Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap
En iyi yollayıcılar
Posedon
noroloji....... - Sayfa 2 Vote_lcapnoroloji....... - Sayfa 2 Bar3noroloji....... - Sayfa 2 Vote_rcap 
SoaRingEagLe*
noroloji....... - Sayfa 2 Vote_lcapnoroloji....... - Sayfa 2 Bar3noroloji....... - Sayfa 2 Vote_rcap 
FG || Admin
noroloji....... - Sayfa 2 Vote_lcapnoroloji....... - Sayfa 2 Bar3noroloji....... - Sayfa 2 Vote_rcap 
BeLa
noroloji....... - Sayfa 2 Vote_lcapnoroloji....... - Sayfa 2 Bar3noroloji....... - Sayfa 2 Vote_rcap 
ayaz18
noroloji....... - Sayfa 2 Vote_lcapnoroloji....... - Sayfa 2 Bar3noroloji....... - Sayfa 2 Vote_rcap 
En son konular
» http://uploaded.to/file/g5s6o7
noroloji....... - Sayfa 2 EmptyÇarş. Ara. 23, 2009 11:21 am tarafından FG || Admin

» // SoaRingEagLe // Moderatör Alım Form'u //
noroloji....... - Sayfa 2 EmptyPaz Kas. 01, 2009 4:17 pm tarafından FG || Admin

» Bilgisayar Terimleri..
noroloji....... - Sayfa 2 EmptyPaz Kas. 01, 2009 4:16 pm tarafından FG || Admin

» Sitemizi Nasıl Buldunuz..
noroloji....... - Sayfa 2 EmptyPaz Ekim 25, 2009 4:43 pm tarafından BeLa

» İstek&Şikayet Bölümü
noroloji....... - Sayfa 2 EmptyPaz Ekim 25, 2009 2:25 pm tarafından FG || Admin

» Windows Live Messenger 2009
noroloji....... - Sayfa 2 EmptyPaz Ekim 25, 2009 12:04 pm tarafından BeLa

» Sarısın Fıkrası
noroloji....... - Sayfa 2 EmptyPaz Ekim 25, 2009 12:01 pm tarafından BeLa

» FrmGüneş yarışma Bölümü
noroloji....... - Sayfa 2 EmptyPaz Ekim 25, 2009 11:31 am tarafından BeLa

» Photoshop Masteri Alınacak
noroloji....... - Sayfa 2 EmptyPaz Ekim 25, 2009 11:25 am tarafından FG || Admin


 

 noroloji.......

Aşağa gitmek 
Sayfaya git : Önceki  1, 2
YazarMesaj
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

noroloji....... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: noroloji.......   noroloji....... - Sayfa 2 EmptyPerş. Ekim 15, 2009 5:24 pm

Demans : Bunama

Demans Nedir, Demanslı Kime Denir

Kişide ilerleyen yaş ile , beyindeki bir takım değişmeler sonrası
oluşan bellekte bozulma (yakın döneme ait hafızada güçlükler) yanısıra,
konuşma, söylenen şeyleri ya da daha önce bilinen şeyleri yapamama,
çevresindeki eşya ve varlıkları tanıyamama; hesaplama, plan yapma,
yürütme, sorunları çözme, davranışları yeri geldiğinde sonlandırabilme,
uygun yargıda bulunma gibi daha çok beynin frontal bölgesine ait
becerilerde kayıplar ile kendini gösteren ilerleyici bir rahatsızlıktır.
Hangi yaş grubunda , ne oranda görülmektedir?
65 yaş üzerindeki grubun % 2-4'ünde, 85 yaş üzerinde ise % 20 oranında görülmektedir
Bu duruma neden olan rahatsızlıklar
Yaklaşık olarak % 60 kadarı Alzheimer dediğimiz rahatsızlıktan
dolayı,%10-20'si beyin damar hastalıkları ve tıkanmaları, tekrarlayan
felçlerden ötürü, % 10'u alkole bağlı, geri kalanı ise travma,ilaç
zehirlenmeleri, kafa içindeki tümörler, abse ve diğer vücut
hastalıkları (bazı vitamin eksiklikleri, tiroid, paratiroid ,böbrek
üstü bezleri, karaciğer, böbrek, hipofiz hastalıkları gibi) sonrası
oluşmaktadır

Riski arttıran etkenler:

İlerleyen yaş (özellikle 75 yaş üzeri), Alzheimer tipinde yakın
akrabalarda risk artmaktadır. Damarsal tipte ise yüksek tansiyon,
kalp-kapak hastalıkları,beslenme yetersizlikleri riski yükseltmektedir
Alzheimer tipi rahatsızlık neden olmaktadır?
Beyinde bulunan sinir hücrelerinin kaybı , bunların yerini iş görmeye
uygun olmayan maddelerin alması ve sinir hücreleri arasındaki ilişkiyi
sağlayan maddelerin üretiminde azalma olması ön planda düşünülmektedir.
Bulaşıcı değildir. Daha nadiren 50'li yaşlarda da görülmektedir. Çok
yavaş, sinsi bir seyir izlemektedir.

Demanslı Bir Hastaya Yapabileceğiniz Yardımlar:

İlk olarak hastanın tek başına yaşamaması gerekmektedir. Yanında yakınları kalmıyorsa, hiç değilse bir bakıcı bulunmalıdır.
Bu kişi de hastalık konusunda bilgilendirilmeli ve karşılaşılabilecek
tehlikeler konusunda uyarılmalıdır. Hasta ile iletişim en üst düzeyde
sağlanmalıdır. Olabildiğince konuşmaya, kendi düşünce ve hislerini
anlatmaya çalışılmalıdır.Hasta yapamadıkları ya da farklılıkları
nedeniyle yargılanmamalıdır. Kendisinin yapabilecekleri işleri
yapmaları yönünde desteklenmelidirler. Onun her işini sizin yapmanız
uygun bir davranış değildir. Yemesi, içmesi, uyuması,tuvalet
alışkanlıkları, ilaçlarının alımı belirli bir düzen içinde olmalıdır.
Olabilecek değişikliklerde erken müdahale etmek gerekmektedir. Hastanın
bulunduğu mekan,odası, eşyaları, giysilerinde değişiklikler
yapılmamalı, hasta kendini alışık olduğu düzen içinde yaşamalıdır.


Akşamları idrar kaçırmayı önlemek için ilaç kullanımı öncesinde,
tuvalete daha çok gitmeyi sağlama, akşam idrarını çoğaltacak bazı
maddelerden (çay ,meşrubat,idrar söktürücü gibi) kaçınılmalıdır.
Alkol,,kahve sinirliliği arttırıp, münakaşalara yol açabileceğinden
,alımları engellenmelidir. Kendisi ile tartışılmamalı, azarlanmamalı ,
yapamayacağı şeyler istenmemelidir. Yürümesini kolaylaştıracak
yürüteçlerin kullanımı teşvik edilmeli, hızlı yürüme yerine sakin
,önüne bakar şekilde dikkatli yürümesi sağlanmalıdır. Uykusu için ilaç
başlanmadan önce gündüz uykusunun önlenmesi, yatağını sadece gece
kullanması, aynı saatte yatağa girme ve gündüz hareket miktarını
arttırma, gece sıvı alımının azaltılması uygundur. Varsanı ve sanrıları
oluyorsa, zıtlaşmayın,onunla konuşacak başka şeyler bulun. Alınmayın,
kızmayın ,onun gönlünü almaya çalışın. Yanıcı,keskin parçaları olan
ev-mutfak gereçlerini evden uzaklaştırın. Sıcak-soğuk hissi yaşla
birlikte kaybolduğu için banyosunun suyunu siz ayarlayın. Pencereler,
balkon ve merdivenler yanına, düşmeye engel olacak trabzanlar
yerleştirebilirsiniz. Tüm bunları sağlama imkanına sahip değilseniz,
bir bakımevine başvurmak idealdir. Bulunacağı ortamdaki benzer
özellikteki yaşıtları ile daha hoşça vakit de geçirebilir. Bu durum
utanılacak bir şey değil, bilakis kişinin daha sosyal bir yaşantı
sürmesine olanak sağlayabilmektedir.

Dikkat Edilecek Noktalar

Eve giren çıkan kişilerin çok sayıda olması hasta için zararlıdır. Kişi
aşırı gürültü, çok parlak renkli ışıklardan korunmalıdır. Her şey
hastayı dinlendirecek ve hoş bir şekilde dikkatini çekecek özellikte
olmalıdır.
Ev eşyaları düşmeyi,kazaları ve yaralanmayı önleyecek özelliklerde
olmalı, keskin şeylere dikkat edilmeli, yere sağlam oturan özelliklerde
olmalı, zemini kayganlaştırıp, düşmelere yol açabilecek malzemelerden
kaçınılmalı, eşyalar rahat hareket edecek, dolaşmaya engel olmayacak
şekilde düzenlenmelidir. Evden tek başına dışarıya gitmeler, kaza ve
kaybolmalara yol açabileceğinden bakım verenlerin dikkat etmesi
sağlanmalıdır.

Görme keskinliği azaldığı için kazaları ya da eşya ve gölgeleri yanlış
değerlendirmeyi (illüzyon) önlemek amacı ile oda iyi aydınlatılmalıdır.
Kişinin daha önce severek kullandığı bir takım ufak eşyaları (saat,
kalem,tespih, ruj, parfüm, çanta gibi) yanında olmalı, sevdiği ve
anılarını tazeleyebileceği ,konuşma olanağı yaratabilecek
albüm,resimlikler göz önünde bulunmalıdır. Geçmişte yapıp zevk aldığı
hobi ve alışkanlıklarını ( bahçe ile uğraşma, çok yormayan sporlar,
resim, elişi, koleksiyonculuk, ufak tefek tamiratlar, şarki söyleme ,
film seyretme gibi) sürdürmeye özendirilmelidir
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

noroloji....... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: noroloji.......   noroloji....... - Sayfa 2 EmptyPerş. Ekim 15, 2009 5:25 pm

Dengesizlik ve baş dönmesi

Denge Sistemi: Vestibüler Sistem
Vestibüler sistemin iki işlevi vardır.
Dengenin korunması ve böylece yaralanmanın önlenmesi
Gözün konumunun korunması ve bakılan nesnenin en yüksek çözünürlüğünün eldesi yoluyla ayrıntıların görülmesi
Sistemin duyu organları:
İç kulağın Vestibüler Kısmı (Vestibüler Labirent)
Gözler
Somatosensorlar (Kas, kiriş, eklem ve deri)


Duyu organları doğrudan beyin sapıyla bağlantılıdır, aynı zamanda
beyincik ve beyinle de bağlantıları vardır. Zemin, duvar, tavan gibi
görsel bilgilerin ve yer çekiminin etkilerinin beyinde yorumlanması
vucut oryantasyonu hakkında değerli ipuçları verir. Beyincik, denge
duyu organlarından gelen bilgileri birbirleriyle kıyaslar, işler ve
sonuçta vucudun duruşunun ve gözün konumunun korunması için tüm vucut
kaslarına refleks şeklinde yanıtlar gönderir.
İç kulağın vestibüler kısmının iki işlevi vardır:

Vucudun tabii dik duruşunun refleks olarak ayarlanması
Vucudun o andaki durumu hakkında bilgi sağlamak (vucut oriyantasyonu)
İç kulağın vestibüler kısmının sezici organları:
Yarım daira kanalları: Her biri birbirine dik düzlemde bulunan yarım
daire şeklindeki 3 kanaldan oluşur. Bir tanesi yatay düzlemle 30 derece
açı yapar. Her kanal kendi düzlemindeki dönme gibi açısal eylemleri
sezer ve yanıt verir.
Utrikül: Makulası (sezgi yapısı) yatay düzlemdedir, dik alçalma ve doğrusal ivmeye yanıt verir.
Sakkül: Makulası utriküldekine diktir, doğrusal ivmeye yanıt verir.

--------------------------------------------------------------------------------

Postür (Vucudun Dik Duruşu)
İç kulaktan kaynaklanan refleksler, diğerleriyle birlikte, postürün korunmasıyla ilgilidir. Postüral refleksler 2 türdür.
Statik refleksler: Bunlar istirahat durumundaki bedenin postüral
tepkileridir. Kas, eklemler ve diğer yapılardan çıkan reflekslerle
birlikte iç kulağın ( özellikle utrikül'den) reflekslerini içerir.
Tonik labirent refleksleri: Beden, el, kol, ayak, bacak, boyun ve gözleri etkiler.
İçkulağın dik duruş refleksleri: Vucut anormal bir konumda durursa vucudu normal duruş konumuna döndürür.
Kinetik Refleksler: Hareket eden vucudun postüral tepkileridir. İvmesi olan eylemler tarafından üretilir.
Açısal: Herhangi bir düzlemdeki dönme eylemlerindeki gibi
Progresif: Doğrusal eylemlerindeki gibi
Vucudun bir yanı hareket ettiğinde dengeyi korumak için postürün refleks ayarı gereklidir.
Genel olarak kinetik refleksler vucudu normal duruşuna getirir, statik refleksler normal duruşu korur.


----------------------------------------------------------------------------------

Vestibüler sistemin bozuklukları iki sınıfa ayrılır:

Periferik: İç kulak ve denge siniri ile ilgili
Santral: Beyin sapındaki denge sinirinin girdiği denge merkezleri, beyincik ve beyin ile ilgili
Vestibüler sistemin periferik bozuklukları beyindeki vestibüler
merkezler tarafından telafi edilir. Bu telafi işlemi, iç kulaktan gelen
denge bilgileri yerine gözden ve kas-eklem-deriden oluşan somatosensor
sistemden gelen denge bilgileri konularak yapılır ve 3 ile 6 haftada
telafi işlemi tamamlanır ve denge tam olarak sağlanır. Bu telafi
mekanizmasına "Santral Vestibüler Kompenzasyon" adı verilir.
Vestibüler sistemin santral bozuklukları da aynı mekanizmayla telafi edilirse de denge hiçbir zaman tam olarak sağlanamaz.

Vestibüler sistemin bozukluğunda ortaya çıkan yakınmalar:

Baş dönmesi ve
Dengesizlik
olup nistagmus adı verilen göz hareketleri tek bulgudur.
Başdönmesinde mutlaka bir dönme hissi vardır; ya kendinizin döndüğünü
ya da çevredeki duvar veya cisimler sizin etrafınızda döndüğünü
hissedersiniz. Bu durum iç kulakta vestibuler sistem etkilendiğinde
ortaya çıkar.

Vestibüler bozukluklarda dönme hissi hemen hemen daima nistagmusun hızlı hareketi yönündedir.

Dengesizlikte ise bir sersemlik hissi, denge bozukluğu hissi, yürümekte zorluk hissidir, ve bir çok sebebi olabilir.



----------------------------------------------------------------------------------

Nistagmus
Nistagmus gözün postür'ündeki (normal duruşundaki) bozulmadır ve
özelliği gözde az çok ritmik bir sallantı olmasıdır. Göz hareketlerinin
hızı her iki yönde aynı olabilir, veya bir yönde diğer yöne göre daha
hızlı olabilir. yavaş ve hızlı hareketler arasında aralık yoktur. Göz
hareketleri yatay, düşey veya rotatuar (burgu gibi dönmeli) olabilir.
Gözün postürü görsel ve vestibüler uyarılara dayanır. Görsel uyarılar görmek istediğimiz cisimle ilgilidir.

Vestibüler sistem ise başın ve vucudun hareketine göre gözün konumunu
ayarlayarak cismin görülmesini devam ettirir. Gözün postürü denge
sisteminden göz kaslarına gelen uyarılarla düzenlenir.

Gözün postürünü düzenleyen uyarıların oluşmasında veya iletilmesinde bozukluk olduğunda nistagmus ortaya çıkar.

Periferik Vestibüler Sistemden kaynaklanan nistagmusun bir hızlı bir de yavaş hareketi vardır.

Hastalıklı olan yavaş hareket olmasına karşın hızlı hareketin yönü
nistagmusun yönü olarak kabul edilmiştir. Hızlı hareket aslında yavaş
hareketin merkez tarafından telafisi olarak ortaya çıkar.

Spontan Nistagmus: İleri bakışta ritmik göz hareketleri varsa buna Spontan nistagmus adı verilir.
Sağa ya da sola bakışta ortaya çıkan nistagmuslar da kolaylık olsun diye spontan nistagmuslar adı altında değerlendirilir.

İç kulaktan kaynaklanan nistagmusun dört özelliği vardır:

Baş dönmesi ile birlikte olur.
Tek yönlüdür.
Hızlı hareket yönüne bakılınca çoğalır.
Karanlıkta, göz kapatıldığında veya kalın mercekli gözlük takılarak cisimler net görülemediğinde çoğalır.


Bir iç kulak tamamen tahrip olduğunda ortaya çıkan nistagmus genellikle
4 haftada tamamen yok olur. Fakat karanlıkta telafi mekanizması
aksayacağı için yeniden ortaya çıkabilir.

İç kulaktan kaynaklanan nistagmusların yönünü belirtmek kadar derecesini belirtmek de gerekir.

Birinci-Derrece-Nistagmus: Hızlı hareket yönüne bakılınca ortaya çıkan nistagmustur.
İkinci-Derrece-Nistagmus: Hızlı hareket yönüne bakılınca ve ileriye bakılınca ortaya çıkan nistagmustur.
Üçüncü-Derrece-Nistagmus: Hızlı hareket yönüne bakılınca ve ileriye bakılınca ortaya çıkan nistagmustur.
Örneğin, sağ iç kulağı hızla tutan tahrip edici bir hastalık gözlerin
sağa doğru yavaş hareketle, sola doğru hızlı hareketle sallanmasına
neden olur. Bu sola nistagmus demektir. Hastalığın ilk günlerinde
üçüncü-derece-nistagmus vardır ve vertigo şiddetlidir. Sonraki günlerde
"santral telafi mekanizması" işler ve nistagmus ikinci-dereceye ve
birinci-dereceye dönüşürken vertigo da giderek azalır ve 4 hafta sonra
" santral telafi" tam oluşunca nistagmus ve vertigo hiç kalmaz.


----------------------------------------------------------------------------------

Tedavi
Denge sisteminin mükemmel bir telafi mekanizması vardır ve tedavide bu
mekanizmadan büyük olçüde yararlanmak gerekir. Herkes buz üzerinde
kaymayı ya da kayak yapmayı öğrenebilir. Sistemin bir kısmında sorun
çıksa bile sıkı bir eksersiz-eğitim ile birkaç haftada telafi edilir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

noroloji....... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: noroloji.......   noroloji....... - Sayfa 2 EmptyPerş. Ekim 15, 2009 5:25 pm

duchanne musculer distrofi

Bu hastalık vücudun neresindedir?
Duchanne kas distrofisi bir kas hastalığıdır.

Vücudun Neresi Hastadır?
Vücudumuzu hareket ettiren ve kolumuza, bacağımıza dokunup sıktığımızda
elimize gelen kitleler kaslardır. Kaslar, binlerce kas hücresinden
oluşur; bu hücrelerin her biri zarla çevrilidir. Sizde bu kasların her
bir hücresinin zarında var olması gereken bir madde (DİSTROFİN isimli
protein), yapısal olarak eksiktir.

Bu bozukluk; nasıl hastalık belirtisi ortaya çıkarıyor?
Hareket etmemizi ve gücümüzü sağlamak için kaslarımız kasılır. Bu
kasılma her bir kas hücresine çok fazla yük bindirir. Eğer çevresindeki
zar yeterince kuvvetli değilse kas hücresi bu kasılma sırasında bu güce
dayanamaz ve zar yırtılır. İşte kas hücresi zarındaki DİSTROFİN,
kaslarımızı kasılma sırasında yırtılmaya karşı koruyan maddelerden
biridir. Dolayısıyla DİSTROFİN eksik olduğunda bu dayanıklılık
sağlanamaz ve kas hücresi yırtılır, ölür. Eğer bir kasımızdaki
hücrelerin çoğu yok olur, ortadan kalkarsa, geride kalanlar kasılmaya,
yani hareket etmeye ve güç oluşturmaya yetmez. Böylece gücümüz ve
hareketlerimiz azalır. Yani, DİSTROFİN’ in eksikliği doğuştan beri
olduğu halde şikayetler ancak çok sayıda kas hücresi öldükten sonra,
belli bir yaşta ortaya çıkar.

Hastalığın belirtileri nelerdir, seyri nasıldır?
Hastalığın belirtileri, güç kaybı ve hareketlerde azalmadır. Bu
belirtiler ilk olarak kalça çevresindeki kaslarda başlar. Bu nedenle
ilk belirtiler yokuş ve merdiven çıkmayı, oturduğu yerden kalkmayı
etkiler. Giderek normal yolda yürüme zorlaşır, hasta sık sık düşer.
Omuz çevresindeki kaslar etkilendiği zaman kollarda zayıflık ortaya
çıkar. En son olarak solunum ve gövde kaslar etkilenir. Hastalık kalp
kasını da tutabilir ama bu genellikle ciddi bir belirti ortaya çıkarmaz.

Hastalık kimlerde ve ne sıklıkta görülür?
Hastalık genel olarak erkek çocuklarda görülür. Doğan her 3500 erkek
çocuktan biri bu hastalığa yakalanmış olarak doğar. Kızlar genellikle
taşıyıcıdır, hastalık belirtisi göstermezler. Ancak, seyrek de olsa
taşıyıcı kızlarda da hastalık belirtisi ortaya çıkabilir.

Hastalığın nedeni biliniyor mu?
Evet biliniyor. Vücuttaki DİSTROFİN eksikliği, bu maddeyi üreten
(kodlayan) bir gendeki bozukluk nedeni ile ortaya çıkmaktadır. Yani
genetik (kalıtımsal) geçişlidir. Hastalık ya bir önceki kuşaktan
aktarılmıştır veya anne karnındaki oluşum sırasında bu gen yanlış
oluşmuştur. Her iki durumda da ortaya çıkan sonuç aynıdır. Arada hiçbir
fark yoktur. Hasta olan gen, cinsiyet kromozomlarından biri olan X
kromozomunun Xp21 bölgesindedir.

Gen, kromozom, genetik (kalıtımsal) ne demektir?
Her bir hücrenin olduğu gibi kas hücrelerinin de her biri içinde
çekirdek vardır. Çekirdek, bir hücrenin adeta beyni gibidir. İşte bize
ait bütün bilgiler, karakterlerimizi belirten her türlü bilgi (örneğin
saç rengimiz, göz şeklimiz, kas hücresi zarımızın dayanıklılığı gibi)
bu çekirdek içindeki kromozomlarda bulunur. Kıvrılmış birer şerit
halindeki kromozomlar üzerinde sıralanmış (adeta bir ipe dizilmiş gibi)
genlerin her biri ise bu özelliklerden yalnızca bir tanesini belirler.
Yani kas hücremizin dayanıklılığını belirleyen 10 özellik varsa ve
bunlardan yalnızca bir tanesi DİSTROFİN ise, DİSTROFİN’ i tek bir gen
yapar. Dayanıklılığını belirleyen özelliklerin tümü ise o çekirdekteki
bilginin içindedir. Çekirdeklerdeki bilgiler bize annemiz ve/veya
babamız tarafından verilir. Bu nedenle, örneğin gözümüz annemize,
kaşımız babamıza benzeyebilir. Eğer bozuk bir gen anne veya babada
hasta ise, bazı ihtimaller dahilinde çocuğa da aktarılabilir. Bazen de
herhangi bir gen anne ve babada bozuk olmadığı halde çocukta bozuk
olabilir. Yani hastalık bir kuşaktan başlamış olabilir. Ancak
bozukluğu, bir sonraki kuşağa geçirme olasılığı olduğu için, buna da
genetik (kalıtımsal) hastalık diyoruz.

Eğer hastalık bir önceki kuşaktan geçirilmişse tüm kardeşlere de
geçirilmiş midir, yeni bir kardeş doğarsa hasta olma şansı var mıdır?
Eğer kardeş erkek ise hastalık taşıma ihtimali vardır. Ancak hastalığın
ilk belirtileri 2-3 yaşında ortaya çıktığından, kardeş te bu yaşa
geldiğinde hastalık belirtileri fark edilecektir. Yeni doğacak kardeş
erkek olursa (ki bunu saptamak mümkündür) hasta olma ihtimali vardır.
Ancak, anne, hamileliğin başında başvurursa bebeğin hasta doğup
doğmayacağı anlaşılabilir. Bu durumda, isteğe göre, bebek doğurulabilir
ya da doğurulmayabilir.

Hastalığın tanısı nasıl konuyor?
Yakınları hastalık belirtisi gözlediğinde çocuğu doktora getirir.
Doktor muayene ettikten sonra bazı incelemeler ister. Bunların ilki bir
kan testidir. Damardan iğne ile alınan kanda CPK isimli maddenin yüksek
olup olmadığına bakılır. İkinci inceleme EMG’ dir. Bu inceleme
sırasında, incelemeyi yapan doktor, kaslara çok ince birkaç iğne
batırır. Bu iğnelerin batması, sivrisinek ısırığından daha fazla
acıtmaz. hafifçe acı duyulur. Eğer bu testlerle bir kas hastalığı
saptanırsa, o zaman sıra hangi kas hastalığı olduğunu araştırmaya
gelir. Bu durumda önce yine damardan bir kan alınarak Xp21 genindeki
bozukluğa bakılır. Eğer bu bozukluk gösterilebilirse hastalığınızın
tanısı %100 doğrulukla konmuş olur. Bazen bu gen bozuk olduğu halde
bozukluk görülemez. Bu durumda hastadan küçük bir kas parçası alıp onu
incelemek gerekir. Kas biyopsisi adı verilen bu incelemeye başlarken
kol veya bacak kaslarından birinin üstü temizlendikten sonra bir iğne
yapılır. Bu iğne hafifçe yakar, ama o bölgeyi tümüyle uyuşturur,
duyarsız hale getirir. Bu duyarsızlık birkaç saat sürer. O arada o
bölge kesilerek içerden küçük bir kas parçası alınıp dikilir. Hasta bu
işlemi, o bölge uyuşturulmuş olduğu için hiçbir şekilde duymaz. Alınan
parçada daha sonra sizde DİSTROFİN olup olmadığına bakılır ve
hastalığın tanısı konur.

Hastalığın tedavisi var mıdır?
Hastalığın bugün için bilinen ilaç tedavisi yoktur. Yani, hastalığı
tümüyle ortadan kaldıracak bir ilaç bugün için bilinmemektedir. Ancak,
hastalığın sebebinin bilinmiyor olması, tedavi konusundaki çalışmaları
çok kolaylaştırmaktadır. Bilim çok hızla ilerlemekte ve gelişmiş
ülkeler bu çalışmalara çok para yatırmaktadırlar. Bu çalışmalar,
hastalığın tedavisinin yakın gelecekte bulunacağı ümidini vermektedir.

Tedavi bulununca hastalar bundan yararlanabilir mi?
Elbette yararlanabilir. Gücünü çok kaybetmiş olan kaslarda belki bir
düzelme görünmeyebilir; Ancak hafif güç azalması olan kaslar ile henüz
gücünü yitirmemiş olanlar, etkili olabilecek bir tedaviden mutlaka
yararlanacaklardır. Buradaki dikkat edilmesi gereken nokta, güç
kaybının hızını mümkün olduğunca yavaşlatabilmektir.

Son gelişmeler nelerdir?
Şu sıralarda hastalığın tedavisi üzerinde çalışılmaktadır. Amaç, kas
hücrelerinde yok olan distrofini yerine koyabilecek veya distrofin
dışında onun görevini yapacak yöntemler geliştirmektir. Hayvan
deneyleri sürmekle beraber henüz uygun bir yöntem bulunabilmiş değildir.

Güç kaybının hızını azaltabilmek için ne yapılması lazım?
Duchennei ve benzeri hastalıklarda hiç gözden kaçırılmaması gereken
nokta, bu hızı biraz olsun yavaşlatabilmenin elinizde olduğudur. Bunun
için hastanın aktif çabası gerekmektedir. Çünkü hastalık sırasında güç
kaybına neden olan iki etken vardır. Birincisi, daha önce belirttiğimiz
gibi hastalık nedeniyle kas hücrelerinin tek tek ölmesi.İkincisi ve çok
önemlisi ise, hareket etmeyen kasların, her kimde olursa olsun küçülüp
zayıflayacağı. Hasta olmasa bile spor yapan ve yapmayan insanları
gözünüzün önüne getirin. Spor yapan elbette daha kuvvetli olacaktır;
buna karşılık spor yapmayan kişi daha az güçlü, kapasitesini tam
kullanamaz durumda olacaktır. Hastalık nedeniyle zaten bir güç kaybı
olduğu için hastanın hareket yapması çok daha fazla önem taşımaktadır.
Ancak, hareket yapayım derken aşırıya kaçmamak, uygun olmayan kasları
çalıştırmamak ve yormamak gerekmektedir. Bu nedenle hastalığı bilen bir
kişinin (fizyoterapist) uygun hareketleri ve çalışma sürelerini hastaya
bildirmesi gerekmektedir. Böyle düzenlenmiş hareket çalışmalarına
FİZYOTERAPİ adı verilmektedir. Bundan sonra yapılması gereken, bu uygun
hareketleri HERGÜN tekrarlamaktır. Hiç unutmayın, hareketleri arada bir
çok yapmak çok zararlı, ancak her gün düzenli olarak az sayıda yapmak
ise çok yararlıdır. Hareketin sayısının fazlalığı değil, DÜZENLİ olması
çok önemlidir.

Fizyoterapi hareketlerini yaparken çok sıkılıyorum
Başlangıçta bu hareketler hastaya çok sıkıcı gelebilir, hatta bazen kol
veya bacakları ağrıyabilir. Ancak öncelikle, tedavi bulununcaya kadar
bu hastalıkla arkadaş olup iyi geçinmek zorunludur. Bunu kabul edelim.
İyi geçinmenin en iyi yolu da hiç unutmayın, kasları bu süre içinde en
iyi durumda tutabilmek. Kasları olabildiğince iyi durumda tutabilmek
için ise bu hareketler mutlaka yapılmalı. Bunları kafanıza iyi
yerleştirdikten, yapabileceğimize inandıktan sonra nasıl sıkılmadan
yapalım sorusunu yanıtlamaya çalışalım:
Bir kere bu hareketlere ayıracağınız süre tümüyle hastaya aittir, hasta
bunun tadını çıkarabilir. İkincisi, hareketleri yaparken, yattığınız
veya oturduğunuz yerden televizyon seyredebilir veya hayal
kurabilirsiniz. Bazı hareketlerde ise anne veya babanın yardımı
gerekebilir. Bu durumda da sohbet edilebilir. Bunların dışında o süreyi
zevkli kılacak başka yollar da bulunabilir. Zaten bir süre sıkıntısına
dayanıp ta düzenli yapılmaya başlandığında,hasta kendisini eskisinden
daha iyi hissettiğinde bu süreyi kendisi uzatmak isteyecektir.

Tümüyle tedavi etmese de kullanılması gereken ilaç var mı?
Kortizon cinsi ilaçlar kullanıldığında hastalar bir süre kendilerini
daha iyi hissetmekteler. Bu nedenle bir çok hasta bu ilaçları
kullanmaktadır. Ancak bu ilaçlar kullanılırken tuzsuz yemek, kilo
almamak, doktor kontrolünden çıkmamak, ilaç miktarı ile oynamamak
zorunludur.

Yürümek çok zorlaşırsa ne yapılabilir?
Başlangıçta ayak bileği için verilen gece ateli çok yararlı olabilir.
Yürümek çok zorlaşırsa bacağı dik tutan yürüme cihazı yıkanabilir. Bu
cihaz iyi yapılırsa, hastaya uygun yapılacağı ve de pantolon içine
giyilebileceği için kullanması oldukça rahat olacaktır.

Hasta yürüyemezse ne yapılabilir?
Yürüyemeyecek kadar güç kaybı varsa tekerlekli iskemle kullanmak
mümkündür. Tekerlekli iskemle kullanmak, gözlük veya baston kullanmak
kadar doğal, normal bir şeydir. İster yürüyebilir, ister yürüyemez
durumda olsun, hastanın hareket edebileceği kadar hareket etmesi hem
kendisi hem de bizim için gereklidir, çünkü hareket eden kaslar daha
zor zayıflar. Hiç unutmayın, yalnızca kaslarınız zayıf ve zor hareket
ediyorsunuz; aklınız başınızda ve çevreniz bundan yararlanabilir. Bu
nedenlerle kolay ve çabuk hareket etmenizi sağlayacak her yolu denemek
gerekir. Tekerlekli sandalye de sizi kolay hareket ettirecek araçlardan
biri. Onu kullanmaktan kaçınmanıza hiç gerek yok.

Tekerlekli sandalye kullanmak zorunda olan hastalar nelere dikkat etmelidirler?
Öncelikle sandalyenin hastaya uygun olması şart. Yani sandalyenin
eni,hastanın elinden büyük olmamalı. Aksi taktirde otururken eğri
durabilir; bu da omurgada eğriliklere, giderek nefes kapasitesinde
azalmaya yol açabilir. İkinci önemli nokta, yürümek çok zor hale
gelirse hemen tekerlekli sandalye kullanmaya başlanmaması. Hareket
etmesi çok önemli olduğu için, mecbur kalmadıkça sandalyeye
oturmamasını öneriyoruz. Belki başlangıçta yalnızca dışarı çıkarken,
uzak bir yere giderken kullanılabilir. Gerekli hale gelirse sürekli
kullanılır. Her şey uygun durumda kullanıldığında yararlıdır. Ayrıca bu
hastalığın tembelliğe tahammülü yoktur.

Sosyal yaşamda var olabilir miyim, neler yapabilirim?
Elbette var olabilirsiniz. Zaten var olmalısınız da; bu sizin topluma
karşı göreviniz. Nasıl mı? Yapabileceğiniz her şeyi yapın; hiçbir
şeyden kaçınmayın. Bir kere durumunuzdan utanmayı bırakın. Koşullar
elveriyorsa okulunuza devam edin. Etmiyorsa evde bir şeyler yapın. Daha
çok aklınızı, dilinizi, ellerinizi kullanarak yapabileceğiniz şeylerde
başarılı olacaksınız.
Bu nedenle, örneğin öykü ve şiir yazmak, satranç öğrenmek ve oynamak,
okuma-yazma bilmeyen arkadaşlarınız için öykü-şiir kasetleri doldurmak
gibi işler sizin için biçilmiş kaftan. Bunun dışında etkinlikler
yaratmak da sizin elinizde. Üretken oldukça hayatta daha mutlu
olduğunuzu göreceksiniz.

Sosyal yaşamda var olabilmem için bana yardım edecek bir kuruluş var mı?
Evet. Türkiye Kas Hastalıkları Derneği adı altında bütün kas
hastalarına hizmet veren bir kuruluş vardır. Dernek binası
Yeşilköy-İstanbul’ da olup, derneğin Ankara, İzmir, Bursa ve Gaziantep
şubeleri vardır. Sloganı “Birlikte Başarabiliriz” olan dernek Kas
Hastalarının Bağımsız Yaşama özgürlüğüne kavuşması için çalışmalarını
1978 den beri sürdürmektedir.

Kaynak:
Türkiye Kas Hastalıkları Derneği
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

noroloji....... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: noroloji.......   noroloji....... - Sayfa 2 EmptyPerş. Ekim 15, 2009 5:25 pm

DİYABETES İNSİPİDUS : ŞEKERSİZ DİYABET

Diyabetes insipidus nedir?

İsim benzerliğine rağmen diyabetes insipidus diyabetes mellitusla
ilgili değildir. Bu nedenle halk arasında şekersiz diyabet olarak da
bilinir. Diyabetes insipiduslu hastalar idrarlarını yeterince
yoğunlaştıramazlar; bu nedenle çok sık idrar yapmak zorundadırlar. Gece
idrara gitmek için 2-3 kez kalkmaları gerekir. Bu hastalar sürekli
susuzluk duyarlar.

Şekersiz diyabet (diyabetes insipidus): Diyabet insipidus şeker
hastalığı ile sadece isim benzerliği olan ve çok idrar etme (poliüri)
çok su içme (pilidipsi) ve yoğunluğu düşük idrar yapma ile belirlenen
bir hastalıktır. Şekersiz diyabetin nörojenik (hormonal), nefrojenik ve
zoraki su içme sendromu (psikojenik) olarak üç tipi vardır.
Şekersiz diyabette esas bozukluk böbreklerden süzülen suyun böbrek
tubuluslarından yeniden emiliminin tam olmamasıdır. Bu durum su
kaybedilmesine ve bunun doğurduğu çok su içmeye yol açar. Fazla
miktarda idrar yapma ve su içme mutlaka hekime başvurmayı gerektiren
şikayetlerdir. Süt çocuklarında şekersiz diyabet, aşırı huzursuzluk,
tartı almama gibi belirtilerle kendini gösterir. Havale nöbetleri
olabilri. Önlem alınamazsa bebek susuzluk sonucu kaybedilebilir.
Diyabetes insipidus neden olur?

Diyabetes insipidusun iki nedeni vardır. Bazı hastalarda beyinde
hipotalamus denen bölgede, vücutta su tutulmasını sağlayan antidiüretik
hormon (ADH) yapılamaz. Bazı hastalarda ise, bu hormon yapıldığı halde
böbrekler hormona cevap vermezler. Diyabetes mellituslu hastaların
çoğunda bu sorun kafa travması veya beyin ameliyatından sonra gelişir.
Bazı hastalarda beyin tümörü vardır. Bazan ailesel olabilir. Lityum
gibi bazı ilaçlar buna neden olabilir. Yaklaşık %25 oranında herhangi
bir neden saptanamaz.

Diyabetes insipidus nasıl teşhis edilir?

Genellikle doktorunuz idrarın yoğunluğunu ölçtürecektir. Aynı zamanda
kanınızın yoğunluğunu da ölçmek gerekir. Bundan sonra ‘susuzluk testi’
yapmak gerekebilir. Bu test süresince su içmemeniz gerekir. Test
süresince, birkaç saat boyunca ağırlığınız izlenecek, idrar ve kan
tetkikleri yapılacaktır. Eğer test sonucunda diyabetes insipidus tanısı
konursa beyin filmleriniz de çekilecektir. Bu amaçla tomografi veya MR
yapılabilir. Bu filmler beyinde bir sorun olup olmadığını gösterecektir.

Diyabetes insipidus nasıl tedavi edilir?

DDAVP denilen bir ilaç (ADH) yardımcı olabilir. Bu ilaç bir burun
damlası ya da spreyi şeklindedir. Gece yatmadan önce uygulanır. Bazı
hastalarda sabah ve akşam kullanmak gerekebilir. DDAVP alıyorsanız çok
su içmemeniz gerekir; çünkü vücutta fazla su tutulması görülebilir.
Eğer fazla su yüklenmesi olursa halsizlik görülebilir ve başınız
dönebilir veya kendinizi kötü hissedebilirsiniz.

Eğer diyabetes insipidusun nedeni böbreklerdeki hormona cevapsızlıksa
DDAVP ile tedavi mümkün değildir. Bu durumda, hidroklorotiazid gibi
başka ilaçlara başvurulur. Bu ilaçlar vücuttaki su ve tuz dengesini
düzenler.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

noroloji....... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: noroloji.......   noroloji....... - Sayfa 2 EmptyPerş. Ekim 15, 2009 5:25 pm

EEG elektroensefalografi

Elektroensefalografi (EEG) beyin temel bioelektrik aktivitesinin
incelenmesidir. İşlem küçük elektrotların saçlı deriye
yerleştirilmesiyle yapılmaktadır. Canınızın yanması söz konusu
olmamakla birlikte bir süre sakin ve hareketsiz kalmanız yeterli
olmaktadır.

· Hazırlık Aşamaları Var mı?

Erişkinlerde özel bir hazırlık aşaması gerekmemekte saçın bir gün
önceden yıkanmış olması yeterli olmaktadır. (Saça sprey, jöle vs.
sürülmemesi)
Çocuklar ve bebeklerin hareket etmeden durmaları çok zor olduğu için
randevuya geleceğiniz günün gecesi çocuğunuzu her zamankinden geç
yatırıp erken kaldırın. Hastaneye gelirken yolda uyumamasına dikkat
edin. Uykusunu almayan çocuğunuz burda vereceğimiz şurupla daha rahat
ve erken uykuya dalacaktır.
Randevunuza gelirken lütfen doktorunuzun yazmış olduğu istek formunu
unutmayınız. Ayrıca randevu alırken doktorunuzun isteğini
bildiriniz.(Uyku, Uyanıklık vs.) Uyku EEG’sinde erişkinlerin 24 saat
uykusuz kalması gerekmektedir. Bu konuda çekim yapan teknisyenle
görüşerek bilgi alınız.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

noroloji....... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: noroloji.......   noroloji....... - Sayfa 2 EmptyPerş. Ekim 15, 2009 5:26 pm

Epilepsi : Sara




Epilepsi Nedir?

Epilepsi, halk adıyla sara, yineleyen nöbetler ile karakterize sıklıkla
geçici bilinç kayıplarına neden olan bir durumdur. Ancak bu geçici
bilinç kaybı her zaman oluşmaz.

Nöbetler çok farklı şekilde ortaya çıkabilirler. Bazı nöbetten önce bir
koku hissi olabilen olağandışı bir algılama yaşanırken bazı nöbette
kişi yere düşebilir veya ağzı köpürebilir. Bazen de boşluk nöbetleri
dediğimiz kişinin gözünü bir noktaya dikmesi ve donuklaşması gibi
durumlar ortaya çıkar.


Epilepsi Neden Oluşur?
Tümör


Cerrahi
Beyin ameliyatından sonraki dönemde nöbetleri önlemek amacı ile sıklıkla antiepileptik kullanılır.


İskemik Lezyonlar
Beyne giden kan akımı azaldığında (iskemi) beyin dokusundaki besin
maddeleri ve oksijen azalır. Bu da iskeminin neden olduğu hücre
hasarına yol açar ve epileptik nöbet oluşur.


Konjenital Malformasyonlar
(Doğuştan olan bozukluklar)


Bazı beyin lezyonları
(Değişim gösteren doku bölgesi)
Doğum sırasında oluşabilir.


Febril Konvülziyonlar
(Ateşe bağlı istem dışı şiddetli kasılmalar)
Febril konvülziyonun tek nedeni yüksek ateştir. Her 1000 çocuktan 19
ile 36'sında en az bir kez yüksek ateş nedeni ile konvülziyon geliştiği
tahmin edilmektedir.


Enfeksiyon
Sistemik (tüm vücudu etkileyen) ya da şiddetli enfeksiyonlar yüksek
ateşe ve dolayısıyla febril konvülziyonlara neden olabilirler.


Tiroid Hastalıkları
Tiroid bezi vücuttaki sıvı dengesinin kontrolünde önemli bir rol oynar.
Sıvı dengesi ise epilepsi eğilimini belirleyen bir faktördür.
Genellikle tiroid sorunun tedavi edilmesi epilepsinin düzelmesi için
yeterlidir.


Beslenme
Bazı insanlarda epilepsinin nedeni olarak B6 vitaminin eksikliği saptanmıştır.

Epilepsi Nasıl Tedavi Edilir?

Epilepsi kompleks bir hastalık olduğundan doğru tedavi çok önemlidir.
Bu bakımdan hastaların nöroloğa başvurmaları gerekmektedir.

Tedavi genelde başlangıçta bir antiepileptik ile yapılır. Tek bir
antiepileptik ilacın yeterli olmadığı durumlarda tedaviye bir veya daha
fazla antiepileptik daha eklenir. Bu tedavinin yanında kişiye ve
ailesine ayrıca danışmanlık hizmeti de verilmesi faydalı olacaktır.

Antiepileptik ilaçların yeterli olmadığı ve epileptik odağın ameliyata uygun olduğu durumlarda ise beyin cerrahisine başvurulur.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

noroloji....... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: noroloji.......   noroloji....... - Sayfa 2 EmptyPerş. Ekim 15, 2009 5:26 pm

Guillain Barre sendromu

Guillain Barre sendromu akut bir sendrom olup periferik sinirlerin tümü
ya da bir bölümü üzerinde ciddi hasara yol açar. Hastalık, sinir
liflerini kaplayan miyelin tabakasının iltihaplanması ve tahrip
olmasından kaynaklanır.

Belirtiler

- Ayak veya el parmaklarına yayılan uyuşmalar ve karıncalanma;

- Kas zafiyeti

- Yaygın karıncalanma ve uyuşma;

- Solunum zorlukları.

Guillain-Barre sendromunun nedeni belli değildir ancak vakaların üçte
ikisinde viral bir enfeksiyondan sonra ortaya çıktığı görülür. Bu viral
enfeksiyon, Epstein-Barr virüsünde olduğu gibi bir tür herpes
olabileceği gibi, grip, nezle veya diğer basit enfeksiyonlardan sonra
da ortaya çıkabilir. Bu sendrom ayrıca Hodgkin hastalığı gibi diğer
rahatsızlıklarla da beraber görülebilir.

Tüm vakaların yüzde beş ile onu bir ameliyat sonrası ortaya
çıkmaktadır. Kısa bir süre için, Guillain-Barre sendromuna bir aşının
neden olduğu düşünülmüştü. 1976-1977 yıllarında yaygın bir grip aşısı
kampanyasından sonra bu kanıya varılmıştı. Ancak yürütülen araştırmalar
bunun doğru olmadığını ortaya koymuştu. Belirtiler, neden olan
iltihaplanmadan birkaç gün ile bir-iki hafta, veya bir ameliyattan bir
veya dört hafta sonra görülebilir. El ve ayak parmaklarında
karıncalanmanın ardından genel bir kas zafiyeti oluşabilir. Bu zafiyet
hissi giderek bacaklardan kollara ve yüze yayılır. ciddi vakalarda
zafiyet felce dönüşebilir ve solunum kasları etkilenebilir. Göz, yüz,
konuşma, çiğneme ve yutkunma ile ilgili kaslara da yayılabilir.

En ağır şeklinde, Guillain-Barre sendromu acil tıbbi müdahale ve
hastanenin yoğun bakım servisine kaldırılmayı gerektirebilir. Bu
rahatsızlığı olan kişilerin bazıları hastalığın bir aşamasında solunum
yardımına gereksinim duyarlar.

Genelde, iyileşme birkaç ay süren bir devre sonrasında gelir. Ciddi
şekilde etkilenmişseniz, uzun süren rehabilitasyon dönemine gereksinim
vardır. Tüm vakaların yaklaşık yüzde onunda geçmeyen bir sakatlık
kalır. Ölüm oranı yüzde üç ile dört arasında değişir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

noroloji....... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: noroloji.......   noroloji....... - Sayfa 2 EmptyPerş. Ekim 15, 2009 5:26 pm

HAVA EMBOLİSİ: BAROTRAVMA

AKCİĞER BAROTRAVMALARI (HAVA BASINÇ TRAVMALARI)

TANIM:
Belki kulak ya da sinüs barotravmaları kadar sık rastlanmasa da
önemleri ve yarattığı tehlikeler açısından en önemli barotravmalar
akciğerleri ilgilendirenlerdir. Diğer barotravmalarda olduğu gibi gaz
alanların basınç/hacim etkileşimleri dalışta iniş ve çıkış dönemlerinde
etkili olduğundan akciğer barotravmaları da iniş ve çıkış
barotravmaları olarak ele alınabilir. Barotravmaların fiziksel temelini
Boyle Gaz Kanunu oluşturur. Bu kanun uyarınca sabit sıcaklık altında
gazların hacimleri ile basınçları ters orantılıdır. Sualtında yaklaşık
her 10 metrede basınç 1 atmosfer artar. Böylece dalış esnasında basınç
artışı nedeniyle vücudun gaz içeren boşluklarının hacmi azalmalı; çıkış
sırasında ise basınç azaldığından bu gaz boşlukları genişlemelidir.
Sıvılar ve katılar basınç değişimlerinden etkilenmediğinden vücudun
katı ve sıvı kısımlarında bir değişiklik görülmez.
Diğer bir deyimle dalış sırasında basıncın önemli oranda artmasına
karşın vücut ufalmaz. a) Akciğerin iniş barotravması (Akciğer sıkışması)

Akciğerin iniş barotravması genellikle serbest dalışlarda ve nadir
olarak görülür. Maske ve şnorkel ile yapılan bu dalışlarda derin bir
soluk alınarak dalınmaya başlanır. Başlangıçta akciğerler içinde
tutulan hava, dalınan derinlikteki basınca orantılı biçimde daralmaya
başlar. Bunun rezidüel hacime kadar azalması ile dalış sınırına
gelinmiş olur. Daha derine dalma girişimi akciğerlerin rezidüel hacmin
altına sıkıştırılması sonucunu doğurur. Bu durum akciğer dokusunda
hasarlara, ödeme ve alveol içinde kanamalara yol açar. Total akciğer
kapasitesi 6 litre, rezidüel hacimi 1,5 litre olan normal bir kişinin
dalabileceği derinlik; yani 30 metre civarındadır. Öyleyse insanların
büyük bir çoğunluğu 30 m den derine bile genel kondüsyonları ile
dalamazken soluk tutarak yapılan derin dalış rekorlarının (-130)
metreden daha derinlerde olması nasıl açıklanabilir? Herşeyden önce
derin dalış rekortmenlerinin göreceli olarak daha yüksek total akciğer
kapasitesine ve buna oranla daha düşük rezidüel hacime sahip oldukları
bilinmektedir. Ayrıca su içinde immersiyon (suya batma) ve soluk
tutarak yapılan dalışlarda göğüs boşluğu içindeki damarlarda kan
göllenmesi gerçekleşir. Bu kan miktarı rezidüel hacimi karşılar.
Böylece anatomik olarak yüksek total akciğer kapasitesine, düşük
rezidüel hacime ve yüksek kan göllenme özelliğine sahip biri daha
derinlere akciğeri sıkışmadan dalabilir. Ayrıca en büyük basınç/hacim
değişimleri ilk metrelerde gerçekleşir. Derinlere daldıkça sınırın
altına yapılacak inişler hacimce daha az sıkışmalara yol açacaktır.
Teorik olarak dalış derinlik sınırına ulaşmadan da akciğer hasarı
oluşturmak mümkün görülmektedir. Bu durum sualtında balık avlamak
amacıyla uzun süre geçiren ve çıkışa yakın veya çıkış sırasında henüz
dipteyken ağız kapalı zorlu inspirasyon (soluk alma) hareketi yapan
dalgıçlarda görülen bir patolojidir. Göğüs boşluğu içindeki damarlarda
kan basıncının göllenme nedeniyle artması ve zorlu inspirasyon ile
alveol içi negatif basıncın artması sonucu alveol içine kanamalar
oluşabilir
Akciğer iniş barotravmasında göğüs ağrısı, solunum sıkıntısı, kanama
çok ciddi olabilir. %100 oksijen solunumu, damar içinden sıvı
verilmesi, şok tedavisi, aralıklı pozitif basınçlı solunum (IPPV)
gerekebilir. Pozitif ekspirasyon (soluk verme) sonu basınçlı solunum
(PEEP) hava embolisi tehlikesi nedeniyle sakıncalı olmakla birlikte
uygulanmak zorunda kalınabilir.

b) Akciğerin çıkış barotravması

Tüplü dalışlarda dipte alınan basınçlı havanın türlü nedenlerle
dışarıya verilmeden çıkılması sonucu oluşur. Dipte alınan hava çıkış
sırasında genleşecek ve dışarı verilmediği taktirde akciğerin
taşıyabileceğinden daha büyük hacimlere ulaşacaktır. Örneğin total
akciğer kapasitesi 6 litre olan bir dalgıcın 30 metrede (4 ATA) derin
bir soluk aldığını varsayalım. Bu dalgıç soluk vermeden yüzeye (1 ATA)
geldiği taktirde akciğerlerdeki 6 litrelik bu hacim 4 katına yani 24
litreye kadar genişleyecektir. Bu durum akciğer doku bütünlüğünü
bozarak çıkış barotravmasına yol açar. Çıkış barotravmaları sıklıkla
serbest çıkış eğitimi verilen denizaltı personelinde görülür. Dalış
eğitimi ve tekniklerinin değiştirilmesi çıkış barotravmalarının
sıklığını azaltmıştır. Amatör dalıcılarda önceleri uygulanan serbest
çıkış eğitimleri yerini kontrollü çıkış eğitimlerine; aynı regülatörden
çimlenerek yapılan çıkış eğitimleri de ahtapot regülatör kullanımına
değiştirildiğinden bu yana barotravma olgularında azalma görülmüştür.
Ancak dalış ekipmanlarının gelişmesi ile giderek daha fazla sayıda
insan dalabilmektedir. Önceki yıllarda yalnızca çok sağlıklı kimselerin
yapabildiği dalış, artık her yaştan kişiler tarafından
denenebilmektedir. Profesyonel dalgıçların aksine amatör dalıcıların
sağlık kontrolü yaptırması zorunlu değildir. Hava hapsine yol açan her
türlü tıkayıcı hastalık dalışa engeldir. Oysa bunların büyük çoğunluğu
belirti vermediğinden sağlık kontrolü yapılmadıkça ortaya konamaz.
KOAH, astma, akciğer parankiminde bül, kavern ve kistler, yapışıklıklar
özellikle kronik enfeksiyonların ve sigara kullanımının sık olduğu
ülkemiz açısından önem taşımaktadır. Dalış yaşamına başlamadan önce hiç
olmazsa akciğer grafisi ve solunum fonksiyon testleri koruyucu hekimlik
açısından mutlaka uygulanmalıdır

Sağlıklı amatörlerde çıkış barotravmasının nedeni sıklıkla paniktir.
Dipte karşılaşılan anormal bir durumda dalıcı kontrolsüz bir durumda
çıkış yapmakta ve bu sırada soluk vermeyi ihmal etmektedir. Tüp
havasının teknik nedenlerle kesilmesi, ağırlığın düşürülmesi, yüzerlik
dengeleyicinin (BC) şişirme düğmesinin takılı kalması yüzeye fırlama
nedenleridir. İyi bir eğitim ve dalış malzemesinin düzenli aralarla
bakımı bu tür olayları en aza indirecektir. Akciğer çıkış barotravması
önemine göre dört değişik klinik formda görülebilir:

Alveol yırtılması: Genleşen havanın hasara uğrattığı alveollerin
miktarına bağlı olarak değişik düzeylerde solunum bozulması görülür.
Soluk darlığı, öksürük, kanama ve morarma gibi belirti ve bulgular
genellikle masum olmalarına rağmen geniş tutulmalarda ölüme kadar
varabilir. %100 oksijen solunumu çoğu olgularda yeterli oksijenlenmeyi
sağlayacaktır. Pozitif basınçlı solunum akciğer hasarını
arttıracağından mutlaka gerekmedikçe uygulanmamalıdır. Hastalar akciğer
grafisi, atardamar kan gazı ölçümleri ve kan tahlili değerlendirmeleri
gibi gerekli araştırmaların yapılabilmesi için en kısa zamanda oksijen
solunumu altında bir merkeze sevk edilmelidir.

Mediastinal veya subkutan(ciltaltı) amfizem(hava toplanması): Alveol
yırtılması sonucu ortaya çıkan hava kabarcıkları akciğer dokusuna,
mediastinuma (akciğerlerin arasında içinde kalbin de yer aldığı bölge)
ve hatta boyuna, subraklavikular bölgeye (köprücük
kemiği üstü) kadar yayılabilir. Bu durumda mediastinal veya subkutan
amfizemin (derialtı hava kabarcıkları) klinik görünümü ortaya çıkar.
Genleşen havanın gevşek dokularda yayılımı daha da fazla olduğunda
pnömoperikardiyum (kalp zarının içinde hava) ve hatta pnömoperitoneum
(karın zarında hava) görülebilir. Tutulumun şiddeti oldukça
değişkendir. Boyun bölgesinde rahatsızlık ve dolgunluk hissi, seste
değişme, yutma güçlüğü, soluk darlığı, bayılma ve bilinç kaybı
görülebilir. Radyolojik olarak mediastende, supraklavikular alanda hava
saptanabilir. İlgili alanlarda derialtında çıtırtı, kalp seslerinde
azalma, kalbin tutulmasıyla taşikardi (nabzın hızlanması), hipotansiyon
(düşük kan basıncı) bulunabilir. Tedavi hastalığın şiddetine göre
belirlenir. Belirti vermeyen olgularda dinlenme yeterli gelebilirken
orta dereceli olgularda hava kabarcıklarının yokedilmesi %100 oksijen
solunumu ile hızlandırılabilir. Ağır olgularda basınç odası tedavisi
hava kabarcıklarının hızla küçültülmesine ve atılmasına yardımcı
olacaktır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

noroloji....... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: noroloji.......   noroloji....... - Sayfa 2 EmptyPerş. Ekim 15, 2009 5:27 pm

Pnömotoraks: Genleşen havanın hasara uğrattığı alveollerden çıkan hava,
akciğeri saran iç zarın (visseral plevra) yırtılmasıyla zarlar arası
boşluğa açılır. Çıkış sürdükçe bu bölgede genişleyen hava ciddi
pnömotoraksa (göğüs boşluğunda hava), kanamanın eşlik ettiği hallerde
hemopnömotoraksa (göğüs boşluğunda kan ve hava) yol açar. Başlangıç
anidir ve hızla şok gelişebilir. Tutulum sıklıkla tek taraflıdır. Çıkış
barotravmasına bağlı pnömotoraksın klinik ve radyolojik görünümü genel
pnömotoraks görünümünden farklı değildir. Hafif olgular yatak
istirahati ve %100 oksijen solunumu ile tedavi edilebilir. Akciğerin
%20'sinden fazlasının çökmesiyle birlikte olan olgularda sualtı drenajı
gerekir. Diğer akciğer barotravması türlerinde olduğu gibi basınç odası
içinde rekompresyon, belirti ve bulguların hızla ortadan kalkmasına
yardımcı olur. Bu durumda çıkış sırasında pnömotoraksın yeniden
gelişmesini engellemek için sualtı drenajının basınç odası içinde
uygulanması gerekebilir. Hastanın transferi sırasında kara yoluyla
irtifaya çıkma ya da kabin içi basıncı ayarlı olmayan bir uçakla nakil,
ortam basıncının azalmasına ve göğüs boşluğu içindeki havanın
genişleyerek durumun ağırlaşmasına neden olabilir

Hava embolisi: Çıkış sırasında genleşen hava, alveollerin ve çevre
damarların yırtılmasına yol açar. Havanın bu damarların içine girmesi
ile ana dolaşımda hava embolileri oluşabilir. Böylece dalış pratiğinde
en acil ve ölüm oranı en yüksek hastalık, akciğer çıkış barotravmasına
bağlı hava embolisi, ortaya çıkar. Dalış sırasında havadan başka gaz
karışımları kullanıldığında hava embolisi yerine "gaz embolisi" deyimi
kullanılır. Akciğer toplardamarı aracılığıyla ana dolaşıma geçen hava
kabarcıklarının özellikle beyin ve kalp damarlarında yol açtığı
tıkanmalar ciddi sonuçlara yol açar. Çıkışın devam ettiği durumlarda bu
kabarcıkların çapı da büyüyecektir. Beyin ve kalp dışında dalak,
karaciğer, böbrekler ve diğer organlarda da hava embolileri
görülebilir. Dalışa bağlı emboliler genellikle çok sayıda odağı tutar.
Belirti ve bulgular tıkanan bölgelere, embolinin tıkadığı bölgenin
büyüklüğüne bağlı olarak çok çeşitlidir. Özellikle merkezi sinir
sistemine ait bulgular ve kalp bulguları kısa sürede ölümle
sonlanabilir. Hava embolisi sualtı hekimliğinde en önemli acil
hastalıktır. Olguların büyük çoğunluğu çıkıştan hemen sonra basınç
odasına alınamadan kaybedilirler. Hava embolisinin ilaçla tedavisi
dekompresyon hastalığında anlatılanla aynıdır. Hasta transferi ve
basınç odası tedavisi de benzerlik gösterir. Ancak basınç odasında
uygulanan tablolar daha uzun ve derin tedavi gerektirir. Van Allen'in
1929'da köpekler üzerinde yaptığı çalışmaya dayanarak ileri sürülen baş
aşağı hasta transferi yararının olmayışı, dahası beyin ödemini
arttırdığı için günümüzde terkedilmiştir. Ancak prensip olarak hastanın
yatar pozisyonda tutulması önerilmektedir. Bu pozisyonda nitrojen
atılımı da daha hızlıdır. Atardamar embolilerinde gerekli olmamakla
birlikte toplardamar embolilerinde hasta sol yanına yatırılmalıdır.
Akciğer çıkış barotravmasına bağlı hava embolisi ile merkezi sinir
sistemi dekompresyon hastalığı belirti ve bulgularının benzer olması
nedeniyle sık olarak karıştırılır. Ayırıcı tanıda ayrıntılı bir dalış
hikayesi en büyük yararı sağlar. Dekompresyon hastalığı oluşması için
belirli bir derinliğe, belirli bir süre dalınması gereklidir. 10
metreden daha sığa yapılan dalışlarda dekompresyon hastalığı görülmesi
beklenmez. Oysa 1 metreden daha sığ derinlikte derin bir soluk alarak
çıkış yapmak hava embolisi oluşması için yeterlidir. Hava embolisi
olgularında genellikle kontrolsüz bir çıkış bulunur. Ancak bu ayrımı
yapmak her zaman mümkün değildir. Çok yavaş yapılan bir çıkışa rağmen
akciğerde hava hapsine yol açan bir lezyon nedeniyle hava embolisi
gelişebileceği gibi, dekompresyon tablolarınca güvenli sayılabilecek
dalışlarda bile dekompresyon hastalığı görülmesi mümkündür. Tutulum
yeri de ayırıcı tanıya yardımcı olur. Dekompresyon hastalığı genellikle
omuriliği, en sık da göğüs ve bel bölümlerini tutar. Böylece belirti ve
bulgular daha çok her iki bacağın felci şeklinde görülür. Oysa hava
embolisi sıklıkla beyini ilgilendirdiğinden kolların tutulumu ile
beraber seyreder. Ancak tutulum yerinin kesin bir ayrım göstermediği
bilinmelidir. Belirti ve bulguların ortaya çıkış zamanı ayırıcı tanı
için sıklıkla kullanılmaktadır. Yüzeye geldikten sonra ilk 10 dakika
içinde hava embolisi, daha sonra dekompresyon hastalığı ortaya çıkar
şeklindeki yaklaşım bilimsel değildir. Henüz yüzeye gelmeden su içinde
dekompresyon hastalığı gelişen çok sayıda olgumuz bulunmaktadır. Her
iki hastalığın ilaç ve basınç odası tedavileri benzerdir. Ancak yeniden
dalışa dönüş kararı açısından mutlaka ayırıcı tanı yapılmalıdır. İyi
tedavi edilen bir dekompresyon hastası belirli kurallar içinde dalışa
dönebilir. Oysa hava embolisi olguları sıklıkla altta yatan
kolaylaştırıcı bir nedene sahiptir. Hava hapsine yol açan bu
lezyonların saptanıp dalış yaşamının sona erdirilmesi önem
taşımaktadır. Akciğer grafisi, tomografi, solunum fonksiyon testleri
tedavi edilen her olguda mutlaka yapılmalı, dalışa dönüş açısından bir
sualtı hekimine danışılmalıdır.

Kulak Barotravması:

ORTA KULAK İNİŞ BAROTRAVMASI Şekil 1'de görüldüğü gibi orta kulak, dış
yüzü kulak zarı, diğer yüzleri kemik duvarlardan yapılı içi hava dolu
küçük boşluklardır. Bu boşlukta işitmeye yardımcı olan kemikçikler
bulunmaktadır. Orta kulak boşluğunu dışarıya bağlayan tek yol normal
olarak kapalı halde bulunan östaki kanalıdır. Bu kanalın bir ucu orta
kulağa, diğer ucu ise burun boşluğunun boğaza bağlandığı bölgeye
açılır. Orta kulak dalış sırasında içi deniz suyu ile dolan dış
kulaktan kulak zarı ile; içinde normalde de sıvı bulunan iç kulaktan
ise yuvarlak ve oval pencerelerle ayrılır. Dalış sırasında basınç
artışını dengelemenin tek yolu orta kulak içine hava yollamaktır.
Dalıcılar arasında "kulak açma" adı verilen bu eşitleme işlemi
yapılmadığında orta kulak içindeki basınç dışarıya göre daha düşük
olacaktır. Dış kulaktaki yüksek basınç nedeniyle kulak zarı içeriye
doğru çökecek, iç kulaktaki yüksek basınç nedeniyle yuvarlak pencere
dışarıya doğru şişecektir. Ayrıca orta kulak içindeki negatif basınç
etkisi ile orta kulağın içini döşeyen mukoza üzerine de vakum etkisi
olacaktır. Bu mukozada bulunan damarlardan kulak içine sıvı sızacak,
hatta belki de damarların yırtılması ile orta kulağa kan dolacaktır.
Aşırı durumlarda kulak zarı içeriye doğru yırtılabilecektir. Kulak
barotravmalarını önlemenin tek yolu sağlıklı bir eşitleme
yapılabilmesidir. Kulak eşitlemesi kabaca östaki kanalı aracılığıyla
orta kulak içine hava yollanmasıdır. En basit yöntemi esneme ya da
yutkunma hareketi sırasında östaki kanalının pasif olarak açılmasıdır.
Uçak yolculuklarında veya kara yoluyla yolculuklarda irtifa
değişimlerinde kulakta uğultu ve dolgunluğun yutkunma ile ortadan
kalkması aynı mekanizmaya dayanır. Ancak dalış sırasında çok daha büyük
ve hızlı basınç değişimlerinin yaşandığı unutulmamalıdır. Bu nedenle
sürekli yutkunma ile basınç eşitlemeyi bir çok kişi sürdüremez.
Dalıcıların en sık kullandığı kulak açma işlemi valsalva manevrası
olarak bilinir. Burada maskenin burun parçası parmaklarla sıkılarak
burun ve ağız kapatılır ve ıkınma hareketi ile boğaz boşluğuna doğru
hava yollanır. Bu pozitif basınç östaki kanalının açılmasını ve orta
kulağa aktif olarak hava yollanmasını sağlar. Sık kullanılan bu
yöntemin özellikle aşırı zorlamalı olarak uygulandığında pek de masum
olmadığını iç kulak barotravmalarını incelerken göreceğiz. Daha çok
önerilen kulak açma manevraları öğrenmesi zor ancak öğrenildikten sonra
kolaylıkla yapılabilen ve güvenli yöntemlerdir. Frenzel manevrası dilin
yumuşak damağa doğru itilerek östaki kanalı çevresindeki kasların
kasılması ve kanalın açılarak içine hava yollanması temeline dayanır.
Ağız ve burun kapalı iken yapılan yutkunma hareketi ise Toynbee
manevrası olarak bilinir. Deneyimli dalıcılar ufak farklılıklarla
kendilerine en kolay gelen kulak açma manevrasını keşfederler. Burada
altın kural kulağın tam ve zamanında açılması, işlemin sık olarak
yapılması, kulak açmanın dalış hızına göre değil; dalış hızının kulak
açmaya göre ayarlanması ve en önemlisi aşırı zorlamadan kaçınılmasıdır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

noroloji....... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: noroloji.......   noroloji....... - Sayfa 2 EmptyPerş. Ekim 15, 2009 5:27 pm

Kulak neden açılmaz?

Bazen kulak yukarıda belirtilen kurallara tam olarak uyulsa bile
açılmayabilir. Bu durumda östakinin boğaza açılan bölümünde bir sorunun
varlığından bahsedilebilir. Östaki disfonksiyonu adı verilen bu durum
bazı kişilerde yapısaldır. Anatomik farklılıklar birçok durumda daha
önceden geçirilmiş enfeksiyonların bir sonucudur. Bu durumun en açık
delili olarak kulak açma zorluğu yaşayanların çoğunlukla hep aynı
kulağında sorun çıkması verilebilir. Ancak östaki disfonksiyonuna yol
açan faktörlerin çoğunlukla geçici ve önlenebilir olması dikkat
çekicidir. Bu faktörler dalıcılar tarafından iyi bilinir. Ancak dalmaya
motivasyon o kadar fazladır ki çoğunlukla bu önlemler ihmal edilir.

Kulak açmayı güçleştiren faktörleri şöyle sıralayabilliriz;

l Üst solunum yolu enfeksiyonu. En sık rastlanan durumdur ve "nezleli
iken dalma" kuralı belki de tüm dalış eğitiminde en sık işlenen kural
olmasına rağmen aynı zamanda en çok çiğnenen kuraldır. Mikrobik
enfeksiyon dışında da üst solunum yollarında enflamasyona yol açan
durumlar arasında uykusuzluk, yorgunluk, soğuk havaya maruz kalmak
sayılabilir. l Allerjik durumlar. Saman nezlesi, ev tozu allerjisi sık
bilinen allerjik nedenler arsındadır. Bunlardan daha az bilinen deniz
ile ilişkili allerjenler de bulunabilir. Bu allerjenlerin etkisi ile
burun ve boğaz mukozası şişebilir ve östaki kanalı açılmayabilir. l
Mukozal polip. Burun veya geniz eti diye de bilinen ve östaki borusunu
çevreleyen yumuşak dokuda tıkanmaya yol açabilecek anormal dokular
kulak açmayı imkansız hale getirebilir. l Östaki borusunun ucunda kapak
etkisi oluşana kadar kulak açmaksızın inmek. Kulak açma işlemi bir kez
ihmal edildi mi derinlere inildiğinde açılma işlemi artık imkansız hale
gelir. Östaki kanalının genize açılan ucu adeta bir sübap yapısındadır
ve giderek kapanır. Sübap kilitlenmeden açmak çok daha kolaydır. Bu
durumun dalıcılar tarafından atlanmasının en önemli nedeni kulak açma
işleminin ağrıya indekslenmesidir. Oysa dalıcılar kulaklarında ağrı
oluşmadan kulaklarını açmalıdırlar. Her ne kadar ağrı, kulakta oluşan
vakumun bir sonucu olarak ortaya çıksa da ağrı eşiğinin kişiden kişiye
değiştiği bilinmektedir. Bazı kişilerde iç basınç çok fazla düşüp,
kulak zarı belirgin biçimde çökmeden ağrı ortaya çıkmaz. Ağrı ortaya
çıktığında ise östaki sübabı artık kilitlenmiştir. l Sigara kullanımı.
Sigaranın mukozalarda irritasyon yaptığı ve şişmeye yol açarak kulak
açmayı güçleştirdiği bilinmektedir. Yalnızca kulak açma üzerine olumsuz
etkileri değil dalışta daha da büyük tehlikelere yol açan sigara
kullanımının dalıcılar tarafından mutlaka terk edilmesi gereklidir.
Sigaranın genel sağlığa yaptığı etkiler, kanserojen oluşu konumuz
dışında olmakla birlikte mutlaka her dalıcı tarafında iyi bilinen
zararlardır. Oysa dalıcılar arasında sigara tüketiminin üzücü bir
biçimde yüksek oluşu da bir gerçektir. l Başaşağı dalış pozisyonu.
Anatomik yapı ve basınç ilişkisi açısından başaşağı dalış sırasında
kulak açmak daha güçtür. Bu nedenle özellikle kulak açmanın zorlaştığı
hallerde ayaklar önde dik pozisyonda ve kontrollü bir hızda inmek uygun
olacaktır.

Belirtiler: Dalış sırasında kulak tam olarak açılmadığında bir
rahatsızlık, tıkanma hissi ve dolgunluk görülür, inmeye devam edilirse
ağrı oluşur. Ağrı daha fazla derine inmeyi engelleyecek şiddette
olabilir. Şekil 2'de tipik bir orta kulak barotravmasının oluşumu
özetlenmiştir. Dalıştan sonra kulakta ağrı, dolgunluk hissi ve çınlama
bulunabilir. İleti tipi bir işitme kaybı saptanır. Dalıcı durumu
"kulağının içine su kaçmış" olarak yorumlar. Gerçekte kulak zarı
yırtılmadıkça orta kulağa su girmeyeceği açıktır. Buna rağmen muayenede
kulak içinde su saptanabilir. Ancak bu elbette deniz suyu değil, orta
kulak boşluğuna orta kulak mukozalarından sızan sıvı hatta bazen de
kandır. Çıkış sırasında bu az miktarda kan bazen östaki aracılığıyla
genize atılabilir ve dalıcı tarafında burunda farkedilebilir. Miktarın
azlığı ve ilgili bölgenin farklılığı sinüs barotravmasında görülen
kandan ayıracaktır. Kulak zarı yırtılırsa dalıcı tarafından derhal
farkedilir. Çok şiddetli ve batıcı-keskin bir ağrı ile orta kulak
boşluğuna su girer. Giren su basıncı eşitler ve keskin ağrı ortadan
kalkar. Fakat içeri giren soğuk suyun uyarması sonucu baş dönmesi ve
bulantı kusma meydana gelebilir. Kalorik vertigo adı verilen bu durum
kısa sürelidir. Kulak içine giren suyun sıcaklığı vücut sıcaklığına
erişince vertigo da kaybolur. Kulak zarı yırtılmasıyla beraber olsun
olmasın orta kulak barotravmalarının tümünde oluşan hasar yalnız kulak
zarında değil tüm orta kulak yapılarındadır. Mukozalarda ödem,
kanamayla birlikte enflamasyon, orta kulak boşluğunda kan ve seröz sıvı
toplanması görülebilir. Oluşan travma, yapılan muayenede kulak zarının
görünümüne göre hafiften ağıra altı gruba ayrılır. En hafif şeklinde
yakınma bulunmasına rağmen zar normal görünmektedir. En ağır durumda
ise kulak zarının yırtıldığı saptanır

Tedavi: Kulak zarının bütünlüğünün bozulmadığı hafif olgular, Kulak
Burun Boğaz (KBB) pratiğinde sık rastlanan seröz otitis media ile büyük
benzerlik gösterir ve benzer tedavi yaklaşımı ile ele alınır. Orta
kulak boşluğunda sıvı veya kan birikmesi genellikle cerrahi bir
girişimi gerektirmeden ilaç ile tedavi edilebilir. Tedavi edlmeyen
olgularda gelişebilecek bir enfeksiyon durumun ağırlaşmasına yol
açacaktır. Bu nedenle mutlaka bir hekim tarafından daha da iyisi bir
KBB uzmanı tarafından değerlendirilmelidir. Kulak zarı yırtılmalarının
kendiliğinden iyileşebileceği gibi ağır yırtıklarda cerrahi girişim
gerektirebileceği unutulmamalıdır. Sık orta kulak barotravmasına
uğrayan dalıcılar altta yatan nedenler açısından mutlaka bir KBB uzmanı
tarafından değerlendirilmeli ve tedavi edilmelidir.

Korunma: Barotravma için önlem almak daima tedaviden daha kolaydır.
Orta kulak barotravmasının önlenmesi genel olarak adayların uygun
seçimine, gerekirse basınç testine tabi tutulmasına ve bir üst solunum
yolu enfeksiyonu varlığında dalıştan sakınmaya bağlıdır. Dalıcı
adaylarının dalışa başlamadan önce yapılan muayenesinde, östaki borusu
fonksiyonlarını etkileyecek nazal septum deviasyonu, sık sık orta kulak
enfeksiyonu, kulak zarına cerrahi girişim ve kulak zarı yırtılması
hikayesi özellikle araştırılmalıdır. Burundaki deviasyonun cerrahi
olarak tedavisini yaptırmak, sigarayı bırakmak, mevcut üst solunum yolu
enfeksiyonunu tedavi etmek kulak açma işleminin daha kolay yapılmasını
sağlıyacaktır. Her dalıştan önce dalıcılar kulak eşitleyip
eşitleyemediklerini test etmelidirler. Dalış hızının yavaşlatılması,
dalışa başlar başlamaz ve sık olarak (her metrede) kulak açmak
barotravma riskini azaltacaktır. Boylece kulakta basınç hissi ya da
ağrı hissedilmeden kulak açma işlemi gerçekleştirilir. Dalışlarda baş
aşağı pozisyonda inişten sakınılmalıdır. En ideali çapa halatı boyunca
ayaklar aşağıda olmak kaydıyla, iniş hızını kontrol ederek ve kulak
açma işlemine konsantre olarak inişe geçmektir. Dalıcılar en basiti
ağız kapalı esneme ve yutkunma olan kulak eşitlemeye yardımcı olan
manevraları bilmelidir. Sık kulak açma ile basınç farkının artması
önlenmelidir. Kulak açmayı kolaylaştırmak amacıyla kullanılan burun
damlalarının yan etkileri göze alınmalıdır. Bu tip damlaların rebound
etkisi bulunmaktadır. Damla kullanıldıktan sonra kulak rahat açılmakta
ancak bir süre sonra rebound etkisi ile daha da güçleşmektedir. Kabul
edilebilir bir yöntem olarak dalışa başlamadan önce maske takmadan su
içinde bir takla atmak, daha sonrada kuvvetlice sümkürerek burunu
temizlemek çok büyük yararlar sağlayacaktır. Temizleme işlemi yanında
tuzlu suyun osmotik etkisi ile burun boşluğu ve genizde konjesyon
azalacak ve kulağın çok daha rahat açıldığı görülecektir.

ORTA KULAĞIN ÇIKIŞ BAROTRAVMASI

Orta kulağın çıkış barotravması daha nadir görülür. Orta kulağa
hapsolmuş havanın çıkış esnasında genişlemesi ile meydana gelir. Dalış
sırasında kulak açma işlemi ile orta kulağa yollanan hava çıkış
esnasında Boyle Kanunu'na göre genişler. Eğer genişleyen hava östaki
borusu aracılığıyla ile atılamazsa yakınmalara neden olur. Etkilenen
kulakta basınç hissi, ağrı ve kulak çınlaması saptanır. Kulaklarda
birinden hava çıkarken diğerinden çıkmaması, bu iki kulak arasında
basınç farkına yol açacaktır. Baş dönmesi, bulantı, kusma ve
oryantasyon kaybı ile seyreden bu duruma alternobarik vertigo adı
verilmektedir. Sualtında bu tip yakınmaların boğulmayla
sonuçlanabilecek olması olayın ciddiyetini ortaya koymaktadır. Baş
dönmesi dalıcı dik pozisyonda iken daha fazla, yatay pozisyonda iken
daha azdır. Deneyimli dalıcılar bunu bilir ve hissettikleri anda yatay
pozisyon alırlar. Eğer çıkışta yakınmalar ortaya çıkarsa basınç farkını
azaltmak için biraz aşağıya inilmeli, ağız kapalı iken yutkunma
hareketi yapılmalıdır. Bazen dış kulak yoluna basınç yapmak östaki
borusunu aşılmasına yardımcı olabilir. Kulak zarında ve diğer orta
kulak yapılarındaki hasara bağlı olarak işitme kaybı olabilir. İç kulak
barotravması da bir komplikasyon olarak karşımıza çıkabilir.
Belirtiler: Baş dönmesi, kulak çınlaması ve ağrı hissedilebilir. Kulak
muayenesinde iniş barotravmasında daha çok zar ortasında görülen
konjesyon, çıkış barotravmasında zar kenarlarında görülür. Kulak zarı
dışa doğru bombeleşmiş olarak da görülebilir.

Tedavi : Ortaya çıkan şikayetlerin kısa sürmesi orta kulak çıkış
barotravmasının olumlu bir yanıdır. Şikayetler geçip işitme normale
dönene kadar dalış yapılmamalıdır.

DİŞ BAROTRAVMALARI


Normal olarak dişin kemik ve yumuşak dokudan oluşan yapısı içinde
herhangi bir hava hacmi bulunmadığından barotravma gelişmesi de
beklenmez. Ancak diş çürüklerinin dolgusu sırasında dolgu altında hava
kalması halinde barotravma nedeni olabilir. Diş çürükleri ülkemizde
oldukça sıktır. Kliniğimize yapılan bir arşiv taramasında dalışa
uygunluk açısından sağlık muayenesi yaptıran 657'si erkek, 175'i kadın
toplam 822 dalıcı adayı arasında bir veya daha fazla sayıda diş dolgusu
olanların oranı %99,3 olarak saptanmıştır. Bu dalıcı adaylarının yaş
ortalamasının 21,9 olması dikkat çekicidir. Tıbbi danışmanlığını
yaptığımız çeşitli dalış çalışmalarında en sık rastlanan barotravma
türleri arasında orta kulak iniş ve sinüs barotravmalarını diş
barotravmaları izlemektedir. Yukarıda da açıklandığı gibi gaz hacim
içermeyen diş yapılarında barotravma oluşması beklenmez. Ancak diş
yapıları içinde kapalı gaz hacmi oluşumuna yol açabilecek diş
çürükleri, hava hacmi içeren dolgu ya da kaplamalar, yumuşak dokularda
benzer durumlarla sonlanan cerrahi girişimler barotravma kaynağı
olabilirler. Dalış sırasında çevre basıncındaki artış bu kapalı
hacimlerde vakum etkisi oluşturur. Hızlı dalış yapıldığında boşluk
içeren dişler içeriye doğru çökerek kırılabilirler. Genellikle ilgili
bölgede hissedilen şiddetli ağrı daha derine inmeyi engeller. Ancak
ağrının oluştuğu derinlikte bir süre beklemekle bu boşluğa yumuşak
dokuların doldurması, kanama ve sıvı sızması ile basınç artışı
dengelenir ve ağrı ortadan kalkar. Çıkışa başlandığında çevre basıncı
azalır. Bunun sonucunda diş boşluğunun içindeki hava da
genişleyecektir. Ancak dipte yerini alan sıvı nedeniyle hava eski
hacmine genleşemez ve bu kez tam ters bir yolla, içeride aşırı basınçla
ağrı ortaya çıkar. Ağrıya yol açan bu basınç nedeniyle dolgu düşebilir
hatta diş parçalanabilir. Unutulmaması gereken bir durum ağrıya yol
açan bir diş dolgusunun, altında hava bulunduğu için gerçek işlevini
yerine getirmediğidir. Dalıcı dalış yapsın yapmasın bu dolgunun mutlaka
yenilenmesi gerekmektedir. Dolgu altında hava bulunması, diş çürüğünün
dolgu altında sürdüğünün bir göstergesidir. Bu durumda dalıcı en kısa
sürede diş hekimine baş vurmalıdır. Seyrek olarak görülse de kanal
tedavisi sırasında tedavinin belirli aşamalarında diş içinde hava
boşluğu bulunabilir. Kanal tedavisi gören dalıcılar mutlaka tedaviyi
uygulayan endodonti uzmanından diş yapıları içinde bu şekilde bir hava
boşluğu bulunup bulunmadığını öğrenmeli ve diş hekimi onay vermeden
tedavi tamamlanana kadar dalmamalıdır. Ayrıca kanal tedavisi uygulanan
bazı dişlerde kırık veya çatlaklar bulunabilir ve bir kısmında kırık
hattı diş röntgeninde görülmeyebilir. Dalış yapılması sırasında bu dişe
ait ağrı hissedildiğinde dalış derhal sonlandırılmalı ve en kısa sürede
diş hekimine başvurulmalıdır. Dalış sırasında üst çenede dişe vuran
ağrıların aslında maksiller sinüse ait olabileceği de unutulmamalıdır.
Diş barotravmasından korunmanın en doğru yolu düzenli aralarla diş
kontrolü (aslında bunun için dalıcı olmak gerekmemektedir), ve diş
çekimi ya da tedavisi sırasında tam iyileşmeden dalış yapmamaktır.


MASKE SIKIŞMASI

Normal olarak dalış maskesi ile bunun arkasında kalan yüz bölgesinde
kapalı bir hava hacmi bulunur. Bu yüz bölgesi içinde gözler de yer
almaktadır. Dalış sırasında bu bölgedeki havanın sıkışmasını
engellemenin tek yolu burundan maske içine hava vermektir. Burunun
maske içinde yer almasının nedeni maske içindeki basıncın
eşitlenebilmesidir. Maske içine burundan hava verilmediğinde oluşan
vakum maskenin oturduğu deriyi ve gözü etkileyecek, burada deri altı
kanamalara varan zararlar oluşturacaktır. Oluşan zarar bir yana
maskenin yüze oturması görüşü önemli ölçüde bozacaktır. Bu nedenle
ancak çok acemiler maske içine hava vermezler. Acemilik aşırı hırsla
birleştiğinde, genellikle kurs öncesi dalıcı seçmelerinde ve
yarışmalarda bu tip hasarlar görülmektedir. Gözlerde oluşan hasar, göz
beyazlarında kanamalardan, göz yapılarının ciddi hasarlarına kadar
değişebilir. Ancak gerek gözde, gerek maske arkasında kalan ciltteki
zararlar belirli bir süre sonunda kendiliğinden iyileşir. Gözde
barotravma oluştuğunda bir göz hekimine kontrol olmakta yarar vardır.
Deneyimli dalıcılar ciğerlerinde maske eşitleyecek kadar havanın
kalmadığı derinlikleri yarışma amacıyla aştıklarında maske sıkışmasına
uğrarlar. Bununla birlikte deneyimli bir dalıcının başına gelen ilginç
bir maske sıkışması anlatılmıştır. Maske sıkışmasında özellikle gözler
üzerinde önemle durmak gerekir. Özellikle bilinç kaybı nedeniyle dibe
batan ve bu sırada maske eşitlemesi yapamayan bir dalıcının gözleri
ciddi hasarlar görebilir. Dalıcı sonradan kurtarılarak yaşama
dönderilse bile göz hasarı kalıcı olabilir. Aynı şekilde göz küresi
içinde hava oluşmasına yol açan cerrahi girişimlerden sonra dalış
yapmak göziçi yapıların sıkışmasına ve ciddi zararlar görmesine yol
açar. Bu tip cerrahi girişimlerden sonra aylar süren iyileşme
dönemlerinden önce dalış yapılmamalıdır. Dalıcı cerrahi girişimden
sonra göz hekiminin onayıyla dalışa dönmelidir.


BAŞLIK SIKIŞMASI

Bu tip bir barotravma sert başlık kullanan profesyonel dalgıçlarda
gözlenir. İniş sırasında kuru dalış giysisi ve başlığın içine hava
verilmelidir. Aksi taktirde sert başlığın içinde sıkışan hava vakum
oluşturarak dalgıcı başlığın içine doğru çeker. Gelen hava miktarı
dalış hızını karşılamadığında dalgıç ilk önce omuzlarının başlığa doğru
basıldığını hisseder. Bu durumda dalış hızını yavaşlatması gerekir.
Dalış tarihinde, negatif yüzerlikteki dalgıcın bekleme iskelesinden
aşağı düştüğü, hava hortumu ve bağlantılarının koptuğu trajediler
bulunmaktadır. Bu durumda dalgıç başlığa doğru itilir ve giderek tüm
vücudu sıkışarak ölür. Dipte çalışan bir dalgıcın hava hortumunun türlü
nedenlerle kopması da benzer sonuçlara yol açmıştır. Ancak bu durum
hava devresine eklenen bir geri döndürmez valfle önlenebilir. Sert
başlıkla dalış yapmayan scuba dalıcıları için başlık sıkışması söz
konusu değildir.


GİYSİ BAROTRAVMASI

Bu barotravma çoğunlukla kuru tip dalış giysisi, ender olarak da ıslak
giysi kuşanan dalıcılarda görülür. Kuru tip dalış giysisi içine dalış
sırasında artan basıncı karşılayacak kadar hava verilmelidir. Aksi
taktirde giysi içinde sıkışan hava ilgili vücut bölümlerinde ağrı,
yanma, kızarıklık, deri altı kanamalara yol açabilir. Bazen vücuda tam
oturan ıslak giysiler de hava hapsolmasına yol açabilir. Bu durumda
kuru giyside olduğu gibi içeri hava yollama olanağı da yoktur. Daha çok
diz arkasında, kollarda ve sırt bölgesinde rastlanan bu gibi durumlarda
giysinin her yerine su almak sorunu çözer. Kuru tip giysilerin
kontrolsüz biçimde şişmesi sonucu yüzeye fırlamak ve çeşitli çıkış
barotravmalarına ve özellikle akciğer barotravmasına uğramak olasıdır.
Benzer biçimde yüzerlik dengeleyici (BC) ya da can yeleğinin kontrolsüz
şişmesi de sorun yaratabilir.


ÇEŞİTLİ NADİR BAROTRAVMALAR


Derialtı amfizemi: Bu nadir durum akciğer çıkış barotravmasında
gözlenen amfizemden farklıdır. Hava ile temas eden deri ya da mukozada
herhangi bir çatlak olması halinde buradan içeri giren hava çıkışta
genleşerek barotravma nedeni olabilir. Örneğin maske ardında kalan
derideki bir kesiden içeri giren hava gevşek göz çevresi dokuda
amfizeme yol açabilir. Şiş dokuya dokunulduğunda deri altındaki gaz
çıtırtı şeklinde elde hissedilebilir. Yine sinüs ve burun boşluğunda
bulunan bazı kemiklerin kırıkları nedeniyle göz çevresi dokuya gaz
kaçabilir. Burun boşluğu ile göz çukurunu birbirinden ayıran kemik
(yumurta kabuğu kalınlığındadır) kırıksa özellikle şiddetli valsalva
ile göz çukuruna hava kaçabilir, bu da çıkışta amfizeme neden olabilir.
Tedavi olarak yüzeyde %100 oksijen solutmak her zaman çok iyi sonuç
verir.
Karın boşluğunda hava: Ya akciğer barotravması nedeniyle ortaya çıkan
havanın karın zarının arkasına sarkmasıyla ya da sindirim sistemi
barotravması sırasında yırtılan bir bölümden çıkan havanın karın
boşluğuna salınmasıyla görülür. Her durumda gerçek barotravma nedeni
farklıdır.
Kafa sinirlerinin etkilenmesi: Kafa içinde çeşitli hava boşluklarına
yakın komşuluk eden kafa sinirleri buralardaki basınç değişimleri
nedeniyle zarar görebilir. Örneğin orta kulağa komşuluk eden yüz
sinirinin felci ya da maksiller sinüs duvarında yolculuk eden gözaltı
sinirinin felci gibi. Bu tip felçler genellikle kalıcı değildir. Ancak
oluştuğu dalıcılarda tekrarladığı bilinmektedir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

noroloji....... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: noroloji.......   noroloji....... - Sayfa 2 EmptyPerş. Ekim 15, 2009 5:27 pm

hipofiz tümörleri hipofiz tümörü

Burun kanallarının arkasında beynin altında yerleşik bulunan hipofiz
bezi kabaca küçük parmağınızın son iki bölümünün büyüklüğü ve
şeklindedir. Küçük boyutuna rağmen endokrin bezler içerisinde en önemli
olanıdır. Vücudun uzun dönemli büyüme, günlük fonksiyonları ve
üretkenlik yetenekleri ile ilişkili olarak bir kontrol merkezi gibi
çalışır.

Hipofiz bezinde iki kısım vardır: ön (anterior) lob ve arka (posterior)
lob, ön lob, göğüste süt üretimini harekete geçirmek için büyüme
hormonu da dahil olmak üzere, altı ayrı hormonun üretimi ile
yükümlüdür, ön lobdaki diğer hormonlar, tiroid bezleri, yumurtalıklar,
testis ve böbrek üstü bezlerindeki faaliyetleri harekete geçirerek
endokrin sistemin diğer kısımlarını da etkiler.

Arka lob iki çeşit hormon üretir: oksitosin ve antidiüretik hormon.
Oksitosin emzirme dönemi sırasında kadınlarda göğüsten süt gelmesi
olayını harekete geçirmek için faaliyette bulunur. Aynı zamanda doğum
sırasında rahim kasılmalarını da hızlandırır. Antidiüretik hormon idrar
çıkışını kontrol etmek için böbrekler üzerinde faaliyet gösterir.

Hipofiz Bezi Tümörleri

Akromegali

Hipofizin aşırı faaliyeti sonucu yüzün irileşmesi, el ve ayakların aşın
büyümesi ile belirgin durumdur. Bu kronik hastalık yetişkinlerde
görülür ve normal gelişim tamamlandıktan sonra büyüme hormonunun artan
salgısı nedeni ile ortaya çıkar.El, ayak, çene ve kafatası kemiklerinin
aşırı büyümesi şeklinde oluşur. Büyüme çağından sonra kemiklerdeki
uzamanın durması nedeniyle, akromegali iskelette kalınlaşmaya neden
olur. Akromegali olan bir kişide en fazla dikkat çeken değişiklik alın
ve çene kemiklerinde abartılı bir büyümedir. Bunun sonucunda genişlemiş
ve kabalaşmış yüz hatları ve birbirinden oldukça ayrık dişler gözlenir.

Jigantizm

Gelişim hormonunun aşırı salgılanmasına bağlı olarak vücudun anormal
derecede gelişme ve büyüme göstermesi devleşme. Nadiren görülen bu
hastalık, akromegaliye benzer ve hipofiz bezi tarafından büyüme
hormonunun aşırı salgılanması nedeniyle ortaya çıkar. Akromegaliye
benzemeyen bu yönü ise jigantizmde büyümenin hızlanması ve
yetişkinlikte aşırı uzun boyun ortaya çıkmasıdır. Bu iki rahatsızlık
arasındaki fark bu olaydan etkilenen kişinin yaşıdır. Jigantizm
yetişkinlik dönemini tamamlamamış olan şahıslarda ortaya çıkar. Ancak
uzun boylu çocukların çok azı jigantizm rahatsızlığına sahiptir.

Prolaktinoma

Bu türden hipofiz bezi tümörü prolaktin hormonunun aşırı salgısına
neden olur. Bu olay kadınlarda düzensiz adet veya adetten kesilmeye
neden olabilir. Erkeklerde ise kısırlık veya iktidarsızlık ortaya
çıkabilir. Kraniofarinjiyoma

Bu türden bir hipofiz bezi tümörünün belirtileri görsel bozukluklar, baş ağrıları ve cinsel gelişme yetersizliğidir.

Cushing Sendromu

Bir böbrek üstü bezi tümörü de bu rahatsızlığa neden olabilir.

Akromegali ve jigantizm hipofiz bezinin aşırı faaliyeti nedeni ile
ortaya çıkar. Hipofiz bezi büyüme hormonu diye bilinen hormonu aşırı
bir şekilde salgılar (buna ayrıca somatotropik hormon da denir). Bu
türden bir aşırı salgılama genellikle bezlerde bir tümörün gelişmesi
ile ortaya çıkar. Bu rahatsızlığa hiperpituitarizm denilir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

noroloji....... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: noroloji.......   noroloji....... - Sayfa 2 EmptyPerş. Ekim 15, 2009 5:27 pm

Hipofiz bezinde iki türden tümör gelişebilir. Bunlardan birine
kraniyofarnjiyoma denilir. Bu tip tümör büyüdükçe hipofiz bezine baskı
yapar. Bunun sonucunda hormon salgısı azalabilir ve hipopituitarizm
veya diabetes insipidus (şekersiz diyabet) gibi rahatsızlıklar ortaya
çıkabilir. İkinci çeşit hipofiz bezi tümörü adenomdur (bez epitelinden
gelişen iyi huylu ur). Böylesi bir tümör fazla yayılmaz. ancak
akromegali, jigantizm veya Cushing hastalığı gibi rahatsızlıkların bir
sonucu olarak muhtelif hormonların aşırı salgısı yaratmaz, ancak göz
sinirleri üzerinde ve yakınındaki normal hipofiz bezi dokuları üzerinde
mekanik bir baskı oluşturarak herhangi bir zarara yol açabilir.

Teşhis

Doktor muayene ederek fiziksel değişiklikleri araştıracaktır: Ağrı ve
acılar, ellerde sızı, aşırı terleme. Yetişkin bir hastada el ve ayak
büyümeleri de doktor tarafından dikkate alınacaktır. Hastadaki görme
bozuklukları araştırılacaktır; tümör büyüyerek görme sinirine bası
yapar ve her iki gözde de görmeyi etkiler. Görme alanı ölçülerek, görme
kaybı olup olmadığı araştırılır. Diğer önemli bulgularsa genel
yorgunluk hali, derinin aşırı yağlı olması ve dilin normalden büyük
olmasıdır.

Kan dolaşımında bulunan ve salgılanan hormon düzeyinde artış olup
olmadığını belirlemek için özel kan ve idrar testleri yapılacak-tır. Bu
değerler yüksek bulunursa, bilgisayarlı beyin tomografisi veya manyetik
rezonansla hipofizdeki tümör saptanabilir. Eğer akromegaliden
kuşkulanılıyorsa, röntgen çekilerek de kafatasındaki olası
değişiklikler belirlenebilir.

Tedavi, tümörün ne kadar geliştiğine bağlı olarak düzenlenir. Erken
teşhis, tümörün tamamen tedavi edilebilme şansını(eğer küçükse) artırır.

Hipofiz bezi, tümörün ortadan kaldırılması veya çıkarılması esnasında
bazen zarar görebilir. Bu durumda genellikle hayat boyu hormon tedavisi
gerekecektir.

Akromegali

Akromegali, büyüme hormonunun aşırı salgılanması nedeniyle ortaya çıkar
ve iskelet ve iç organlarda büyümeye yol açar. Kalp genişleyebilir,
buna bağlı olarak kalp yetmezliği ve yüksek tansiyon ortaya çıkar.
Akromegali tedavi edilmezse şeker hastalığı, göz sorunları ve vücut
görünüşünde değişikliklere neden olur.

Ameliyat, hastalığın ilerlemesini ve çeşitli göz komplikasyonlarının
ağırlaşmasını önleyebilir. Ancak görünüşteki değişiklikler genellikle
geri dönüşümsüzdür. Ayrıca akromegalili hastalarda şeker hastalığı ve
uzun vadede kalp, damar ve karaciğer hastalığı riski de oldukça
yüksektir. Ancak bu riskleri en aza indirmek için bazı önlemler (sigara
içmemek gibi) alınabilir.

Jigantizm

Jigantizm tedavi edilebilir bir hastalıktır. Tümör çıkarılarak ya da
aşırı salgılanan büyüme hormonu baskılanarak, hastalığın gelişimi
durdurulabilir

Prolaktinoma

Kadınlarda prolaktinomanın en sık görülen belirtisi adetlerin
düzensizliği ya da hiç olmaması ve kısırlıktır. Bir diğer belirti de
galaktoredir (doğum yapmamış bir kadında memelerden süt gelmesi); ender
olarak erkeklerde de görülebilir.

Prolaktin hormonundaki artış, doğum kontrol hapları ve
sakinleştiricilerin kullanılması ve hipofiz tümörü tarafından aşırı
miktarda üretilmesi (prolaktinoma) nedeniyle olur.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

noroloji....... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: noroloji.......   noroloji....... - Sayfa 2 EmptyPerş. Ekim 15, 2009 5:28 pm

Cushing Hastalığı

Hipofiz tümörü böbreküstü bezlerini aşırı uyararak cushing hastalığına da neden olabilir.

Tedavi

Hipofiz tümörü genellikle ameliyatla çıkarılır. Hipofiz bezi çok küçük
olduğu için, ameliyat ustalık gerektirir. Eğer tümör ameliyatla
çıkarılamıyorsa, prolaktinoma tedavisinde ve akromegalide diğer
tedavilerin yanı sıra, bromocriptin adlı bir ilaç kullanılır.
Bromocriptin bazı hormonlarda aşırı artışı engeller. Yine de hipofiz
tümörlerinin tedavisinde ilk seçilecek olan yöntem ilaç tedavisi
değildir.

Ameliyat mümkün değilse, radyasyon tedavisi de bazı hastalarda
kullanılabilir. Tüm bu tedavi tiplerinin birlikte kullanılması da
tümörün tekrarlama olasılığını azaltmak üzere, oldukça yaygındır
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

noroloji....... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: noroloji.......   noroloji....... - Sayfa 2 EmptyPerş. Ekim 15, 2009 5:28 pm

HİPERAKTİVİTE SENDROMU: DİKKAT AZLIĞI

Çocuklarda hiperaktivite sendromu

Hiperaktivite sendromu nedir?

‘Attention-deficit hyperactivity disorder (ADHD)’ birçok çocuk ve
erişkinde görülen bir davranış biçiminin ismidir. Bu sendromda kişide
dikkat azlığı ve aşırı aktivite vardır ve bu genellikle hastanın yaşına
kıyasla daha ağır ve sıktır. Böyle çocukların çoğu hem dikkatsiz, hem
de hiperaktiftir. Yaklaşık 20 çocuktan 1’ini etkileyen ve erkeklerde
kızlara göre daha sık görülen bir sorundur.

Hiperaktif çocuk aşağıdaki belirtilerden 6 veya daha fazlasına sahiptir.

v Direktifleri izlemekte güçlük çekme

v Okul veya evde iş veya oyun aktivitelerine dikkatini toplamakta güçlük çekme

v Okul ve evdeki aktiviteler için gerekli nesneleri kaybetme

v Dinlemiyor gibi görünme

v Ayrıntılara dikkat etmeme



v Dağınık görünme



v Önceden planlama gerektiren görevlerde güçlük çekme



v Unutkanlık



v Kolayca dikkatinin dağılması



Hiperaktif çocuk aşağıdaki semptomların en az 6’sına sahiptir:

v Yerinde duramama

v Uygunsuz şekilde koşma veya tırmanma

v Sessizce oynayamama

v Patlayıcı tarzda cevap verme

v Koltukta (sandalyede) kalamama

v Fazla konuşma

v Her zaman fırlamaya hazır olma

v Sırasını bekleyememe



v İnsanların sözünü kesme



Hiperaktivite sendromunun nedeni nedir?

Eskiden, hiperaktivite sendromunun bir çeşit beyin hasarına bağlı
olduğu düşünülüyordu. Şimdi ise, bu çocukların beyin yapılarının normal
olduğu, fakat beyin kimyasının normal olmadığı bilinmektedir. Bu durum
genetik bir sorun olabilir. Hiperaktif çocuklar beynin kritik
bölgelerinde, düşünceyi organize eden bazı kimyasal maddeleri yeterince
yapamamaktadırlar. Bu maddelerin yetersiz olması halinde ise beynin
organizasyon merkezleri düzenli çalışmamaktadır. Bu durum hiperaktif
çocuklarda görülen belirtilere neden olmaktadır.

Hiperaktivite sendromu ‘kötü anne-baba’ olmaya bağlı değildir, fakat ev
hayatının ve okul çevresinin düzensiz olması belirtilerin kötüleşmesine
neden olabilir. Hiperaktivite sendromu fazla veya eksik şeker
tüketilmesine ya da diyet tadlandırıcı kullanımına da bağlı değildir.
Besinlere eklenen katkı maddeleri, boyalar, besin allerjisi ya da diğer
allerjiler veya vitamin eksikliği ile de ilişkili değildir. Fazla
televizyon seyretme, floresan ışıklar ve video oyunlarıyla da
bağlantısı yoktur.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

noroloji....... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: noroloji.......   noroloji....... - Sayfa 2 EmptyPerş. Ekim 15, 2009 5:28 pm

Hiperaktif çocuğuma nasıl yardımcı olabilirim?

Ebeveynler, okul çalışanları ve doktorlardan oluşan bir ekibin birlikta
çalışması çocuğunuza yardım etmenin en güzel yoludur. Birçok çocuk ilaç
tedavisinden fayda görür ve bazı çocuklar için de psikolojik danışma
gereklidir. Nasıl bir yaklaşım yapılması gerektiğini doktorunuzla
tartışınız.

Çocuğuma evde nasıl yardımcı olabilirim?

Hiperaktif bir çocuğun ebeveyni olmak kolay değildir. Bu çocuklar bazı
direktiflerinizi anlamakta güçlük çekebilirler. Hiperaktif çocuklar
genellikle sürekli hareket halindedir. Bu durum erişkinler için çok
zordur. Çocuğunuza yardımvı olabilmek için ev hayatınızı biraz
değiştirmeniz gerekebilir. Aşağıda bazı ipuçları verilmiştir:

· Evdeki programınızı organize ediniz. Uyanma, yemek yeme, oyun oynama,
ev ödevini yapma, televizyon seyretme veya video oyunları oynama ve
yatma saatlerini belirleyiniz. Bu programı bir tahtaya veya kağıda
yazarak çocuğunuzun her zaman görebileceği bir yere asınız. Eğer
çocuğunuz henüz okuyamıyorsa, her günün aktivitelerini resimler ya da
şekillerle gösteriniz. Rutindeki değişiklikleri önceden açıklayınız.
Çocuğunuzun değişiklikleri anladığından emin olunuz.

· Evde uyulması gerekli kurallar koyunuz. Kuralları basit, açık ve kısa
tutunuz. Kurallar anlaşılır şekilde izah edilmelidir. Kurallara
uyulduğu zaman veya uyulmadığı zaman neler olacağı açıklanmalıdır.
Kuralları ve uyulmadığı zaman doğacak sonuçları yazınız. Bu listeyi
program listesinin yanına asınız. Kurallara uymamanın cezası doğru,
çabuk ve tutarlı olarak verilmelidir.

· Olumlu olunuz. Çocuğunuza neyi istemediğinizden ziyade neyi
istediğinizi anlatınız. Çocuğunuzu yaptığı olumlu şeyler için
ödüllendiriniz- elbiselerini giyme veya kapıları sessizce kapatma gibi
küçük şeyler için bile. Hiperaktif çocuklar zamanlarının önemli bir
bölümünü yanlışlarını dinlemekle geçirirler. Doğruları için de
ödüllendirilmelidirler.

· Direktiflerinizin anlaşıldığından emin olunuz. Önce, çocuğunuzun
dikkatini toplayınız. Doğrudan onun gözlerine bakınız. Sonra, açık ve
sakin bir sesle ondan tam olarak ne istediğinizi anlatınız. Çocuğunuzun
direktiflerinizi tekrarlamasını isteyiniz. Direktifleri basit ve kısa
tutunuz. Zor görevler için her seferinde sadece 1 veya 2 direktif
veriniz. Çocuğunuz her görevi tamamladığında onu kutlayınız.

· İstikrarlı olunuz. Sadece yapabileceğiniz şeyleri vadediniz.
Yapacağınızı söylediğiniz şeyleri yapınız. İsteklerinizi ve
talimatlarınızı birçok kez söylemeniz işe yaramaz. Çocuğunuz kuralları
bozarsa, bir kez ve sakin bir üslupla uyarınız. Uyarı işe yaramazsa,
söz verdiğiniz cezayı uygulayınız.

· Çocugunuzu bir kişinin sürekli izlemesini sağlayınız. Dürtüleriyle
hareket ettikleri için, hiperaktif çocuklar normalden daha fazla gözlem
gerektirirler. Çocuğunuzun bütün gün erişkinler tarafından izlenmesini
sağlayınız.

· Çocugunuzu arkadaş çevresinde izleyiniz. Hiperaktif çocukların sosyal
yetenekleri ve kuralları öğrenmesi zordur. Çocuğunuzun kendi dil ve
fiziksel becerilerine uygun arkadaş edinmesine dikkat ediniz.
Başlangıçta sadece 1 veya 2 oyun arkadaşı çağırınız. Oyun sırasında
onları izleyiniz. Güzel davranışları ödüllendiriniz. En önemlisi, oyun
sırasında itip kakma ve bağırmaya izin vermeyiniz.

· Okul aktivitelerine yardımcı olunuz. Hiperaktif çocuklar için sabah
okula gitmek zor olabilir. Okul hazırlığını akşamdan tamamlayınız- okul
elbiselerini ve kitap çantasını hazırlayınız. Çocuğunuzun giyinmesi ve
güzel bir kahvaltı yapması için yeterli zaman bırakınız.

· Ev ödevi için sürekli bir program yapınız. Ev ödevininin yapılacağı
bir yer seçiniz. Bu yer, diğer insanlar, televizyon ve video oyunları
gibi dikkati dağıtan faktörlerden uzak olmalıdır. Ev ödevi süresini
kısa bölümlere ayırınız ve zaman zaman ara veriniz. Örneğin, çocuğunuza
okuldan sonra bir ara öğün veriniz ve birkaç dakika oynamasına izin
veriniz. Sonra ev ödevi zamanını başlatınız. Sık sık kısa eğlence
araları veriniz. Çocuğunuzu mümkün olduğu kadar teşvik ediniz, ancak
ödevini kendisinin yapmasını sağlayınız.

· Notları değil, çalışmayı özendiriniz. Çocuğunuzu sadece iyi notlar
için değil, ev ödevini bitirmeye çalıştığı için ödüllendiriniz. İyi
notlar aldığı için ayrıca ödül verebilirsiniz.

· Çocuğunuzun öğretmenleri ile görüşünüz. Çocuğunuzun okul başarısını
(derste, oyunda, yemekte) öğreniniz. Öğretmeninden günlük veya haftalık
gelişmeleri sorunuz. Bu gelişmeler iyi veya kötü yönde olabilir.
Öğretmenin ders planlarını önceden öğrenerek evde çocuğunuzla çalışınız.



Çocuğumun hiperaktivitesi zamanla düzelecek mi?

Eskiden bu sorunun zamanla düzeleceğini sanıyorduk. Artık, hastaların
çoğunda bunun doğru olmadığını biliyoruz. Hiperaktif çocuklar,
büyüdükçe daha iyiye giderler. Birçoğu sorunlarına adapte olmayı
öğrenirler. Hiperaktivite, genellikle geç ergenlik döneminde sona erer.
Fakat hastaların yaklaşık yarısının dikkatlerinin çabuk dağılması,
geniş duygusal dalgalanmalar, öfke nöbetleri ve görevlerini
tamamlayamama gibi sorunları devam eder. Öğretmenleri ve doktorları ile
birlikte çalışan şefkatli ebeveynleri olan hastaların iyileşme şansı
daha yüksektir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

noroloji....... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: noroloji.......   noroloji....... - Sayfa 2 EmptyPerş. Ekim 15, 2009 5:28 pm

inme


İNME NEDİR?
İnme, beynin bir bölgesinde, kan akışının engellenmesi ya da beyindeki
damarlardan kanın dışarı sızmasıyla ortaya çıkan bir hasardır. "İnme"
terimi, olayın ani başladığını vurgular.


Bazen bir baş ağnsı, sadece baş ağrısı değildir ya da baş dönmesi ile
kollarınızda ve bacaklarınızda hissettiğiniz güçsüzlük sadece ne kadar
çok çalıştığınızın bir işareti olmayabilir.
ABD'de ortalama olarak her dakika bir kişi inme geçirmekte, üç dakikada
bir de bir kişi inme nedeniyle ölmektedir. İnmenin her yıl başka
herhangi bir nörolojik hastalığa göre daha fazla kişiyi etkilemesine
karşın (yılda yaklaşık 700 000 Amerikalı), bu hastalık çok zaman yanlış
yorumlanmakta ya da başka hastalıklarla kanştırılmaktadır.

Sizin ya da sevdiğiniz bir yakınınızın inme geçirmekte olup olmadığını
bilmeniz, tedavi uygulanarak yaşama şansını artırmak açısından çok
önemlidir. JAMA'nın bu sayısındaki bir makaleye göre, toplumun inmeyle
ilgili uyarıcı belirtiler ve risk etmenleri konusunda önemli ölçüde
eğitime gereksinimi vardır. Çalışmanın sonucuna göre, genellikle inme
riski en yüksek olan gruplar, bu konuda en az bilgi sahibidir.

Yaklaşık 2000 kişiyi kapsayan bu çalışma, aşağıdaki bulgulan ortaya koymuştur:

Ankete yanıt verenlerin sadece yaklaşık yarısı (%57), inmeyle ilgili 5
uyancı belirtiden en az 1'ini doğru olarak tanımladı; %28'i en az 2 ya
da daha fazla belirtiyi, sadece %8'i ise 3 belirtiyi doğru olarak
sayabildi.
İnme riskinin en yüksek olduğu, 75 ve daha ileri yaştaki kişiler,
inmenin uyarıcı belirtileri ve risk etmenleriyle ilgili en az bilgiye
sahiptiler.
İnmeyle ilgili riske yol açtığı kabul edilmiş en az 1 durumun bulunduğu
kişilerin çoğu, durumlarının inme riskini artırdığını bilmiyordu.
tPA gibi pıhtı eritici bir ilaç, inmede acil tedavi olarak etkili
olabilir. Bu ilacın etkili olması ve iyileşme şansını artırabilmesi
için, inme belirtilerinin başlangıcını izleyen ilk 3 saat içinde
uygulanması gerekir.

İnme vakalarının yaklaşık %80'i iskemiktir (beyin arterlerinde kan
pıhtılarının oluşmasına bağlı), geri kalanları ise hemorajiktir (kan
damarının yırtılmasına bağlı beyin kanaması). ABD'de inme, ölüm
nedenleri arasında, kalp hastalığı ve kanserden sonra üçüncü sırada yer
almaktadır ve bu ülkedeki erişkinlerde önde gelen sakatlık nedenidir.
Her yıl inme geçiren Amerikalılar'ın üçte birinin, bu hastalık
nedeniyle öldüğü tahmin edilmektedir.

İnme geçiren bir hastanın, hemen tanı konarak hastaneye
yetiştirilebilmesi için, sadece risk taşıyanların değil herkesin,
inmenin uyarıcı belirtileri konusunda eğitilmesi gereklidir.

Ek kaynaklar: National lnstitute of Neurological Disorders and Stroke,
American Heart Association, National Stroke Association, American
Medical Association

YAPILMASI GEREKENLER:

Uyarıcı belirtiler ortaya çıktığında, hastaneye götürülmek üzere bir ambulans servisinin telefonunu arayın.

İNMEYLE İLGİLİ RİSK ETMENLERİ:

Yüksek kan basıncı
Sigara kullanımı · Kalp hastalığı
Diyabet
Geçici iskemik ataklar (inmeyle ilgili uyarıcı belirtilerin görüldüğü kısa nöbetler)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

noroloji....... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: noroloji.......   noroloji....... - Sayfa 2 EmptyPerş. Ekim 15, 2009 5:28 pm

kızamık sonrası SSPE subakut sklerozan panensefalit

Kızamık'ın geç bir MSS komplikasyonudur. Kızamık geçirildikten yıllarca
sonra gelişen nadir, dejeneratif bir nörolojik hastalıktır. Çoğunlukla
hastalığı 2 yaşın altındayken, özellikle anneden geçen Ig'lerin halen
varlığını sürdürdüğü ilk yaş içinde geçirenlerde görülür. Normalde
MSS'de ve BOS'da kompleman bulunmaz, Ig'ler ise oldukça sınırlı
düzeylerdedir. Measles virüsü ile infekte beyin hücrelerine karşı
kompleman aktivasyonu yapılamaz, viral antijenleri infekte hücreden
uzaklaştıracak spesifik Ig'ler de yoktur, virüse karşı sitolitik immün
aktivite gösterilememektedir. İnfantlarda ve 2 yaşın altındaki
bebeklerde hücresel immünite immatürdür. Yani, hücre-içi patojenlere
yeterli yanıtı verilemez. Anneden transplasental geçen (maternal)
IgG'ler 1 yıldan daha fazla persiste etmişse, virüsün infekte hücreden
tomurcuklanması önlenir. Hücreye hapsolan virüste, bu durumunu korumak
üzere bazı genetik değişiklikler gelişir. En önemlisi, virüsün
toparlanması ve sonuçta hücre dışına çıkmasında önemli rol oynayan M
(matriks) proteinini kodlayan genin delesyonudur. M proteinsiz yeni
birçok virüs proteini replike olmaya başlar. Sonuç olarak, beyin
hücresi içinde çok miktarda virüs komponenti birikir. Beyin hücresini
zaman içerisinde tahrip eden bu yapılar hücreden serbestleşir ve füzyon
yolu ile diğer MSS hücrelerine yayılır. Bu arada, M proteini hariç
diğer antijenik yapılara karşı BOS ve kanda yüksek miktarda antikor
sentezlenir. Bu olaylar yıllar boyu yavaşça gelişir ve progressif
nörolojik patolojiler oluşturur. Klinik belirtiler infeksiyondan 6-8
yıl sonra başlar. Önceleri (Stage-1) davranış bozuklukları, sonra
(Stage-2) miyokloni, ataksi ve fokal nörolojik belirtiler, daha sonra
(Stage-3) stupor, deserebrasyon rijiditesi, demans ve sonuçta (Stage-4)
da dekortikasyon rijiditesi, kas tonusunda azalma, yeme-yutma
zorlukları ile 1-3 yılda ölüm görülür. Tanı, EEG ve kan-BOS Measles
spesifik antikor tayini iledir.

Gebede normalden daha ağır seyreder. Kızamık'ın aksine, organ
malformasyonlarına yol açmaz. Abortus ve erken doğum riskini arttırır.
Gebelere ve hücresel immünitesi defektif olanlara canlı kızamık aşısı
yapılamaz. Ancak, tüm HIV infeksiyonlu çocukların aşılanması da
önerilmektedir. Aşının inkübasyon periyodu 7 gün olup, hemen bulaş
sonrasında yapılması halinde Ig gibi koruyucu olabilmektedir. Aşı
uygulananlarda da doğal infeksiyondaki gibi lökopeni gelişimi
gözlenebilir. Önce ölü aşı yapılanlara canlı aşı ile rapel
uygulanmışsa, atipik immünolojik tablolar ve şiddetli lokal
reaksiyonlar gelişir. İki günlük A vitamini uygulaması, hastalığın daha
hafif geçirilmesini sağlar.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

noroloji....... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: noroloji.......   noroloji....... - Sayfa 2 EmptyPerş. Ekim 15, 2009 5:28 pm

Lambert Eaton, botulismus ve diğer myastenik sendromlar

LAMBERT EATON MİYASTENİK SENDROM

Lambert Eaton miyastenik sendrom (LEMS) ön planda bacaklarda güçsüzlük
ile karakterize, özellikle küçük hücreli akciğer kanseri ile ilişkili
olabilen, motor ve otonomik sinir terminallerindeki voltaja bağımlı
kalsiyum kanallarının hedef alındığı otoimmun kökenli bir hastalıktır.

Ender rastlanan bir hastalık olan LEMS daha çok 40 yaşın üzerinde
başlarsa da çocuklarda bile görüldüğü bildirilmiştir. Eskiden
erkeklerde daha sıkken artık kadınlarda ve erkeklerde eşit olarak
görülmektedir.

Klinik olarak, kas zaafı, azalmış kemik veter refleksleri ve otonomik
fonksiyon bozukluğu görülür. Hastalık genellikle bacaklarda subakut
olarak gelişen zaaf ile başlar. Bu zaafın muayene ile ortaya
çıkarılabilen bir özelliği vardır: Kasın ilk kontraksiyonu zayıfken
hareket tekrarlandıkça ikinci kontraksiyondan itibaren kas geçici
olarak kuvvetlenir (fasilitasyon), sonra yine zayıflar. Ayrıca,
muayenede hafif zaafı olan bir hastanın bu zaaftan beklenmeyecek ölçüde
ağır yürüme güçlüğü olduğu dikkati çeker. Güçsüz kas, ağrılı ve hassas
olabilir. Kollardaki zaaf daha hafiftir. Ekstremitelerdeki zaafa ptoz
ve çift görme gibi oküler bulgular, yutma-konuşma-çiğneme güçlüğü gibi
bulber belirtiler eklenebilir, ancak bunlar MG’in aksine çoğu zaman
geri plandadır. Hastalığın bellibaşlı otonomik belirtileri ağız
kuruluğu ve impotansdır.

LEMS antikorlar aracılığıyla oluşan otoimmun bir hastalıktır. Voltaja
bağlı kalsiyum kanallarına karşı antikorlar LEMS’li hastaların %
90’ında gösterilebilir. Voltaja bağlı kalsiyum kanalları motor ve
otonomik sinir terminallerinde ACh’in presinaptik membrana füzyonunu ve
salınımını sağlar. İşte bu kanalların otoimmun saldırı sonucu azalması
ACh salgılanmasının azalmasına neden olur.

Hastaların yarısından fazlasında kanser saptanır, bunların da büyük
çoğunluğu küçük hücreli akciğer kanseridir. Nöroektodermal kökenli bu
tümörde bol miktarda voltaja bağımlı kalsiyum kanalları bulunur. Kanser
olmayan hastalarda başka otoimmun hastalıklar ya da otoantikorlar
bulunabilir.

Tanıda en yararlı laboratuvar incelemesi EMG’dir. İstirahat halinde
bileşik kas aksiyon potansiyellerinin (BKAP) amplitüdü düşüktür. Yüksek
frekanslı (>10 Hz) ardışık sinir uyarımından veya kasın istemli
kontraksiyonundan sonra elde edilen bileşik kas aksiyon potansiyel
amplitüdünün istirahat halindekinin iki veya daha çok katı olduğu
görülür (fasilitasyon). Üstüste gelen stimuluslar (ister istemli kas
kontraksiyonu isterse yüksek frekanslı ardışık sinir uyarımı ile olsun)
kalsiyumun sinir terminali dışına çıkmasını önler ve daha çok ACh
salgılanmasını sağlayarak nöromüsküler geçişi düzeltir.
Elektrofizyolojik (ve klinik) olarak gözlenen fasilitasyon bu şekilde
açıklanır. Düşük frekanslı ardışık sinir uyarımı ile ise MG’de olduğu
gibi dekrement görülür. Tek lif EMG ile artmış ‘jitter’ gösterilebilir.

Presinaptik bir patolojiyi düşündüren bu elektrofizyolojik bulgular
klinik ile birleştirilerek tanı konur. Hastaların çoğunda serumda
voltaja bağlı kalsiyum kanallarına karşı antikorlar gösterilebilir.
Kanserli hastalarda antikor bulma olasılığı daha yüksektir. Tanı
konduktan sonra dikkatle akciğer kanseri yönünden araştırma yapmak
gerekir. Tümör LEMS tanısı ile aynı zamanda saptanmayabilir; beş yıla
kadar, özellikle de ilk 2 yıl içinde, ortaya çıkma olasılığı vardır. Bu
bakımdan hastaya belli aralarla akciğer bilgisayarlı tomografisi yapmak
gerekir.

Ayırıcı tanıda ekstremitelerde subakut güçsüzlük ile başlayan
polimiyozit gibi hastalıklar, okülobulber belirtiler de eklendiği zaman
MG düşünülmelidir. Yine presinaptik bir patoloji sonucu ortaya çıkan
botulizmin kliniği çok farklıdır.

Tümörün tedavisi LEMS bulgularının da gerilemesine neden olabilir.
Hastalar bir potasyum kanal inhibitörü olan 3,4 diaminopyridine’den çok
yararlanırlar. Bu ilaç pyridostigmine bromide (Mestinon) ile kombine
edilerek kullanılabilir. Guanidine hydrochloride yan etkileri
bakımından tercih edilmez. Birçok hastada ancak immunolojik tedavinin
eklenmesi ile hastalık kontrol altına alınabilir. İmmunolojik tedavide
aynı MG’de anlatıldığı gibi steroid ve/veya azathioprine, kısa vadede
yarar için de plazmaferez ya da İVİg kullanılır.

BOTULİZM

Anaerobik bir bakteri olan Clostridium botulinum toksini ile oluşan bir
hastalıktır. Toksin motor ve otonomik sinir terminallerinden ACh’in
salınımını engelleyerek presinaptik bir patoloji yaratır. Çoğunlukla
evde yapılmış konserve başta olmak üzere toksin içeren gıdaların
yenmesiyle, nadiren de yarada toksin üremesiyle oluşur.

Belirtiler, kontamine gıdanın yenmesinden 12-36 saat sonra bulanık
görme, ptoz ve diplopi ile başlar. Bu sırada hastalarda mide bulantısı
ve kusma da vardır. Üç-dört gün içinde bulber ve ekstremite kaslarında
güçsüzlük eklenir. Ağız kuruluğu, kabızlık idrar retansiyonu, midriazis
ve pupilla cevapsızlığı gibi otonomik belirti – bulgular dikkati çeker.
Ağır mortalitesi olan bu hastalıkta çok kısa zaman içinde solunum
yetmezliği belirir ve mekanik ventilasyon yapmak gerekir.

Miyastenik tablonun akut yerleşmesi, mide bulantısı, kusmanın olması,
otonomik belirtilerin eşlik etmesi, evde yapılmış konserve yeme öyküsü,
birden çok kişide benzer belirtilerin görülmesi ve EMG bulguları ile
tanı konur. EMG, presinaptik nöromüsküler hastalıklarda görülenlerle
(LEMS için anlatılanlarla bakınız) uyumludur.

Çok erken verilen antitoksin yararlı olur, ancak tedavinin esası
mekanik ventilasyonun sağlanmasıdır. Düzelme çok yavaştır, birkaç ay
sürebilir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

noroloji....... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: noroloji.......   noroloji....... - Sayfa 2 EmptyPerş. Ekim 15, 2009 5:29 pm

KONJENİTAL MİYASTENİK SENDROMLAR

Konjenital miyastenik sendromlar (KMS), nöromüsküler kavşağın
immunolojik olmayan, herediter bir grup hastalığıdır. KMS, presinaptik,
sinaptik veya postsinaptik bir patolojiye bağlı olabilir. Dünyada çok
az merkezde gerçekleştirilebilen morfolojik incelemeler ve daha yeni
olan genetik testlerle klinik olarak çoğu zaman mümkün olmayan bu
ayırım yapılabilir hale gelmiştir.

Defektin en sık postsinaptik olduğu ve mutasyonların çoğunun da AChR
geni e subünitesinde yoğunlaştığı gösterilmiştir. AChR geni
esubünitesinde mutasyonun bulunduğu tipik bir fenotip bebeklikte
başlar, ön planda oftalmoparezi ile seyreder ve iyi prognozludur.
Genellikle ilk 3 ay içinde çocuğun kısık sesle ağladığı ve iyi
ememediği dikkati çeker, daha sonra ptoz farkedilir. Zaman içinde
bulber belirtiler geriler ve göz belirtileriyle kol ve bacaklardaki
yorgunluk süregelir. Nörolojik muayenede bilateral ptoz olduğu ve
gözlerin çok az hareket ettiği, neredeyse orta hatta fikse olduğu
görülür. Bu göz hareket bozukluğu kronik ve büyük ölçüde simetrik
olduğundan çift görme yok denecek kadar azdır. Belirtiler gün içinde
fluktuasyon gösterir ve antikolinesterazlara kısmen de olsa cevap verir.

Nadir bir klinik tablo da özellikle kol ve elin ekstansör kaslarında
ağır zaaf ve atrofi ile karakterizedir. Bu da yine bebeklikte başlar ve
ekstansör zaafa fluktuasyon gösteren okülobulber belirtiler eşlik eder.
Bu tanıdan şüphelenildiğinde, çok tipik bir EMG bulgusu olan
“tekrarlayan bileşik kas aksiyon potansiyelleri” aranmalıdır. Buradaki
patoloji ya AChR’ünün uzun süre açık kalmasına (slow channel syndrome)
ya da asetilkolinesteraz enzimi eksikliğine bağlıdır.

Presinaptik olduğu yapılan morfolojik çalışmalarla gösterilmiş olan
epizodik apne gibi çok nadir klinik tablolarda ise genetik incelemeler
henüz bir sonuç vermemiştir.



















Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

noroloji....... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: noroloji.......   noroloji....... - Sayfa 2 EmptyPerş. Ekim 15, 2009 5:30 pm

Migren nedir ?

Migren nedir?

Migren, epizodlar ya da ataklar halinde oluşan bir tür başağrısıdır.
Ataklar 4 saat ile 72 saat arasında sürebilir. Kişi ataklar arasında
kendini tamamiyle normal hisseder ancak bir sonraki atağın endişesi
içindedir. Migrende başağrısı yanısıra bulantı, kusma, ışığa ve sese
aşırı duyarlılık gibi belirtiler de görülür. Migren, hem migren
yakınması olan kişinin hem de yakınlarının yaşam kalitesini bozar.
Migren yalnızca basit bir başağrısı değildir. Kişinin günlük
aktivitelerini engelleyen, başağrısı yanısıra birçok belirtiler de
gösteren bir durumdur.



Migren belirtileri nelerdir?

Başağrısı;

Migrenin belirtilerinden yalnızca biridir. Genellikle tek taraflı, yoğun ve zonklayıcı tarzda bir başağrısıdır.



Görme bozuklukları;

Kör noktalar, parlayan ışıklar, görmenin bozulması veya zig zag
şekiller görülebilir. Aura olarak adlandırılan bu belirtiler
migrenlilerin yalnızca %10'unda görülür. Aura ile birlikte olan migrene
klasik migren denir.

Bulantı ve/veya Kusma ve/veya Diyare

Işığa karşı aşırı duyarlılık (fotofobi)

Sese karşı aşırı duyarlılık (fonofobi)

Kokuya karşı aşırı duyarlılık (ozmofobi)



Migrenli kişi boyun ve omuzlarda sertleşme, el ve ayaklarda
karıncalanma, konsantrasyon güçlüğü, konuşma güçlüğü ve nadir olarak da
paralizi (felç durumu) veya şuur kaybı ile karşılaşabilir.

Klasik bir kural olarak denebilir ki, eğer başağrısı veya diğer
belirtiler sizi normal günlük yaşamınızdan alıkoyuyorsa bu migren
olabilir.

Migren atakları genellikle 4 ile 72 saat arasında sürer ve kişi ataklar arasında normaldir.



Migren nedenleri ve tetikleyiciler nelerdir?

Migren neden olur?

Migrenin beyindeki kan damarları ve nörotransmitterlerdeki
değişikliklere bağlı olduğu düşünülmektedir ancak bu değişikliklerin
neden oluştuğu konusunda araştırmalar halen sürmektedir. Bazı kişiler
migrene diğerlerine göre daha yatkındır. Migrene genetik yatkınlık
olduğuna dair bilimsel kanıtlar vardır. Örn. tek yumurta ikizlerinde
çift yumurta ikizlerine göre migrene yatkınlık daha fazladır. Ancak
duyarlı kişilerde migren ataklarını tetikleyen bazı faktörler
saptanmıştır. Migrene duyarlı kişilerde bir eşik düzey vardır. Tek bir
tetikleyici faktör tek başına migren atağına neden olmayabilir ancak
iki veya üç tetikleyici biraraya geldiğinde atağı başlatabilir.

Örneğin migrenli bir kişi bir öğün atladığında migreni başlamayabilir
ancak aynı kişi uzun ve stresli bir uçak yolculuğu sonrası bir öğün
atlarsa (açlık+stres+hava değişimi), bu iki faktör migrenini
tetikleyebilir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

noroloji....... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: noroloji.......   noroloji....... - Sayfa 2 EmptyPerş. Ekim 15, 2009 5:31 pm

MİGRENDE TETİKLEYİCİLER

Tetikleyiciler kişiden kişiye değişmekle birlikte en sık görülenler aşağıda yer almaktadır:




Diyetle ilgili, hormonal veya sistemik faktörler:

çikolata, turunçgiller, peynir, nitrit/nitratlar, sodyum glutamat
alkol, özellikle de kırmızı şarap
aşırı kafein veya kafein yoksunluğu
menstruasyon (adet dönemleri)
yüksek tansiyon
doğum kontrol hapları
dişağrısı veya başın bir bölgesindeki ağrılar (örn. gözlerle, sinüslerle veya boyunla ilgili ağrılar)


Duygusal stres durumları

endişe
aşırı üzülmek veya aşırı sevinmek
depresyon
şok
aşırı heyecan
stresten veya baskıdan kurtulma

Fiziksel stres durumları

seyahat
aşırı egzersiz yapma
fiziksel veya zihinsel yorgunluk
öne eğilmek (örn. bahçe işleri yaparken)
ağırlık kaldırmak veya zorlanmak
rutin yaşam biçiminde değişiklik (örn. vardiya çalışması veya tatiller)
çok fazla veya çok az uyku
allerji
cinsel yönden uyarılma
sigara
aç kalmak

Dış uyaranlar

iklim değişikliği
yüksek irtifa
çok sıcak duş veya banyo
yoğun kokular (parfüm gibi)
parlak, göz kamaştıran ışıklar
uzun süre televizyon seyretme
ses



Migren tipleri nelerdir?



Klasik migren Aura ile birlikte olan migrendir. Migrenli erişkinlerin %15 kadarında klasik migren görülür.

Yaygın migren Aurasız migrendir. Migrenlilerin yaklaşık %80'inde yaygın migren vardır.

Menstrüel migren Adet döneminin başlangıcında veya adet döneminde
görülür. Başka zaman görülmez. Çalışmalar menstrüel migrenin genellikle
aurasız olduğunu göstermektedir.

Bu 3 migren tipi dışında nadir görülen çok sayıda migren tipi de vardır
ancak bunlar tüm migrenlerin yalnızca %5'ini oluştururlar. Örnek olarak
baziler migren, hemiplejik migren, oftalmoplejik migren, retinal migren
ve post-travmatik migren sayılabilir
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

noroloji....... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: noroloji.......   noroloji....... - Sayfa 2 EmptyPerş. Ekim 15, 2009 5:31 pm

MS : Multipl skleroz

MS NEDİR ?

Multipl Skleroz (MS) beyinde ve omurilikte, mesajları taşıyan sinir
telleri etrafındaki koruyucu kılıfın (miyelin kılıfı) hastalığıdır.
Kılıfın hasar gördüğü yerlerde sertleşmiş dokular (skleroz) yer
almaktadır. Bu sertleşmiş alana da plak denir. Bu plaklar, sinir
sistemi içinde pek çok yerde oluşabilir ve sinirler boyunca mesajların
iletilmesini engelleyebilir.

MS belirtileri, şiddet ve seyir yönünden hastadan hastaya çok büyük
değişiklikler gösterebilir. Bazı hastalarda değişik hastalık tabloları
arka arkaya ortaya çıkar, daha sonra tam ya da kısmi iyileşme görülür.
Belirtiler etkilenen sinir sistemi bölgesine göre farklıdır. Bunlar
arasında halsizlik, karıncalanma, uyuşma, duyu eksikliği, denge
bozukluğu, çift görme görme azlığı, konuşma bozukluğu, titreme, kol ve
bacaklarda sertlik, güçsüzlük, idrar kaçırma veya yapamama, erkeklerde
cinsel güç azlığı ... sayılabilir. Tanımlanan belirtilerin bir ya da
birkaçına birlikte rastlanabilir.

Multipl Skleroz (MS) genç insanlarda trafik kazaları dışında nörolojik
nedenli özürlülüklerde birinci sırayı almaktadır.Hastalık genellikle
gençlerde, kadınlarda, sosyo-ekonomik düzeyi yüksek toplumlarda,
kentlerde yaşayan eğitim düzeyi yüksek kişilerde görülen bir
hastalıktır.

Hastalığın ilk belirtileri birkaç gün içinde ortaya çıkar; alevlenmeler
ve düzelmelerle seyreder. Başlangıç dönemlerinde tam bir düzelme
gösterirken bazen hastalığın ilerlemiş evrelerinde, az sayıda hastada
baştan itibaren düzelmeler olmaksızın kötüleşme söz konusu olabilir.

Bütün bunların dışında MS'in ne olmadığının da belirtilmesi, konunun
daha iyi anlaşılması için yararlı olacaktır.Öncelikle Multipl Skleroz
ölümcül bir hastalık değildir. Bu konuda yapılmış pek çok çalışma
vardır.Bu çalışmalarda ortalama yaşam süresi açısından MS'lilerle
sağlıklı bireyler arasında önemli bir fark olmadığı ortaya konmuştur.

MS'li kişilerin, bazen aldıkları ilaçların etkisiyle enfeksiyon
hastalıklarına karşı direnme güçleri azalır. Bu nedenle hastaların
solunum yolları enfeksiyonları, idrar yolu enfeksiyonları gibi
hastalıklara diğer insanlardan daha fazla yakalanma eğilimleri vardır.

MS, bir akıl ya da ruh hastalığı değildir. Halkımız arasında "sinir
hastalığı" deyimi akıl hastalığı deyimi ile aynı anlamda
kullanılmaktadır. Oysa MS tıbbi olarak tamamen bir sinir sistemi
hastalığı olup merkezi sinir sistemi ile organların bilgi iletişimini
sağlayan omuriliğin miyelin tabakası üzerindeki fiziksel tahribatın bir
sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.

MS kalıtsal bir hastalık değildir. Bununla birlikte, genel olarak
ailelerde genetik ortak faktörler kuşaktan kuşağa taşındığından
ailelerinde MS bulunan kişilerin MS'e yakalanma eğilimi az da olsa
vardır. Bunlara ek olarak MS'te bulaşıcılık söz konusu değildir.

MS'in nedeni henüz kesin olarak tesbit edilebilmiş değildir. Bununla
birlikte, beyin ve omurilikteki sinir telciklerinin etrafını saran
miyelin tabakasının etkilendiği bilinmektedir. Burada bozulan, sinir
dokusunun miyelin adı verilen özel bir bölümüdür ve bu tip bozukluğun
adı "demiyelinizasyon"dur. Miyelininin bozulduğu alanda oluşan ve
basitçe yara kabuğuna benzetebileceğimiz bu sınırlı alana da "PLAK"
adını veriyoruz. Bu plaklar, daha önce yukarıda da belirttiğimiz gibi
beyin ve diğer organlar arasındaki iletişimi engelleyerek bir takım
bozuklukların oluşmasına neden olur.

Merkezi sinir sistemi (MSS) öğeleri, fonksiyonlarına göre semptomların
nereden kaynaklandığını belirlemeye yarar. Beyin, (cerebrum) düşünce ve
hareketi kontrol eder. Bu bölgede demiyelinizasyon (miyelin eksikliği)
; hafıza, motivasyon, kavrama, kişilik, dokunma, duyma, görme ve kas
gücünü etkileyebilir. Beynin arkasında yer alan beyincik (cerebellum),
hareketlerdeki koordinasyon ile bacaklar, kollar ve elleri kapsayan kas
etkinliklerini kontrol eder.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Posedon
Albay
Albay
Posedon


Mesaj Sayısı : 585
Rep Puan : 884
Teşekkür : 0
Kayıt tarihi : 06/10/09
Yaş : 30
Nerden : Ziyaretemi Gelcen ??

noroloji....... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: noroloji.......   noroloji....... - Sayfa 2 EmptyPerş. Ekim 15, 2009 5:31 pm

Beynin bu bölümü, aynı zamanda yürüme, koşma gibi faaliyetler sırasında
bedenin dengesini sağlar. Beynin 12 kranial sinirinin de etkilenme
olasılığı vardır ki bunlar da ; görme, göz hareketleri, konuşma,
yutkunma ve duymada zaaflara neden olabilir. Beyin sapı (brain stem),
kafatasının merkezinde bulunur ve özerk (istem dışı) fonksiyonlar kadar
göz hareketlerinden de sorumludur. Örneğin nefes almak, kalp atışları,
terlemek, tuvalet gereksinimlerini karşılamak özerk fonksiyonlardır.

Son bölüm ise omuriliktir (spinal cord). Bu, geniş bir elektrik hattı
gibi sinir tellerinin üzerindeki emirlerin beyin ve bedenin diğer
bölümleri arasında rahatça dolaşımını sağlar. Bu bölümdeki harabiyet,
vücut ve beyin arasında iletişim kaybına neden olur. Dokunma algısını
da içeren mesajların beyne ulaşımı engellenir. Benzer olarak bacaklar,
eller ve diğer organlara yönelik beyin emirleri engellenir.

Henüz bilinmeyen ve önceden anlaşılmayan bir nedenle ortaya çıkan ve en
az 24-48 saat devam eden yeni bir nörolojik bozukluk (uyuşmalar, denge
ve yürüme bozuklukları, görme bozuklukları ve kayıpları ....) veya uzun
zamandır devam eden bir durumun belirgin kötüleşmesi şeklindeyse bu
durum "ATAK" olarak değerlendirilir. Bir ay içinde olan tüm olaylar
aynı atağın parçaları olarak düşünülür.

Ataklar uygun şekilde ve mümkün olduğunca çabuk tedavi edilmelidir. Bu
nedenle atak geçirdiğinizi düşünüyorsanız mutlaka zaman geçirmeden
tedavinizi yürüten tıp merkezine başvurmalısınız. Bir atağın devam
süresi ve ne zaman geçeceği önceden tahmin edilemez. İki atak arasında
bir iyilik dönemi vardır. Bu dönem içinde hastalık ilerlemez ve vücut
kendi kendini iyileştirmeye çalışır.

İki atak arasındaki iyilik döneminin ne kadar süreceği de
bilinememektedir. Bazı MS'liler bir ataktan sonra bazen uzun yıllar
ikinci bir atak geçirmemektedirler.

MS TANISI NASIL KONUR ?

MS, beyin ve omurilikten gelen elektriksel mesajları organlara ileten
sinirlerin miyelin adı verilen kılıflardaki iltihaplanmalar ve daha
sonra bu iltihaplanan kısımlarda oluşan sertleşmeler nedeniyle
mesajların organlara iletilmemesinden oluşur demiştik. Bu durum ,
bahsettiğimiz beynin ve omuriliğin çok farklı ve birbirine benzemeyen
yerlerinde meydana geldiğinden değişik şikayetlere neden olur. Ortaya
koyduğu sorunlar tablosu her hasta için farklıdır ve diğer hastalıkları
çağrıştıran bir şekil alabilir.

Laboratuvar yöntemlerindeki büyük gelişmelere rağmen MS tanısı esas
olarak hastanın öyküsü ile bulgu ve belirtilere dayanır. Yineleyip
düzelmeler ile yani açıkça ayırtedilebilen ataklarla giden ve sinir
sisteminde dağınık yerleşime ait bulguların saptandığı bir hastada tanı
hiç zor değildir. Ancak bir atakla başvuran ya da hastalığın sinsi
başlayıp yavaş yavaş ilerlediği durumlarda standart tanı kriterleri tam
olarak karşılanmaz ve kesin tanı gecikebilir.

İlk olarak başdönmesi, çift görme, tek veya çift gözde görme azalması,
dengesizlik ya da kol ve bacaklarda güç yitimi gibi semptomlar
(belirtiler) ortaya çıkabilir. Nörolojik açıdan hastanın aşikar
fonksiyon kayıplarının dışında kalan sistemlerine ait bozukluklar da
saptanırsa MS'ten kuşkulanılır. Akabindeki dönemlerde, herbir atağın
ardından görülen düzelici (remisyon) niteliği de gözlenirse tanı büyük
ölçüde kesinleşir.

Her iki bacakta yavaş ilerleyici güç azlığı özellikle tanı zorluğu
gösteren bir durumdur. Bu hastalarda sinir sisteminin diğer bölgelerine
ait tutuluş bulgularının varlığı ve yardımcı laboratuvar incelemeleri (
manyetik rezonans görüntüleme, uyarılmış yanıtlar ) ile tanı
konulabilir.

Tanıya yardımcı araçlardan en önemlisi beyin ve omuriliğin Manyetik
Rezonans Görüntüleme ( MRG ) yöntemiyle incelenmesidir. Beyindeki
plaklar MRG ile açık olarak görülürler. Plakların etkinlikleri ise
damar yoluyla paramanyetik bir madde olan Gadolinyum ( Gd ) verilerek
belirlenir. Bir plağın Gd tutması etkin olduğunu gösterir.

Tanıya yardımcı olarak beyin omurilik sıvısının bazı özellikleri
incelenebilir. Olignokal band, miyelin temelli protein, immun globulin
G indeksi gibi ölçümlerde normal dışı değerler bulunması beyinde
bağışıklık sistemiyle ilgili bir sorun olduğunun habercisidir. Ayrıca
görsel, işitsel, ve bedensel uyarılmış yanıtlarda anormallikler olması
da sırasıyla göz ve kulağın beyin bağlantıları üzerinde ve omurilikte
yerleşmiş plağa işaret eder..

Dikkatli bir hastalık öyküsü, nörolojik inceleme ve doğru kullanılmış
laboratuvar değerlendirmeleri genellikle kesin tanıyı sağlar. MS
tanısının olabildiğince çabuk ve doğru konması önemlidir. Hastaların
çoğu gençtir ve tanıya bağlı pek çok önemli yaşam kararı vermeleri (
eğitim, evlilik, çocuk...) gerekecektir. Ancak tanı netleşmeden hiçbir
hastaya MS tanısı yakıştırılmamalıdır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
noroloji.......
Sayfa başına dön 
2 sayfadaki 2 sayfasıSayfaya git : Önceki  1, 2

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Forum Güneş :: Sağlık-
Buraya geçin: