfik Fikret
zamanla toplumsal bozuklukları, siyasal yönetim baskısını,
haksızlıkları konu edinmeye koyuldu. Roman alanında Mehmet Rauf[14] ile
birlikte ruhsal durumları çözümlemeye önem veren Halit Ziya Uşaklıgil
[15], farklı toplum kesimlerinden kişilerin, aydınların, sanat-edebiyat
çevresinin [16], halkın [17] yaşamına gerçekçi açıdan tanıklık etti.
Yapıtlarını bu dönemde yayımlamaya başlayan Rahmi Gürpınar, Edebiyat-ı
Cedide'den alabildiğine ayrılarak geniş okur topluluğuna seslenen,
halkın yaşamından canlı kesitler veren, öğretici, eğlendirici romanlar
[18] yazdı. II. Meşrutiyet'in ilânından sonraki dönemde Edebiyat-ı
Cedide'nin bağlı olduğu sanat için sanat anlayışını kısa bir süre
Fecr-i Ati hareketinin genç temsilcileri sürdürdü. Bunlar arasında yer
alan Ahmet Haşim, arı şiir anlayışına bağlı ürünleriyle [19] tanındı.
Topluluğun üyelerinden hemen tümü II. Meşrutiyet'ten sonra Milli
Edebiyat hareketi içinde yer aldılar.
Milli EdebiyatTürkçülük hareketinin etkisinde gelişen Milli Edebiyat'ın hareket
noktası ulusal kaynaklara yönelme düşüncesiydi. Dilde sadeleşme, şiirde
aruzun yerine hece vezni, içerikte halkın sorunları ve yerli yaşam
Milli Edebiyat'ın temellerini oluşturdu. Mehmet Emin Yurdakul'un Tükçe
Şiirler (1899) yapıtıyla başlayan yenileşme, aydınların şiirini bir
yandan halk edebiyatı öğelerine öte yandan halkın dertlerine yöneltti.
Türkçülük hareketinin ilkelerini saptayan Ziya Gökalp [20] kaynak
olarak eski Türk destan geleneğinin, folklorun taşıdığı değeri
gösterdi. Öykülerinde toplum ve siyaset sorunlarına tarihsel geçmişe
dayanarak çözümler arayan Ömer Seyfettin'in gerçekçi ve destansı
anlatımına zaman zaman da yergicilik ekleniyordu. Refik Halit Karay'ın
gerçekçi yapıtı Memleket Hikâyeleri (1919) ilk kez Anadolu küçük kent
ve kasabaların yaşamlarını konu edindi. Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk
yazarlar kuşağının öncüleri Reşat Nuri Güntekin, Halide Edip Adıvar,
Yakup Kadri gibi romancılar Cumhuriyet döneminin eşiğinde
yayınladıkları yapıtlarıyla [21] Osmanlı'nın yıkılış Türkiye'nin
kuruluş dönemine tanıklık ettiler; Anadolu gerçeğini yansıttılar.
Mehmet Akif Ersoy, büyük oylumlu, öyküsel şiirini derleyen Safahat
dizisinde aruz veznini halkın konuşma diline başarılı bir şekilde
uyguladı. Yahya Kemal Beyatlı'nın vatan sevgisi ve tarih duygusuyla
beslenen şiiri bir yandan lirik öte yandan destansı öğeler taşıyordu.
Hece vezninin temsilcilerinden [22] Faruk Nafiz Çamlıbel'in şiirini yer
yer Anadolu gerçekleri besledi. Milli Edebiyat akımı Cumhuriyet
döneminde toplum sorunlarına öncelik veren, gerçekçi yöntemi uygulayan
edebiyata temel oldu.
Türkiye Cumhuriyeti Dönemi Türk Edebiyatı
Cumhuriyet dönemi edebiyatı Türkiye'nin gerçeklerine gittikçe
genişleyen ölçüde eğildi. Yurdun bütün bölgelerinde kentlerdeki,
köylerdeki yaşamı ve insan ilişkilerini, yurtdışına göçen işçileri ele
aldı. Her sınıftan, her yaşam biçiminden gelen kahramanları
canlandırdı. Onları kuşatan toplumsal bozuklukların giderilmesi için
öneriler getirildi. Dil devrimi, edebiyatı yakından etkiledi. Türetilen
ya da canlandırılan sözcükler yanında bölge ağızlarından sözcükler ve
anlatım biçimleri de edebiyata girdi. Halk söyleyişleri, anlatımı kadar
dünya edebiyatlarından türlü eğilimlerden, deneylerden izlenimler
görüldü. Cumhuriyet'in kuruluşunu ele alan yapıtlar oluşturuldu. Yakup
Kadri yakın tarihte oluşan, kendi tanık olduğu olaylara dayanarak
toplumdaki değişmeleri, siyasal yaşamdaki çalkantıları, çatışmaları ele
alan romanlar yazdı. En etkili romanı ise köylü ve aydın çelişkisini
anlatan Yaban (1932) oldu. Cumhuriyet'in ilk on yılında Kurtuluş
Savaşı'na katılan halk ve aydınlar, yeni döneme ayak uydurmaya çalışan
çıkarcılar ve işbirlikçiler [23], batı uygarlığı karşısında geleneksel
ahlakın ve yerleşik değerlerin tartışılması [24],toplumdaki
değişmelerin, batılılaşmayı yanlış anlamanın yıkıcı etkileri [25] gibi
toplumsal konulara bireysel sorunlar, ruhçözüm deneyleri [26] eklendi.
Şevket Esendal'ın Ayaşlı ve Kiracıları (1934) romanı başkent
Ankara'nın, Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki yaşamını canlandırıyordu.
Deniz tutkunu olan Sait Faik, kendi yaşadığı Burgaz Adası'nın Rum
balıkçılarını, kentin küçük insanlarını geniş bir insan sevgisiyle
canlandırdı. Öte yandan üretim biçimine, üretim biçiminde değişmenin
yaşamı nasıl etkilediğine dikkati çeken ilk yapıt Sadri Ertem'in
Çıkrıklar Durunca (1931) adlı köy romanıdır. Sabahattin Ali, Kuyucaklı
Yusuf romanıyla 20 yıl kadar sonra gelişecek köy romancılığına öncülük
etti. Köylüleri, düşkün kadınları, toplumsal sınıflar arasındaki
çelişkileri ele alan öyküler kaleme aldı.
İnce Memed romanında [27] 1930 yıllarında Toroslar'da yaşayan, suça
itilmiş bir eşkiyanın yaşamını konu edinen Yaşar Kemal bu yöreyi ve
Çukurova'yı tarihsel kökleri, doğası, güncel sorunlarıyla yansıtırken
anlatımdaki coşku, betimlemelerindeki renklilikle dikkat çekti. Orhan
Kemal, İstanbul'un yoksul kesimlerinde yaşayanları, köyden kente nüfus
göçünü, ezilen çocukların, genç kızların serüvenini konu edindi. Kemal
Tahir'in köyü konu edinen romanları [28] ve köydeki gelişmelerin geniş
bir panoramasını verdi. Samim Kocagöz, Necati Cumalı, Fakir Baykurt
gibi yazarlar roman ve öyküleriyle köy ve kasaba yaşamına tanıklık
ettiler. [29]Aynı çevreyi konu edinen Bekir Yıldız, yurtdışında çalışan
göçmen işçilerin yaşamını konu edinen yazarlardan oldu. Gerçeklere
ironi ile bakan öykücüler bulunduğu gibi (örn; Haldun Taner) toplumsal
bozuklukları gülmece öyküleri ve romanlarıyla çok geniş bir okur
toplulukları önünde tartışan yazarlar (Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz)
görüldü. Kurtuluş Savaşı'nın ve Cumhuriyet dönemini, toplumcu ve
gerçekçi yazarlara karşıt biçimde yorumlayan yazarlar ( Tarık Buğra) da
oldu.
Ruhsal çözümlemelere yönelen, biliçaltını sergileyen yazarlar (Yusuf
Atılgan, Bilge Karasu, Adnan Özyalçıner, Oğuz Atay, Tezer Özlü vs.)
soyutlamalardan, kara mizahtan yararlandılar; geriye dönüşümlerle,
çağrışımlarla beslenen, dilin olanaklarını araştıran denemelere
giriştiler. Kadın romancılar ve öykücüler çevreyi, olayları, kişileri
konu edinirken, ayrıntılara daha çok indiler. Bu yazarlar (Nezihe
Meriç, Adalet Ağaoğlu, Pınar Kür, Füruzan, Sevgi Soysal, Tomris Uyar)
bireyin toplumla ilişkisi, toplumsal yapıda ve kültürdeki değişimler,
cinsellik gibi konulara yönelirken yerleşik yargılara karşı çıktılar.
Hızlı kentleşme, sanayileşme olguları köy edebiyatının ortadan
silinmesine yol açarken, kentteki kaynaşmalar, kenar mahalle
insanlarının, yoksulların, işçilerin yaşamından çok aydınların,
sanatçıların, siyasal eylemlere katılanların toplumsal ve ruhsal
dünyalarını, onların tanıklığıyla bireyi ve toplumu konu edinen bir
edebiyat gelişti: Erhan Bener, Demir Özlü, Selim İleri, Orhan Pamuk,
Latife Tekin, Nedim Gürsel vs. gibi yazarların roman ve öyküleri.
ŞiirŞiirde, Milli Edebiyat akımından hece veznini devralan kuşak
(Kemalettin Kamu, Ömer Bedrettin Uşaklı vs) küçük duyarlılıkları, doğa
ve yurt güzelliklerini konu edindi. Biçim yetkinliğine, arı şiire
yönelen çalışmalar folklordan (Ahmet Kutsi Tecer) tarihin yanı sıra
psikolojiden (Ahmet Hamdi Tanpınar) beslendi. Simgelere (Ahmet Muhip
Dıranas) ya da günlük yaşamdan sahnelere, yaygın izlenimlere, duyarlığa
(Cahit Sıtkı Tarancı) yaslandı. Hece veznini kullanmada ulaşılan
ustalığa yeni kalıplar, duraksız uygulamalar (A. M. Dıranas, C. S.
Tarancı) eklendi. İnsanın iç dünyasına yönelik araştırmalar, gizemci
düşünceler dile getirildi (Necip Fazıl Kısakürek). Nâzım Hikmet Ran'ın
vezni, geleneksel kalıpları kıran şiiri, biçimsel özellikleri kadar
Marxçı görüşe bağlı içeriğiyle de yenilik oluşturdu. Bu yenilikçi şiir
zamanla halk şiirinden, divan şiirinden hatta çağdaşı Garip şiirinden
etkiler aldı, öykünün olanaklarından yararlanıldı, yerel ve evrensel
değerlerle beslendi. Garip hareketinin temsilcileri (Orhan Veli Kanık,
Melih Cevdet, Oktay Rıfat) şiirde süregelen aşırı duyarlığa,
şairaneliğe karşı çıktılar, vezinsiz şiiri yaygınlaştırdılar.
[30]Garipçiler karşısında Nâzım Hikmet'in şiir anlayışından etkilenen
toplumcu şiir anlayışı ortaya çıktı. Bu şiir geleneğinin temsilcileri
Rıfat Ilgaz, A. Kadir, Ahmed Arif, Hasan Hüseyin 'dir. Toplumsal
konuları, imgeye ve duyarlığa daha geniş yer vererek işleyen eğilimin
temsilcisi Attilâ İlhan oldu. Doğayı, aşkı, yaşamı, sevgiyi, barışı,
özgürlüğü vs. konuları işleyen açık aydınlık şiirin (Bedri Rahmi
Eyüpoğlu, Behçet Necatigil, Cahit Külebi, Necati Cumalı) karşısında
insanın evrendeki yerini konu edinirken soyutlamalardan, bilinçaltı
araştırmalardan yararlanan çalışmalar yer aldı. Asaf Halet Çelebi'nin
şiirine eski uygarlıkların, tasavvufun, folklorun katkısı görüldü.
Dönemin en üretken şairi Fazıl Hüsnü Dağlarca, insanın Tanrı, evren,
tarih, zaman karşısındaki yerini yer yer karanlık imgelerle okura
sezdirmeye çalıştı. [31] Garip şiirinin açık anlatımına karşın İkinci
Yeni adı verilen şiirin temsilcileri Edip Cansever, İlhan Berk, Cemal
Süreya, Turgut Uyar, Sezai Karakoç ve Ece Ayhan, çağdaş dünyanın
karmaşası içinde bunalan insanın tedirginliğini, yer yer kapanık bir
şiir diliyle anlattılar. Toplumsal eylemlere (Kemal Özer, Ataol
Behramoğlu) kentin yaşamında çizgi dışı kalmış kitlelerin
temsilcilerine (Refik Durbaş), kültürel kaynaklara ve tarihe (Hilmi
Yavuz) yönelen ürünler kendini gösterdi. İroni (Salah Birsel),
toplumsal (Metin Eloğlu), siyasal (Can Yücel), yergi, duyarlığa karşı
şiir kaynaklarından birini oluşturdu.